• stanley kubrick'i daha iyi anlamak için birkaç çeviri:
    *"bence okullarda yapılan en büyük yanlış, çocukları korkuyla motive ederek birşey öğretmeye çalışmaktır. not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile, korku ile bir şeyi öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır."

    *"okulda bulunduğum süre boyunca hiçbir şey öğrenmedim ve 19 yaşıma kadar kendi isteğimle bir kitap okumadım."

    *"eğer leonardo, mona lisa tablosunun altına şöyle yazsaydı ona nasıl değer verebilirdik ?: "hanımefendi gülümsüyor çünkü sevgilisinden sakladığı bir sır var" bu izleyiciyi gerçeğe zincirlerdi ve ben bunun 2001'e (space odyssey) olmasını istemiyorum."

    *"belki saçma gelecek ama genç yönetmenlere önereceğim şey ellerine bir kamera ve film alıp, herhangi bir konuda film çekmeleridir."

    *"eğer birşey yazılabiliyor veya düşünülebiliyorsa, filme çekilebilir."

    *"suçlulara ve sanatçılara karşı garip bir zaafım var-- her ikiside hayatı olduğu gibi kabul etmiyor. her hazin hikaye, gerçek hayattaki olaylarla çelişki içinde olmalı."

    *"birçok insanın normal görünmek için gerçek olmayan bir dizi pozlar verdiği, bir tür gri hiçliği kabul ettiği bu dünyada, suçlu ve asker en azından birşeye karsı yada birşeye taraf olma meziyetini gösteriyor. kimin daha fazla fesatla uğraştığını söylemek zor -suclu, asker, veya biz."

    *"uyuşturucunun aslında sanatçıdan daha cok izleyiciye faydası olduguna inanıyorum. evrenle bir olma hayali, çevredeki objelere anlam vermek, huzurun ve rahatlıgın hakim oldugu ortam, bir sanatçı için ideal durum degildir. uyuşturucu mücadeleyi, muhalefeti ve fikir ayrılığını kuvvetlendiren yaratıcı kişilikleri durgunlaştırır. sanatçı yaptığı işi aşmaya çalışmalı, kendisiyle bilinçaltı arasına herhangi bir şeyin etki etmesini engellemeli. beni lsd karşıtı yapan şeylerden birisi de, lsd kullandığını bildiğim kişilerin hepsinin gerçekten ilginç ve insanı harekete geçiren şeylerle, uyuşturucunun sebep olduğu evrensel mutluluk arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar aciz olmasıdır. tamamen yeteneklerini kaybetmiş ve hayatın insanı en cok mutlu eden yanlarıyla bağlarını kesmiş gibi görünüyorlar. belkide herşey güzel olduğunda, hiçbirşey güzel değildir."
  • steven spielberg ölüyor ve cennete gidiyor. ancak incili kapıdan içeri girmesi engelleniyor. çünkü tanrı yönetmenleri sevmiyor. aynı anda içeriye bisikletiyle, üzerinde yırtık bakımsız eşofmanları ve jimnastik ayakkabılarıyla birisi giriyor.spielberg: "iyi de bu kubrick degil mi?" diye soruyor. hayır diyor aziz."tanrı o. ama kendisini stanley kubrick sanıyor."
  • röportajlarından çeşitli alıntılar:

    "bir sinema filminin yapımında kurgudan önce atılan her adım, o filmi kurgulamak adına atılmıştır."

    “oyuncularla önce genel olarak kişilikten, sonra da çekilecek sahneden konuşuruz. o sahnedeki oyun, kişiliğin genel çizgisinden farklı olabilir çünkü. sonra çekim yerindeki ilk provanın zor ânı gelir çatar. bu her zaman bir sürprizdir. konuşmaları değiştirmek, bazı düşünceleri unutmak, yenilerini bulmak gerekebilir. ama asıl anlamıyla çekime gelince, bu bir sorun değildir. asıl zor olan provalarla sahneyi istenilen kıvama getirmektir.”

    “yazarların, ressamların veya film yapımcılarının bir şey söyleme amacıyla bir yapıt meydana getirdiklerini düşünmüyorum. onların hissettikleri bir şey var ve sanatı seviyorlar; kelimeleri, boyanın kokusunu veya selüloidi veya fotoğrafları ya da oyuncularla çalışmayı. hiçbir gerçek sanatçının, kendisi öyle düşünse de hissetmediği bir şeyi yaratabileceğini düşünmüyorum.”

    “filmlerde üslupla ilgili beni özellikle etkileyecek herhangi yeni bir fikre rastlamadım. bence üslubun özgünlüğüyle ilgili kafa yormak az çok faydasız bir şeydir. yaratıcı bir zekâya sahip gerçekten özgün bir kişi eski üslupla çalışamaz, değişik bir şey yapar. diğerleri üslubu daha ziyade yerleşmiş adetler olarak düşünür ve bu adetler dâhilinde çalışmaya uğraşırlar.”

    “melodram, sonuç olarak dünyanın adil bir yer olduğunu göstermek için size, başkişileri etkileyen tüm sorunları ve felaketleri sergiler. trajedi ise, yaşamı melodramdan daha dürüst ve gerçeğe yakın bir biçimde sunmayı dener ve insanda bir pişmanlık, bir üzüntü duygusu bırakır.”

    “uyuşturucunun aslında sanatçıdan daha çok izleyiciye faydası olduğuna inanıyorum. evrenle bir olma hayali, çevredeki objelere anlam vermek, huzurun ve rahatlığın hâkim olduğu ortam, bir sanatçı için ideal durum değildir. uyuşturucu mücadeleyi, muhalefeti ve fikir ayrılığını kuvvetlendiren yaratıcı kişilikleri durgunlaştırır. sanatçı yaptığı işi aşmaya çalışmalı, kendisiyle bilinçaltı arasına herhangi bir şeyin etki etmesini engellemeli. beni lsd karşıtı yapan şeylerden birisi de, lsd kullandığını bildiğim kişilerin hepsinin gerçekten ilginç ve insanı harekete geçiren şeylerle, uyuşturucunun sebep olduğu evrensel mutluluk arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar aciz olmasıdır. tamamen yeteneklerini kaybetmiş ve hayatın insanı en çok mutlu eden yanlarıyla bağlarını kesmiş gibi görünüyorlar. belki de her şey güzel olduğunda, hiçbir şey güzel değildir.”

    (barry lyndon hakkında) “film için yalnızca 18. yy müziği kullanmayı düşünmüştüm. evimde, bu yüzyılın tüm müziğine sahibim, uzunçalarlarda. ne yazık ki, tüm bu müzik içinde aşkın sıcaklığını, ihtirasını yansıtan hiçbir şey bulamadım. böylece birkaç yıllık bir aldatmaca yaparak, aşk sahneleri için ‘shubert’in ‘trio’sunu kullandım. 1814’lere doğru yazılmıştı bu eser. tümüyle romantik olmaksızın, trajik bir romantizm etkisi taşıyordu.”

    “çok fazla tekrar yaptırıyorsam, hiç kuşkusuz bu durumlarda oyuncular repliklerini yeterince iyi bilmedikleri içindir. bir oyuncu bir şeyi bir defada yapabilmelidir; eğer repliklerini ancak onları söyleyebilecek kadar öğrenmişse, sahnenin duygularını aktarmakta sorunlar yaşar. duygusal yanı güçlü bir sahnede, çekimi fazla plana bölmemek en iyi yoldur; tek planda çekmek, oyuncunun duygunun devamlılığını sağlamasına imkân verir. çoğu oyuncu en iyi performansı bir iki defadan fazla yakalayamaz.”

    "tanrı fikri bütünüyle mantıksızdır."

    “beyanat vermeyi sevmem. insan, niyetleri üstüne esprili ve parlak bir özet verme zorunluluğu duyar. ya da üslubundan veya tekniğinden söz etmek zorunluluğu... oysa bunu çok iyi yapan eleştirmenler var. söyledikleri sizin yapmak istediğinizle ilişkili olmasa bile! barry lyndon eleştirmenleri şaşırttı. çünkü film üstüne konuşmaktansa film çevresinde konuşmaya vesile oluşturan çağdaş sosyal sorunlardan söz etmiyordu. dr. strangelove’da (dr. garipaşk) nükleer savaştan, 2001: a space odyssey’de (2001: uzay macerası) dünya ötesi zekâlardan, a clockwork orange’da (otomatik portakal) geleceğin toplumsal yapısından veya şiddetten bahsedildiği gibi.”

    "hiçbir sanatçının, hatta kendisi öyle sansa bile, didaktik bir tavırla yarattığını sanmıyorum."

    "charlie chaplin’in çekimleri kesinlikle sinematografik değildi, ama çektiği şeyler olağanüstüydü; ekranda harika şeyler olup bitiyordu. sergei eisenstein sahte ve yapay şeyleri çekiyordu; ama bunlar sinematografik açıdan mükemmeldi. elbette bu iki yönetmenin çekim tarzını birleştirmeyi başarırsanız, en iyi filmi yapmış olursunuz."

    "yirminci yüzyılın insanı, bilinmeyen bir denizdeki dümensiz bir teknede başıboş, bir kenara atılmış gibidir. yaşamın anlamsızlığı, onu kendi anlamını yaratmaya yönlendirir. eğer bu yazılabilir ve düşünülebilirse, film de yapılabilir."

    "film çekmenin görsellikle ilgili tarafı bana hep en kolayı gibi gelmiştir; zaten bu yüzden görselliği öykü ve hareketlerden sonraki bir iş olarak ele almaya özen gösteririm."

    (the shining hakkında) "jack otele geldiğinde psikolojik olarak otelin cinayet arzusunu yerine getirmeye hazır durumda. kızgınlığının ve hüsranının tamamen kontrol edilemez hale gelmesine çok az kalmış. bir yazar olarak başarısız. hor gördüğü bir kadınla evli. otelin güçlü kötücüllüğünün merhametine kalınca, karanlık rolünü hemen üstleniyor."

    "yorumların çekişmelerini düşünmem, her zaman en iyisi filmin kendisinin konuşmasıdır."

    "20. yy. sanatının en büyük yanlışlarından birisinin ne pahasına olursa olsun özgün olma çabası olduğunu sanıyorum. beethoven gibi büyük yenilikçiler bile daha önceki sanattan tümüyle koparmıyorlardı kendilerini. yenilemek, geçmişi terk etmeden ileri gitmek olmalıdır."

    “kamerayı, sahneyi prova ederken düşünmemek genellikle en doğrusudur; tersi durum sahnenin bir bütün olarak etkileyiciliğini zedeler.”

    "evren bize tanrısal görünen bir düzenin zekasıyla dolu olmasaydı şaşırırdım. sadece bizim galaksimizde yaklaşık 100 milyar yıldız ve görünebilir evrende yaklaşık 100 milyar daha galaksi var. bu yüzden evrende bizden binlerce ya da milyonlarca yıl daha gelişmiş olan zeki canlıların yaşadığı milyarlarca gezegen varmış gibi görünmektedir. insanların -evrenin kronolojisi içerisinde bir mikrosaniye kadar kısa bir süre olarak kabul edilebilecek- birkaç bin yıl içerisinde gerçekleştirdiği büyük teknolojik atılımları düşünecek olursanız, bu kadar eski yaşam formlarının evrimsel gelişimini hayal edebiliyor musunuz? en iyi ihtimalle zihinler için kırılgan birer kabuk vazifesi gören biyolojik varlıklar olmaktan çıkıp ölümsüz makinelere dönüşmüş olabilirler ve ardından, bilinemeyen, sonsuzluk kadar uzun bir süre içerisinde, saf enerji ve ruha dönüşmüş varlıklar olarak maddi kozalarından çıkmış olabilirler. potansiyelleri sınırsız ve zekaları insanların idrak bile edemeyeceği seviyede olabilir."

    “perde büyülü bir dünyadır. öyle bir gücü vardır ki, duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır.”

    “insanın hayvani ve vahşi doğasıyla ilgileniyorum; çünkü bu onun gerçekçi bir portresidir.”

    “bir film yapımcısının, eline bir parça kâğıt alan bir roman yazarı kadar özgürlüğü vardır.”

    “eğer bir şey yazılabiliyor veya düşünülebiliyorsa, filme çekilebilir.”

    “hayatın anlamsızlığı, insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlar.”

    “okulda bulunduğum süre boyunca hiçbir şey öğrenmedim ve 19 yaşıma kadar kendi isteğimle bir kitap okumadım.”

    “belki saçma gelecek ama genç yönetmenlere önereceğim şey ellerine bir kamera ve film alıp herhangi bir konuda film çekmeleridir.”

    “genellikle elinizdeki malzeme çok değerli ve heyecan verici ise filmi nasıl çekeceğinizin önemi yoktur; asıl zor olan neyin çekileceğidir.”

    “bence okullarda yapılan en büyük yanlış, çocukları korkuyla motive ederek bir şey öğretmeye çalışmaktır. not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile korku ile bir şeyi öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır.”

    “suçlulara ve sanatçılara karşı garip bir zaafım var. her ikisi de hayatı olduğu gibi kabul etmiyor. her hazin hikâye, gerçek hayattaki olaylarla çelişki içinde olmalı.”

    “hiçbir zaman tek bir film ile olağanüstü bir başarı kazanmadım. benim şöhretim yavaş yavaş oluştu. şimdi bana, başarılı bir yönetmen olduğumu ve birçok kişinin benim hakkımda iyi şeyler söylediğini söyleyebilirsiniz. ama aslına bakarsanız hiçbir filmim tamamen pozitif eleştiriler almadı ve gişede çok büyük hâsılatlar elde etmedi.”

    “aklıma film yapma düşüncesini getiren şey, bir sürü berbat film izlemiş olmamdı. sinemada oturup şöyle düşünüyordum: ‘filmler hakkında pek fazla bir şey bilmiyorum; ama bundan daha iyi bir film yapabileceğime eminim.”

    james joyce’un olağanüstü güzel bir tümcesi var: ‘kaza, keşfe doğru giden yoldur.’ der. eğer bir rastlantı sonucu bulunan bir şeyi kullanmayı bilirseniz, bu yaptığınıza bir boyut ekleyecektir. filmlerin birçoğu futbol maçlarına benzer. bir genel taktik vardır. ama topun düştüğü yer ve oyuncuların o anda bulundukları noktalar, kullanabilirseniz daha iyi oynamanızı sağlar.”

    “kendimi biraz iz üstündeki dedektiflere benzetiyorum. örneğin barry lyndon için gerek duyabileceğimiz tüm bilgileri toplayan bir katalog sistemi kurdum. o dönem tablolarını el altında bulundurmak için piyasada satılan tüm sanat kitaplarını bir araya getirdim. giysilerin tümü bu tablolardan kopya edildi. çekime geçmeden önce gerçek anlamda hazırlığımız bir yıl aldı. öyle sanıyorum ki sinema, anlattığı öyküye inandırmak zorundadır.”

    “birçok insanın normal görünmek için gerçek olmayan bir dizi pozlar verdiği, bir tür gri hiçliği kabul ettiği bu dünyada, suçlu ve asker en azından bir şeye karşı ya da bir şeye taraf olma meziyetini gösteriyor. kimin daha fazla fesatla uğraştığını söylemek zor --suçlu, asker veya biz.”

    "bir film kurgudan ziyade daha çok müziğe benzer -ya da benzemelidir. ruhsal durumların ya da duyguların birbiri ardına ilerlemesi olmalıdır. duygunun gerisinde yatan konu, anlam, hepsi sonradan gelir."

    edit: imla
  • evinde uygulanmasını istediği 12 kural varmış.

    1- açtıysan kapat.
    2- açma düğmesine bastıysan, kapatma düğmesine bas.
    3- kilidi açtıysan kilitle.
    4- bozduysan tamir et.
    5- tamir edemiyorsan edebilen birini çağır.
    6- ödünç aldıysan geri ver.
    7- kullandıysan ilgilen.
    8- dağıtırsan temizle.
    9- yerini değiştirdiysen geri koy.
    10- başkasına aitse kullanmak için izin iste.
    11- çalıştırmayı bilmiyorsan kurcalama.
    12- seni ilgilendirmiyorsa karışma.

    kurallar çok basit görünüyor. hatta o kadar basit ki evinin odalarına tabela olarak asılmış olmasını garipsemek mümkün. ama diğer açıdan garip değil. üzerinde durulmadığı zaman uygulanmayacak/uygulanmıyor olmalarının sebebi ''zaten'' çok basit olmaları. çünkü basitlik beraberinde vurdumduymazlığı getiriyor. ''bir dolabın kapağını ya da bir odanın kapısını açık bıraksam ne olur?'' sorusunun cevabı evrensel olarak -müstesna durumlar haricinde- ''hiçbir şey'' olduğu için basit kuralların uygulanması zorlaşıyor. fakat kubrick'in, filmlerini 2-3 yılda tamamlayabildiğini düşününce kuralcılığın onun için ne denli önemli olduğunu da anlayabiliyoruz. bu yüzden de bu kuralların uygulanması hususunda hassasiyet gösteriyormuş.

    bana kalırsa bu kurallar evrensel olarak bugün uygulanmaya başlasa yarın dünya genelindeki stres seviyesinde %57 azalma olur. sadece son kuralı uygulayabilirsek o bile yeter. tek başına %45'i söker alır.
  • "hayatın anlamsızlığı, insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlar" diyerek nasıl bu kadar muhteşem işler yaptığının ipucunu veren usta yönetmen
  • hastalık derecesinde takıntılı, sosyal anlamda tuhaf usta yönetmen. zaten bu tuhaflığı filmlerine de yansıyor.

    kendisinin 10 yıl boyunca kimseye röportaj vermediği bir dönem olmuş. bir şekilde malikanesine kadar gelen gazetecileri "kendisi evde yok" diyerek göndermiş. medyaya çok sık çıkmadığı için birçok kişi kendisinin nasıl göründüğünü bilmediğinden bu yöntem gayet işe yarıyormuş.

    üçüncü filmi olan fear and desire'ın bütçesini new york'ta oynadığı satranç maçlarından kazandığı paralarla oluşturmuş. ancak filmi amatörce bulduğu için yıllarca filmin gösterime girmesini engellemekle uğraşmış. satrancın yanında çok iyi bir masa tenisi oyuncusuymuş. hatta birlikte çalıştığı oyuncularla masa tenisi oynuyormuş. aktörleri masa tenisinde yenerse sette de onları daha kolay idare edebileceğini düşünüyormuş.

    kendisi telif hakları konusunda da aşırı ketummuş. beatles'ın dr. strangelove filminden bir manzarayı kullanma isteklerini reddetmiş. ayrıca yazı tipleri konusunda da aşırı takıntılı biriymiş ve yazı tipleri konusunda devasa bir kitap koleksiyonu bulunuyormuş. favori yazı tipi futura extra bold, helvetica ve univers'miş.

    hastalıklar konusunda da aşırı fobik birisiymiş, hatta bu yüzden kendisi ingiltre'ye taşındıktan sonra hiçbir doktora güvenmediği için abd'deki dişçisini ingiltere'ye getirtmiş. doktorun lisansı ingiltere'de geçerli olmadığı için muayeneyi ingiltere'deki abd büyükelçiliğinde yapmak durumunda kalmış.

    büyük bir ağaçkakan woody hayranıymış ve kendi filmlerinde bu çizgi filmden kareler kullanmak istiyormuş ancak hiçbir zaman woody'nin yapımcısından bu onayı alamamış.

    kendisinin ne kadar takıntılı biri olduğunu en iyi anlatan şey ise klasik mertebesine oturmuş olan 2001 a space odyssey anısı. kendisi bu filmi çekerken nasa'nın mars'taki araştırmalarından endişe duyuyormuş. sebebi ise mars'ta bir uzaylı keşfedilirse bu haberin sansasyonunun filmin önüne geçeceği düşüncesiymiş. hatta bundan sebep film için anlaştığı sigorta şirketine uzaylıların keşfi konusunda bir madde eklenip eklenemeyeceğini sormuş ancak tabii ki böyle bir madde eklenmemiş.

    kaynak: büyük yönetmenlerin gizli hayatları
  • 20 yy sanatı hakkında söylenebilecek en sade ve doğru cümleyi kurmuş,aşmış bir yönetmen.
    "20.yüzyıl sanatının en büyük yanlışlarından birinin ne pahasına olursa olsun özgün olma çabası olduğunu sanıyorum. beethoven gibi büyük yenilikçiler bile daha önceki sanattan tümüyle koparamıyorlardı kendilerini. yenilemek, geçmişi terketmeden ileriye gitmek olmalıdır."
  • amerikalı efsanewi otesi, hatta bence dunyanın gelmis gecmis en iyi yonetmeni...5 ay once olen insan otesi canlı...filmleri arasında; spartacus (65), paths of glory (67), lolita (68), dr.strangelove (69), clockwork orange (72), 2001: a space odyssey (75), the shining (80), full metal jacket (86) we son olarak eyes wide shut (99) bulunan insan...her filminde farklı bir konuyu secerek onu derinlemesine we mukemmel bir sekilde isleyen sinema adamı...sinemada bu kadar onemli filmler cekmesine raamen kendini hep geri planda tutan, sohretten acıkcası hoslanmayan canlı...filmlerinde genelde unlu oyuncuları kullanıp, cekimler sırasında onları canından bezdiren yonetmen (ornegin eyes wide shut'ta bir sex sahnesini cekmek icin, aynı sahneyi tam 127 kere tekrar cekerek, tom cruise we nicole kidman'ın insan kılıından cıkmasına sebep olmustur)...
  • kubrick'in çevresiyle ilişkileri hakkında, kubrick'in film çekme motivasyonu hakkında çok az şey biliyor olsak bile, o ucundan kıyısından biraz ifşa etmeye çalıştığı örgüt hakkında biraz bir şey biliyorsam (ki biliyorum), kendisi bir örgütü ifşa etti ve evet bu adamı öldürdüler.

    filmlerinde kullanılan çoğu şey masum değil ve bunu sırf bir bok bilmiyorsunuz diye sanatla veya tamamen kubrick'in kişiliğiyle bağdaştıramazsınız. o kadar basit değil.

    zaten en sinir olduğum şey de bu tipler. sizin yüzünüzden dünya belki de bu halde. epstein bile gün yüzüne çıktı siz hala kömplö töörisi kömplö töörisi diye dolaşıyorsunuz. yazık şu farkındasızlığınıza.
  • http://www.sinemafanatik.com/kubrick/25things.html 'den birebir alıntıdır:

    1. new york'un bronx semtinde doğdu.1928

    2. 1999 7 mart'ında, ingiltere'de kalp krizinden öldüğünde 70 yaşındaydı.

    3. kubrick çekimlerde herşeyi kontrol ederdi. işık, kamera açıları, set tasarımı, makyaj, kostüm ve montaj gibi konularda çok titizdi. bu da, sahnelerin birçok defa çekilmesini gerektiriyor ve çok uzun çekim sürelerini beraberinde getiriyordu.

    4. oyunculuk konusunda kendini hiç sıkıntıya sokmaz, oyunculara çok az karışırdı. bir zamanlar "oyuncu seçimi yönetmenliğin yüzde 75'idir" demişti.

    5. kubrick, en iyi yönetmen, en iyi film ve en iyi senaryo dallarında hiç oscar kazanmadı. barry lyndon, a clockwork orange ve doctor strangelove filmlerinde, bu üç dalda da aday oldu. yönetmen ve senaryo dallarında 2001: a space odyssey filminde aday olurken, full metal jacket'la da senaryo dalında aday oldu. kazandığı tek oscar ödülü, 2001:a space odyssey filminde görüntü efektleri dalında idi.

    6. kubrick'in 13 filmi tarihsel savaş konularından, gelecekte geçen uzay araştırmalarına kadar birçok konuda olmasına rağmen hepsinin ortak teması bir kişinin kendini genel kurallardan arındırması ve toplumun dışına çıkmasıdır. ayrıca insanlıktan uzaklaşma ve yabancılaşma da kubrick filmlerinde görülen temalardan bazılarıdır.

    7. kubrick, look dergisinde bir fotoğrafçı olarak çalışırken, museum of modern art'ta bazı gösterimlere katılarak sinema konusunda kendini geliştirdi. daha sonra birçok kısa belgesel çekti.

    8. ilk filmi fear and desire'i çekmek için arkadaşlarından ve akrabalarından borç para aldı. filmin yapımcılığını, yönetmenliğini, görüntü yönetmenliğini ve montajını kendisi yaptı. kubrick'in bu filmi hiç sevmediği bilinir. daha sonra filmi kimsenin görmemesi için bütün kopyalarını topladı.

    9. daha önce kubrick'in paths of glory filimnde oynayan kirk douglas, yapımcısı olduğu spartacus filminin çekimi tehlikeye girince kubrick'e filmi yönetmesi için teklif yaptı. spartacus zamanının en pahalı filmi oldu. kubrick, filmi hiçbir zaman çok büyük bir başarı olarak görmedi.

    10. spartacus'ün yapımı sırasında, başroldeki yıldızın aynı zamanda filmin yapımcısı olduğu büyük bir stüdyo filmi yapmak kubrick'i o kadar sıkıntıya soktu ki, bir daha tüm kontrolün kendi elinde olmadığı bir filmde çalışmayacağına dair yemin etti. bir sonraki filminin marlon brando'nun oynadığı one-eyed jacks filmi olması bekleniyordu. kubrick, yaptığı görüşmeler sonunda filmi yönetmekten vazgeçti ve brando filmi kendisi yönetti.

    11. lolita'nın çekimleri hem sansür sorunları hem de kubrick'in hollywood'a karşı olan kızgınlığı yüzünden ingiltere'de yapıldı. daha sonra bir çok filmini burada çekti. bunlara vietnam savaşını konu alan full metal jacket filmi de dahil.

    12. irlanda'da barry lyndon filminin çekimleri devam ederken, kubrick ira'nın kendisini hedef gösterdiği yönünde raporlar aldı. filmde birçok ingiliz aktör oynuyordu ve filmde çalışanların arabalarında ingiliz plakaları bulunuyordu. çekimler hemen ülke dışına taşındı.

    13. birçok yazarın, kendisini dünyadan kopuk çılgın bir dahi olarak nitelendirmesinden sonra tüm röportaj tekliflerini geri çevirdi.

    14. kubrick meslektaşlarıyla telefon, fax ve e-mail yoluyla sık sık temas kurardı.

    15.filmlerinde her zaman mükemmeliyete ulaşmak isteyen kubrick, 2001* ve the shining filmlerini ilk gösterimlerinden sonra bile montajla değiştirdi.

    16. kubrick ve warner bros., clockwork orange filminin ingiltere'de gösterilmesini durdurdular. bunun sebebi de bir dizi seri cinayetin bu filmin etkisiyle yapılmış olabileceğine dair suçlamalardı. yasak hala devam ediyor.

    17. a clockwork orange, amerika'da ilk gösterime girdiğinde filmleri şiddet ve seks oranına göre düzenleyen rating sisteminde en son derece olan x ratingi aldı. daha sonra warner bros. tarafından piyasaya sürüldüğünde, bir alt değer olan r ratingi aldı ve hala bu geçerli.

    18. kubrick, exorcist (şeytan) filmine bir devam filmi yapması için gelen teklifi reddetti ve stephen king'in romanından uyarlanan the shining adlı korku filmini çekti.

    19. stephen king, kubrick'in the shining uyarlamasını hiç beğenmedi. 1997'de kendisi bir televizyon dizisi için bir uyarlama yaptı.

    20. yönetmen arkasında tamamlayamadığı bazı projeler bıraktı. bunlardan en önemlisi bilim-kurguya dönüş yapacağı a.i (artificial intelligence) adlı filmdi. bilim-kurgu yazarı brian aldiss'in romanından uyarlamayı düşündüğü film, 5 yaşında olan ve kendisinin bir android olduğunu bilmeyen android bir çocuğun hikayesiydi. film, buzulların erimesiyle sular altında kalan new york'ta geçecekti. kubrick ilk önce animasyonla çekimleri gerçekleştirmek istemiş daha sonra bilgisayar efektleri oluşturması için industrial lıght and magic şirketi ile anlaşmıştı. eyes wide shut filminin çekimleri için proje beklemeye alınmıştı.

    21. satranç konusunda büyük bir ustaydı ve filmlerinde bunu bir sanatsal motif olarak kullanırdı.

    22. kubrick büyük bir hayvanseverdi. bahçıvanın, bahçesindeki köstebekleri zehirlemesine karşı çıkmıştı. the shining'deki asansör sahnesinde gerçek hayvan kanı kullanmayı reddetti.

    23. kubrick üç kez evlendi ve üç kız çocuk sahibi oldu.

    24. kubrick filmlerin gösterimleriyle de çok ilgiliydi. ölümünden hemen önce stanley kubrick collection adlı yeni bir kolleksiyonun yapımı için izin vermişti. bu film kolleksiyonu, şu anda video kaset ve dvd olarak bulunuyor.
hesabın var mı? giriş yap