• dört yıl yaşadığım şehir. en son haziran 1990'da gördüğüm halde her ayrıntısını her sokağını tüm dükkanlarını tüm canlılığıyla hatırladığım yer aynı zamanda.

    google maps street view türkiye'yi listesine dahil ettiğinden beri boş vaktim oldukça saplantılı bir şekilde sinop gezdiğimi farkettim. yokuşları manzaraları sokakları evleri aklımdaki görüntülerle karşılaştırıyorum. pek çoğu tutmuyor. ne yazık ki her yer apartman dolmuş.

    insan çocukluğunu özlermiş. dahası tekrar çocuk olmak için, olamayacağını bilse de suç mahaline döner gibi çocukluğunun geçtiği sokakları gezermiş. derdimin bu olup olmadığı uzun zamandır cevabını bulamadığım bir soru olduğu için, çocukluğunun geçtiği yerlerden uzak kalıp uzun yıllar sonra dönen insanların hikayelerini de saplantılı bir şekilde okumaya izlemeye başladım. mesela kıbrıs barış harekatıyla alakalı yazarken denk geldiğim video bloglardan biri çok ilginçti. evinden 21 yaşında sadece ceketini alıp çıkan bir rum kadının uzun yıllar sonra günübirlik izin alıp evini görmesi, içeride yozgatlı bir aileyi otururken bulması, kendi dizdiği taşları, çocukken oturduğu merdivenlerin üzerinde sessizce ayakta durması ve geçen yıllara hayıflanması niye bilmiyorum ama beni benden aldı. ölüm döşeğindeki insanlara kuramadığım empatiyi bu tip insanlara şak diye kuruyorum ve bundan da rahatsız oluyorum. zira bunlarla sanırım bir ortak paydam var. benim de böyle uzun yıllardır dönemediğim bir yer var ve dönünce ne olacağını bilemiyorum.

    sinop tam 26 yıldır aklımdan hiç çıkaramadığım bir yer olmayı sürdürüyor. bazen bu çok kafa karıştırıcı hatta korkutucu da olabiliyor. mesela ben ingiltere'de kuzey denizi kıyısında yaşıyorum. bir balıkçı teknesinin sabah düz denizi yararak açılıyor olması 1988 yılında ekim ayında özel bir an'a gönderiyor beni. deja vu gibi değil, ancak gözlerimin önüne tüm gerçekliğiyle gelen ve izlemek zorunda olduğum bir fragman gibi. cumhuriyet ilkokulunda kuzeye bakan pencerelerden birinde denizi izliyorum. siyah önlüklü bir çocuğum. ağzımda simit tadı var. deniz o kadar mavi, gökyüzü o kadar berrak ki tek tük bulutların yansımaları denizin yüzeyinden yansıyor. sabahın ilk ışıklarında bir tekne açılıyor denize ve bu tabloyu ortadan kesiyor. huzurdan başka hiçbir şey yok görüntüde... her anını yaşıyorum bunun. sonra dünya grileşiyor. gerçekleşiyor. yaşamak zorunda olduğumuz kendi zamanımız geri dönüyor. ve artık huzurdan başka şeyler de var. aradan yıllar geçmiş. bunun gibi onlarca anı geçemediğim youtube reklamları gibi beni sık sık rahatsız ediyor.

    ama bugün ingiltere'de o havadaki balık kokulu sprey şeklindeki yağmur rüzgar karışımı garip hava etrafımdaki herkesin küfürler ederek andığı bir şey iken ben sinop yüzünden kendimi hiç hissetmediğim kadar evimde hissediyorum. dışarıda deniz kudururken aklıma karadeniz'in geceleri uğuldayan fırtınada köpüklerle kudururken dev dalgaların üzerinde çakan şimşekler ve düşen yıldırımlarla aydınlanması geliyor. anılarımdan kaçamıyorum. yaşadığım yeri biraz onlar için seviyorum. 26 yıldır görmediğim bir şehrin anıları yüzünden.

    gözlerimi kapattığımda sinop hala çok güzel. kale etrafında nerede bir boşluk bulsa fışkıran çiçekler, metrekareye düşen üç ve üstü deli, birdenbire patlayan yağmurlar, çingene mahalleleri, köhne ve yıkılmaya yüz tutmuş ama hala direnen cumbalı osmanlı evleri... neden bırakıp gitmiştik ki biz... kim niye bırakıp gider ki sinop'u? bu küçük köhne osmanlı kale kasabası kimin neyine yetmezdi? kalsak olmaz mıydı?

    herşeye rağmen ben bir türküm ve 1980'li yıllarda sinop işi olmayan kimsenin gitmeyeceği bir çıkmaz sokak olsa da saplantılı düşünceler/anılar içinde çok taraflı olabilirim. yıllar önce neden pek çok şehirde çocukluk geçirmiş olan ben özellikle sinop'u bu denli özlediğime bir anlam bulma çabası içindeyken aklıma o yıllarda sinop'u mesken tutan amerikalılar geldi. sinop soğuk savaş süresince sovyet sinyal istihbaratının (bkz: sigint) toplanıp analiz edildiği önemli merkezlerden biri olagelmişti. o yıllarda sinopluların iyi hatırlayacağı radardan beyaz shuttle burunlu otobüsle hükümet konağı meydanında inen amerikalılar çok bildik görüntülerdi. artık elimin altında çok daha fazla kaynak ve girebileceğim çok daha fazla askeri kanal olduğu için bu amerikalıların sinopla ilgili fikirlerini merak ettim. belki onlar da dönmek zorunda oldukları için saplantılı biçimde bu karadeniz kentini özlüyorlardı. eğer öyleydiyse ruh hastalığımda yalnız olmayacaktım.

    aradığımdan fazlasını buldum. sinop elektronik sinyal istihbarat toplama istasyonu tuslog 4 türkiye'nin nato'ya girişinden hemen sonra karadeniz kıyısı boyunca açılan istasyonlardan sadece birisiydi. 1955 yılında amerika'dan doğrudan sinop'a gönderilen insanların raporları ve anıları çarşaf çarşaf önüme serildi. ve bunlar oldukça da dramatikti. sinop anlaşıldığı kadarıyla 1950'li yıllarda osmanlı döneminde nasıldı ise öyle kalmıştı. o ilk yıllarda giden amerikalıların anılarında "sanki bir zaman tünelinde 1800 lü yıllara geri döndük" haricinde çok fazla veri / girdi yok. 1972 yılında amerikalılar sinop'u karşı cinsle hiçbir yakınlaşmanın olamayacağı bir inziva istasyonu olarak bellemiş hatta eve dönenlere sertifika falan bile yazmışlar. ancak ilginçtir 1966-74 yılları arasında görev yapan 20 yaşındaki bir amerikalı denizcinin ailesine yazdığı mektuplara her nasılsa eriştim. annesi sinoptaki oğluna manhattan new york'tan şöyle yazmış :

    "eddie, gönderdiğin resimleri babanla inceledik. oldukça güzel bir yere benziyor. biz bir çölde çadırda yaşadığını düşünmüştük. oysa sen oregon gibi bir yerdesin! doğa sana her uyandığında sana böyle manzaralar sunuyorsa neden şikayet edip duruyorsun? burada bir sokakta doğup bir sokakta büyüyüp bir sokakta ölen insanlar var oğlum. anlattığına göre iyi insanların yaşadığı, kendini dinleyebileceğin deniz kıyısında bir yerdesin. keşke ben de oraları görebilsem"

    umarım görebilmişsindir amerikalı teyze!

    üssün artık olmayan tabelası

    1979 yılındaki sinop ve türk yaşamı hakkında amerikalı personele dağıtılan kitapçık da şöyle :

    sayfa 1
    sayfa 2
    sayfa 3

    1991'de kapanan üssün emeklileri bugün karadeniz turlarıyla yaldır yaldır sinop'a geri dönüyor. mail gruplarında gördüğüm kadarıyla herkes çok özlüyor. dünyanın öbür ucu seattle'dan bile gezi tur planı yapan yaşlı asker emeklisi amcalar teyzeler var. bu insanlar kendilerince mahrumiyet bölgesi sayılan bir yere neden dönüyorlar? ne çekiyor bunları?

    bu durumda olayın çocukluktan kaynaklanmadığı, sinop'un özel bir çekim gücü olduğunu falan düşünme arifesindeyim. kara kule serilerindeki kule veya gül gibi. niye orada olduğunu bilmediğiniz, orada olmasından memnun olduğunuz, anılarınızda ondan asla kaçamadığınız, aslında hiç de kaçmadığınız, yıllarca sonra hala rüyalarınızda caddelerinde gezdiğiniz, sarı kadir'den tulum peyniri aldığınız, pazarında el örme sepetlere baktığınız, sokaklarında deli selma'dan kaçtığınız, yeşil mavi, deniz ve balık kokan rüzgarlı yer.

    dönünce ne bulacağımı bilmiyorum. bir gün ceketimi alıp gideceğim tabii, ama sanırım öyle bir yolculukta en azından yalnız olmalıyım. en iyi arkadaşınıza, eşinize bile durup dururken sokaklarda birden niye ağlamaya başladığınızı anlatamazsınız zira. neyin var falan derler.

    sanki ben biliyorum.

    (edit: linkler yenilendi)
  • dün direksiyonu buraya doğru kırdım. akşamında limanda, surların etrafında, parklarda gezdim. çok sakin, çok rahat bir halkı var buranın. huzurlu görünüyorlar. kızlı erkekli(!) herkesin bir arada oturduğu parklarda, kafelerde barışçıl bir ortam vardı. karadeniz'in izmir'i gibi burası. hatta bodrum'u. yıllar önce gelip çok beğenmiştim, bugün daha da bir beğendim.

    yalnız trafikte lap diye arabanın önüne atlayıp hiç acele etmeden yolda ilerleyen bir halkı var. istanbul'da yaşayan biri için hayret verici bir durum. yeni bir sürücü olaraktan pür dikkat kesildim.

    dün o kadar yol sonrası karşıma çıkan ilk restorana girdim ki orası meğerse meşhur bir mantıcıymış*. hayatımda açık ara yediğim en iyi mantılardan biriydi.

    şimdi hamsilos'a geldim. herhalde huzurun adı, tam da şu anki hislerim. püfür püfür karadeniz eserken fyordu izliyorum ve duyduğum tek şey cırcırböceği sesi.

    edit: çok güzel yer önerileri geliyor ama maalesef dün döndüm. bir gün yine geleceğim ve o zaman daha uzun gezeceğim*.

    edit: şehir için tavsiyeler geldi. ben gidemedim ama gidene faydası olsun diye editliyorum.

    tatlıca şelaleleri, erfelek şelaleleri, gerze, beyaz evde kahvaltı yapılması tavsiyeleri geldi.
  • .normal karayolu trafiginin disinda kaldigi icin yillarca bekaretini korumus olan minik bir balikci kasabasidir
    .yerlisi asiri tembeldir, sinop'tan deliden baska birsey cikmaz denir, ki dogrudur. sinop'ta birseyler basarmis insanlarin "tamami" yabancidir : ayancikli, gerzeli, erfelekli, duraganli (saka saka, hicbir duraganli birseyler basarmamistir), trabzonlu, rizeli, samsunlu
    .gencleri samsunlu'lardan nefret eder
    .gencleri ve pek cogu gerze'lilerden (bir ilcesi) nefret eder (sebebini bilmezler)
    .gerze'liler de sinop'lulardan nefret eder (onlar da sebebini bilmezler)
    .koylerinde bir suru gurcu yasar, bazilarinda da trabzonlu lazlar yasar
    .koyleri cok guzeldir, birkac tanesi bana ait olmali ama emin degilim :)
    .neden kelimelerin sonundaki "i" harfini "u" (ulker'in u su) ile replace ettiklerini kimse bilmez
    .adi "sinope" den gelir (antik cagdaki prenseslerinden birinin adidir) o zamanlarki amblem'i/flamasi/ikonu pencelerinde bir yunus baligi tutan bir kartaldir
    .muzesi cok cok cok guzeldir
    .1985 yilinda ilkokul beste 23 nisan'da vali oldugum sirada verdigim bir emir ile 1990'li yillarda bir anadolu lisesine kavusmustur
    .sonmus bir yanardag olan bir yarimada uzerinde yarisi granit zemine kurulmustur
    .granit zemin dururken 1970'lerin sonlarina dogru ters yone yayilmaya baslayip balcikli ve kayan zemine yerlesmeye calisip zamanin yse muhendisinin "buraya 18'den fazla ev yapamazsiniz, daha fazla yuk kaldirmaz bu zemin" demesi ile 18 evler diye bir mahalleye sahip olmustur. 80'li yillarda "ne 18'i ulan, yapin iste, kaydigi filan yok, yemis sizi o muhendis" denmesinden sonra o mahalleye bir suru ev yapilmis, soz konusu mahalle daha sonra denize kaymistir ... artik orasi 8 evler diye anilmaktadir
    ."18 evler" lafinin nereden geldigini bilmeyen denyo belediyesi sayesinde daha sonra da 33 evler diye bir mahalleye sahip olmustur
    .1960'larda nato sayesinde kurulan bir amerikan ussu sayesinde 80'li yillarda gencligini yasamis butun genclerinin "plaj voleybolu, levi's 501, rock'n roll, video, renkli tv, jeep, chrysler, jim beam, jack daniel's, marlborough (boyle mi yaziliyo lan bu?), shuttle bus, radar, accayip kasli 2 metre boyunda zenciler, nba, dolar ile turkiye'nin geri kalanindan cooooook once tanismasi ile inanilmaz bir medeniyete kavusmustur. oyle ki sokaklarda bikinili kizlar, erkekler kizlar, parklar, bahceler, camping resortlari ile kucuk bir amerikan koyu modunda idi bir zamanlar. normal tatilci/turist trafiginden uzakta (100 kusur viraja sahip bir kenari 300 metrelik ucurum ile dranazi asip sinop'a araba ile gelmek yurek/tecrube/got ister cunku) oldugu icin uzun sure bu medeniyet kirlenmeden kaldi.
    .amerikan ussu aktif oldugu surece sehrin ana gecim kaynagi uste calismak ve eve dolarlar/px'den asirilmis mallar getirmek olmustur
    .sinop orme ve konfeksiyon sanayi (soksa) 80'li yillarda uluslararasi kalitede tekstil urunleri uretir, ihracat yapar, cok para kaznir gogsumuzu kabartirdi (yerli mali, turkun mali, herkes onu kullanmali). sonra ortaklari o fabrikayi yediler
    .pasabahce'nin en inanilmaz camlarini ureten fabrikasi bu sehirdedir. sonra pasabahce bu fabrikayi yedi
    .amerikan ussunun 90'li yillarin basinda kapanmasi ile cok komik bir hale burunmustur : isten atilan butun iscilere (sinop nufusunun 75%'i) hicbir zaman gerceklesmeyecegi dusunulerek sozlesmelerine konulan bir madde sayesinde inanilmaz tazminat odemistir sam amca. bunun sonucunda sehrin eline accayip bir para gecmistir. herkes bu para ile ikiser daire, ucer araba almistir. bir sene icerisinde sinop'taki arabalarin sayisi sinop yollarinin uzunlugunun 4 katina ulasmistir. herkes arabasini kullanmaya kalktiginda (ortalama olarak her gun) butun yollar doluyor ve bir ucundan diger ucuna 1 saatte yurudugunuz bir kasabada 3 saat trafikte bekliyordunuz. bu sehir uzun sure (belki hala) kelle basina dusen araba sayisinda 1. sirayi korumustur (kaynak : die)
    .hala da kelle basina dusen kahve, birahane, meyhane, tektekci siralamasinda 1. siradadir (kaynak : ben)
    .dunyanin en eski ve en guzel ve en iyi korunmus kalelerinden birine sahiptir. kalesi o kadar iyi durumdadir ki birkac yil oncesine kadar (10?) bir kismi cezaevi olarak kullanilmakta idi (bkz: sabahattin ali)
    .kalenin essseeekkk kadar kapisini tutan kolonlar ve kapinin bir kismi 60'li yillara kadar dayanmistir. o yillardaki denyo belediye baskani "bu kapidan arabalar gecemiyor, bu yolu genisletmemiz lazim, yikin bunu diyene kadar. gunumuzde sinop'un tek girisi olan kaleyazisi bu kapidan geriye kalan iki dev duvarin cevresindedir. otobus gari ile yolun karsisindaki askeriyenin arasindan gecen yolun iki tarafinda bu duvardan geriye kalan duvar parcalari gorulebilmektedir.
    .100 lerce efsanesi vardir, ve 90 kadarinin dogru oldugu ispatlanmistir
    .ekonomisi 0'dir. hicbir para kazanmamakta ve hicbirsey uretmemektedir. uzun yillar "bartir" usulunce elde avucta kalan son para ile yasamistir sehir.
    .buna ragmen ana caddesi (zaten uc tane caddesi vardir) prese tugladandir
    .insanlari cok cok cok canayakindir. yerlisi cok az kalmissada belki de turkiye'nin en cana yakin insanlari yasar o sehirde (sonradan gelenleri pek gozum tutmamaktadir)
    .tek giris / cikisi vardir. buraya "nokta" denmektedir. yarimadanin ana karaya baglandigi noktadir burasi. bir uctan bir uca ikyuz metreden biraz fazladir. tam ortasindan bir tek yol gecer. elinde keles, saglam bir rambo bu sehri tek basina koruyabilir.
    ."zeytinlik" olarak bilinen karakum yolunun ilk kisimlari bir zamanlar gercekten de zeytinlik idi, ilkokul pikniklerinde oraya giderdik hep
    .karakum olarak bilinen plajindaki kum gercekten de sipsiyahtir. sonmus yanardagin kraterinin hemen altindaki bu plajdaki kumlar granit kayalardan olusmaktadir. bu yuzden incecik ve simsiyahtirlar (bkz: sipsiyah/simsiyah kaosu) ve bir suru bocek barindirirlar. oraniza buraniza oyle bir girer ki bu ipincecki sipsimyah kum caniniz cikar cikartana kadar (bkz: bir cumlede ayni kelimeyi evirip cevirip kullanip durmak)
    .60'li yillarda cizilmis olan 1/500 imar haritasi benim elimdedir, o haritayi serbest el 50 kere cizmem ve eski resimler ile karsilastirmam sonucunda pek cok binanin aslinda kosk, bahce, saray yavrusu, kule benzeri inanilmaz tarihi degerlerin uzerine kuruldugunu bilmekteyim. insanlari bu baglamda tarihten, degerden pek anlamazlar. eski safranbolu (kendisini serbest el ile 100 kere cizdim, uzerinde 4 mimari proje yaptim, avucumun ici gibi bilirim) kadar guzel bir kenti bugunun beton ormanina cevirebilmislerdir
    .durup duruken asiri zengin olan bir suru tuhaf insan vardir. sehir antik yunandan da eski bir tarihin uzerine kurulu oldugu icin babasindan kalan kulubeyi muteahhide kat karsiligi satan sevimli adam kulubenin 10 metre altindan cikan antik evin bir odasinda gomu bulur, altini eritir, kuyumcu mahmud'a satar, koseyi doner, 10 araba ve 10 kat alir, kuyumcu mahmud kucuk capta deniz filosu kurmustur bile, bir de helikopter alir, ama sehire bir kurus para girmez yine de.
    .bir zamanlar yemyesil bir fonun onunde bembeyaz dizilmis inciler gibi duran sehir artik sacma sapan renkler ile boyanmis beton bir fon onunde sacma sapan dizilmis betonlar seklinde gorunmektedir
    .asiklar caddesi olarak bilinen caddesi bir zamanlar her iki yaninda essssseekkk gibi yuksek kayin agaclari (bundan emin degilim, kestane de olabilir - at kestanesi) bulunan inanilmaz guzellikteki bir yol idi. denize 3 metre kadardi, yani yolun bir kenari deniz, diger kenari koskler ile dolu idi. sonra bir denyo "park lazim" diyerek denizi doldurdu, diger bir denyo'da "ev lazim" diyerek yolun diger yanindaki kosklerin yerine 8 kata kadar apartman yapilma izni cikartti. bu sayede su an asiklar caddesinde tek tuk agac kalmistir (essek kadar olanlardan). cogu apartmanlarin 4. katinda oturan denyolarin "manzaramizi kapatiyorlar, denizi goremiyoruz" demesi yuzunden kesilmistir. yapilan parkin 70%'i beton 30%'i yesildir, ama olsun guzel gorunmektedir - en azindan camur olmuyor. denize en yakin olan asiklar caddesinin kenarindaki apartmanlar 8 kat yuksekliginde oldugu icin bir arkadaki cadde uzerinde ikinci sirada kalan apartmanlar denizi filan gorememektedirler. boylece denize 50 metre mesafede oturup da birakin denizi, gunes bile goremeyen dairelerde yasayan insanlar biliyorum ben.
    .turkiye'nin en guzel manzarali tekel ofisi bu sehirdedir
    .hamsilos (hamsoroz) fiyordunu gormeden olmek gunahtir
    .hamsilos'ta sevgiliniz ile araba kullanmadan, sevismeden, el ele tutusup ormanda yurumeden olmek daha buyuk gunahtir
    .turkiye'nin en guzel manzarali mezbahasi bu sehirdedir
    .ic liman olarak bilinen ic limaninda deniz durgun, deniz zemini temiz ve plajlari cok guzeldir (hepsi de dogal kumdur). dis deniz olarak bilinen dis denizde ise plajlar cok guzel, deniz zemini de tertemizdir. ama akinti coktur ve dalgali olabilir. ama eger dis deniz dalgali ise ic deniz dumduzdur, eger ic deniz dalgali ise dis deniz dumduzdur. buna kimsenin akli sirri ermez, ama herkes tadini cikartabilir
    .karadeniz universitesi su urunleri meslek yuksekokulu sayesinde karakum aciginda denizin altinda trafik levhalari ile dolu bir "dalis egitim parkuru" bulunmaktadir. en azindan eskiden vardi. gidip dalip bir gormeden "ben herseyi gordum" demek gunahtir
    .bir zamanlar turkiye'nin tek mobil deniz benzin istasyonu bu sehirde idi. dubalarina yuzerek gitmek "erkeklik sinavi olarak kabul edilirdi"
    .bir zamanlar dunyanin en guzel, en medeni, en nezih, en harika sehri idi
    .hakkinda 70 a4 yazi yazmis, yari tez niteliginde bir tespit calismasi yapmis, yuzden fazla 100x70 pafta cizmis olmama ragmen artik taniyamadigim bir sehirdir
    .bana bir okyanus, iki kita, bir genclik, bir universite, bir anadolu lisesi kadar uzak bir sehirdir
    .en iyi dostlarimin, en guzel yillarimin, en eglenceli caglarimin gectigi sehirdir
    .bir zamanlar "ben buranin kraliyim" dedigim, ve bunun tasdikini aldigim sehirdir
    .yali kahvesinde oturulasi, cezaevinin duvarlarina dokunulasi, tarihi ogrenilesi bir sehirdir
    .gidip gorulesi, bir haftaligina bile olsa (yazlari bundan bir iki hafta daha uzundur) yasanasi bir sehirdir

    .sinop'taki uste 1960'lardan beri gorev yapmis amerikan askerlerinin bir internet siteleri var. burada sinop'un o zamanlardan kalma resimleri ve askerlerin yazdiklari o zamanlara ait hatiralar da var. bir sinop'lu olarak bunlari okumak, o resimlerdeki askerlerin anilarinda kendi anilarimin golgelerini gormek cok tuhaf bir his. sinop'un tarihcesi ve yabancilarin gozu ile onlarin gorduklerini gormek adina cok ilginc enstantaneler bulabilir insan burada.

    [http://pcf45.com/sinop/sinop.html http://pcf45.com/sinop/sinop.html] (aslansin kaplansin bir yarim bir tam )
  • kadın eliyle kurulan bir kentin diğerlerinden daha modern olması kadar doğal bir şey yok. her yerde kadınlar kızlar var sinop'ta; gece gündüz özgür ve huzurlu gezebiliyorlar. başınızı çevireceğiniz her yerde size yardım etmeye hazır, mutlu insanlar var.

    aynı insanı iki kez görebilirsiniz, tüm esnafların birbirini tanıdığını anlarsınız; ama burası köy değil köy ruhunu koruyan bir şehirdir. köy olmak nüfusla olmaz, burası (merkez) hepi topu otuz bin kişidir ama binbir etnik köken karışıp hoşgörülü yaşamı öğrenmiştir. insanlar ya memurdur ya esnaf. aynı yerde aynı işi yapan bir sürü esnaf olduğuna göre ve bu esnaf gece kepenk indirmeye gerek duymadığına göre burda hem refah hem de huzur var demektir.

    garip melez sokak köpekleri, özgün hamur işleri, tarihi zenginliğini görebileceğiniz müzeleri ve malesef tarihe saygısızlığını göreceğiniz korunmamış, yıkık kiliseleri, cumbaların yanıbaşına yapılmış kötü apartmanları da diğer akılda kalanlar.

    şanssız şehirmiş ki ulaşımı iyi değil, fabrika yok, iş yok diye insanı terk etmiş; yaz turizmi için ege kadar hazır olduğu halde gidene gezene anlam verilmiyor, atatürk bile 18 mayıs 1919 'da buradan karaya çıkmak istiyor, yol iyi değil diye yapamıyor. neyse ki sinoplular, harf inkılabını burdan başlatan önderlerinin değerini biliyor.

    sinop, anadolu'nun ve karadeniz'in göbeğinde bir deney kenti. karadeniz kültürüyle nedense alakası yok, denizi yağmuru bile bu alakasızlığa ayak uydurmuş, konuşması tıpkı istanbul türkçesi, açıkgörüşlülüğü istanbul'un bile önünde.

    burası, 4 ay önce taşınan çiğköftecisinin tanımıyla karadeniz sosyetesi. sosyeteye istanbul'a uçsun diye bir senedir uçak da geliyor. daha ne?

    türkiye'nin en kuzey ucu, en batı ucuyla aynı selamı veriyor. almayı bilene...
  • karadeniz'in en şirin iki ilinden biri*. bazılarına göre gelişmemişmiş! gelişmekten kasıt koca koca duble yollar, arapsaçı trafik, gökyüzünü kapatan avm'ler ise varsın gelişmesin. güzelliği bundandır. insanlarının mutlu olmasının nedeni de o güzellikte saklıdır.
  • şimdilik yaşanabilecek şehirlerimizden biri. bir gün buraya gezmeye geldiğimde elimdeki çocuk arabasını kaldırıma çıkarmaya uğraşıyordum. yanımdan geçen biri yardım teklif edince şaşırdım. zira yaşadığım yerde kaldırımlarda kıraathane sandalyeleri var ve bırakın çocuk arabasıyla geçmeyi yürümek bile imkansız. sonra buraya tayin istemeye karar verdim ve 6 aydır da burdayım. şimdi yaya geçidine adım atınca arabalar duruyor. trafik sıkışınca (sadece mesai bitimlerinde sıkışıyor) kimse kornaya basmıyor. dışarıdan gelip basanlara da tepki gösteriliyor. gündüz vakti bira içen insanlar görüyorum. kadınlar açık havada kafelerde okey falan oynuyor. herkesin keyfi yerinde.
    şimdi dönelim ilk cümleye. şimdilik yaşanabilir şehirlerden biri dedik. şimdilik dedik çünkü sokaklarda arapça konuşan göçmenler çoğalmaya başladı. nükleer santral yapımı için koca bir alanın ağaçları kesildi. nüfusun en az üçe katlanması bekleniyor. bu yüzden de her yere büyük betonlar dikiyorlar. bu betonları yaparken temel kazmaya bile tenezzül etmiyorlar. zira buranın tarihi çok eski. kazdıkları her yerden tarihi eser çıkıyor. inşaat alanında çıkacak en küçük bir eser yapımı durduracağından kimse temel kazmıyor. bu da büyük bir tezat oluşturuyor. hem nükleer santral yapıyorsun hem de hiç bir binanda sığınak yok. şimdilik mutluyuz ve hiç bir şeye sesimiz çıkmıyor. çünkü biz millet olarak sadece canımız yanınca sesimiz çıkıyor.
  • her bakimdan on tane izmir edecek sehir. ancak pazarlanamamis olmasindan dolayi goz ardi edilmis. neyseki boyle daha iyi.
  • ben ne zaman gelsem dönmek istemiyorum buradan. her seferinde yerleşmeye karar veriyorum. fakat sonra yine tadı damağımda kalsın diye kalkıp gidiyorum.

    insanına aşığım ben buranın. 7’den 70’e, kadın erkek ayırmam. öyle ki oturayım bir çay bahçesine, limanda, parkta bir köşeye buranın insanıyla sohbet edeyim saatlerce. özellikle de gençleriyle. ben bu kadar güzel genci başka hiçbir şehirde, hiçbir ülkede görmedim.
    içim açılıyor, ruhum dinleniyor denize baka baka konuştukça bu güzel insanlarla. insanının gözlerinin içi gülüyor bu şehrin.

    sonra atlayıp arabaya en ucuna, kimsenin olmadığı yakasına gitmeyi seviyorum. bir gün bir kıyısında diğer gün öbür kıyısında esen rüzgarını seviyorum. sokakta laflarken birden yağmur başlasın, esnaf toplanma telaşına düşsün ben de ıslana ıslana yardım edeyim çok seviyorum.

    gözüm açık gezeyim gece gündüz sokaklarında, hiç korkmadan çekinmeden, rahatsız eden bir kişi bile olmasın, saatlerce konuştuğum güzel gönüllü insanlardan biri bile bunu ters tarafa çekmesin ve biz bir çay daha koyup muhabbeti birazcık daha koyulaştıralım.

    dürüstlüğüne, sevgisine, hoşgörüsüne, sağduyusuna, misafirperverliğine, içtenliğine, sahip çıkışına hayran olduğum şehir.
    hiç bozulmasın.

    edit: bak işte, o kadar tatlıdır ki entry’i okur, sonra da “buralı mısınız ?” diye mesaj atar sinop’un insanı. içtenlik bu şehrin her noktasında kol geziyor.
  • yaşayabileceğim tek yer. memleketim. annemin gençliğinde sokaklarında her saat tek başına rahatça dolaşabildiği ve yakın zamanda kadınların ne kadar şanslı olduğunu, gözlerimle görebildiğim kurtarılmış il. dua ediyorum ben yaşlanana kadar hükümetin, suriyelilerin, yobazların dikkatini çekmesin. geleceğe yönelik tüm birikimim, yatırımım, bigün annemin izlerini taşıyan sokaklarında yürümek, yaşamak, nefes alabilmek için.
  • hem tarihi, hem de manzarası muhteşem olan şehir.
    değmediği medeniyet, görmediği millet kalmamış maşallah. (maşallah damla hocam)

    bu h.sonu 3 günlüğüne gittim. doyamadan geri geldim.
    türkiye'nin en güzel şehri top 5'imde rize'ye fark atarak 2 numaraya yerleşti kendisi.
    hatta denizini hesaba katarsak gönlümdeki mardin tahtını da zorlar gibi
    duruyor buradan. öyle güzel ki biraz pahalı ve rüzgarlı olmasa yarın iş arayıp yerleşebilirim.

    kendi başına gitmek isteyenler için tavsiyelerim:

    ilkin ucuz uçak bileti bulun (pegasusun sayfasını biraz aşındırın derim)
    biz ucuz diye kastamonu üzerinden gittik (gidiş-dönüş 80 tl), kastamonu'dan
    araç kiralayıp 2,5 saatte karayolu ile geçtik. yazın gitmeniz erfelek şelalesi'ni
    görmek açısından daha iyi olabilir. sinop'a yaklaştıkça da kaya mezarları mevcut.
    sinop çok büyük bir şehir değil ama araçsız giderseniz hamsilos ve inceburun'u
    göremeyeceğiniz için gitmenizin çok bir anlam ifade edeceğini düşünmüyorum.
    inceburun çok acayip bir yer gerçekten insan kendini lars von trier'in dalgaları aşmak
    filminde filan hissediyor.

    konaklamak için eşi-dostu akrabası olmayanlara tersane'deki otelleri tavsiye
    ederim. en uygunu manzarası, hizmeti ve kahvaltısı şahane olan reis otel.
    biz iki kişi geceliği 140-150 tl civarına konakladık. bütün deniz ayaklarınızın altında
    zaten kalkıp da sırf denize sıfır diye diğer otellerin geceliğine 300 tl vermeyin.
    bu otelin denize uzaklığı da 10 metre bile yoktur. valla yemek olarak biz iki akşam da
    teyze'nin yeri'nde sinop mantısı yedik ki mantı gibi bir şeyin bu kadar
    enfes olabileceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. fiyatlar biraz istanbul'la yarışır
    ama istanbul'da bu fiyata öyle mantı hayatta yiyemezsin.
    (20-25 tl- karışık yiyin derim sırf cevizli biraz ağır gelebilir)
    sonra nokul'u var. fırınlarda satılıyor. tipi katmer gibi tadı daha hoş sanki.
    üzümlü ve cevizli olanını tavsiye ederim.
    şen pastaneleri var sonra prenses tatlısı, revani ya da herhangi bir pasta
    yemenizi kesinlikle tavsiye ederim. gerçekten çok kaliteli. iki kişi 20-25 tl civarı.

    yemekten içmekten kafayı kaldıramadım da tarihi sinop cezaevi'ni
    unuttum diye düşünmeyin. insanların ne kadar ikiyüzlü ve kötü
    bir tür olduğunu görmek için kesinlikle ölmeden önce görülmesi gereken bir
    yer. yıllarca içeride tuttukları adamın sırf biraz daha turist çekebilmek için
    duvarlara çarşaf çarşaf şiirlerini asmaları oldukça trajikomik olmuş.
    o güneş görmeyen, dış dünyayla hiçbir teması olmayan tek kişilik
    hücrelerde birilerinin yatmış olduğunu düşününce
    insan ağlamamak için kendini çok zor tutuyor gerçekten.
    bir de teselli ağacı var bahçede. gören mahkumlar umudunu yitirmesin diye
    bir mahkum dikmiş türlü bürokrasilerle.

    sonra arkeoloji müzesi, etnografya müzesi,medresesi, camileri,tabyaları, kaleleri ile
    her taşın altından tarih fışkıran bir şehir sinop.
    biz, zamanımız kısıtlı olduğu için sadece bir çay içmeliğine gerze ilçesine gidebildik
    ama sizin fırsatınız olursa boyabat ve ayancık'ı da pek övdüler gezin görün derim.

    son olarak özellikle sabah saatlerinde araçla sinop burnunu tamamlayıp
    (yürüyerek pek mümkün değil) gün batımına doğru da biralarınızı alıp
    şahin tepesi'nden şehri seyretmenizi tavsiye ederim.

    ve yine son olarak araçla:
    sinop- inceburun arası yarım saat
    sinop- hamsilos taş çatlasın 20 dk.
    sinop burnunu turlamak 15 dk.
    şahin tepesi merkezden 10 dk.
    geriye kalan tüm tarihi yerleri yürüyerek gezebilirsiniz.
    cezaevi, müzeler giriş ücretleri 5'er tl; tabyalar, medrese ve camiilerde ücret söz
    konusu değil. balatlar kilisesi'nde de şu an için bakım olduğundan giriş izni yoktu.

    3 gün 2 gece için kişi başı ortalama maliyet 400-450 tl

    3 gün gezdim, bir ömür konuşabilirim. sen ne güzel yersin be sinope!
hesabın var mı? giriş yap