erdem bayazıt
-
'' ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm ''
demiş; gölümü değil ama ruhumu fethetmiştir... -
"ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm"
demişti. öyle de oldu. öldü.* -
“dünyanın en uzun hüznü yağıyor, yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne”.
kendi ölümüme ait bir deneme
bir gün öleceğim biliyorum
bunu her an ölür gibi biliyorum
anamın yüreğinde bir kor
ölene dek sönmeyecek bir ateş
kımıldanıp duracak hep
karım bomboş bulacak dünyayı
- nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
oysa insan yalnız ölür
ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
bir süre kaçacaklar insanlardan
boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
- yaşayıp gidiyorduk yahu
ne vardı acele edecek!
diyecekler
biliyorum yaklaşıyoruz her an
biliyorum oruçlu doğar insan
ölümün iftar sofrasına
erdem beyazit
http://www.sayhadergi.com/node/722 -
şu dar odanın katı yalnızlığında
ve her şeyin çıplaklığında
durup bir pencereyi deniyorum
gizliliğin dışına çıkıyorum
araçların
insanların
şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin
içimde yalnız ve yapraksız
bir kavak agacı büyüyor -- çıplak ve göğe doğru --
ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun
bir ağlama duvarı bu.
yatak ve yorganın kuru yalnızlığında
ve aklın dar yalnızlığında
şehrin ve herşeyin
ve kalabalığın yorgunluğunda
saçların ve parmakların
ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında
ve aynaların sığ görünümünde
bunaliyorum.
susmanın kalesine sığınıyorum
önümde karanlıktan duvarlar
sırtımda insan yüklü bir gök var * -
şiirler'ini aldım okuyayım dedim, kapağını açtım, dakka bir gol bir:
"okuyucuma!
şiir diye
bir ömür tüketerek yazdıklarım
iki saatte okunuyor
bundan ucuz ne olabilir
havadan başka?" -
şairlerin şiiri öyle delice sevmesini anlarım, her sözcüğü anlamından kopmadan ılık rüzgarda bir uçurtma gibi gezdirir şair/ şairler. kolay iş değil şair olmak, acizane bunu bilirim. yaz deyince olmaz, ol deyince olmaz; başka türlü bir uğraşı... zorlu, erdem'li bir yaşamın en sahici şiirlerini yazmıştır şair; edebiyat öğretmenliği dışında birçok işle meşgul olmuş, şiir sanatında her daim bulunmuş müstesna, kendine has bir karakterdir. saf, temiz, duru şiirleri daim olsun. bir şiiri:
kar altında hüzün denemesi
dünyanın en uzun hüznü yağıyor,
yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne.
kar yağıyor ve sen gidiyorsun,
ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun,
belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi
o insan ve tabiat çağını.
dön bana ve dinle!
kuşlar uçuşuyor içimde.
loş bir keman solosu gibi
kuşların uçuştuğunu içimde,
dön bana ve dinle.
karanlık denizlerin dibinde,
birtakım incilerin olduğunu
birtakım incilere ve hatıralara
neden bağlı olduğumuzu unutma.
duy beni ve dinle!
denizler boğuşuyor içimde.
unutma diyorum ama sen anla,
anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara...
......
bir başka şirinde ise sanki çok tanıdık bir simayı anlatıyor, şöyle:
yaşımdan yorgun, yaşımdan telaşlıyım bugünlerde
kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum...
belki kırklarımdayım, belki otuzlarımda
belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında
hiç bilmiyorum! hayat taviz vermediği hızı ve kavgasıyla akıp gidiyor
baharın rahiyasından akıp coşan çiçeklerle hatırlıyorum lise yıllarımızı
kimimize kış, kimimize bahar olup canıyla değen babalarımızı
bu memlekette insanlar belki de en çok baba sancısıyla inliyor, en çok baba deyince aklımıza gelir çocukluğumuz..
mazinin araladığı perdeden sızıyor eski günler
onlarla kavgalı onlarla sevdalı olduğumuz
en çok baba yokluğunun hüsranıyla kızıyormuş zaman ayrılığın yarasını
insan baba olunca anlıyormuş babasını... -
"hadi tut elimden gök gibi, ölü kadar yalnızım." sözünün de sahibi, şiire sevdalı biri olarak, yedi güzel adam dizisine kadar şiirlerinden haberdar olmadığım için kendime kızma nedenim olan şairdir. o ne naifliktir arkadaş!
-
"ölüm muhakkak
ve ölüm mutlak
tek kapısıdır ölümsüzlüğün
ölümle tanıştıktan sonra anladım
sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın"
ölüm risalesi beni en çok etkileyen şiiridir şüphesiz. lakin şu 5 dize, insanın içini acıtır. o kadar gerçek ve o kadar basittir ki, insanın ölüme ne kadar yakın olduğunu düşünüp çıldırmasını sağlar. -
kar altinda hüzün denemesi
dünyanin en uzun hüznü yagiyor
yorgun ve yenilmis insanligimizin üstüne
kar yagiyor ve sen gidiyorsun
aglar gibi yürüyerek gidiyorsun
belki bulmaga gidiyorsun kaybettigimizi
o insan ve tabiat cagini
dön bana ve dinle
kuslar ucusuyor icimde
los bir keman solosu gibi
kuslarin ucustugunu icimde
dön bana ve dinle
karanlik denizlerin dibinde
birtakim incilerin oldugunu
birtakim incilere ve hatiralara
neden bagli oldugumuzu unutma.
duy beni ve dinle
denizler bogusuyor icimde.
unutma diyorum ama sen anla
anlat bizim de yasamak istedigimizi onlara.
erdem bayazıt -
güzel atlara binip gidenlerden şair; yaşamında ölümsüzlüğü tadanlardandı, şimdi ona doyanlardan oldu; artık ona 'ne yapsın ölüm'..
ey hep bir kelime arayan, sonra tekrar arayan ince kâlpli adam: buldun mu kelimelerin en manidar, en hakikâtli olanını? içinde taşıdığın sonsuzluk kavislerinden geçtin, gördün düzlükleri, ovaları.. o güvercinler neden var avuç içlerinde camilerin biliyorsun.. onlar ölümsüz bir ses taşımak için var. bir anıyı yaşatmak için değil. uğurlamak için ölümsüz sesi seslendireni. şimdi denizin bir gülüşünü arıyoruz bütün çocuklar gibi, ellerimizde oltalar; geçmişin, 'an'ın, geleceğin yükünü üstünde pul pul taşıyan balıkları, denizin bir gülüşünü yakalayacağız bütün çocuklar gibi ellerimizde oltalar. sen o noktada denize bakıp iyi dedin. korkulu dağlara bakıp iyi dedin. doğrusu doğaya bakıp 'iyi' dedin. iyi, şimdi biz taşıyoruz müjdenin kurşun yükünü; çatlayacak yalanın çelik kabuğu. su coşsun, deniz kabarsın, yemyeşil bir rüzgâr essin yıldızlar arasından.. ellerimiz kök salmış ağacıdır zamanın, soluğumuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger. alnımız en soylu isyandır demir külçelere. gün doğsun, rüzgâr essin, bulut dolansın, rahmet şarkıları söylesin yağmurlar.. bizi tutan şey ne ise bizi diriltecek olan da odur.. zaman aksın, yer dirensin, gökyüzü kanat gersin, biz ölümsüz çiçeği taşırız göğsümüzde. biz: liyakatsizlik ama liyakat umudu. umudun gücünün toprak kadar eski, yer kadar ağır olduğunu bilen çocuklar gibiyiz; büyüyen ellerimizi büyüyen ellerinin üstüne koyuyoruz, bir yürek vuruşu gibi belirli gelen zamanı dinliyoruz senden.. altımızda kayan bu ölü şehri durdurmak adına.. ve sen: içindeki sonsuz susuzluğu, oruçlu bir ağustos vakti zirvelerine idrak olduğun susuzluğu yani; ebediyetin çeşmelerinden kana kana içerek doyurdun. ve aradın, aradın buldun kelimeni..
...
ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap