• çiçek olanının kokusu baş döndürücü güzellikte olup, baharat olanının da daha keskin olmasına rağmen aşağı kalır yanı yoktur.

    geçen gün eve giren kertenkeleden bahsetmiştim (bkz: #111902173). bütün uğraşlarıma rağmen çıkaramayınca internetten karanfilin etkili olduğunu öğrendim. denemekte fayda var diyerek 8 - 9 adet karanfili kaynar suya atıp, kertenkelenin olduğu odaya bıraktım. ilginç bir şekilde işe yaradı ve çok geçmeden açık bıraktığım dış kapıdan çıkıp gitti.

    ev keskin bir şekilde karanfil koktu ama buna değdi. aklınızda bulunsun kertenkeleler karanfil kokusundan nefret edermiş.
  • askin nur yengi'nin ikinci albumu hesap ver'den bir sehrazat sarkisi. ayrica rahmetli uzay hepari'nin bir album icin yaptigi ilk duzenlemedir yanilmiyorsam.

    ah benim orselenmis, incinmis karanfilim
    bir sessiz ciglik gibi; kirmizi, masum, narin

    bu urkek, bu al durus,
    soyle neden bu vazgecis?
    ne oldu umitlerine?
    bu ne keder, bu ne ic cekis?

    sen ki ozgurluk kadar guzelsin, sevgi kadar ozgur..
    o guzel basini uzat goklere, gul; guneslere gul

    kirilma, kusme, sen yine bir siir yaz
    cok degil, inan az kaldi, az
    bu kadar erken susma, biraz bekle
    aglama, aglama, gul biraz
  • aşk yeniden denirken bir vakitler, söyleniveren bir yeni türkü şarkısı...

    "...
    karafiller açıyordu
    o zamanlar gözlerinde
    bir baksam kül olurdum yüzüne

    başın alıp gittiğinde
    yağmurlar küstü bana
    bir daha yağmadılar çoşkuyla

    bir karanfil yağsa yağmur
    büyülense yeniden dünya

    gün olup da geleceksen
    usul usul gün yağarken
    gözlerinde karanfiller
    açacaklar tutuşup yine
    ..."

    sözler meral özbek, müzik derya köroğlu...
  • her daim gülün gölgesinde, bir adım gerisinde kalmış çiçektir.

    edebiyatta da durum aynı. gül kadar gösterişli ve narin değil belki ama onun gibi dikenli de değildir, can acıtmaz karanfil. gül aşığa verilir bu sebeple, karanfil de anneye... gülün reçeli varsa karanfilli çay diye de bir şey vardır mesela. anneannem, yaptığı ekşi mayalı ekmeğin hamuruna koyar karanfilin tohumunu. taş fırında piştikten sonra burcu burcu karanfil kokar ekmek, yemelere doyamaz insan.

    vay efendim gülü seven dikenine katlanırmış...

    kadife karanfilim tevâzu ile boyun bükmüşken önümde, gülün nâzende tavrını niyçün çekecekmişim?

    efendim üşenmedim, çiçeğimizin adının geçtiği şiirlerden oluşan bir karanfil buketi hazırladım. merâmımız iâde-i itibar:

    1.
    "yârin dudağından getirilmiş
    bir katre alevdir bu karanfil,
    gönlüm acısından bunu bildi

    düştükçe vurulmuş gibi yer yer,
    kızgın kokusundan kelebekler,
    gönlüm ona pervâne kesildi." *

    2.
    "hakkınız var, güzel değildir ihtimal
    mübalağa sanatı kadar
    varşova'da ölmesi on bin kişinin
    ve benzememesi
    bir motörlü kıtanın bir karanfile
    'yarin dudağından getirilmiş" *

    3.
    "...
    sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
    sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
    o başkası yok mu bir yanındakine veriyor
    derken karanfil elden ele
    ..." *

    4.
    "çiçekçi kadın gelir.
    çoğaltır bardaktaki hüznü,
    uzattığı karanfil" *

    5.
    "...
    karanfil kokuyor cigaram
    dağlarına bahar gelmiş memleketimin" *

    6.
    "hatıp çay'ın öte yüzü ılıman
    bulvarlar çakırkeyf yenişehir'de
    karanfil sokağı'nda gün açmış
    hikmetinden sual olunmaz değil
    "mucip sebebin" bilirim
    ve "kâfi delil" ortada...

    karanfil sokağı'nda bir camlı bahçe
    camlı bahçe içre bir çini saksı
    bir dal süzülür mavide
    al al bir yangın şarkısı,
    bakmayın saksıda boy verdiğine
    kökü altındağ'da, incesu'dadır." *

    7.
    "gözlerin kaç gece eder
    dudakların kaç karanfil
    gülünce sehpalar devriliyor
    kızgınlığın kaç yanardağı" *

    8.
    "konuşuyorsun, kanatlı bir karanfil dudakların.
    gözlerin iki dağ suyu güldükçe köpüklenen
    indiriyorsun kirpiğini upuzun bir güz.
    bir kapı önündeyim, girsem suç gitsem ayaz
    ..." *

    9.
    "...
    bir idamlık ali vardı, asıldı
    kaydını düştüler, mühür basıldı.
    geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
    ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
    bahçeye diktiği üç beş karanfil..." *

    10.
    "...
    bazan da bir yerde kuşlar vardır
    ne uçmak, ne görünmek için
    bir karanfil pencereyi deler
    bir kapı kendiliğinden kapanır
    istesek sevişirdik, ama olmadı
    biz değil yaşayan acılardır
    ..." *

    11.
    "...
    kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
    şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
    karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.
    eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun
    ..." *

    12.
    "senin ağzın tarçın kokardı,
    benimki karanfil.
    birbirine karışırdı
    soluklarımız.
    tek başınayız şimdi ikimiz.
    bende karanfil,
    sende tarçın kokusu
    yapayalnız,kimsesiz.
    ben seni yalansız
    bahar gibi sevdim.
    sevgi adınaydı
    milis beraberliğimiz.
    sabahtan akşama
    günü tarar örerdik
    ve kedileri
    ikimiz de çok severdik" *

    13.
    "...
    saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
    ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
    tohum saçılıyor.
    ve zeytin devşirilmekte.
    bir yandan kışa girilmekte,
    bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
    bense hasretinle dolu
    ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
    yatıyorum demirli bir şilep gibi bursa’da" *

    14.
    "...
    gözlerinde yıldızlar gezdirdiğin zamanlardı
    gövdenden gövdeme akan bir karanfil gecesi
    denizine geldiydim senin
    kendimi seninle değişmek için
    ..." *

    15.
    "...
    bir çift güvercin havalansa
    yanık yanık koksa karanfil
    değil bu anılacak şey değil
    apansız geliyor aklıma" *

    16.
    "...
    kendi boşluğuna asılı
    birer asansörüz aslında
    ve ben elimde
    taze bir karanfil
    sıkışıp kaldım
    iki katın arasında" *

    17.
    "...
    beyaz bir buluttan bir gün ansızın..
    bir karanfil düştü parmaklarıma.
    gözlerine kuşlar doldu bir kızın
    elleri karıştı ırmaklarıma" *

    18.
    "öyle bir yerdeyim ki
    ne karanfil ne kurbağa
    bir yanım mavi yosun
    dalgalanır sularda
    dostum dostum
    güzel dostum
    bu ne beter çizgidir bu
    bu ne çıldırtan denge
    yaprak döker bir yanımız
    bir yanımız bahar bahçe..." *

    19.
    "bin dokuz yüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
    güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
    ellerim kirli miydi
    neydi
    çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
    bilmem ki
    benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
    her zaman hatırlarım
    sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
    bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
    karım göğsüme takmıştı. şimdi ben çok yaşlıyım
    şimdi ben nedense çok yaşlıyım
    ...
    ruhi beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
    şu üstümdeki boşluk kadar
    bir demet
    yok artık pek konuşmuyoruz
    benim sözlerim eskidi
    onunki de eskidi
    zaten kelimeler sonludur
    öyledeğil mi
    donuk donuk bakışıyoruz
    ben ölüme iyice yakın
    o yaşamaktan uzak
    öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
    karanfiller ölürken
    karanfillerden bir deniz."**

    20.
    "...
    bulunmaz aşkın ilacı
    sevip ayrılması acı
    yüzdüğün gölün sıyacı
    karanfil gül gerek idi
    ..." *

    21.
    "...
    çekiverdim gücün gücün içine
    al karanfil takmış sünbül saçına
    ömrümü koymuşum ferman bacına
    yarim sultan olmuş ilin üstüne
    ..." *

    22.
    "karanfil deste gider
    kokusu dosta gider
    benim kalbimde sensin
    senin kalbinde kimler
    ..." *

    23.
    "karanfil oylum oylum geliyor selvi boylum
    selvi boylum gelince şen olur benim gönlüm
    vay benim efendim efendim servi bulendim

    karanfil olacaksın sararıp solacaksın
    ben hakime danıştım sen benim olacaksın
    vay benim efendim efendim servi bulendim" *

    edit: karanfil sokak eklemesi için mistir loba loba'ya teşekkürler.
  • haftalık alışveriş için carrefour'dayız, eşimle birlikte...

    o reyon senin bu reyon benim gezerken kulağıma bir şarkı çalınıyor hafiften. elektronik bölümüne doğru gidiyorum. müziğin volümü yükseliyo, bendeki çekimi de.

    sıra sıra açık televizyonlardaki kanal powertürk. şarkıyı söyleyen mustafa ceceli. klibini gösteriyorlar, bir yandan da klip çekimlerinden görüntüler var.

    bilenler bilir, o yılları yaşamamışlar için de ben söyliyim, yetmişli yılların türk sinemasındaki seks furyası dönemlerinde yurdum insanları filim afişleri önünde ağzı bir karış açık durup, dakikalarca filim afişlerini seyrederlerdi. yani benzetmek gibi olmasın ama aynı o moddayım. bırakıp bir yerlere ayrılamyorum. şarkı bitiyo gibi oluyo yeniden başlıyo. galiba klip arkası görüntüleri olduğu için çabucak biten bi'şey değil...

    şarkı da tanıdık hani bi'yerlerden ama o kadar hoş geliyo ki o an bana... ve o arada konuşan adam şarkının adını hiç söylemiyo..

    o sırada bir görevli geçiyor yanımdan. diyorum ki bu şarkı hangi albümde var? almak istiyorum. adam hasbünallah bakışı ile "o televizyonda çalıyo!" diyo...
    içimden yahu televizyonda çaldığını ben de görüyorum diyorum ama nazik olmaya çalışarak: evet biliyorum da ben hangi cd onu soruyorum. ben bu reyonda görevli değilim diyo, gidiyo... eh reyon görevlisini bana şeetseydiniz diycem ama arkasına bile bakmıyor.

    eşim az sonra yanımda: "yahu nerdesin seni arıyorum."
    yaa bi şarkı çalıyodu da çok güzel onu alıcam.
    internetten indi...
    hayır alıcamm !!!
    bir görevli daha geçiyo.. sanırım aynı soruyu sorduğum üçüncü veya dördüncü kişi... az önce mustafa ceceli'nin bir şarkısı çalıyodu hangi albümün içinde?? elinde bir albümle geliyo eşim alıp alışveriş arabasının içine atıyo.. belli ki adamcağız sıkılmış. biran önce gitmek istiyo. gözümde gözlük yok ama o an albümün adının "güldünya..." olduğunu göyorum..
    bu diil! bu diiiill!!! görevli kızın arkasından bas bas bağırıyorum. bu kadın şarkıları biliyorum. solistlerin hepsi kadın. ben ceceli'yi istiyorum. eşim:
    "eve gidince bakarsın, sonra alırız..."
    hayır şimdi istiyorum! bu kadar adam bilmiyo mu ne sattıklarını...
    biliyorum ki istediği oyuncak alınmamış çocuk görüntüsü veriyorum. bir gözümde yaşım eksik.
    neyse sonunda reyonda epeydir heyecanlı bir konuşma geçtiğini anlayabilen bir yetkili geliyor? pardon yardımcı olabilir miyim?
    (olmazsan yandın zaten! yangın vaaar diye bağıracam şimdi!) az önce televizyonda mustafa ceceli'nin bir klibi gösteriliyodu. eski bir şarkı. bir yerlerden hatırlıyor gibiyim ama çıkaramadım. yeniden yorumlamış ceceli. acaba hangi albümde var, biliyo musunuz?? bulamıyorum. arkadaşlar da bilmiyo..
    (bu arada ben gözlüksüz halimle görevlilerin gidip gelmeleri arasında geçen zamanda cd raflarını kırk kere gözden geçirmişim...)
    yetkili: uzay heparı şarkıları çıktı yeni.. onun içinde olabilir. bir bakın.! yoksa ben de fazla yardımcı olamıycam..
    bir koşu gidiyorum. albümü buluyorum. kartonetin üzerine şarkı ve şarkıcı adlarını yamuk yumuk üstelik de mikrop kadar yazan yapımcıya bildiğim bütün duaları sayarak "mustafa ceceli " ve "karanfil" adlarını söküyorum.
    ohhh be!..
    ve ardından..
    ahhh be!.. aşkın nur yengi: karanfil...
    sanırım eşim biraz sinirlendi ama çaktırmamaya çalıştı. ( bilir ki hiçbir şey için sıf kapris olsun diye kapris yapmamışımdır!)

    daha o sıra aynı şarkıyı dön baba dön dön bütün gece dinleyeceğinin farkında değil!:)

    efendim bu satırlar "karanfil" eşliğinde yazılmıştır..
  • çayda, kahvede tadı, şekeri sevmeyen beni bile baştan çıkartan bir rayihası var bu mübareğin. bardağın içine çok değil iki tane atmayagör, uğrun uğrun salınıyor içimize...değdiği her yere biraz ılık yağmur, biraz mavi gökyüzü, biraz taze bahar kokusu serpiştiriveriyor.

    çiçeğinin o kımıl kımıl, kat kat, ipek kadife dokusuna ne demeli peki? o kibirli orkideye, zalim güle inat dünyanın en romantik çiçeği ilân edilse yeridir. bağda bahçede, öbek öbek tarhlarda hüküm sürse lâyıktır. kucak kucak karanfiller açılsa, her nereye yaraşıyorsa..."pervane dahi yanmak için nârını bekler" diye öğrenmedik mi?

    "karanfiller açıyordu
    o zamanlar gözlerinde
    bir baksam kül olurdum, yüzüne"
  • genelde ocakbaşı ve şark sofralarında ödeme yapıldıktan sonra kolonya ve kürdan ile birlikte ikram edilir. ikramının sebebi ağızdaki sarımsak vs. kokularını gidermektir. ancak ağızda çignenmemeli sadece bekletilmelidir. çiğnendiği takdirde o bölgeyi uyuşturur ki bunu sevenlerde vardır (ben). zate dişçide iğneden önce dişetini uyuşturması için sıkılan sprey ve dişinol adlı ilaçda da karanfil bulunmaktadır.
  • kimse aşkın nur yengi'den daha güzel söylemiyor.
  • ahmet haşim şiiridir.

    yarin dudağından getirilmiş
    bir katre alevdir bu karanfil,
    ruhum acısından bunu bildi!

    düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer
    kızgın kokusundan kelebekler,
    gönlüm ona pervane kesildi.
  • selvi boyuyla cikti miydi di$ kapidan, butun mahallede dururdu hayat derdi annem, tinisina hayranligi sinmi$ kirmizi kadifeden sesiyle. o ise, haremde sabahtan ak$ama gergef i$leyen genc kiza aglardi bazi bazi, icinde hareler olan ela gozlerinden akan ya$lari saklamaya cali$arak. kalin beyaz boynunun, bir kugu gibi magrur ve agir hareketinden anlardim. ustunde kahverengi lekeler olan beyaz incecik ellerinden bilirdim, cektigi izdirabi ve onun hayatiyla birlikte bitecek teessurunu. ba$imi dizlerine koyup, saclarimi ok$asin isterdim vakitli vakitsiz. ne zaman kirilsa icimdeki tomurcuklu badem dallari, o hep ayni koltukta beklerdi beni. sokulurdum kemiklerini hissettigim, ince beyaz derisinin altindaki uzun bacaklarinin yanina, o ba$imi ok$ardi. uyur kalirdim bazen. dunyadaki en guvenli siginakta uyumak gibi bir $eydi, onun hep sabun kokan kucaginda uyumak. ondan sonra ba$ladi bende butun deterjan kokularinin, delirten tahammulsuzlugu. o benim bu halimi hic gormedi.

    ben oradayken, dunyanin butun bombalari ustume atilsa, asla bir $ey olmazdi bana. garip bir icguduyle bilirdim. garip ba$ka $eyler de ogretmi$ti bana, ogrendigimi cok sonralari farkettigim. asla, kendini emniyette hissedebilecegi daha saglam, daha guvenli bir yeri olamazdi bir insanin. $ansliydim, $ansimin kiymetini bilip, tadini cikarirdim hep o nedenle. bazen ortaya cikan, cogu zamansa gizli olan $imarikligimin sebebi budur bence. oyle hafifti ki elleri, kivircik saclarimin ustunde gezinirken onlar, kelebekler ucu$urmu$ gibi gelirdi saclarimda. sevilmeyi beklerken ogrenmi$ti bu kadar icten sevmeyi, emindim bundan. hep kocaman bir bo$lugun icinde kaybolmu$ ruhunu arardi fikrimce. geceleri elinde gaz lambasi, bahcede dola$malarinin sebebi buydu, bir ben bilirdim bunu ondan ba$ka. kimbilir, belki de bu sirdi, bizi bu kadar yakin yapan birbirimize. ahhhh hayat....

    nart'in icinden, 13'unde annesinin koynundan sokup almi$lar , sonra da harem- i humayun denilen hucrede bir omur gecirmi$, bab-i humayun'a bakarak. 20'sinde, erkek evlat veremedi diye, beylerbeyinde bir yaliya cikarmi$lar zabit buyuk buyukbabamla evlendirip. sonra ba$lami$ darulbedayi'deki hikayesi. bir omre kac hikaye sigabilir ki derdim anneme. sahi, bir omre kac hikaye sigabilir?

    cok konu$mazdi, konu$tugu vakit soyledigi hemen hemen her $ey ise, aklimdadir hala. ozenle secilmi$ kelimeler, kenarlari kiri$mi$ solgun pembe dudaklarindan cikarken, dizilecekleri sirayi evvelden ogrenip gelmi$ler gibi, yava$ca suzulurlerdi yerlerine. kelimeler, iclerine dolan manalardan agirla$irlardi, bereketli yillardaki, ustu ba$i meyve dolu nar agaclari gibi. soyledigi her $ey, cok gormu$ gecirmi$ bir kadinin acilarina bulanmi$, sevincleriyle yikanmi$ tecrubeler kokardi. hic dogrudan kendini ve ya$adiklarini anlatmazdi. aldigi terbiyeden oldugunu du$unurdum bunun. sonradan gordum, hayatta direk kendini, duygularini, ya$adiklarini anlatan insanlar aslinda sig insanlardi. icinin derin kuyularinda, kiymetli yalnizliginin cilesini cekiyordu ruhu lime lime. ahhh, her yanimdalar, her taraftalar, hep kendilerini anlatiyorlar. anlattikca, kuculuyorlar ufukta...

    tabagima doldurdugum ye$illiklerin ustune corek otu boca etmeyi ondan ogrendim. $imdi ne zaman corekotunun di$lerimin arasinda ezildiginde, damagima yapi$an o baharli tadini duysam, hep onun kokusu gelir aklima. istanbul pilavi safransiz asla olmaz biliyorum, hangi devirde olursak olalim. ak$amlari yatmadan evvel zencefilli tarcin cayi icmeye de o ali$tirdi beni. $imdi icmesem uyuyamam mesela. saclarin tarcin kokuyor hep derdi ilk sevgilim. nedenini hic soylemedim. ahhh agzimdaki bu karanfilli tarcin tadi...

    nasil da uzun ve inceydi parmaklari. ruhlari incelmi$ kadinlarin etli elleri olmaz diye yazmi$im lisedeki turkce defterimin en arka sayfasina. cocukken caldigi tamburdan derdim, tamburdan incecik elleri. butun bir cocukluk, tambur calanlarin ellerini ince sanmakla gecti. $imdi ise, emin degilim... kimbilir sayfanin sol tarafini boydan boya kaplayan mor salkim resimlerinden gelen rayiha da, onun saclarindan ucu$an rayihadir. ahhhh, kimbilir...

    kimse sevmedi demi$ti bir keresinde. kimse beni, benim hayal ettigim gibi hic sevmedi. dalgali kumral saclarinin hepsi coktan beyazlami$ti galiba? icime bir hancer saplanmi$ti, kabzasi altin i$lemeli. habire donduruyordu bir el acima bakmayarak, insafsizca ve hoyrat. dedemin hanceriydi, odasindaki maun komidinin cekmecesinde sakladigi. belki de o yuzdendir, benim bu maundan yapilmi$ her $eye kar$i ofkeyle kari$ik nefretim. pikapta, veli dede'nin hicaz hümâyun peşrevi caliyordu. yalnizca ciceklerle ha$ir ne$ir oldugu gunlerde, bursa'daki konaktaydik. $imdi nerde duysam o besteyi, konagin ta$ bahcesinde, yalinayak yururken bulurum ruhumu. ayaklarim, islak ta$lara bastikca, icim urperir. kollarimi acarim kiraz agacinin altinda, ciceklerle dolu dallarinin altinda donerim, donerim ba$imi havaya kaldirip. kocaman actigim agzima dolacak diye beklerim ucu$an kiraz ciceklerinin yapraklari. ben dondukce, o tela$ olur, du$erim ta$lara diye. ben donerim, o uzakla$ir benden. seba- i seyyare'de $ems olur o ben dondukce. ne kadar ceki$tirsem de orasindan burasindan ruhumu, asla getiremem uc vakit, bazen de be$ vakit...

    tamburu biraktigi gunlerdeydi, eve kasalarla karanfil fideleri getirtiyordu. coktular, pek coktular. ya da ben cocuktum, cok cocuk. cocukken her $ey masallardaki gibi buyuk ve coktur, buyunce ogrendigim ve hic sevmedigim gerceklerden. ke$ke hic buyumeseydim, ke$ke hic bilmeseydim.

    icindeki bo$lugu dolduruyordu bence, i$ledigi karanfil desenli ortulerle. bahcede yeti$tirdigi ciceklerin, agaclarin resmini yapiyordu pamuktan dokunmu$ beyaz kuma$lara. gercek ciceklerden daha gercekti i$ledikleri. gecen hayal ise $ayet, kalanlardi belki de gercek...

    ille de renkleri, pembenin her ce$idi karanfiller. minik elimden tutup goturdugu istanbul'un butun camilerinde, hep onun karanfillerinin, bugunkulerden nasil da farkli oldugunun kanitini arardik birlikte. bak derdi, bak cinilerdeki karanfillere, eskiden bu kadar buyuk degillerdi, hem misk gibi kokarlardi eskiden. hala misk derim ben, ne garip...

    neydi kaybettigi vaktiyle, asla anlayamazdim cocuk aklimla. sonralari ben, ne zaman girsem bir camiye, karanfillerinin kokusunu duymaya cali$irken buldum kendimi cinilerin cok yakininda. neden lale degil de, karanfildi? lalelerin $ohretine inat, karanfileri sahiplenmekle, magmurun guzelligini mi kutsuyordu kendince...

    karanfilleri pembeydi. ona gore karanfil pembe olmaliydi. dudaklari gibi. evimin en guzel yerinde duruyor $imdi ustu karanfil oymali ceviz sandigi. icine ozenle yerle$tirdim, ustunde pembe karanfiller olan yastik kiliflarini. hakiki karanfil kokusunun pe$inde bir deliyim uzunca bir vakittir. ne zaman yalniz hissetsem kendimi, ne zaman dibe vursam, o gece sarilarak uyumak hep iyi gelmi$tir, o pembe karanfil i$li kiliflarin icindeki yastiklara...

    gidebilirsen, gidersen $ayet, kendini bulabilme ihtimalin artar demi$ti onsekiz ya$imin bitigi baharda, kulagima. gitmek ile gitmemek arasinda teredutteydim, sanat tarihi okuyacagim sevdasiyla, tavanlari yuksek binalarla dolu bir $ehre. butun muhim $ehirler gibi, bir nehir boluyordu tam ortasindan. o zaman ba$ladi, ruhumun ve hayatimin da ikiye bolunmeleri. gitikce ben , cogalacagim diye hevesle, eksildim niyeyse. eksildikce daha uzaga gittim. daha uzaga gitiikce, daha eksildim. bunu ona asla soylemedim.

    nasil da sessiz agliyordu, derin ve keskindi sesindeki aci. nasil da kimseler gorsun istemiyordu ne onu, ne de acisini. babamin boynuna sarildim, hickiriklari damla damla akti omuzlarima. babam agladikca, o uzakla$iyordu bizden. gozlerini kapatmi$ti annem. usulca cekmi$ti beyaz car$afi ustune. karanfil pembeligi ucmu$tu, car$af kadar beyazdi yuzu de, agzi da. acik penceredeki tul ucu$uyordu bir tuy hafifligiyle. yerdeki acem halisi, penceredeki atlas perdeler, gonglu saat hepsi birden sustular. di$aridan baharin kokusu geliyordu burnuma. yatagin yanindaki komidindeki saatin tiktaklari nasil da yuksekti. birisi tuttu omuzlarimdan, di$ariya cikarin cocugu diyordu bir ba$kasi. biraktim kendimi oylece yerdeki kilimin ustune. duvardaki tambur donuyordu, gozlerimi kapatiyordum gene donuyordu. her tarafim cok agirdi, istesem de kalkamazdim. oylece kaldim. elleri di$ina sarkmi$ti car$aftan. incecik ve bembeyazdilar. saclarimi ok$ayazdilar...

    bir omurdur, onun koydugu bir hanendenin adiyla ya$iyorum. belki de bu sebepten, o gittiginden beri ben hic $arki soylemedim...

    yastigimdaki karanfiller
    hayal yayinlari 1963
hesabın var mı? giriş yap