• söyle edip abi,
    yanlışım varsa
    kusurum varsa söyle
    her insan yaşadığı yere benzer
    insan ki toprak kokar
    ölüm yalnızlığında yağan yağmurdan gayrı
    kuru dudaklarında ahular su içer

    çocuklar çıplak ayaklarında cam kırığı taşırken
    istanbul batıdan doğuyu öper
    ve her çocuk işediği yeri öper

    söyle edip abi
    yanlışsam söyle
    küskünsen bu şehre söyle
    söyle ki
    duysun bacasında duman soluyan güvercinler
    yoldan geçen önlüklü kadın

    bir kadeh daha içelim edip abi
    boncuklu tesbihinin hatrına içelim
    sarı ışıkların gelini caddeye çıkalım
    yokuşlar bizim
    inişler bizim
    arkamızda bıraktığımız yollar bizim

    her insan yaşadığı yere yakışır
    yakıştıkça açar toz pembe gülleri
    elindeki kadehe yansır yüzü
    içtiği sigaranın dumanı benzeşir
    öptüğü dudağın kırmızısı kalır
    kadın erkek çocuk
    her insan ama her insan
    yaşadığı yere benzeşir

    söyle edip abi
    küfrün varsa söyle
    kahrın varsa söyle
    her insan yaşadığı yere benzer
    her yer benzeşir ki
    her yaşanan yer insana benzer

    (edip cansever in anısına)
  • pierre bourdieu'nün de buna benzer bir tespiti varmış:
    "toplumun her üyesi üç aşağı beş yukarı daimi olarak konumlandığı mekâna göre, yani mesken edindiği yere göre karakterize edilebilir... bu aynı zamanda o yeri, insanları öbekler halinde biraraya getiren mülkiyet ilişkileri içinde hukuki olarak nasıl işgal ettiğine de bağlıdır (evler, apartmanlar, ofisler, tarım arazisi ya da konut alanları vs.). yani yaşanılan mülk, insanların sosyal uzamdaki konumlarının en mükemmel göstergesidir." (fiziksel uzam, sosyal uzam ve habitus", 1996)

    not: bourdieu'nün yukarıdaki tespitinden hareketle "beyoğlu yakın gelecekte kimin kullanımına sunuluyor" sorusunu değerlendiren bir ulus atayurt yazısı için bkz. "akp'nin ustalık dönemi hedefi: taksim projesi ve beyoğlu- kapitalizmin simcity'si", express özel sayı, nisan 2012/127, s. 18-20.
  • gergin bir ev ortamında yetişen bir çocuğun huzursuz biri olup çıkması gibi örneklendirmelerin de yapılabileceği önerme.
  • "insan yaşadığı yere benzer
    o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
    suyunda yüzen balığa
    toprağını iten çiçeğe
    dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine"

    der edip cansever..
  • (bkz: türkiye'de yaşamak)

    hep bir arada kalmışlık; bir yanın batıya bakar, diğeri mutlaka doğuda. ne doğulusun ne batılı ya da hem doğulusun hem batılı, o coğrafyaya ait ne varsa..

    ve daha pek çok şey arada kalmaya dair.
  • aşamadığım cümle.

    çok mutlu olduğum anlarda bile ülkedeki kaostan sıyrılamıyorum. öyle aşırı duyarlı olmaktan falan değil tam gülerken biri boğazıma düğüm olacak bir cümle kuruveriyor kalıyorum öyle. kim olsa kalır.

    "gülemiyorsun ya gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir."

    tez savunmam geçti mezuniyet evrak kürek işleri ile uğraşıyorum. üstüme kayıtlı kitap olmadığını gösteren bir belge için kütüphane müdürlüğüne gittim. gereksiz bir duygusallık var zaten 11 senem geçmiş orada. ayrılış işlemi için deyince adam "hocam istifa mı mezuniyet mi?" dedi. çok doğal her gün sorduğu sorulardan biri o an fark ettim hastaneden istifa eden asistanlar da ayrılış için aynı prosedürü uyguluyormuş. mezuniyet dedim tebrik etti çay içelim buyrun dedi. teşekkür ettim ama bir demlik çay içecek kadar da ayak üstü muhabbet ettik. "bu ara çok fazla doktor istifa ediyor asistan kalmadı hastanede, hatta sadece doktor da değil sadece istifa da dünkü olayı biliyorsunuz" dedi. bilmiyorum artık o kadar çok şey oluyor ki yetişemiyorum. ameliyat bitince çalışanlardan biri ameliyathanenin yanına biraz dinleneceğim diye geçip kotere kendini asmış. geçen ay bizim bölümden bir hoca intihar etti. başka bir hoca rektörün tanıdığına özel muamele göstermek yerine istifa etmiş. kadını da tanıyorum yaptığı ameliyatların bazılarını türkiye'de yapabilecek ikinci bir isim yok. her an oluyor yetişemiyorum dediğim de bu. mesela tam biz o odada konuşurken bir ambulans şoförü de sağlık bakanlığı önünde eylem yapıyormuş.

    "ne kadar benziyoruz türkiye’ye"

    haberi gördüm üstüne tuz biber oldu. kent ormanına gittim saatlerce yürüdüm yürüdüm yürüdüm. eskiden olsa başka birine bakıp sadece yürümüş bunun kime ne faydası var derdim şimdi akıl sağlığımı koruma dışında bir amacım yok.

    "insan yaşadığı yere benzer
    o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
    suyunda yüzen balığa
    toprağını iten çiçeğe
    dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine"

    işin tuhafı birkaç hafta önce tanıştığım biri sakin huzurlu olmama şaşırıp buna neden şaşırdığını sorunca da "avrupa'da olsa şaşırmazdım ama bu coğrafyada yaşayan birine göre fazla sakinsin." dedi. sakin falan değilim de anlayamamıştım gibi hissettim. haklılığı da vardı 3-5 yıl öncesine göre sakindim, belki de yaşadığım yerin dışına yürüyerek çıktığım/uzaklaştığım için.

    kilometrelerce yürüsem de kaçamıyorum. buradan sonrası da cümlenin ağırlığından çıkıp iç dökmeye döndü. yazmaya geldiğim şeyler bunlar değildi. yazma isteğini doğuran şeyler ise tam olarak bu iskelet üstünde. yazıyorum, yürüyorum, başka hiçbir şey yapmıyorum.

    "ve bir gün birinin adres sormasına benzer
    sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
    camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
    öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
    minibüslerine, gecekondularına
    hasretine, yalanına benzer
    anısı işsizliktir
    acısı bilincidir
    bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
    gülemiyorsun ya, gülmek
    bir halk gülüyorsa gülmektir"
  • “insan yaşadığı yere benzer
    o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
    suyunda yüzen balığa
    toprağını iten çiçeğe
    dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
    konyanın beyaz
    antebin kırmızı düzlüğüne benzer
    göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
    denize benzer ki dalgalıdır bakışları
    evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
    öylesine benzer ki”

    edip cansever
  • (bkz: sultanahmetli)
    benziyorum.
  • insan yaşadığı yere benzer
    ve yaşadığı yer ile şekillenir diye tamamlayası gelir insanın yer değiştirdikçe. ne doğru bir tespittir cansever'in dile getirdiği.
  • "gördüğüm onca bahar, bu diyarı bir ceket misali sırtıma geçirdi."
    bunu, ara ara dilime dolanan, bir kitapta görüp unutamadığım bu cümle kadar iyi anlatan bir ifade bulmak güç. kitap schneider - uykunun kardeşi idi galiba.
    düzeltme: piuu, eski yazdıklarıma baktım da bu william golding'in kule kitabındanmış. utandım vallahi.
hesabın var mı? giriş yap