• inceldiği yerden değil de sağlamlığına en çok güvendiğiniz yerden kopmasıdır.
  • şiir olmak üzere yola çıkan hayatının, kullanma kılavuzuna dönmesi... çok sevebileceğini düşünmüşken, sevilmediğini anlamak... diplomanın fos çıkması, üç kuruş için dilini ısırmak.... ..........
  • ''tek suçlusunun kendim olduğu koca bir yanlış anlamanın ürünü...''

    hayal kırıklığını anlatan en iyi cümle belki de. kafamızda yarattığımız olayların, kişilerin; aslında gerçekte öyle olmadığını, olmayacağını anladığımız o an oluşan his. kendimizi kandırmanın ve bir yalana inandırmanın sonucu. bizim suçumuz.
  • ortaokuldayken diren diye bir arkadaşım vardı. düşün bak, biz daha direnmek ne demek bilmiyorken, anası babası kıza bunu isim diye koymuş. kız da bununla yaşayabiliyor.
    kitaplardan konuşabiliyordum diren'le, ders dışında şeylerden bahsediyorduk ama böyle daha anlamlı şeyler oluyordu konuştuklarımız. akıllı kızdı yani, benden akıllı olmasın. ailelerimiz de görüşüyordu. annem hep övüyordu diren'i, özentilikleri yok diyordu. (bana o levi's kotu aldın ya, kafama kak anne, kak)
    basmalı kalem değil, kalemtraşla açmalı normal kalemlerden kullanır, spiralli defter değil, normal defter aldırır, çantası markalı değil, annenannesi dikmiş falan filan (şimdi olsa baya okulun havalı kızı olurmuş, bildiğin indie bir tip işte)
    yılbaşı yaklaşırken ben diren'e ne alsam diye düşünüp duruyorum. kafamdaki her şeyi onun yerine ben beğenmiyorum. dedim en iyisi emek vermeli bişey yapayım. resim desen evlerden ırak, hiç beceremem. şarkı yazsam kim söyleyecek, bendeki ses kargaları kaçırır. şiir yazsam, ne öyle kız kıza şiir mi yazılır, toplum buna hazır değil.

    dur dedim ya ben en iyisi atkı öreyim. ilmek ilmek sevgimi katayım içine, emek emek olsun, toprak koksun. (wtf?)
    anneme yalvarıyorum bana örgü öğretsin diye, ansiklopedi karıştırıyorum haraşo ne, zeki müren kirpiği nasıl yapılır... internete daha çok var o zamanlar, komşuya gidiyorum baka baka kendimce öğreniyorum.
    annem de bana iki tane şiş ve istediğim kırmızı renk yünü alıyor. başlıyorum örmeye, 30 cm genişliğinde, 150 cm uzunluğunda bir atkı olacak diyorum, hesaplıyorum yani matematik süper.
    küçük bir sorun var, ben düğme bile dikemem ve bu atkıyı yaparken kimseden yardım almayacağıma da kendi kendime şeref sözü verdim. zaten atkı örmek ne kadar zor olabilir. (aha bu kadar-kollarımı açtım gösteriyorum şu an)

    annem benim acılar içinde şiş ve yünle savaşımı görüyor ve hala unutamadığım o cümlesini söylüyor "kızım yemin ederim eline kazma, kürek daha çok yakışır, resmen eziyet şu çektiğin" (hep açık sözlü ve teşvik edici bir insan olmuştur, sağolsun)
    hırslandıkça daha sıkı örüyorum atkıyı, 30 cm'lik genişliği daha atkı yarılanmadan 5 cmlere düşüyor. şöyle bir bakıyorum, "yeter ya bu kadar, çok da gösterişli olmasın, diren sevmez gösterişi" diyorum (çünkü acayip sıkıldım ve parmağımda nasır oluştu)

    bir akşam manileri yokmuş demek ki, ailecek diren'lere gidiyoruz. bu harika hediyeyi okulda verip diğer arkadaşlarımı özendirmek istemediğimden (en iyi arkadaşım derya'dan korkuyorum biraz) evde vereyim diyorum. paketliyorum özenle. annem "kızım senin adına diren'e bir hediye aldım, bugün ver istersen" diyor. annemi tersliyorum, "sen kendi adına ver, benim hediyem hazır" diyorum. evlerine gider gitmez hemen diren'in odasına koşuyoruz, hediyem de yanımda.
    "diren, bak senin için küçük bir hediye yaptım" deyip veriyorum (küçük diye mütevazilik gösteriyorum, daha o yaşta şu olgunluğa bakar mısınız)
    diren hevesle paketi açıyor, atkıyı görüyor, sağına çeviriyor, soluna çeviriyor, sonra da "bu ne, lif mi? "diyor. (lif neyyyyy lağğğnnnnn) bozuldum desem, bu tanımlama gerçekten çok naif kalır. yıkıldım resmen ama çaktırmadım, "şaka yaptım ya, asıl hediyen içerde" deyip annemin aldığı maymunlu lc waikiki kazağı veriyorum. çok mutlu oluyor.
    diren'le bir daha eskisi gibi olamadım. emekten anlamayan diren'i ben ne yapayım.

    bu, birine emek harcayıp da karşılığında kocaman bir hayal kırıklığı alışlarımın ilkiydi. elbette benden beklendiği gibi devamı geldi, hala da geliyor*.
  • "ben ona böyle yapmazdım"dır.
  • "beni hayal kırıklığına uğratan, kendimden başkası değil."

    franz kafka
  • hayal kurmanin kacinilmaz yan etkisi
  • gerçek ve gerçeklik arasındaki kapının, gerçeğin içinden gerçekliği seyrederken, olanca sertliğiyle yüzünüze kapanmasıdır.

    üzücü yanı şudur, o kapı artık açılmaz, hasbelkader açılsa da aynı manzaraya bakamazsınız bir daha.

    sevindirici yanı ise kapının diğer tarafında kalmamış olmanız, gerçekten tamamen kopmak kadar zorlu hâl azdır şu hayatta.
  • mavi bir his. mora çalan koyu mavi. çok dingin. örtücü böyle, altındaki onca keşmekeşin esamesini bırakmadan mis gibi gelip örtülüyor. deli gibi net hem. ne iyiye umut, ne kötüye endişe bırakıyor. ölümde bile umut ve endişe var, hayal kırıklığında yok. öyle güzel his. dursak ne yapacağımızı bilemeyiz, çok canımız sıkılır ya... sırf canımız sıkılmasın diye en netameli korkuya endişeye bile razı oluruz ya... hayal kırıklığı o yüzden güzel. çabanın anlamsızlığını gördüğün halde engelleyemediğin o sürekli devinme güdüsüne karşı yüzde yüz organik, natürel kür. öyle melankoliyle, içli hüzünle falan anılmayı hiç hak etmiyor bence, doğamızın bize verdiği bi hediye o. kayayı sırtlayıp bir başka dağa doğru söve tıslaya seyirtmeye başlamadan önce burnuna kadar çekip tavanı seyrederek dinlenmene izin veren mavi örtü. biriktirilip şişelerde de satılabilseydi keşke. durmak isteyip duramadığında bi bardak suya üç damla atıp oh be derdin ne güzel.
  • ''olsun, asıl kırılmasaydı gitmezdi kötülük, nazar. bekle adam, ben şimdi başka bardağa koyarım çayını.''

    ince bellidir hayal kırıklığı koç. koç dediysem aldatıldığın için değil başka bir hayale daha toslaman için o boynuzlar. uzatıyor musun hırsla? hoş geldin o vakit, kalemim iyidir benim.

    ''olsun, asıl kırılmasaydı şanssızlık getirirdi, gitme adam. ben şimdi başka bir hayale koyarım saçlarımı.''

    fakir misin bu aralar? üzme kendini, ben de! bir ayakkabı beğendim kadına; böyle bileğe kadar gidiyor da (ulan hiç de anlamam ayakkabıdan! bi’ de tarif ediyorum!) ipli mipli sarıyor işte. gri gibi de böyle simler falan... adam evin tapusunu istedi! ben yine bizim bakkaldan 4-5 erik çaldım; cebimde onlar, bir de ellerim, bu kadarım. hoş geldin, büyülüdür benim kalemim.

    ''olsun, asıl çatlak kalsaydı kötü olurdu. ben şimdi başka bir bardağa koyarım kara lanetini adam.''

    önce ne çok korkar kadınlar gidecek diye sevgilileri. sımsıkı tutar hepsi ellerini. sonra hayalini kırar adamlar; anlar kadın onsuz da nefes alabiliyor, onsuz da hayat güzel; bırakıp o sımsıkı tuttuğu eli gidiyor. hoş geldin. kanlıdır benim kalemim, korkma.

    ''ama olsun, bırak kırılsın daha iyi. ben şimdi bi’ koşu koyar da gelirim karanlığı yeni korkularına.''

    hayalini mi kırıyorlar sürekli? olsun, sen başkasınınkini kırma. sıkıca tut iş işten geçmeden o eli ki, buluruz illa bir yerde kırılmayan bir bardak ve demli çay. hem kalemim de inanılmazdır zaten.

    - olsun ela, bırak paramparça olsun. ben kanımı doldururum uğruna başka bir sunağa.-

    zaten sorulunca hayalleri,
    hep bir ağızdan “ağustos böcekleri!” diye haykırdı karıncalar!
hesabın var mı? giriş yap