• çocukluğumda babama neden dudağımda yara izi var diye sormuştum. (bkz: tavşan dudak)
    babam bana ''seni denizden tuttum ben'' demişti. bir gece kalamar avına çıkmış. oltasına ben vurmuşum. o iz de oltanın yarası imiş... inandım. o günden sonra maske paleti alıp denizde gerçek ailemi bulmak için çok daldım.
    buldum da... meğersem bir sürü kardeşim varmış. ahtapotları, orfozları, ıstakozları, karavidaları, pavruyaları, deniz tavşanlarını tanıdım.

    büyüdükçe anladım ki o yara izi olta izi değil tanrı'nın bana doğar iken attığı yumruğun izi imiş. bok püsür.

    böyle başladım dalmaya.
    dibe doğru indiğim anda önce kalp atışlarım yavaşlamaya başlar.
    diğer dünyada olduğundan daha hızlı atan yorgun kalbim uykuya dalar.
    tüm kaslarım gevşer ve sanki uyku halinde imişim gibi bir rahatlık çöker.
    yavaşça salladığım paletler beni mavi derinliğe çeker iken tamamen dünyadan ayrılmış yepyeni bir gezegende kendi benliğim ile baş başa kalırım. ciğeriniz ve iradeniz sağlamsa o geçen 2.5 dakika size saatler gibi gelir.
    dalıştan sonra dünyaya döndüğünüzde ise kendinizi arınmış hissedersiniz.
    bu da serbest dalışı normal bir spordan ayıran şeydir.
    serbest dalış kişinin kendisi ile yüzleştiği bir spordur.
    bu yüzden çok tehlikelidir.
    duyarsız, tatminsiz ve aç gözlü iseniz sizi ölüme götürür.
    mavide hayatta kalmak için kendinizi yenmeniz gerekir.
    ve başarırsanız sizi olduğunuzdan daha iyi bir insan yapar.

    çünkü deniz sakinleştirir.
    deniz iyileştirir.
    deniz.
    hayatın başlangıcıdır.
  • scuba ucakla ucmaya, serbest dalis kendi kendine ucmaya benzer.
  • patrick musimu geçen gün havuzda nefes çalışırken öldü. bu adam kainatın en uzun nefes tutan, nefes tutarken kendini en bilen adamıydı. klasik tekniklerle 209 metreye dalmıştı, bu da onu benim gözümde herbert nitsh'den daha yukarıda bir noktaya taşıyor.

    havuz kontrollü bir ortam sağlıyor, ama bu rahatlık esasında apneanın, yani en temel anlamda ölüme gösterilen direncin zayıflamasına sebep oluyor. istatistiksel olarak biliniyor ki serbest dalışta ölümle sonuçlanan olaylar çoğunlukla havuzda gerçekleşiyor çünkü ruh, bünye, vücut, orada kendini daha rahat hissediyor. bu rahatlık sonucu refleks sönüyor, azalıyor, ölümün yaklaştığını reseptörler anlamıyor.

    diğer taraftan havuz olmazsa olmaz. deniz sadece basınca alışmak için olmalı, serbest dalışın, apneanın asıl yeri havuz, dinamik apnea, bu anlaşıldı. herkes bunu uyguluyor. basınç altına girmek çok farklı bir durum. en ileri serbest dalıcılar bile çok kısa sürelerle dalış yapıyorlar, çoğunlukla zamanlarını havuzda geçiriyorlar.

    burada yapılacak tek şey kesinlikle tek başınayken suyun altını ilgilendiren bir spor yapmamak. bir kişi eğer yanında arkadaşı, yardımcısı yoksa nefes, dinamik apnea ça-lış-ma-ma-lı. havuzun kenarında cankurtaran olması da bir şey çözmeyebilir, adam başka yere bakıyor olabilir. nefes tutan kişiyle bire bir ilgilenen başka bir kişi mutlaka olmalı.

    musimu bile öldükten sonra anladım ki serbest dalış serbest dalış demek değil, yanında nefes tutan badini iyi bir şekilde kontrol edip sağlığından emin olmak demek.

    musimu öldüğünde tek başınaymış tabii, bunu eklememiz lazım. tek başına nefes çalışıyormuş.
  • umberto pelizzari "eğer scuba dalış yapıyorsanız dış dünyayla ilgilenirsiniz. ama serbest dalışta seyrettiğiniz yer içinizdir." der bir sözünde. çok da haklıdır hani...
  • insanlarin sadece nefeslerini tutarak buyuk derinliklere inme olayidir.freediving olayina ilk extreme sporda denir.cunku cok eski zamanlarda, bisiklet parasut kaykay ivir zivir cikmadan once nefesli dalis vardi.bu derinliklere inen serbest dalicilarda zamanin bilimadamlarini bile sasirtan adaptasyonlar olusmustur.o zamana kadar sadece balina yunus gibi memeli deniz canlilarinda oldugu kanitlanan bazi adaptasyonların insanlardada oldugu gozlenmistir. (bkz: mammalian diving reflex) the big blue filminde jacques mayol karakterinin soyledigi bise iyi acikliyor bunu. dusmeden kaymaya benzer.en zor kismi dibe vardigin zamandir.cunku yukari donmek icin iyi bir sebep bulman gerekir ve ben bulmakta zorlaniyorum.. (bkz: jacques mayol) (bkz: big blue)
  • herşey nabızla başlar. tık tık, tık tık, tık tık.. o an kulaklarınıza bir başka ses ilişir. sualtının sesi. bölgeye göre değişsede genel olarak boğuk bir ses. açıkların sesi bir birine benzerdir, kıyı şeridinin sesleri ise bölgesine göre değişir. çok midye varsa bir çınlama ve çıtırtı sesi size eşlik eder, az midye varsa da güzel bir dalga sesi resitali dinletir.

    orada olmanın farklı bir havası var. büyük bir sakinlik çöker vücuduna, dinginlik tüm iliklerine işlemeye başlar.
    aldığın tek bir derin nefesin kıymeti burada belli olur. o tek nefes senin yaşamını belirler aşağıda. uçuşa geçmeden önce en etkili ve teknik şekilde doldurman gerekir ciğerlerini. anlayacağınız; kışlık erzak gibidir serbest dalışta hava. eğer yanına az alırsan yarı yolda bırakıverir seni.

    ardından dalışın başladığı ilk 10 metre aralığı karşılar sizi. benim için en zor olanı buralardır. az ağırlık bağladığım için çok fazla efor harcamam, çok fazla nefes tüketmem anlamına gerekir. renkleri birer birer ardınızda bırakırsınız. sonraki 10 metre ise en kolay olanı ve en merak uyandıranıdır. eğer ilk defa dalış yaptığım bir yerse merakla etrafı incelemeye başlarım. eğer sürekli indiğim bir yerse, yeni rekorum için heyecan duymaya buralarda başlarım.

    genelde renkler 2. 10 metre aralığında kaybolur. yavaş yavaş kırmızı, turuncu sarı, yeşil, mavi, moru teker teker arkada bırakırsınız. 20. metrelerde tepeye bakıp güneşi seçmeye kalkarsanız görememeye başlarsınız. yukarıda bir huzme vardır sadece ve her yanı ele geçirmiştir. florasana bakan karınca gibi hissedersiniz burada kendinizi.

    benim için mesele 20-30 aralığında başlar. artık renklerin değil, aydınlık ortamın yok oluşuna şahit olursunuz. 20. metrelerde suyuna ve mevsimine göre değişmekle beraber çivi gibi bir soğukla karşılaşırsınız. üzerinizde 5 mm neoplen olsa bile bu çivi gibi keskin soğuğu hissedersiniz cildinizde. çıplak olarak bu derinliklerde durmanın olanağını sorgulamaya başlar, hızlanan nabzınızı yavaşlatmak için kafa dağıtmaya çalışırsınız.

    işte o an derinlik göstergenize bakarsınız. 30'lu sayıya gelmiş olmanın heyecanı ile gözlerinizi bir iki dakika dinlendirir, vücudunuzu sakin olmaya zorlarsınız.

    bu metreleri tarif etmem imkansız. bu gezegeni size anlatabilmem mümkün değil. bu metrelerde artık kendi vücudunuzla yarışınız başlar. bir yandan derinler sizi daha çok aşağıya çeker. korkuyla karışık merak duygunuz bünyenizde hastalıklı bir psikoloji oluşturur ve önüne geçemediğiniz içgüdülerinize yenik düşersiniz. sanki altın görmüş ejderha gibi daha çok aşağılara inme isteği belirir içinizde. aşağılar kasvet, renksizlik ve gelen dingin sessizlik ile birleşince gözüne fener tutulmuş balık gibi kala kalırsınız.

    buralar bildiğiniz dünyanızdan çok uzaktır. sanki dünya oluşurken ki ilk hallerinin bir fragmanı gibidir burası. en başta basınç çok fazladır. öyle ki kafa tasınız çatlayacakmış gibi hissedersiniz. yoğunluk ve hacim kavramı bam başkadır, sanki herşey yoğunlaşmış, ağırlaşmış gibidir. artık hızla inemezsiniz aşağıya. arada durup derinliğe adapte olup tekrar inişe geçmeniz gerekir. her kulak eşitlemesinde sanki biraz daha hava kaybediyormuşsunuz gibi hissedersiniz. belinize bağladığınız ağırlık kemeri yukarıda belinizi sıkıyorken artık bollaşmıştır. kolunuza taktığınız koruma bıçağını kabzasından çıkarmak bile sanki 5 dakika sürüyormuş gibi gelir. sanki zaman artık yavaşlamış gibidir. basit bir hareket bile çok zaman alıyormuş gibi hissedersiniz. bir yandan nabzınızın kulağınızdaki dinletisi, bir yandan ağırlaşan zaman, uzayın derin soğukluğunun teninizde ki hissi ile birleşince algınız bozulu verir. nabzınızın her bir atımı olan, sistolu diastolu ayırt edebilirsiniz. kulaklarınız ekg raporunuzu size sunar bu derinliklerde.

    yıllarını harcayıp zayıflamaya çalışan şişman insanların bu derinliklere inmelerini isterdim. bir tüy kadar hafif, bir kürdan kadar ince hissettirir bu derinlikler sizi.

    30 metreden sonrası ise tamamen bir savaştır artık. özellikle egonuz ile verdiğiniz savaş.. kafatasınızda basınç arttıkça algınızda bozulmalar dahi olabilir
    artık metre başı dinlenmek gerekir. biraz ilerleyip durup kulak açmak, derinliğe alıştıktan sonra tekrar yol almak gerekir. taki dibi görene kadar.

    hedeflediğiniz bir şeyi başarmanın mutluluğu tarif edilemez. işte o dibi görmekte böyle bir meseledir dalgıç için. çoğunlukla indiğiniz o derinliğe inen ilk insan siz olursunuz. düşünsenize, milyarlarca insan yaşamış bu güne kadar.. ama oraya gidip o bölgeyi sadece siz görmüşsünüz.. buranın sakinleri de öyledir. genelde ilk defa insan görürler. eğer hareketsiz durursanız bir anda çevrenize doluşup sizi incelemeye başlarlar. en büyüklere de burada rastlarsınız.

    bu derinliği tarif edemem ama çok karanlık ve kasvetli olduğunu söyleyebilirim. ve bir o kadar soğuk olduğunu. her insanın bu kadar korkutucu bir yeri kaldırabileceğini düşünmüyorum. çivi gibi soğuk derler ya hani.. o derinlikte bu deyimi çok iyi anlıyorsunuz.

    maskeniz artık suratınızı patlatacak kadar sıkmıştır sizi. eğer burundan hava vermezseniz gözleriniz göz yuvalarınızdan çıkar. ağzıma aldığım havayı genelde maskeyi doldurmak için kullanırım. bu derinliğe inmek için 3 kere maskeye hava doldurmam gerekir, o derece basınç sıkıştırır bu havayı..

    artık yukarıya baktığınızda her yer aynıdır. nerede olduğunuzu basınç farkıyla ayırt edebilirsiniz. onun dışında her yer aynı ton, aynı renk, aynı kasvettedir.
    bastığınız dip sanki dünyanın merkezi gibidir. mağmaya inmiş gibi hissedersiniz kendinizi. işte o gördüğünüz yer, dünyanın çıplak hali gibidir, baktığınızda dünyanın 4 milyar yıl önceki halinin görürsünüz.

    buraların tadına doyum olmasa da, ciğerleriniz tadına çoktan doymuştur artık. ilk uyarı olan kasılma refleksi ciğeriniz tarafından size iletilir, artık yukarı koyulma vaktinin geldiğini anlarsınız.

    bence yukarı çıkmak, aşağı inmekten daha kolay ama daha risklidir. tüm senkoplar yüzeye 10 metre kala gerçekleşir. eğer çok hızlı, torpil gibi çıkarsanız ölme ihtimaliniz yüksektir. bu süreçte 30-20 metre aralığında ışık tekrar yaşamınızı doldurmaya başlar. bu aralıkta paleti yavaş yavaş vurur, bi emek harcarsınız ışığa ulaşmak için. 20-10 metre aralığında ise renkler tekrar belirmeye başlar. aşağı inerken maskenize verdiğiniz hava artık maskenizin kenarlarından dışarı fokurdamaya başlar. hatta, abartıp çok derine indiyseniz, maske arasına giren hava yüzünden maskeniz yüzünüzden bile çıkabilir..

    artık bildiğiniz, yaşadığınız dünya kendini hissetirir içten içten. bu aralıkta yukarı çıkış kolaylaşır birden. azalan basınç, ısınan suyla beraber sanki yeniden doğuyormuş gibi bir hafifleme hissedersiniz. 0-10 metre aralığında ise artık nefesiniz tükenmiştir. diyafram refleksi diyaframı ele geçirmiş, tüm hücreleriniz oksijensizlikten beyaz bayrağı çekmiştir. artık kaslarınız bile hareket etmek istemez ve ölüme en yakın yer olan o noktayı vücudunuza ucundan gösterirsiniz.

    öyle ki bolşevik devrimi artık çok yakındır. eğer egonuza yenik düştüyseniz beyniniz kırmızı bayrağı çekiverir. ardınızdan senkoptan gitti yoldaş diye ağıt yaktırırlar. bu eşik, çok tehlikeli eşiktir. aşağıda güzelliğe çok kapıldıysanız seceresini burada hayatınızla ödersiniz.

    işte böyle böyle terbiye eder sizi serbest dalış. riski yüksek, terbiyesi de iyidir. yaşatacağı güzellikleri size sadece en iyi teleskoplar verebilir. bedeninizi tanımanızı, karakterinizi geliştirmenizi sağlatır.

    sanki başka bir gezegen gibidir derinler. bilim kurgu filmlerindekine benzer bir dünya. orayı keşfetmiş bir insan için artık herşey mümkündür. şehirde yaşamını sürdüren o insanlara üzülmeye başlarsınız, düzenin adamı oldukları için. hayatını para kazanmak, evlenmek, hayat kurmak, iş kurmak, okul bitirmek için geçiren amacı, yaşamı bu olan bu insanlara gerçek dünyayı göstermek istersiniz. yaşadıkları bu hayatın yapay ve boş olduğunu, yaşamlarının aslında bir sistemin parçası olduğu, onlara ait olmadığını göstermek istersiniz.

    bana soracak olsalar, bence dünyanın en büyük problemi dalış yapan insan sayısının az oluşu derim.

    yüzünüzden maske izi eksik olmasın.
  • serbest dalış dünya rekortmenlerinden umberto pelizzari şöyle tanımlıyor.
    http://www.youtube.com/watch?v=cy4w092oiea

    every freediver has a intimate relationship with the ocean... the ocean is like a god to freediver... you talk to the ocean, you pray to the ocean... sometimes you even hate the ocean... but in the end you know you can not live without the ocean...
  • ölümün acımtrak bir alt tonu.
  • tüplü dalışla dalga geçme hali.
hesabın var mı? giriş yap