• eğer evin bir ucundaki odamdan, diğer ucundaki bluetooth hoparlorun sesini o an elimdeki cep telefonumun yan tuşu ile yükseltebiliyorsam, birbirimize dokunmadan birbirimizin ne istediğini hissedebiliyorsak ama fiziksel olarak gözümüzle bunu algılayamıyorsak, evrenin ve herşeyin bir yaratıcısı hiç şüphesiz ki vardır. ve ben göremediğim bir dalganın etkisini duyabiliyorsam, o yaratıcının varlığını nasıl benliğimde hissetmem.
    muhteşem diğer her vasfının yanısıra ilk ve en muhteşem mühendis, bilimadamı ve sanatçıdır "o".
    ve bunu kalp dışında bilinçle algılayabilmek için herkesin yolu farklı bu veya herhangi bir dünyada.
  • bu özellikteki futbolcular çok değerlidir. bir örnek vereyim: "delgado".

    durun lan kötülemeyin. sorun bi "niye tırnak içinde yazdın?" diye. bundan 3-4 yıl filan önce bir vakit, öğrenciyiz aç geziyoruz filan derken bir arkadaşım kaldığı yurtta yemek yemeye çağırdı beni. açım deli gibi, koştum topuklarımı kıçıma vura vura. yemekhanede bir kağıt asılı duvarda:"sol elle yemek yemeyin, sol elle şeytan yemek yer ve içer!" yazıyor üzerinde. öyle bi kilitlendim ki yazıya sanki "son akşam yemeği" karşımda duruyor ve onu çözmeye çalışıyorum. yaklaşıyorum, uzaklaşıyorum, elimi çeneme koyuyorum ama işin içinden çıkamıyorum. öyle bir pozisyondan arkadaşım çekti kurtardı beni. masalar birleştirilmiş tek sıra iftar sofrası gibi. oturdum tam orta yerine, sağım solum komple doldu(son akşam yemeği, evet). barbunya varmış yemekte. yanında da pilav. allah razı olsun dedik başladık yemeye. muhabbet futboldan açıldı.

    -- hangi takımlısın kardeş?
    chak: beşiktaşlıyım.
    -- delgado diye adam almışsınız. nerede oynuyor o? necidir?
    chak: orta sahada oynuyor. yaratıcı oyuncu.

    o an sanki pencereler, kapılar bir anda sonuna kadar açıldı ve içeri "tövbe tövbe" dalgası girdi sandım. soldan, sağdan, her yanımdan "tövbe tövbe" sesleri geldi. herkes iki kere tövbe ettikten sonra durumu kurtarmaya çalıştım.

    chak: e allah vergisi yetenek... ehe ehe.
  • - ne yapiyorsun agacin tepesinde, duseceksin in cabuk asagi!
    - allahla konusuyorum babaanne!
    - allahla konusulur mu hic, tas olacaksin, kim sokuyor bunlari aklina! in dedim!

    5-6 yaslarinda olmaliyim. dehsetle acilmis gozler ve hizla acilip kapanan dudaklar yaptigimin ne kadar gunah oldugunu yuzume yuzume savurmustu. gizli kapakli bir is olmustu bu o gunden sonra, bir cocugun buyuk ve ama vazgecilmez gunahi: yaraticisiyla konusmaya calismak.

    insanlarin yaratici algisi zerre kadar ilgimi cezbetmemekle birlikte, pek dindar bir toplumda yasamanin, insani zaman zaman katilmaya zorunlu kildigi "dini" konusmalarda ne zaman kendi yaratici algimdan bahsetsem, yillar oncesinden can verilmis dehset dolu gozler ve anlamsiz acilip kapanan dudaklar, babaannemin sozlerini miras almis gibidir: "gunahkar ve saygisizsin!" bu gunaha hic inanmadim. eger ortada bir gunah varsa o, insanligin yaraticiyi bir yasam tedarikcisine, dilekleri yerine getiren bir lamba cinine donusturup, anlamlarini bile merak etmekten yoksun olduklari metinleri, birer tilsimmiscasina, koksuz, kupkuru ve egreti bir kendinden gecisle siralayip "ibadet" "borcu" odedigini dusunmesidir. (bkz: öğretilmiş dindarlık/#28083472)

    beni dehsete dusuren de insanin yaraticisini merak etmemesidir. hayir, yaratilana, dunyevi ve uhrevi akibetlere duyulan insansi merak degil kastettigim; insandan, dunyadan, yasamdan, olumden ve sonrasindan beri bir merak: yaraticinin bizzat kendi varligina, varliginin niteliklerine, gercekte ne istedigine dair, o'nu bilmeye dair bir merak.

    hep yaraticinin insani terkettigi soylenir oysa yaraticiyi terkeden insandir; onu bir totem haline getirip goklere hapsederek; bilemedigi, ogrenemedigi, yapamadigi seylerin sorumlulugunu ve sucunu o'na yukleyerek; yalnizca kendi akibetiyle, dunya ve olum sonrasi yasamiyla ilgilenip o'nu yapayalniz birakarak yapmistir bunu. friedrich "tanri oldu" deyip herkesi birer tanri olmaya bile davet etmistir. bunun icin bile yaratici suclanmistir ustelik.

    ah, insan! kudretini bile acziyetinden alan, gulunc ve goz kamastirici kustahligiyla bir garip yaratik!
  • her yere imzasını atmıştır.
  • fikrin yetenekle yoğrulup akılcı bir biçimde sunulma ve hissetirilme şekli.
  • bir nehrin kenarında dururken, önümüzden akıp geçen kabarcıkların her birinde birer güneşçik görünür. o kabarcıklar ilerideki bir tünele girdiğinde, kendilerinde görünen, parıldayan güneşçikler kaybolur fakat aynı güneşçik veya güneşçikleri önümüze gelen kabarcıklarda yine görürüz. bu da göstermektedir ki kabarcıklardaki güneşçikler, kabarcıkların kendilerine ait olmadığı gibi kendi kendilerinin de yaratıcısı da değildir, bilakis her biri kabarcıklarda tecelli eden tek bir güneşe aittir. böylece her bir kabarcık, kendisinde parıldayan ışığın ve güneşçiğin kendisine ait olmadığını, onun tek bir güneşin cilvesi olduğunu yani güneşin varlığını ve birliğini gösterir. ayrıca, güneşin ışık sahibi olduğunu da ortaya koyar. bunun yanı sıra tünelde o güneşçikler kaybolurken bulunduğumuz noktaya gelen kabarcıklarda yine görünmesi ise güneşin bekaasını işaret eder.

    işte, bütün varlıklar böyle birer kabarcık gibidir. muntazaman ve hayatları için gerekli bütün cihazlarla donatılmış olarak dünyaya gelişleriyle bir yaratıcı'yı, canlı olanlarının sahip bulundukları görme, işitme, hareket gibi vasıflarıyla yaratcı'nın mutlak gören işiten ve her an her bir işte olduğunu, hayatları için gerekli cihazlarla donatılıp, yine hayatları için müsait bir çevrede yaratılıp gerektiği şekilde beslenmeleriyle yaratıcı'nın sonsuz şefkat merhamet sahibi ve rızık verici olduğunu bütün kainatta görüldüğü gibi kendi hayatlarında da açıkça müşahade olunan muhteşem sistem, düzen, ahenk ve yardımlaşma ile yaratıcı'nın birliğini hiçbir eş ve ortağının bulunmadığını, hayattan gidip yerine yenilerinin gelmesiyle yaratıcı'nın ölümsüz veya baki olduğunu açıkça ortaya koyarlar.

    yine çok basit gibi görünen bir misal olarak mesela insanın yediği tek bir lokma ve bu lokmanın vücutta gıda olması için güneş, toprak, su, sahip olduğu hususiyetlerle bitki ve insanın bütün vücud azaları tam bir yardımlaşma içine girmektedir. bunların hiç birinde varlıklar içinde en şuurlu bilgi ve irade sahibi olan insanın en küçük bir dahli ve rolü yoktur. demek ki insanın organlarını tanzim eden ve onun ihtiyaçlarını bilip, onları karşılamayı tekeffül eden zat ile güneşi, toprağı, suyu, bitkileri kısaca bütün kainatı yaratan aynı zat'tır. yine insanın dünyaya gelip gelmeme, doğum ve ölüm yer ve tarihleri ailesinin renginin ırkının fiziğinin seçimi gibi varlığının en belirgin yönlerinde de en küçük bir rol yoktur. şu halde, onu herhangi bir tarihte herhangi bir yerde herhangi bir kavim ve aile içinde ve herhangi bir fiziki yapıyla dünyaya getiren ile yine herhangi bir yer ve tarihte herhangi bir sebeple hayattan alan zat mutlak irade sahibidir ve bu zat bütün kainat üzerinde mutlak kudret sahibidir de.
  • kaybettim, olamıyorum. beynimin üstünde oturmaktan uyuşmuş yerleri var ve kalanıyla anca susuzluğumu - aclıgımı farkedebiliyorum. cümle kuramıyorum !
  • aristo'ya göre varoluşun yaratımına neden olan bir gücün, varlığın, başlangıç noktasının, tanrının, allahın, rabın, yehovanın (adına ne derseniz deyin) olması kaçınılmazdır.

    niceliksel ve niteliksel her şey aslında birer sonuçtur. her sonucu yaratan bir neden vardır. * * * * * bu neden de bir şeyin sonucu meydana gelir. ancak o sonucun öncesinde de bir neden yatar. kısacası nedenden sonuca, oradan da tekrar nedene götüren bir devinim vardır.

    bu neden sonuç ilişkisiyle biten devinime neden olan daha büyük bir devinim vardır. o devinime neden olan daha da büyük bir devinim, ve ona da neden olan daha daha büyük bir devinim vardır. sonuç olarak neden sonuç ilişkisi sonsuz kez geriye giderek sonsuz sayıda devinim yaratır, ta ki hiçbir şekilde bir devinimle meydana gelmemiş, bir nedenin sonucu olmayan bir yere gelene kadar (çünkü o zaman bitmeyecek).

    bu tüm devinimlere neden olan şey bir şeyin sonucu olamaz çünkü o zaman bir koşula (nedene) bağlanır. ve o koşullar değiştiğinde ortadan kalkması ya da değişmesi gerekir. aynı şekilde bir devinimin içinde de olamaz. çünkü bu durumda o devinim öncesinde de bir devinim olması gerekir, ki bu da deminki sonsuz neden-sonuç durumuna götürür bizi. yani hiçbir şekilde öncesi olmayan ancak ardıllarının bitmediği bir noktaya varmak zorundayız.

    islam felsefesinin yunan felsefesinden nasıl etkilendiğini henüz okumadım ama tam bu gelinen nokta bence ibrani dinlerdeki yaratıcı tanımına birebir uyuyor. bu kavram tek, hiçbir nedene tabi olmayan, her şeye kadir bir tanrı kavramına cuk diye oturmuyor mu? eğer aristo'nun bu mantığını çürütecek bir şey diyemiyorsak yaratıcı kavramını da kabul etmemiz gerekecek. adına allah, rab, kozmos ya da ne dersek diyelim.
  • yok edicidir aynı zamanda, her şeyi altüst edip tersyüz etmek zorunda olan cinsleri vardır*. (bkz: yaratıcılık).
  • bir cisim üzerinde şekil değiştirmek yaratıcılık değildir.bir ressamı yaratıcı diyebilmemiz için resim yaparken kullanmış olduğu tüm araç ve gereçleri kendisinin yapmış olması gerekir. bu da şunu gösterir; kullanmış olduğu kalemlerdeki renklerin oluşumu bitkilere dayanmaktadır ve doğal olarak önce bitkileri ve hatta bitkiden daha önce onun ihtiyaç duyduğu hava su ve güneşi yaratması gerekir ki top yekün hiç bir şey de yardıma muhtaç olmadan bir cisimi yapabilmiş olsun. bunun mümkün olmadığına hatta olamıyacağına göre yaraticinin yarattiklarina bakıp,cisimler üzerinde oynayıp "yarattik"demenin ötesinde,cisimleri taniyip, onlari keşvetmek ve bunlari insanlik aleminin yararina sunmak yaratıci olma eyleminden çok daha zengin bir keyfiyettir.
hesabın var mı? giriş yap