• filmde gardiyan mert evet evet hatalı değil mert diye bir karakter var.

    bilmem kaçıncı izleyişimden sonra demin çok acayip bir şey fark ettim.

    bu filmin dublajını yapan abiler meşhur çatı sahnesinde yıllarca gururlanmamıza sebebiyet verecek yeri yanlış dublajlamışlar.

    --- spoiler ---

    andy dufresne : mr. hadley, do you trust your wife?

    captain hadley : oh that's funny. you're gonna look funnier sucking my dick with no teeth.

    andy dufresne : what ı mean is, do you think she'd go behind your back, try to hamstring you?

    captain hadley : that's it. step aside mert, this fucker's having himself an accident.
    --- spoiler ---

    burayı abiler mörf diye dublajlamışlar. şimdi ben bunu araştırmadan buraya laps diye koyacak kadar da salak değilimdir herhalde.

    kanıtlar
    imdb guard mert karakteri
    mert karakterini canlandıran abi

    filmin çekilme tarihi 1994. sözlükte yazılan entrylerde sadece 1 tane mert kelimesi geçiyor ama o da yanlış çeviriden nasibini almış. belki yıllarca o çatı sahnesini farklı bi gözle izleyecektim. kenara çekil mert dediğinde belki gardiyan mert siktir lan diyecekti. bunlar işte hep elimizden alındı.

    orijinal çatı sahnesi
  • bu filmin beni en rahatsız eden olayı, adamın ne kendisini aldatan karısı yüzünden bir de hapse düşmesi, ne orada düzenli tecavüze uğraması, ne başka bahtsızlıktır. en hasta olduğum sahne, müdür norton'a ait, bin bir güçlükle ele geçirdiği defteri ve değerli kağıtları, bankada memureye verip "bunları postaya verir misiniz?" deyişidir.

    ya kardeşim... bak yine sinirden kaşınmaya başladım. yahu boşa yattığın 19 yıl boyunca gördüğün insanlık dışı muamelenin, her türlü haksızlığın, her türlü suçun intikamını alacağın defter lan o. kanın canın gibi bakman lazım. sen n'aptın, gittin götü başı oynayan misis brown bi hanıma verdin zarfı, sarı çizmeli mary ağa, "eee, rica etsem bunu da benim için postaya verir misiniz". lan kadın dese ki "sanki hizmetçisi var burada pezevengin" atsa yarın çöpe, gitti lan bütün plan. ne rahatlıktır. unutsa ya da, elinde defter postaneye gidiyor, "aa mary n'aber", "iyilik güzelim senden", "gel kahve içelim", "içelim kız", "o ne", "defter, postaya vericem", "verirsin sonra siktret", "tamam". al. hadi bakalım. düşürse ya da elinden, gitse kanalizasyona. köpek saldırıp kapsa. sen kimsin diye sorarlarsa "ben o kaçan mahkumum" derim tekrar yakalanır içeri girerim, ama götürür yine elimle kendim veririm lan onu ben o gazeteye. mümkün değil yani. kapıları kilitledim mi diye otoparkta anahtarın düğmesine yedi sefer basan adamım ben.

    yeminle geriyor şu sahne beni.
  • "i hope pacific is as blue as it is in my dreams" . (umarım pasifik okyanusu rüyalarımdaki kadar mavidir." cümlesiyle sona eren benim için 90'ların en iyi 10 filminden biri. yönetmen frank darabont o kadar iyi kamera açıları ve sinematografi kullanıyor ki hayran olmamak elde değil. yıllar sonra bu tekniğini the green mile filminde de görüyoruz . bu iki filmi yönetmenler için kutsal kitap olarak baş uçlarında bulundurmaları gerekir diye düşünüyorum.

    andy'nin teknesini tamir ettiği sahne abd'ye bağlı virgin adalarında çekildi. fakat filmde bahsettiği yer zihuatanejo ise meksika da. hatta meksika'nın baya güneyinde guetmala'ya yakın.

    filmi özel kılan ise ; bir duruma yada yere sıkışmış insanlara umut vermesi. ben bu filmi üniversiteye hazırlanırken izlemiştim ve red'in otobüsle meksika'ya gidip andy'le buluşma sürecinde en az onun kadar heyecanlıydım. çünkü hepimiz kurtulmak istiyoruz dileklerimize kavuşmak istiyoruz ve genelde isteklerimiz olmuyor. hayal kırıklığı yaşama korkusu insanın üstünde en büyük yıkıcı etkenlerden. red'in bunu başarmış olması filmin mutlu sonla bitmesi klasik bir mutlu sonun çok ötesinde bir haz verdi. artık günümüzde film ve dizilerin villian karakterin kazandığı kötü sonla biten filmlerle oldu. bunun sebebi saçma ve hissiz mutlu sonlarla biten filmlerden insanların sıkılması. ama bu film kesinlikle onlardan biri değildi. çünkü burada ki mutlu son ikisinin de hak ettiği bir sondu. bu da seyirci de güçlü bir etki bıraktı.

    diğer yazarlarında belirttiği gibi 95 yılı oscarlarında pulp ficiton , forest gump ve the madness of king george gibi filmlerle yarıştığı için yeteri kadar değer görmemiş bir film. ortalama üstü ama klasik değil zannedi. fakat film 2000'lerde cdlerin ortaya çıkması ve evlerde izleme modası iyice yaygınlaşmasıyla hak ettiği değeri kazandı.

    oyunculuk kariyerine 1964'te başlasa da dünyanın morgan freemanı tanıdığı oyunculuğu ile sevdiği ve global çapta bir yıldız olmaya başladığı ilk film budur. aslında yerine clint eastwood, harrison ford, paul newman, gene hackman, robert redford ve robert duvall gibi çok üst düzey kaliteli aktörler düşünülmüş . baktığım zaman şu listeye hepsi de çok kendine güvenli aktörler. red daha samimi daha ayakları yere basan hafif ezik ama dost canlısı birisi. bence morgan freeman bu role en uygun adaymış ve seçilmesi doğru olmuş. diğer aktörler oynasa ortaya çok farklı bir red çıkardı yada yazılması gerekirdi.
  • 2023 yılında izleyeceğim tek film. böyle bi karar aldım. ömür yeter ve ellili, altmışlı yaşlarıma gelirsem geriye dönüp baktığımda 2023 yılında, koca bir yıl boyunca, sadece bu filmi izledim diyeceğim. filmi 2 kere izledim. zaman zaman filmden sahneler izlerim, repliklere göz atarım ancak konsantre olarak tekrar izlemek için yeterince uzun zaman geçti. filmin, esinlendiği hikâyeyi bilmeden, yıpranmış, eski bir baskısını okul kütüphanesinde tesadüfen bulup lise 1'de okuduğumu hatırlıyorum. (bkz: kuşku mevsimi)
    benim için özel bir eser.
  • iyi güzel ama o kadar abartılacak bir film değil
  • haklıydınız "çıkış" incildeydi notunu gördükten sonra sekteyi kalpden ölmeliydi müdür
    ne o öyle ağza sıkmalar falan böyle bi göt oluş hiç bir filmde yoktur gibime geliyor
    sanki filmde his mıknatısı var sana geçiyor ister istemez film bitince fena oynamadım
    ama he diyebiliyorsun
  • redemption hristiyan teolojisinde "isa'nın acı çekerek kendine inanan tüm insanların günahlarının bedelinini ödediği" gibi bir anlama da gelir.

    yani sadece kurtuluş, iflah, serbest kalma gibi anlamların ötesindedir bu kelime.

    islam inancında "kefaret" bunun anlamını karşılıyorsa da ondan da geniş bir anlamı vardır ingiliz dilinde.

    sonuçta bu güzel filmin türkçe adı yanlış konulmuş, yanlış olmuş yani...
  • baba serisini, imdb deki diğer top 10, top 100 filmleri izledim, ilk izleyişte niye bu kadar abartılıyor dediğim tek film bu idi. lakin sonrasında biraz daha büyüyüp mesleği ele aldıktan, kendi kararlarimi verip yetişkinlige geçtiğimde tekrar izledim ve yerini hiçbir filmle karsilastirilamayacak biçimde hakettigini anladım. the shawshank redemption özgürlüğü ve ona zincir vuran bütün karakter özelliklerini, düşünceleri anlatır. hapishane müdürünün herkese incil dağıtması, gardiyan basinin ilk gece ağlayan kişiyi öldürmesi, baş karakterleri hepsinin öne çıkan özellikleri, hepsi bu konuyu işler. red özgür olamayacak kadar korkak, brooks yaşlı, heywood aptal, tommy ise kural tanimazdir, karakterler oraya öylesine hapishane hayatını anlatması için konulmamistir. red in 40. yilinda rehabilitation konuşmasi sırasında gerçekleri söylemesi, andy nin yanına gitmek için şartlı tahliyesini ciknemesi özgürlüğe giden yolda korkularini cignemesini anlatır. andy nin incilin içine gizlediği çekiç ve kitaba dusnugu not özgürlüğün dine attığı kazığı anlatır. film bu şekilde alt mesajlarla doludur. eğer düz hapishane filmi izler gibi izlerseniz tabii ki bu alt metinleri farkedemezsiniz keza bende ilk lise yıllarımda izlediğimde farkedememistim. lakin yerini kesinlikle hakeden bir film, izleyin izlettirin
  • hasret giderdik az önce.
    senede bir kez izlemesem özlediğim film.
    hayır, asla sıkılmıyorum.
  • yüzüncü kere izliyor da olsam, hala o çatıda baş gardiyanın andy dufresne'i aşağı atacağından korkuyorum.
hesabın var mı? giriş yap