• girilen tanım entrylerini gördükçe aslında pek çözümlenemediğini gördüğüm hikayedir.
    hikayeyi anlatanlar dahi hapse düşmesiyle bitirmişler ki eksik kalır. direk eksik kalan sonunu anlatayım:

    --- spoiler ---

    patronu bartleby'i hapishanede ikinci kez ziyarete gelmiştir. orada onu bahçede bir ağacın dibinde yatarken bulur. gardiyan onun uyuduğunu sanmaktadır. patronu yanına gidince aslında ölmüş olduğunu görür ve ağzından şu sözler çıkar:
    "ah bartleby! ah insanlık!"

    --- spoiler ---

    yalnızca gözden kaçan bir kaç noktaya odaklanınca ana temayı çok net görebiliriz. çözümlemeye mekandan başlayalım. katip bartleby'nin iş yeri wall street'teki bir avukatlık bürosudur. yani ekonominin kalbinde adaleti savunan bir "iş yeri".
    onun geçmişine kafa yormak gerekli değildir; zira, geçmişi önemli değildir. o tam da bulunduğu konumun, zamanın ve durumun eleştirmenidir.
    "yapmamayı yeğlerim"* ile özetlenen bu pasiflik bir intihar değil bir düşünce tohumudur.
    son sahnede bartleby cenin pozisyonunda kıvrılmış yatmaktadır. bu da en insani duruştur.
    "ah bartleby! ah insanlık!" sözü ise filizdir. bartleby'nin eylemi sokakta değildir, düzenin içindedir. o da bu çarkların en küçüğüdür. patronu ise ona nazaran biraz daha büyüğü. işte bu noktada son sözler o düşünce tohumunun bir büyük çarka sıçradığını gösterir. kahramanımız kendi etki alanındaki en büyük kazanımı böylece sağlar. özgürlük fikri çarktan çarka sıçrayarak çiçekler açarak tüm sisteme yayılacak ve düzen bozulacaktır.
    bu temayla bakıldığında pasif direnişi en iyi anlatan hikayedir. bir hocamın dediği gibi:
    "siz gidip işleyen büyük çarka dışarıdan kolunuzu sokarsanız o kol kopacaktır ve devinim sistemdeki kanı da temizlemeyi bilir. sisteme girmekten korkmayın hatta büyüyün daha büyük çarklar olun ki etkiniz de o denli büyük olsun."

    edit:imla
  • borges kitabın önsözünde " evrenin gündelik ironilerinden biri olan gerçek faydasızlığı gösteren üzücü ve gerçek bir kitap" demiştir.

    çalışmamayı, okumamayı, yapmamayı tercih eden karizmatik karakter bartleby'inin aslında "yaşamamayı" tercih etmesini anlatır.
  • herman melville'in en ünlü hikayelerinden birisi. ünlü olmasının yanı sıra anlaşılmasının da ciddi bir altyapı gerektirdiği düşüncesindeyim. şöyle ki, melville bu hikayedeki karakterleri yazarken hepsine bilinçli bir şekilde bazı özellikler yüklemiştir ve en önemlisi daha önceden de belirtilen 'gregor samsa' gibi karakterleri referans kullanmaktadır. turkey ve nippers karakterleri birbiriyle tamamen zıtlık içinde görünse de, aslında onların farklı karakter yapıları ofisin -başka bir deyişle sistemin- stabil çalışmasını sağlamaktadır. zıtlıkların birbirini tamamlaması onları lewis carroll'un alice in wonderland'indeki 'tweedledee and tweedledum'a benzetmemize olanak kılar. ginger nut ismindeki diğer karakter ise hikayede büyük rol oynamaz. tek yaptığı emirlere itaat edip ona lakabını kazandıran ginger nut'ları ofise getirmektir. bu da onu bartleby'nin tam tersi yapıyor. ana karakter bartleby ise direnişte bulunmadan direnen, düzenin karşısında sessizce duran, yolda yanımızdan geçse kimsenin dönüp bakmayacağı bir karakterdir. hikaye boyunca giderek yaptıklarının onun hayatında anlamını kaybetmesi ve en sonunda bir anlamdan yaşamaktan vazgeçmesi onu bizim anti-hero'muz yapar.

    belki de okuyanların en çok etkilendiği hatta kanının donduğu o cümle ise "i prefer not to" olsa gerek. 'i do not prefer' gibi bir yaklaşımı olmaması çok önemli. kesin bir durum belirtmek karakterin egosunu ortaya koyabilecekken, melville bartleby karakteri ile 'tercih etme'ye gerçek anlamını kazandırmıştır. bartleby'nin bu tavrı diğer arkadaşları tarafından tepki ile karşılansa da, iş verenleri olan avukat bu işten sürpriz bir şekilde çok etkilenmiştir. avukatın bartleby'den bu denli etkilenmesi ve duruşuna anlam kazandırması ve bununla birlikte diğer karakterlerin belirgin özellikleri olması eleştirmenlerin avukatı bir tür 'character collector' olarak adlandırmasına sebep olmuştur. hikayenin geçtiği yerin wall street olması da ayrı bir önem arz etmekte. wall street insanın en robotlaştığı ve kendi doğasından uzaklaştığı yerdir desek heralde yalan olmaz. orada düzen çok önemlidir ve hiçbir şey ters gitmemelidir. her çalışan bir şekilde birbirinin aynısıdır ve farklılık kabul edilemezdir. bu noktada bartleby'nin farkındalığının doğurduğu iç tepkisi bu ortama uymamaktadır.

    bazılarının dediği gibi bu hikayenin zıtlıkların dengesinden ibaret olduğuna katılmıyorum. herman melville sistematik bir şekilde karakterleri kurgulamış ve işkolik puritan amerikanın yeni yüzyılında işlerin nasıl yürüdüğüne eleştiride bulunmuştur.
  • nereden başlayacağım, nasıl yazacağım bilmiyorum. hayvan gibi kitap yapmışlar.

    şimdi öncelikle kafka' nın dönüşüm' üne gidiyoruz. samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyanıyordu, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buluyordu falan filan. en büyük kaygılarından biri işe gidememek oluyordu hatta. sonrasında da ''acaba samsa sistemin içerisinde bir böceğe mi dönüştü, bütün insanlar bir böcekti de samsa, kafka' nın bize bunu anlatmak için seçtiği bir kurban mıydı; yoksa samsa sistemin dışına çıkmaya karar verdiği için toplum onu bir böcek olarak mı görmeye başladı'' gibi bir tartışmaya neden olmuştu.

    işte bu kitap kafka' nın dönüşüm' ünden çok daha önce yazılıyor. hikaye kısmını bir kenara bırakalım, o oldu, bu geldi, bu gitti diye bakınca kitaba, ortalama bir kitap diye yorumlarsınız zaten kitabı. bir adam var, garip bir adam, şu oluyor, bu oluyor falan filan... biz şimdi özellikle şakirtlerin çok sevdiği o kelimeyi kullanarak dalalım kitaba; altta yatan ''mana'' orada bir hikmet var arkadaşlar. şaka lan şaka yok hikmet falan. birazcık kitap okumayı bilen biriyseniz zaten az çok her şeyi görürsünüz, kitapta anlatılmak istenen meseleyi kavrarsınız. geçen bir panele katıldım, noktaları birleştirelim mottosuyla düzenlenmişti. şimdi biz de noktaları birleştireceğiz burada;

    1. nokta: mekan wall street. basit bir google aramasıyla görebileceğiniz üzere paranın kalbi mekan.

    2. nokta: anlatıcı bir avukat. paranın kalbinin olduğu yerde para kazanma amacıyla bir iş yeri 'işleten' ve görevi adaletin sağlanmasına yardımcı olmak olan bir adam.

    3. nokta: bartleby yapmamayı ''tercih eden'' bir adam.

    4. nokta: anlatıcı, yani avukatın son cümlesi; ah insanlık.

    5. yalnızlık teması. bu tema kitapta hayvan gibi var hem de. kitabı uzun uzun inceleyip yorumlayıp sistem eleştirisine odaklanıp da o sistemin yarattığı en önemli hastalığı es geçmek bana ilginç geliyor.

    avukat, yanına bir katip alıyor. halihazırda zaten 3 kişinin işveren pozisyonunda bir avukat var ortada. bu üç kişinin her birinin kendine özgü özellikleri var ancak (yalnızlık burada başlıyor bence daha hikayenin başında) bu özellikler sadece işverenin işi ile ilgili olarak ele alınıp değerlendiriliyor. kitap boyunca aslında ne kadar sağ duyulu ve vicdanlı davrandığını sıklıkla göreceğimiz avukat bile senelerdir yanında çalışanların kişiliklerini, sadece iş yerine olan artı ve eksileri ile ele alıyor. sisteme bakar mısın, düzene bakar mısın? çarklar dönsün de nasıl dönerse dönsün. mesele çarkın dönmesi ve kişilerin duyguları, karakterleri vs. çarkların dönüşünü sağlamak için kullanılıyor. örneğin iki yardımcının birinin öğleden önce birinin öğleden sonra uyumsuz tavırlara bürünmesi iş yerindeki düzeni aksatmadığından sorun teşkil etmiyor. e ulan adamın iş yeri tabii ki oranın menfaatlerini düşünüp ona göre yorumlayacak diyenler için diyorum ki bartleby' i hiç mi anlamadınız siz? zaten sizin gibi düşünenlere düşüncelerini sorgulatmak için bartleby' i o büroya sokuyor yazarımız. bak buradan özel mülkiyetin gerekliliği sorgusuna kadar gider bu olay. bartleby büroya geliyor, ilk başta oldukça da çalışkan bir adam izlenimi yaratıyor. sonra hiçbir iş yapmamaya başlıyor. iş yapmıyor ama maddi manevi bir zararı yok. yani belki en fazla bir masa kaplıyor hepsi o. evinizin bodrumuna girip de oraya yavrulayan bir kedi size na kadar zarar veriyorsa bartleby de en fazla o kadar zararlı çevresine. ama o kediyi oradan atmak isteyen sayısız teyze dolu bu ülkede, bu dünyada. yine de iş arkadaşlarının ve büro sahibinin bartleby' iyi istememesi elbette anlaşılabilir bir durum yalnız büroya gelen diğer insanlara ne oluyor da onlar da sürekli avukatımızı sıkıştırıp o adamı neden barındırdığını sorguluyorlar? işte orası tam bir dönüşüm hikayesi ya da ''boyalı kuş'' metaforu sanki. sistem bu, böyle çalışıyor, müthiş işliyor. başka bir makinede bir çark dönmüyorsa, diğer bir makinenin çarkı, kendini o dönmeyen çarktan da sorumlu hissediyor. belki kendisinin neden sürekli dönmek zorunda olduğunu sorgulamaktan korktuğundan dönmeyen çark görmek istemiyor. bakın sistem dediğiniz şey biziz sadece. kız arkadaşınla sokakta öpüşemezsin, ben de öpüşmem ama istanbul, eskişehir, izmir gibi kentlerin barlar sokağında öpüşürüm, hiçbir şey de olmaz. neden? çünkü mesele eylem değil, diğer insanların buna tepkileri. işte sistem bu. tüm bunların kitapla ne alakası var? çok alakası var. bartleby bu. bartleby sokakta öpüşen çift, bartleby cami önünde içki içen adam, bartleby kimseye zararı olmadığı halde, o kimseler tarafından inşa edilmiş maddi ve manevi değerlere saldıran bir savaşçı. her ne kadar bartleby eylemsizlikle özleştirilmişse de aslında o büroya girmesi bir eylemdir, o bürodan çıkmaması da bir eylemdir. bir insan kendisine ait olmayan bir yerden neden gitmez? mesele gitmemesi değil, 2 polis çağırırsın gelir alırlar zaten.

    şimdi çok uçuk bir şey söyleyeceğim, kitaptaki asıl karakter bartleby değil, asıl hikaye avukatın kendisi.

    bir süre sonra bürodaki insanlar da tercih lafını kullanmaya başlıyorlar kitapta. çünkü hiç tercih etmemişler. yaşamak için para kazanmak gerek denmiş onlara, hepimize dendiği gibi onlar da kazanmamayı tercih etmemişler.

    şimdi götten uydurduğum en uç cümleyi yazacağım; bartleby belki de gerçekte hiç olmayan bir karakter, bartleby avukatın insan yanının bir simgesi. sistemin içindeki yerinin sorguluyor avukatımız, insan yalnızlığıyla yüzleşiyor, herkesin ne kadar yalnız olduğunu görüyor, özgür iradenle seçtiğini sandığın şeylerin aslında belki de sana seçmen için sunulan şeyler olabileceğini görüyor, tüm çabasın rağmen sistem onun insanlığını korumasına izin vermiyor, ve sonunda insanlığının ölümünü görüp ah insanlık diye bitiriyor.

    tamam bu çok uçuk bir yorumdu biliyorum ama kitap kıyısından köşesinden buna da dokunuyor işte. biraz insan olun diyor kitap. gidin büroda oturun hiçbir iş yapmayın demiyor, ama bürodaki etraftaki hayatlara biraz dokunun ve kendi hayatınıza da dokunulmasına izin verin diyor. ya da demiyor da keşke bu mümkün olsaydı diyor. ''varolmanın dayanılmaz hafifliği'' diyor. varız, yalnızız ve yalnız olarak göçüp gideceğiz diyor. sevgililer, evlilikler, aşklar, dostluklar bu yalnızlığı yok edemeyecek diyor. sistem bizden önce olduğu gibi bizden sonra da devam edecek diyor. evrenin bize ''sen mi büyüksün, ben büyüğüm ben, evet ben, gözümde pul kadar değerin yok'' dediğini söylüyor.

    katip bartleby geldi, iyi çalıştı, sonra hiçbir şey yapmamaya başladı ve sonra da yok olup gitti. bir halt değişmedi, sadece avukatımız insanlığın ölümünün ne kadar sıradan, ne kadar kolay, ne kadar basit olduğunu gördü. para, ev, araba, ofis, dostlar, arkadaşlar.... hepsinin anlamsızlığını gördü, varolmanın dayanılmaz hafifliğini kavradı.

    evet dünyada iz bırakmak, evet insanlığa yardımcı olmak falan filan. bartleby tüm bunları yapmış bir adam bakınca. peki bunlar bartleby' nin umurunda mı? bence umursamamayı tercih ederdi. sevişmek, içmek, aşk farkında olsanız da olmasanız da çoğunlukla avuntudan ibarettir aslında, kendi çaresiz yalnızlığınız karşısında.

    edit: imla
  • yapmamayı tercih eden, ama farkında olandır bartleby. direnişi romantiktir ve kendi dünyasında sonuç doğurur. evrenini ben'de nihayetlendirir, tercihini "x'e rağmen" yapar. halinin sürdürülebilir olma ihtimali yoktur. bununla birlikte, bu romantik direniş, içimizdeki naif yana selamını çakar. özellikle de "görüp yapmayan" bir seyir tutturmuşsak hayatta.

    görüp yapmayan ile görmeyip yapmayan arasındaki fark farkındalıktır. farkındalığın bedeli de, yapmamaya devam etme halinde zihinsel işkencedir. bartleby'ın direnişi evrene, işkencesi ise kendine yöneliktir. iç'ten kendisini fetheden iradesiyle, bartleby kendisinin cehennemidir.
  • bartleby kadar onun patronu avukat/dava vekili de ilginç biri. kendinden bahsederken ilk söylediği en iyi yaşamın en kolay olduğu ve bunu kendine ilke edinmiş olduğudur ama kitabın ilerledikçe o kadar da kolay bir yolu tercih etmediği anlaşılıyor. kitap kolayca dava vekilinin(anlatıcının) “yapmamayı tercih ederdim” sözünü ilk duyduğunda bitebilirdi. bitmiyor. dava vekilini bundan sonra tam bir cehennem bekliyor. bundan sonra artık deli gibi davranır. “ruhunda onu öldürme arzularıyla ona ilan-ı aşk etme arzuları arasında gidip gelir” diyor deleuze. gerçekten de bu ikisi arasında, “bu iki delilik” arasında ne olmaktadır? kliseye gideceği pazar günü ofiste yaşadığını öğrendiğinde kliseye gitmez mesela, yolda başına gelenleri düşünür. sürekli gelgit hallerine bir yol göstermesi amacıyla iki tane kitap alır okur. stratejiler geliştirir. ne yaparsa yapsın bir şeyler olmuyordur. .şöyle der kendi kendine artık onu istemediğini ve ofisi boşaltımasını söyledikten sonraları: “ne yapılmalıydı? ya da yapılacak bir şey yoksa bu konuda, başka ne varsayabilirdim? evet, önce ileriye yönelik bartleby’nin gideceğini varsaymıştım, şimdi ise geriye yönelik gitmiş olduğunu varsayabilirdim… bu yöntem hedefe tam isabet edebilirdi. bartleby’nin bu varsayımlar öğretisine karşı koyması oldukça güçtü. ama iyice düşününce başarıya ulaşması epey kuşkuluydu.” - varsayım mantığından farklı tercih mantığı… bütün bunlar dava vekilinin nasıl biri olduğunu söyler. o “görme gücüne” sahip biridir, kahindir. bartleby’deki olan şeyi görür. ayrıca, deleuze daha da ötesini söyler ona dair: aralarındaki gizli anlaşmayı bozmasından , onu kanun namına feda edişinden; ne zaman insanseverliği, yardımseverliği, dostluğu yardıma çağırsa altında anlaşılması zor bir suçluluk duygusundan, sevgisinden ve ihanetinden..

    "i would prefer not to" nun ima ettikleri - dili bozma, hiçbirşey söylememe, olumlu ve olumsuz birşey içermeme v.s v.s - kadar önemli birşey de şu soru: kim bartleby'le karşılaşmanın hakkını verebilir, böyle birşey yazabilecek hale gelebilirdi?
  • herbert marcuse'ün "sahte ihtiyaçlar" teorisinin kanlı canlı anti-kahramanı. modern insanın "şunu yapmam lazım" sancılarının, mecburiyetlerinin, sevinç ve üzüntülerinin kendisi dışındaki kuvvetler tarafından tasarlanmış olacağının 19. yüzyıldan müthiş bir öngörüsüdür bu roman. modern zamanlarda "kendi tercihiyle" bir türlü idare olunamayanın akıbetinin pek hayır olmayacağının da. "tercih" kelimesi anahtar.

    "samimi bir insanı pasif bir direnişten daha çok hiçbir şey çileden çıkaramaz."
    (çev. yusuf eradam, s. 36)
  • "i would prefer not to" gıpta edilesi bir şey gibi görünür, özgürlükle ilgili gibi görünür ve ama aslında bu ölümdür.

    --- spoiler ---

    kitaptaki özgürlük, özgür olmayanların saldırısıyla değil, bizzat özgür olanın kendini yoketmesiyle ortadan kalkar. bu kendini imha edişin sebeplerinden kitapta bahsedilmez. hikayede bir "amaç"tan da bahsedilmez ve işte sebep bu bahsedilmeyendir, yok olandır, olmayandır. bartleby'nin bir amacı yoktur. yaptığı seçim, amacı olmadığı için onu ölüme götürür. katip bartleby yaşamamayı tercih edince, aslında ölüm olduğunu anlarız "yapmamayı tercih ederim"in.

    --- spoiler ---
  • son olarak iletişim yayınları'ndan münir h göle çevirisiyle çıkmıştır. okumamayı tercih ederim demeden okunmalıdır.
hesabın var mı? giriş yap