• yıllar yılları kovalarken ve sen her gün aynı sandalyede dünyayı kurtardığını sanırken, pencerenin dışında dönen mevsimler... ilkbahar- yaz-sonbahar-kış.

    egolarını tatmin ederken sen, çürüyen hayatlar... evet kölesin. ama modern!!

    aslında duygularımın tercümanı yine bu adam.
    kocca şiirinden bir kuble..

    can yücel den geliyor:

    sabah 9, akşam 18
    sonra başka mecburiyetler
    sıkışıp kaldık.
    sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
    bu kadar ağır olmamalı.

    hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
    bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
    ne saçma...
  • şimdilerde aklım hep uzun uzun yürümekte. istifa etsem ve yürümeye başlasam. bacaklarım daha fazla gidemeyecek hale geldiğinde dursam, çadırımı kurup uyusam. sabah yeniden yürüsem. çok uzaklara. yollarda yeni insanlarla tanışsam, yeni evler, ağaçlar görsem. yeni böcekler, çiçekler, meyveler, taşlar, çitler, bahçeler, çocuklar. çalıştığım kadar çok yürüsem. iki katını yürüsem. bilgisayara kaç saat baktıysam onun 5 katı kadar çok gökyüzüne baksam. ne kadar çok rapor hazırladıysam o kadar çok ayakkabı eskitsem, parçalansa hepsi ayaklarımda. parçaları yollara düşse. şirkette kaç bardak çay-kahve içtiysem 10 katı kadar su içsem, tatlı su, serin su. hep kurtulsam o kahvelerden. yıkansam. nefes alsam sonra. şehirden ve pencereleri bile açılmayan ofisten kurtulduktan sonra karnım davul gibi şişene kadar büyük nefesler alsam. ciğerlerime gökyüzü dolsa. mavi olsa hep. hava ısınsa, hava soğusa. çok rüzgar çıksa, uçarak yürüsem bazen, tutunamasam yere bir türlü. güneş yaksa, gözlerimi açamasam. günlerce yağmur yağsa, kıyafetlerim kurumaya fırsat bulamasa. ben yürüsem yine. üşüsem, hızlı yürüsem. daha da hızlı yürüyünce geçse üşümem. dayanamayınca çadırımı kursam. küçük zaten çadırım, orada kendi nefesimle ısınsam, uyusam. düşünsem, düşünmesem. toprağa yatsam, avuç içlerimi yere bastırsam, bıraksam kendimi öylece saatlerce. sonra tekrar yürüsem. hiç gitmediğim ülkelere. hiç görmediğim insanlara. burada böyle duruyor olmanın acısını çıkarsam. belki o zaman pişmanlığım azalır. ömrümü böyle saçma bir şekilde harcıyor olduğuma daha az üzülürüm. belki iyi ki doğmuşum derim. iyi ki yaşamışım, ne de güzeldi derim.
  • öğrenciliği özletendir. ne güzel günlerdi o günler. uyanırdım hava biraz griye çalıyorsa gidesim gelmezdi gömülür uyurdum öğlene kadar. sonra uzunca bir kahvaltı. derken finaller gelir 3 hafta uyumaz geçerdik dersleri.
    ya şimdi? her gün final sabahı mübarek. deadline diye diye ömrümüzü tüketiyorlar.
    çok özlüyorum çok... her sabah uyanınca aklıma geliyor. mazide kaldı her şey...
    öğrenciliğim benim!
  • adaletsizliklerle doludur.

    bir balya dokümanı fotokopi makinesinin camlı yüzeyine koyup, "neden hepsini çekmedi de bir sayfayı çekti?" diye soran adam benim aldığım paranın en az 6 katı ücret alır..
  • eddie vedder - society (yazarken bunu dinledim)

    hem çalışıp hem mutlu olan insanlar var şu dünyada. onlar ki en asil duygunun neferleriler.

    benim içimdeki saatin çarkları bozuk kesin. uzun uzun bakıyorum anlam veremiyorum bir insanın modern dünyanın içinde hem çalışıp hem mutlu olabiliyor olmasına. o ofis düzeni, o basık boğucu koridorlar. göt yalayıcılar, yardakçılar, kuyu kazıcılar. hepsinden öte hayatta kalmak için hayatını bağışladığın o karmaşa, hezeyan. ihtiyaçlarını karşılamak için böylesine bir keşmekeş.

    ben ne kadar neşeli adamım oysa ki. pencereden dışarı bakıp bir ağacın rüzgarda sallanışına şaşırarak saatlerimi geçirebilirim. hatta bozcaada'da polente fenerine yakın bir karınca yuvasının başına oturup zamandan soyutlanmışlığım bile var. onlar bizlerden çoklar, bizlerden organizeler ama temel ihtiyaçları dışında çalışmıyorlar. borsaları, modaları, egoları yok. her biri tek tek neden çalıştığının ne iş yaptığının bilincinde. alsak birini karşımıza "ne iş yapıyorsun?" desek güzelce anlatır. hiç de gocunmaz mesleğinden. çünkü yaptığı mantıklı, zarif ve zekice.

    -senin olay ne karınca?
    -yemek topluyorum
    -neden?
    -acıkıyoruz.

    ne kadar güzel cevap. mis gibi. bir de bize bak. onca şa şa, onca modern yapı, altında milyonlarca neyi neden yaptığından hebersiz insan. bir de zekamızla övünüp duruyoruz. en övündüğümüz şeyin bu kadar kof olması benim insana zaten az olan inancımı iyice baltalıyor. çok doğru bir tez var insana dair. bizim evrimin denemelerinden biri olduğumuzu söylüyor. bizim de daha önce yüzbinlerce kez olduğu gibi evrimin çıkmaz sokaklarından biri olduğumuzu savunuyor. bir başka hatalı üretim.

    sonuçta biraz uzaklaşıp bakarsak bu ekonomik sisteme ilk başta kurulan pratik faydalarından uzaklaşalı çok uzun zaman olmuş. nedir para? enerjinin, verilen emeğin cepte taşınabilen formu değil midir. yani öyle olması gerekmez mi? bize yapılan işi bir birimle ifade etme kolaylığı sağlıyor. ben on liralık iş yaptım diyebiliyorsun. on liralık buğday alabilirim bu iş için diyebiliyorsun. bu sayede hiç tanımadığın bir adam, senin yaptığın işi görmese bile parayı ve karşılık geldiği enerjiyi bildiğinden sana buğdayı veriyor. ne mükemmel.

    ama durum artık böyle değil ne yazık ki. hisse senetleri, faiz, parite, kar, dengeyi dağıtalı beri para artık o eski para değil. para artık o eski enerji birimi olma amacından sapmış. durum böyle olunca birileri hiç çalışmadan da güzelce yaşayabiliyor. birileri hiç tanımadığı birinin sırtına oturup, yüzüne vuran güneşin tadını çıkarırken, altındaki adamın ona şükretmesini talep edebiliyor. üstte oturana da kızmıyorum, bu yazının amacı ona kızmak değil. sonuçta bayat kapitalist dünya geyikleri yapacak olsam hiç bulaşmazdım yazmaya. anlattığım şey daha mekanik. daha duygusuz bir şey. anlattığım şey vicdanen çalışmayı reddetmenin artık bu çağda yaygınlaşacağı öngörüsü. yahut böyle bir hareketin oluşacağına dair bir teori.

    bir tarafta götünü yayıp yatanlar varken, öteki tarafta kazığa oturanları görüyoruz. kim kazığa oturmayı seçer ki. ama otuluyor işte. hem de bile bile, yavaş yavaş, hissederek. çünkü mahalle baskısı var, çünkü birini seviyorsun mesela onunla beraber mutlu bir yuva özlemi var. alayim başımı dağ sıçanları gibi bir delikte yaşayayım diyemiyorsun. annen, baban var. onlara öğretilen doğru yaşamı kafalarından silmeyeceğini yüzüne vuran örnekler var. bu düzenin içine doğduğundan tam da sinir uçlarından bağlısın sana dayatılanlara. koparıp da gideyim desen en sevdiklerinin canı yanar.

    eğer cehennem diye bir yer varsa benimkinde kesin ofis dekoru olacaktır. günahlarımın karşılığını ödeyebileceğim harika bir düzen. bir pencereden akşamüstü karın yağışını izlemek istediğim için günde 11 saat, haftada 6 gün, yılda 50 hafta aralıksız debeleneceğim bir çukur. aç kalmamak, çıplak kalmamak, sevdiklerimle beraber olmak için bir bedel.

    boyun eğip kabul etseniz bile kariyer meraklısı yavşaklarının egosunun pompası olmanız gerektiğini de unutmayın. hizmet ettikleri düzenin acısını yeni gelenlerden çıkaran bu zebaniler, sizin pes ettiğinizi görmekten zevk alacak kadar da götündeki kazığa alışmışlar ne yazık ki. sen sevdiklerinin yanında yaşamak istediğin için onlar hep kazanacaklar. gerçeği gören bir adamı en zayıf yerinden vuracaklar.

    cümle yapısı bakımından yazdığım en boktan entry oldu farkındayım ama nedeni yaşadığım büyük korkudur. siktir olup gidip bir mağrada yaşamam gerekirken. sevdiklerimden kopmayı götüm yemediği için, bir ömür debelenmek zorunda kalacağım bu koskoca bok çukurundan duyduğum korkudur. ergen hezeyanıyla yazdığım şu entry de benim gibi çaresiz embesillere gelsin. onlar benim gibi ödlek olmasınlar. onların gidecek cesaretleri olsun.
    onlar başka bir hayatın mümkün olduğuna benden çok inansınlar.

    ve toplum, sen çılgın bir türsün
    umarım ben gittiğimde yalnız kalmazsın.

    (bkz: iş hayatı/@limon kimyon zorro)
    (bkz: modern dünya/@limon kimyon zorro)
    (bkz: üniversite mezunu olduğu halde çalışmayan erkek/@limon kimyon zorro)
  • selam, yine ben. uzun zaman oldu bir şeyler yazmayalı. bi kaç mesaj aldım. harbiden lan, bi kaç mesaj aldım yalnız. çok nankörsünüz olm siz. yazınca ''oo nerelerdesin, çok yaz, daşaanı yirin..'' yazmayınca öldü mü bu cenabet, bi selam edelim yok amına koyiim. yazmıyom lan. tanım yazıp bitircem.(oha lan iki dakkada sinirlendim:)

    tanım: işte olan hayattır işte..

    :)) tanım yazıp bi şeyler karalıyolar ya bazıları. olm sözlükte artık pipi resmi de paylaş, büllük resmi de çiz kabul oluyo galiba. tanım yazıp bi şeyler karalamayın lan. garip olüyo.

    arkadaşlar taksim'de bi otel inşaatı vardı, ben de oranın saha şefiydim ama bi bok yapmıyodum. sonra 10 günde piştim beni zeytinburnu'na aldılar. orda da bi bok yapmadım. irsaliye imzaladım falan. sonra bi ara beton döken pompa kustu. üstüm başım beton oldu. ondan sonra da şirketin bu 17 aralık'tan dolayı inşaatları durdu. beni de annemin evine gönderdiler. (iş görüşmesi/#39472149)

    neyse bu olaydan 20 gün sonra da bizim emişte sağolsun bi arkadaşıyla irtibat kurdu falan. onların şirketine gittim, şehirdışına. gitmeden de bak dedim geliyom ama iş görüşmesine değil, direkt çalışcam amına koyiim ben dedim. ondan dolayı şartı şurtu konuşalım, parayı falan, ona göre pılımı pırtımı toplayayım, geleyim ben dedim. iyi dedi. lan böyle iş görüşmesi mi olur.? du bakalim noolcak diye çıktım yola.

    ilk gün bi şey yapmadık doğal olarak. yalnız tanıştığım insanlar bi garip geldi bana.

    bi saha mühendisiyle tanıştım. aslında kaç ay oldu hala tanımıyorum, tanıyamıyorum adamı. herifle şu şekilde oldu diyaloğumuz/monoloğumuz.

    - selam ben real.
    - ...
    - ...
    - ....merhabalar.. isminiz neydi acaba.?
    - real real..
    - ...
    - ...
    - ...tamam.
    - sizin isim ne acaba..? mühendis misiniz..?
    - ....
    - ....
    - .... evet. sizin isim ney..?
    - real hocam real..(bu niy lan)
    - tamam o zaman. ben beton dökülcek, gidiyom. ilk günden sen çalışma. çay neyin iç. yarın beraber şey yaparıhhh....(bunları derken jeepin oraya gidiyo ve normalde az çıkan sesi iyice kayboluyo..)

    ilk tanıştığım insana bak. acaba yol yorgunuyum, benden mi kaynaklı falan dedim. sonra o tanıdık geldi, işi falan anlattı. milletle tanıştırdı. yarım saat içerisinde 30 küsur insanla tanıştım. sonra yemeğe gittik. çalışan 100 küsur insan var. ''oo hoşgeldin, yeni möhendis sen misin.?'' ''zamanla alışırsın buralara..'' ''bu mu la yeni möhündüs'' ''kaç yaşında la bu..''(son ikisi fısır fısır duyduğum.)''

    sonra bi otel ayarladılar. otelden önce iş yemeği falan oldu ama işle alakalı hiçbi şey konuşulmadı. bunlar kaç aydır beraberler, herkes diğerine ''nerelisiniz siz..'' falan diyo. galiba sırf maille iletişim kuruluyo diye düşündüm. o gün herkes nereli olduğunu öğrendi. ben ise mahmut'a hüsamettin abi, ahmet'e de rıfkı bey diyerek taşak malzemesi oldum. ilk günde 100 küsur kişiyle tanışınca böyle oldu. telefonumda şuan kayıtlı insanlar ''saçının ucu beyaz abi, burnu acıcık büyük operatör, jcb kullanamayan genç, çok bağıran formen'' gibi saçma sapan şeylerle dolu. otele adımımı atar atmaz galiba psikolojim o kadar bozulmuş ki istemsiz bi kaç damla yaş çıktı gözlerimden.(başka nereden çıkacaksa) ''lan dedim, naabıyon, yaparsın, başaracaksın bu işi..'' gibi gaza getirdim kendimi. sonra 2. 3. 4... gün derken 2 haftayı atlattık.

    bu iki haftada o ilk tanıştığım kişi bana hem işleri güçleri hem de bak şuna dikkat et gibi şeyler söyledi. sonra buranın en iyi araba kullananı benim, hiç kaza yapmadım, ben var ya ben.. ooo..'' gibi kendini övücü şeyleri duydum. aslında çok çok iyi bi insan, içinde gram kötülük yok ama bu konularda ise böyle..

    çok iyi araba kullanması muamma da yolda yürürken arabalara çarpma konusunda usta. güvenlikçi arabayı çalıştırmış, birazdan devriye yapacak. bu bizim arkadaş duran arabaya koştu, koca arabayı görmedi zaar.. çaat diye çarptı.. hem kendini hem de güvenlikçinin sodasını düşürdü. sonra da güvenlikçiye önüne bak amına koyiim diye bağırdı.

    yine aynı arkadaş ''bu gece beton dökme bende, sen 3-4 gibi gel, nöbetleşe şeederiz'' deyip yola çıktı, bambaşka yerlere gidip kaybolmuş. sonra o yeri bulup irsaliyeleri imzalaması, betonun slampına bakması gibi işleri yapacağına, evden götürdüğü battaniyeyi alıp bi güzel uyumuş. gece 4'te yanına gittiğimde mışıl mışıl uyuyodu. ve ben bu arkadaşla otelden çıkıp eve geçtiğimde aynı odaya düştüm.

    gecemiz, gündüzümüz ne yazık ki belli değil burada. beton gece 12'de dökülme mi dersin ki 21:00'da evde olduğumuz oluyo. döktüğümüz beton bi günde 700m3 bu arada.. tatilimiz yok bi de. cumartesi pazar da çalışıyoruz. sonra 4-5 günlük tatilimize çıkıyoruz falan. iş evet bayaa bi yoğun ama ben çok çok mutluyum. araba sürme konusunda biraz zayıftım, onu burada geliştirdim.. yani öyle zannettim geçen güne kadar....

    hem türbin(rüzgar enerjisi) yapıyoruz hem de yol yapıyoruz. yaptığımız yollarda mıcır dediğimiz şu kaygan şeyler var ya onlar kullanılıyor.(by pass, plentmiks) bi virajda bu plentmiks dediğimiz malzemede mıcırlar falan tam oturmamış. orasının düzeltilmesi gerekiyor ve o iş bende. bazı nedenlerden dolayı o yola ulaşamadık, makineleri götüremedik. ben ise son bi saha gezisine çıkıp, fotoğraflandırma yapıcam. çıktım yola, geri dönerken o yoldan geçiyom.. benim jeep'in götü savruldu gaza basınca. toparlayayım dedim, bu sefer daha güzel sıçtım. hızım da 40-50 arası. lan araba iyice kontrolden çıktı gitti, düzeltemiyom. bunlar tabi anlık olaylar. 3-4 saniye sürdü. ben bi takla attım bi takla attım ki, houuf, şevin üzerinden uçuruma doğru. hani 4 ayağının üzerine düştün derler ya hah işte onun 4 teker üzerine olanı. 1 metre daha öteye düşsem aşağıda köy var. tee oralara kadar taklalar atıp durcam. arka camlar kırıldı. başımda olmayan baret başıma geçti, kayıp eldivenimin teki gözümün önünden geçti. bi ara metreyi gördüm, boyumun ölçüsünü aldım.. şakülü gördüm, o da kaydı. milletin hayatı geçer film şeridi gibi. benim şerit metre geçti.. dalga geçiyoz da bildiğiniz ucuz kurtuldum lan..

    hemşire hanımdan tut, çaycı ablaya kadar herkes yanıma geldi sağolsunlar. hadi hemşireyi geçtim çaycı abla da elleriyle 2-3 yapıyo ''bu kaç bu, söyle çabuk..'' diyo. hemşire hanım tamam abla bi saniye diyo, abla hala ''söylesin ama kaç bu, bunun kaç olduğunu söylemesi gerek'' diyo. canım ablam benim. sonra patron geldi, yanağımı sıktı(onu harbi anlamadım bak). sonra bi 40 kişi başıma üşüşüp, oranda ağrı var mı, buranda ağrı var mı diye diye bütün vücudumu ellemeye başladılar. hiçbi tarafımda ağrı yokken kadınlar da ellemeye başlayınca kasık bölgemde ağrılar olmaya başladı. abartmıyorum nasıl elliyolarsa artık, ellenmedik yerim kalmadı. şantiyede hatun ne arar la diyenleriniz olabilir. olm çok hatun var la bizim şantiyede. bu arada gram cinsellik düşünmediğim insanlar ama bizimkine söz geçiremiyoz..

    çaycı ablamızdan bahsedeyim biraz. köylü, çok tatlı, şeker mi şeker bi abla ama lafları çatır çatır söylüyo. öyle de bi huyu var. o oramı buramı elleyen hatunlardan birisi.. kendisi en fazla 18 gösteriyo. daha öncesinde bi muhabbette yaşını hesaplamaya çalışıyom. nedense..? o sırada evli olduğunu öğrendim. alla alla yaa, erken mi evlendin falan deyip şaşırdım. abla da ''noldu, niye şaşırdın.. evlenceemiydin, teklif mi etceedin hehe..'' dedi. yerin dibine soktu sağolsun. başka bi gün bilgisayar öğretir misin bana dedi. google'ı açtım tam bi şeyler söylicem. pornu herotig şeylere girmicem valla bak dedi. kadın lafını esirgemiyo yeminle.. bi de başlarda real bey'dim, şimdi cucuum, oğlum oldum. mesafe konusunda eksiklerim var galiba. kaza sonrası da bu kaç bu'dan sonraki cümlesi ''bi daha senin arabana binmicen ben ihihi'' oldu..

    bi işçi de başta şefim derdi.. geçenlerde mesaj atmış ''mektebe gidek mi hafız'' diye.

    kazadan sonra bütün işçiler sağolsunlar ''geçmiş olsun'' dediler ama akabinde de ''yavrum insan gibi sürün şunu amına koyiim'' diye de eklediler. sert de çıkamıyom artık. şunu yapalım diyom. ''yaa yaparıhk gün uzun ya'' diye cevap alıyom.

    şimdi daha yeniyiz, fazla bu konu hakkında bi şeyler söyleyemem ama insanları idare etmek(iş konusunda) gerçekten çok zormuş amına koyiim yaa. babam yaşında bi adam var misal, operatör. ben şuraları buraları yapalım diyorum ve o adam ''tabi real bey'', ya da ''evet şefim'' diyor. olm biz böyle büyümedik, büyütülmedik. azıcık muhabbet sonrasında ise babamla aynı meslekten mezun olmuş ve sadece görev yerleri farklı birisi çıkıyor. çok iyiyiz, muhabbetimiz de öyle ama ne zaman telefon açsam 'buyrun real bey diyor. insanlara nasıl karşılık vereceğimi şaşırdım.

    şeflerin şefi var, koca sahanın koordinatörü.. 50 küsur yaşında herif. adama her seferinde ''x bey, rahatsız ettiğim için kusura bakmayın'' diye telefon açıyorum. geçenlerde o kadar telefonla konuştum ki.. aradım, adama ''nerdesin sen'' dedim. ''anlamadım real bey'' deyince. ''yaa pardon abi yaa'' deyip iyice sıçtım. işi yürütemediğimden değil de şu kişilere karşı nasıl konuşacağımdan dolayı şutlayacaklar beni.

    çalışanlara telefon numaramı veriyom, adamlar ''kaydedemiyom ben bilmiyom şefim'' deyince kaydediyom, ''allah razı olsun şefim'' diyo, önemli değil diyom.. adamlar yüzüme o kadar masum bakıyolar ki yakında ağlicam amına koyiim şu muhabbetler yüzünden.

    birisi akşam eve gidecekmiş, internetten şuraya gidicem de saat kaçlarda var bakar mısın dedi. tamam dedim, söyledim. bi sigara verdi, çok sağol şefim, hakkını helal et e mi falan dedi. ayıp ediyon dedim. adam ben giderken bi daha gelmicem deyip sarıldı. ciddi görünüyorum orada da, geldim odama.. lan dokunsalar ağlicam yine.

    mesafeli durayım diyorum olmuyor, yakın davranayım diyorum enseye şaplak modu oluyor. arada kaldım yemin ediyom.

    bi formenimiz var, geldiğim ilk günden beridir onun adını duyup duruyorum. yok herkese bağırırmış yok çok sinirliymiş yok mühendis dinlemezmiş falan. la kim oluyo, bana bağırsın da göriim diyorum çevreme ve kendi kendime. bi kere ben mühendisim arkadaş, hayır niye bağırıyo ki diye düşünüyorum. bi de herkesten duyduğumuz kendinizi ezdirmeyin, elletmeyin.. yeni kişileri hep ezmeye kalkarlar falan diyolar. neyse ben araba denemesi yapıyorum beton dökülürken. olduğum yerde dönüp duruyom arabayla manyak gibi. la kafayı bi kaldırdım herkes bana bakıp gülüyo. o formen de elleriyle ''ne ayaksın olm sen'' diyo. ben de ''asıl sen ne ayaksın'' yapıyom gibi ama tam değil. işte ''buralarda dönüyom'' gibi elimle yuvarlak çiziyom. o da ''olm sen gerizekalı mısın'' diye ''kafana sıçiim'' deyip bitiriyo hareketini. başlarda böyle başlayan sessiz sohbetimiz şu an ''bak yiğenim, tamam ciğerim'' durumunda. hatta içki sohbetlerinde ahahaha, hohohoho deyip omzumuzu çürütüyo. herif gülerken çevrede kim varsa omzuna sırtına geçirip duruyo..

    bi de öyle bi yere düştüm ki bilgisayardan anlayan bi allahın kulu yok. lan o ana kadar naabıyodunuz da diyemiyom. şeflerin şefinin bilgisayarını baştan yeniledim, format attım gibi oldu..(bi bok yapmadım aslında da işte adam çok sevdi. autocad 2014 falan yükledim, (c:) (d:) diye ayırdım, xhamster'a şöyle girilir dedim falan, adam 3 gün boyunca aradı durdu. real bey bilgisayarım çok dadlı oldu, ellerinize sağlık, günümü gün ediyom yemin ediyom gerçekten deyu.

    benim nam almış başını gitmiş. bu twitter, youtube falan kapandı ya anam gelmeyen yok. akıllı telefonu olmayan bi adam bile geldi, şefim ben de yutüba gircem nası gircem diye. sen giremezsin dedim ''doğru konuş, şef diyoz, sayıyoz.. gircem deyip tutturdu. anlattım durumu ama adamda tık yok. bak dedim bu telefon akıllı değil, giremez falan, zorla ikna ettim. 3-5 gün sonra gitmiş note 3 almış..:)) yutuba girip al işte girdim diyo, hava atıyo..:))

    velhasılı,

    şehir şehir gezip duruyoruz efenim. şu an için ege bölgesindeyiz. aliağa, soma, balıkesir, didim, kırşehir, akbük dolaylarındaysanız.. bi selam edin de çayınızı içiim la. zorla çayınızı içeceğim.

    zor, yorucu, gecesi gündüzü olmayan bi hayat,
    gurbette ne idüğün, ne yediğin belli değil,
    haftasonun falan da yok,
    ama ben çok manyak mutluyum arkadaş. manyak mıyım neyim.? zoru seviyomuşum ben. taşı topraa, kumu, çakılı seviyomuşum.. ha bi de koyunlar, inekler neyin var, dağdayız. köylüler sağolsun yeni sağılmış, taptaze süt falan da getiriyolar. direkt öyle içiyoz, götümüzün ayarı kaçıyo.. at var, köpek var, malbora var, kent var..

    işte böyle efenim. iş hayatı, işte olan hayattır..:)

    ha bi de o çayınızı içicem.
  • anasını avradını sikeyim işte ben onun.

    adı bile sorunlu lan bu sentetik yaşam şeklinin. iş hayatı denildiğinde sanki onun dışında bir başka hayatınız daha olacakmış gibi bir illüzyon yaratıyor. halbuki iş hayatı, hayatınızın yerine geçecek yepyeni bir mekanizmadır.

    kapıdan girerken hayatını çıkarırsın yerine bu iş hayatı denen modern köleliği giyersin.

    benim hayattaki düsturum şu şekilde, bir şeyi eleştireceksen o şeyde başarılı olacaksın arkadaş.
    "iş hayatının anasını avradını sikeyim." cümlesini de ülkenin en taşaklı firmalarından birinin, amerikan filmlerinde görebileceğiniz estetikteki ofislerinden birinde yazıyorum.

    yazıyorum ki anlayın iş hayatının ne sikimden bir kurmaca olduğunu.

    yükseldikçe insandan uzaklaşan, yükseldikçe metaya yaklaşan bu düzenin, bu oyunda başarılı olanlar için bile çekilmez bir çile olduğunu anlayın. doğaya, insana, özgürlüğe ve sanata hobi başlığı altında bile yer vermeye imtina eden bu düzenin çarklarına değer vermeyin. çalışanların motivasyonunu arttırmak için tutup kolundan getirdikleri müzisyenlerin tırnağı olamayacak insanlara saygı göstermeyin.

    isyan edin lan!

    plazalarda gördüğünüz ihtişamın altındaki gerçek, değersiz ve anlamsız hayatlarına renk katmaya çalışan insanların egosudur. birbiri ardına dizilmiş bu insan dominosunun devireceği son taşın adı da metadır.

    insanın meta ile oluşturabileceği yegane eser piramittir, gökdelendir, mars üzerinde uygarlık kurmaktır ki insanın sahip olaması gereken asıl erdem asla bu değildir. elmastan bir şatoda yaşama hayali olan adamın dünasıdır iş hayatı. eğer senin sahip olmak istediğin varlık bu ise senin de hayalini sikeyim. sana iş hayatında yaşayacakların müstahaktır.

    70 yıllık ömrünün en sağlıklı ve verimli çağını bir ofis kübiğinde harcamak istiyorsan, kariyer denen şeyin gerçekten bir varlık olduğunu sanıyorsan , yirmili yaşlarında emeklilik hayalleri kuruyorsan sana da yazık. senin edineceğin varlığın götüne koyayım.

    gerçek dünya bu değil.
    gerçek dünyada aşk var, sanat var, bilgi var, evrenin sonsuza uzanan kanallarında bir zerre olduğunun bilincinde var olmanın hazzı var.
    sadece var olduğu için mutluluk ile yoğurulan hayatlar var.

    götünü de yırtsan akış yönünün aksine hareket edemeyeceğin bu var oluşlar evreninin içinde üretmeye çalıştığımız bu suni "insan" davranışlarının tamamı, evrenin gözlükleriyle acınası çırpınışlar gibi gözüküyor ne yazık ki. tüm mal varlığı ile zenginliğin zirvesinde bir adamın evrendeki konumu, maalesef çürüyen bir asma yaprağından fazla değil.

    sikinde bambu kamışıyla taşakaları götüne vura vura dans eden yerlinin canını seveyim.
    iş hayatı diye bir şeyin varlığından habersiz, huzurla kendi hayatını yaşayan tüm gerçek insanların canını seveyim.

    bir plaza dolusu insanı ego ile yoğuran, lüks ve ihtişam vaadiyle motive eden sistemin adamı olmadım. olmayacağım.
    yaşasın özgür ve iştahlı yaşam.
    yaşasın az ile yaşayan, az tüketen insan hayvanı.
    yaşasın sanat.

    kalanlarınızın güdük algısına sokayım.

    (bkz: modern dünya/@limon kimyon zorro)
    (bkz: üniversite mezunu olduğu halde çalışmayan erkek/@limon kimyon zorro)

    edit:
    yıllarsa sonra bu yazının fonuna şu şarkı önerildi ben de zevkle kabul ediyorum. * *
  • iş hayatına dair çok önemli 3 ders:

    ders 1
    **************

    adamın biri tam duşa girmek üzeredir ve karısı da duşunu almış olarak
    kabinden çıkmaktadır ki, kapının zili çalar. kapıya kimin bakacağı konusunda
    ufak bir tartışma sonrasında kadın pes eder. üzerine bir bornozunu alarak
    merdivenleri aşağı iner ve kapıyı açar. gelen eşinin arkadaşı x'tir.

    kadın daha selam veremeden x "bornozunuzu üzerinizden yere
    düşürürseniz size anında 300 euro veririm" der.

    kadın bir müddet tereddüt eder, ancak bornozun düğümünü açarak
    düşmesini sağlar. x ona bakar ve 300 euro verir ve söze devam eder:

    "antrede doğabilecek ufak bir tensel yakınlık için size 500 euro daha
    verebilirim, hem de derhal" der.

    önce şaşkın, fakat daha sonra adrenalinin verdiği heyecan ve alacağı para
    ile yapabileceklerinin anlık hayaliyle kısa bir duraksamadan sonra kabul eder.

    yaşamış olduğu olayın ve kısacık bir süre içerisinde edinmiş olduğu ufak
    servetin heyecanıyla merdivenleri yukarı çıkarak banyoya geri döner.

    hala duşta olan eşi ona kimin geldiğini sorar. "arkadaşın x" diye cevap
    verir kadın.

    "çok iyi, ona borç verdiğim 800 euro'yu getireceğini söylemişti, getirdi mi"

    hikayeden çıkartılacak ders :
    --------------------------------------

    `eğer bir ekipte çalışıyorsanız bilgiyi saklamayın, paylaşın. karar
    mekanızmasında belirleyici olabilir. böylece yanlış anlaşılmaların ve
    dışarıya karşı kötü duruma düşmenin önüne geçebilirsiniz.`

    ders 2
    *************

    aracının direksiyonuna geçip kiliseye gitmek üzere yola koyulan rahip yolda
    yürümekte olan bir rahibeye rastlar. aracını durdurur ve kiliseye kadar
    onunla gelmek isteyip istemediğini sorar. kadın arabaya biner ve bacak bacak
    üstüne attığında bacaklarının güzelliği ortaya çıkar.

    rahibin gözü kayar ve bakayım derken kısa bir süre için aracın kontrolünü
    kaybeder. aracı tekrar kontrol altına aldıktan sonra sağ elini rahibenin
    bacağı üstüne koyar. rahibe ona bakar ve şöyle der : "rahip, 129. ayeti
    hatırlıyor musunuz ?"

    utançtan kıpkırmızı olan rahip derhal elini çekerek rahibeye özürlerini sıralar.

    bir müddet sonra aklı tekrar karışır ve rahibenin bacağına tekrar dokunur
    vites değiştirme bahanesiyle ve rahibe aynı soru ile karşılık verir
    :
    "rahip, 129. ayeti hatırlıyor musunuz ?"

    utancından yine kızaran rahip elini çeker ve "afedersin kardeşim, insanoğlu
    zayıf düşebiliyor" der.

    kiliseye vardıklarında rahibe arabadan iner ve tek kelime söylemeksizin,
    ancak çok manalı bir bakış fırlatarak kaybolur.

    rahip aceleyle içeriye koşturur ve bir incil alarak 129. ayeti açar okumak için.

    129. ayet şöyle demektedir : ileriye gidiniz, daha yukarlarda arayınız.
    orada güzellikler bulacaksınız.

    hikayeden çıkartılacak ders :
    -----------------------------------------

    `görev alanınızla ilgili her zaman bilgili olun, aksi taktirde fırsatları
    kaçırabilirsiniz.`

    ders 3
    ****************

    pazarlamacı, şef sekreter ve personel müdürü bir öğlen paydosunda lokantaya
    doğru yürümektedirler. parktaki banklardan birinin üzerinde sihirli bir
    lamba bulurlar. lambayı ovarlar ve gerçekten de lambadan cin çıkar.

    "aslında kişiye 3 dilek hakkı veriyorum ama sizler üç kişi olduğunuz için
    hepinizin birer dileğini gerçek yapacağım" der cin.

    şef sekreter arsızca atılarak "önce ben" diyerek sıranın önüne yerleşir.

    "bahamalarda, muhteşem bir sahilde tatil yapmak istiyorum. tatilim hiç
    bitmesin ve hiçbir dert hayatıma girmesin" diye dileğini ifade eder.

    ve hoop, ortadan kaybolur.

    şimdi de pazarlamacı atılır ve "şimdi sıra bende" der.

    "hayallerimdeki kadınla tahiti sahillerinde pina colada içmek istiyorum" der
    ve hoop, o da ortadan kaybolur.

    "şimdi sıra sende" der cin personel müdürüne.

    "ikisini de öğleden sonra işlerinin başında görmek istiyorum" der personel
    müdürü.

    hikayeden çıkartılacak ders :
    ---------------------------------------

    `üstünüz olan birinin her zaman için önce konuşmasına izin verin.`
  • muhtac olundugu ve/veya ciddiye alindigi olcude insani ozel hayat denilen kavramdan uzakla$tiran duzen. nadiren adil, cogu zaman yipratici, ama yoklugu hepsinden beter olgu.
  • eğer gerçekten faydalı olamayacağınız bir pozisyona çok erken alınıp konulmuşsanız,insan çabalasa da olmuyor.

    23 yaşımda üretim müdürü oldum.gerçekten adını herkesin bildiği eski bir firmada.hakettim aslında,marttan beri devam eden bir işe alım süreci haziranda son buldu.işe başladım.ismine aldanmamak gerekiyor firmaların.piyasa açlığını denemek üzere yeni bir alana yönelen e.firması minumum harcama,maksimum fiyat olayıyla çalışıyordu.bir insandan beş insan işi yapmasını bekliyordu.

    oradaki 3 aylık çalışma hayatımda o kadar çok yıprandım ki, artık akşamları eve geldiğimde zangır zangır titriyodum sürekli,bir de strese girmemem gerekiyor benim hastalanıyorum behçet hastasıyım, hop bir atak. yara çıkıyor.

    gene de bırakmadım, yapım itibariyle kolay bırakmıyorum hiç bir şeyin peşini, onlar bıraktırttı, strese girdikçe hatalarım daha fazla oldu.göze battım, yaptığım arge, kurduğum üretim sistemini kullanıyorlar şimdi, ama üç tane ürün eksik gitti diye kurban seçildim, sezon bitti, tazminatımı aldım ayrıldım.

    allahtan kafam çalışıyor, orda gelecek planlamadığım için kimseyle irtibatı kesmedim, kalktım bambaşka bir sektörün çok daha iyi bir pozisyonunda üç gün sonra iş buldum.cuma onlara veda etmişken pazartesi yeni işime başladım, üstelik birde fazladan tazminatım olmuştu.

    bir hafta geçti, üretim karışmış, fabrika müdürü denen gerizekalı her şeyi bilirim zannederken, bir tank patlamış, besleme bozulmuş, klor diye su göndermişler yurtdışına. telefonda patron, beni işsiz zannediyor, tabi piyasa belli, geri gel, maaşına zam zart zurt.

    o an bir zevk aldım,bin tane zevke değişmem, ben dedim şurda şu işte çalışıyorum, teklifiniz için teşekkürler, şu maaşı verirseniz gelirim dedim. kendi o kadar almıyodur fabrika müdürü.

    tamam o zaman dedi,varsa yeni mezun arkadaşın gönder.içimden uzun bi hasiktir ordan dedim.kullanıp atmalık insan arıyorlar.

    demem o ki, iş hayatı acımasız.toleranssız.
    her zaman işi işte arayın.
    her zaman cv nizi güncelleyin.yeniliklere açık olun.özel sektördeyseniz kural bu.böyle olursanız iş görüşmenizde eğilip büküldüğünüz herifi böyle karşınızda sümük edersiniz işte, hala bulamamışlar müdür, işçilerden alıyorum haberi.

    hehe.
hesabın var mı? giriş yap