• (bkz: barış bıçakçı), (bkz: behçet çelik) ve arkadaşlarının çıkardığı otuz yıl önce, 1991 ocak ayında yayın hayatına başlayan edebiyat dergisi.
    ilk sayının kapağında "çıkarken" başlıklı yazıda, derginin neden ve hangi amaçlarla yola çıktığını anlatıyorlar.

    "sorunlarını ve güzelliklerini yaşadığımız bir kültür-edebiyat ortamına yeni hır dergiyle katılmanın coşkusuyla merhaba!

    son on-on beş yıldır, amatör dergiciliğin uzun süreli yürütülemediğini hepimiz biliyoruz. ancak bu bilgi, bizi umutsuzluğa sürüklemiyor. tersine amatör dergiciliğin yokoluş nedenlerinin başına sermayesizliği koymanın ve her şeyi sermaye ile açıklamanın bir kolaycılık olduğunu düşündüğümüz için amatör bir dergi çıkarma gereğini duyuyoruz. bizce edebiyatçı için geçerli tek bağlanma, dünya görüşünden doğan bağlanmadır. yayın hayatında büyük sermayelerle kurulacak her tür ilişkinin yazarın bağımsızlığını olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyoruz. üstelik yaşadığımız günlerde yayın hayatına egemen olan sermayelerin de edebiyatımıza çok şey katmadığını kabul etmek zorundayız. yazarın giderek bağlandığı bir edebiyat ortamında özgür bir yaratıcılıktan ne kadar söz edilebilir?

    ülkemizde tüm eğitim kurumlarının insanımıza okuma ve yazma, düşüncelerini ifade edebilme becerisini kazandırmadığı,
    yayınevleri ve dergilerimizin belirli bir çalışma disiplininden yoksun ya da en azından yetersiz olduğu,
    bu nedenle özellikle dergilerin genç yazarlarımız için okul olamadığı,
    böyle bir görevi gerçekleştirebilmeleri için kişisel kaygıları biraz olsun geriye iterek, yakın anlayıştaki yazarların bir araya gelmesiyle edebiyatın temel kavramları ve sorunlarının tartışılması gerektiğine inanıyoruz.

    eğitim kurumlarının, büyük yayınevlerinin bile sağlıklı kurumlaşamadığı topraklar üzerinde amatör dergiler kurumlaşabilir mi? yanıtı çok zor olan bu soruya evet diyebilmek için yola çıkıyoruz.

    toplumcu ve gerçekçi bir dünya görüşüne inanan insanlar olarak, toplumcu edebiyatı olması gereken yere doğru çekerek ve onunla birlikte hedeflediğimiz toplumcu edebiyata doğru yürümeyi göze alıyoruz. dergimiz bu yürüyüşe yalnızca bir adım…
    bu girişimimizin gerçekleşebilmesi bile yeni ve genç insanların katkılarıyla, ortak amaçlara yürüyen dergilerle birlikte olası. yazılı günler’in bir birliktelik çağrısı ve zemini olması dileğiyle merhaba!"
  • "yerli yersiz kullanılan tırnak, içdünyamızın karmaşıklığını gösteriyor gibi. bir anlamda kendi düşüncelerimize bile yadırgılaştığımızı." tomris uyar - yazılı günler

    "çıkardığı dergiden ötürü mizancı diye anılan mehmed murad'ın oldukça zigzaglı bir ömür çizgisi var. tiflis'te doğmuş (1853), yüksek öğrenimini rusya'da yapmış. yurda geldiğinde düyunu umumiye komiserliği, mülkiye'de tarih öğretmenliği gibi önemli görevlerde bulunmuş. "hürriyet fikirleri"nden ötürü görevden atılmış. abdülhamid ii'nin istibdadından mısır'a kaçtıktan bir süre sonra paris'te yayımlamış dergisini. derken ittihat ve terakki'nin cenevre kolu lideri olmuş. saray'la anlaşıp yine yurda döndüğünde bu kere devlet şurası üyeliğine atanmış. sonraları günlük gazete olarak yayımladığı mizan'da 31 mart olayını savunduğu gerekçesiyle rodos'a sürülmüş. yurda son bir kere daha döndükten sonra 1914'te ölmüş."

    "bana kalırsa bir yazar ile bir yazma hastasını ayıran en belirgin özellik, yazarın anlatacağını kurması, yazma hastasınınsa bir an önce ve nasıl olursa olsun anlatmasıdır. sözdizimi, yazım kuralları vızgelir bir yazma hastasına, hatta küçümser onları..."

    "o günlerde de yazarlığın öğrenilebileceğini sanmıyordum, şimdiye iyice biliyorum. ama yazmak öğrenilebilir ve öğrenildiğinde, yazma hastalığı ile yazarlık arasındaki ayrım da açığa çıkar."

    ["bir konuda size bir yazı ısmarlandığını düşünün: yazabilir misiniz?
    "iki ya da üç kişiyi birkaç sayfa boyunca konuşturmayı denediniz mi?"]

    "sabah altı buçukta kahvaltıyı, çayı, onun* sevdiği mazhar-fuat-özkan kasetini hazır ediyorum. serumun bitişini beklerken çay içiyoruz."

    "insanlar tıptan pek anlamıyorlar da tıp insandan ne kadar anlıyor?"

    "bu verimlilik telaşında, bazı yazarların yazma sancısı çektiklerini, zaman zaman yazıdan tiksindiklerini okurlar anlasınlar isterdim."

    "gelgelelim polisler, yalnız yaşayan bir kadın olup olmadığımı soruyorlar, çocuğum var mıymış, adamın telefon defterinde birtakım marjinal şöhretlerin numaraları da bulunuyormuş."

    "aydın emeç, toplumun zorladığı katı kuralların hiçbirine yüzvermez, hiçbir ideolojiyle kıstırılamaz; onun koyduğu ilkeler, kendi ahlakı doğrultusunda koyduğu ilkelerdir."

    "benim deneyimime göre cortazar'ı seçmişseniz cool-jazz eşliğinde martini içmeniz gerekir. bu da iyidir, çünkü martini'yi hazırlamak 11'i bulacaktır. seçilen mutlu kişi borges'se, mandalina likörü ve barok müzik; marquez'se vermut (margarita bulabileceğinizi sanmıyorum) ve samba; kundera ya da berger mi, tango ve sek votka; james joyce'sa viski ve country folk iyi gider. yöntemimi keşfetmişsinizdir; yazarların ilk çağrıştırdığı müziği ve içkiyi değil, ikincisi'ni seçiyorsunuz ve böylelikle onlarla kuracağınız iç-dünyayla biraz sonra çıkacağınız dış-dünya arasında geçit hazırlıyorsunuz. (kediniz varsa onun somut sıcaklığını okşayın.)"

    "beni okuyacaksanız bir rom koyun lütfen (aslında rakıya da razıyım), bir de billie holiday (hafız burhan'a da razıyım). sağolun!"

    "çoğu zaman araba kullanamayacak kadar sarhoş gezen bu iki yazarın ayık sürücüsü olmuş da bu benzersiz anılar-kitabını ortaya çıkarmış yıllar sonra. (...) fitzgerald'ın romanlarından da sezebileceğimiz içedönük, özyıkımcı saldırganlığını, hemingway'in dışadönük ve atak kırılganlığını, bu iki yapıyı ayıran yine de dost kılan özellikleri derinlemesine kavrayabiliyoruz."

    "üstelik bu, sanılabileceği gibi eskimiş bir dil sorunu değil, eskimiş bir duyarlık sorunu. yoksa sabahattin ali ile sait faik neden dipdiri duruyorlar hala?"

    "onun, eve gider gitmez çehov okuyacağına inanıyorum birden. ilk deneyimi unutmamak için bir sanat-edebiyat yapıtıyla bağlantı kurulur çoğu kere."

    "flörtün dili yoktur ki. flört, olsa olsa, bir yaşama, yaşama özel bir bakış atma -hadi doğrusunu söyleyeyim- yaşamı özel bir biçimde kesme becerisidir. anlamı hiç de o kadar düz, yalın değildir, yeniyetmeliğe hiç sığmaz."

    "kışın o üçyüz yıl süreceği sanılan karda, günde en az yirmi sayfa çeviri yaparak atlatmıştım bu kıstırılmışlık duygusunu."

    "- siz aydınlar bir ömürsünüz!.. öldürmenin bir iş olduğunu bilmiyorsunuz. yıllar yılı, bir gün asla yapamayacağınız bir şeyi yapacağınız umuduyla idare ediyorsunuz. (...) ama hayır. sizler bazı insanların yaşaması gerektiğini düşünür, bazı insanlaeın yaşamaması gerektiğine inanmazsınız."

    "zarif cinayetler bir yana, ilkelliğin en önemli koşulu hiç değilse öldürmeyi bilmektir, değil mi?"

    "karmaşık bir düştü, yalnız 6 ve 7 rakamları belirgindi. altı kere yedi kırk dokuz ettiği için de 49'la biten bir bilet aldım. bir belirtgeydi yani, benim yerimde kim olsa böyle davranırdı."

    ["the platters" grubunun en ünlü şarkısı "the great pretender", nostalji modasına uyularak, bazı kesip biçmelerle günümüzde yeniden yayınlanmış; şu anda dünya listelerinde.]

    "bildiğim bir şey varsa, o da geçmişle, geçmiş eleştirisi aracılığıyla pekala güncelleşebileceğimiz ama geçmişi yağmalarsak günü de yitirebileceğimiz."

    "bu bakış, daha da abartılı biçimde bir süredir edebiyata da bulaştı: gençlik edebiyatı, çocuk edebiyatı, kadın edebiyatı, sürgün edebiyatı gibi ayrımlar geliştirildi, edebiyatın kendine özgü bütünlüğü, tamlığı olduğu görmezden gelindi."

    "boşlukları çalabilmek deyince akla ilk gelen, caz oluyor: boşlukları oynayabilmek, sessiz filmleri, özellikle şarlo'yu çağrıştırıyor; boşlukları yazabilmekse çehov'u. (sözgelimi pandomimciler, sessizliği devinimle doldurdukları için konunun biraz dışında kalıyorlar.)"

    ["elimizdeki bütün göstergeler birleşiyor
    öldüğü günün soğuk, karanlık bir gün olduğunda."

    w.h.auden, unutulmaz şiiri "william butler yeats'in anısına"da böyle diyor. edebiyatçılar arasında kanbağını, dostluk bağını bile aşabilen, sürekliliği ve dayanıklılığı, zamana da mekana da sığmayan bambaşka bir akrabalık kurulabildiğini gösteriyor şiir.]

    "bir ütopyaya varma telaşında değildiler, kopkoyu, kapkara koşullarda bile günü gününe direnmek derdindeydiler."

    [hürriyet 1988 takviminin 29 nisan cuma günkü yaprağında şöyle bir bilgi var: "43 yıl önce bugün, 29 nisan 1945'te, italya diktatörü mussolini, ii. dünya savaşı yenilgisinden sonra ülkesinden kaçarken, metresi clara ile birlikte yakalanıp halk tarafından linç edildi."]

    "babası sarayın faytoncubaşısıymış. okuma sevgisini ondan almış. ama babası daha çok tarih kitaplarına ve anılara düşkünmüş."

    "böyle anlarda gösterilen her incelik, incelik sınırını bir çırpıda aşıp kabalığa girmeye yatkındır."

    "bir bakıma haklıydılar, bir yazarın kitaplarının dizili durduğu bir masanın arkasında, yoldan müşteri çeviren bir tezgahtar kimliğine bürünmesi onur kırıcıydı."

    "çünkü bir imza gününe en az dört gerçek okur geliyor. en az iki kişi de ilginç sorular soruyor. ama imza günlerine asıl, dostlarınız, meslektaşlarınız geliyor."

    "kitaplarınızı basmak için kuyruğa girmiş yayınevleri yoksa, imza günü sizi yine de yüreklendirir."

    "cinselliğin ve hazzın yaşadığımız sürece bitmeyeceğini bir kere daha anlıyorum."

    [scott fitzgerald'ın dediği gibi "bir sevgiliden edinilen incelikler, öbür sevgiliye taşınıyor"sa, bir ve tek sevgiliye kendini ömür boyu mahkum edenin pek incelik şansı kalmıyor.]

    "çünkü içki-özürlü bir toplumda yaşıyoruz. keyifsiz, ürkek ve saldırgan bir toplum." tomris uyar - yazılı günler
hesabın var mı? giriş yap