hesabın var mı? giriş yap

  • srini pillay isimli bilimadamına göre mümkün olan olaydır. yapılan bir bilimsel deney, grup içindeki lider ve herhangi bir katılımcı arasındaki iletişim esnasındaki beyin aktivitesinin, katılımcı-katılımcı iletişimindeki beyin aktivitesine göre daha senkronize olduğunu gösteriyor. deney şu şekilde işliyor:

    içinde herhangi bir lider barındırmayan üç adet katılımcıdan oluşan 11 farklı denek grubu beyin aktivitelerinin monitör edilip karşılıklı konuşmaların kaydedildiği bir söyleşiye davet ediliyor. katılımcılardan şu konuyu tartışmaları isteniyor:

    "bir yolcu uçağı ıssız bir adaya düşüyor. kazadan sonra bir hamile kadın, bir mucit, bir doktor, bir astronot, bir çevrebilimci ve bir aylak adam olmak üzere altı kişi hayatta kalıyor. adada yalnızca bir kişiyi taşıyabilen bir balon var. sizce balona binip ıssız adayı terketmesi gereken kişi kim olmalı?"

    her katılımcıya önce kendi başına düşünebilmesi beş dakika, sonrasında düşündüklerini kendi grubuyla tartışabilmesi ikinci bir beş dakika veriliyor. tartışma sonrasında her gruptan alınan kararı açıklayacak bir lider seçilmesi isteniyor. deneyi gerçekleştirenler tartışmayı izlemekle kalmıyor, aynı zamanda katılımcaların iletişim yeteneklerini koordinasyon, aktif katılım, farklı perspektiften bakabilme yetileri ve sözlü&sözsüz iletişim gibi kriterlere göre değerlendiriyorlar.

    üç katılımcıdan oluşan gruplardaki her farklı ikilinin birbiriyle oluşturduğu beyin senkronizasyonu inceleniyor. beyin dalgalarının frekans sıklığını ve ölçeğini, ikili katılımcıların beyinlerinin ne kadar senkronize olduğuna karar veren etmenler olarak baz alıyorlar. yani gruplardaki diğer iki kişiyle beyin uyumu en iyi olan kişinin kendi grubu tarafından lider seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor.

    deney beklenilen sonucu veriyor. deneyi hazırlayan kişilerin ilgili verilere göre lider seçilmesini öngürdüğü 11 katılımcının 9'u kendi grubu tarafından lider seçiliyor.

    grubun lideri ve katılımcısı kendi aralarında konuşurken oluşan sinirsel senkronizasyon diğer iki katılımcının kendi aralarında konuşurken elde ettiği sinirsel senkronizasyondan kat kat üstün oluyor.

    araştırmacılar, bu tarz uyum datalarına bakarak ortamdaki lideri tahmin etmenin yalnızca 23 saniye sürdüğünü görüyorlar. konuşan kişinin beyin senkronizasyonu o kişinin lider olup olmadığını açıkça ortaya koyuyor. fakat ne liderler ne de katılımcılar beyinleri arasında gerçekleşen uyumun farkındalar; çünkü bu uyum tamamı ile biyoljik seviyede gerçekleşiyor. ayrıca bu uyum yalnızca sözlü iletişim olduğunda vuku buluyor, bedensel bir iletişim ile böyle bir senkronizasyonun yakalanması söz konusu değil.

    küçük çaplı deneyde bu kadar başarılı sonuçlar çıkaran bir deney acaba siyaset sahnesine ilk defa çıkmış adaylar üzerinde nasıl bir sonuç verirdi; işte orası meçhul.

  • türkiye’nin görüp göreceği en iyi komedi dizilerinden biridir. ama asıl üzücü olan farkında olmadan eski türkiye’nin son anlarını yaşadıklarımızdan, türkiye’nin biraz da olsa yaşanılabilir olduğu zamanlardan olması. dizinin karakterleri ve hikayeleri de hep bu yönde gelişmiştir o yüzden.

    mesela tahsin bey son derece ataerkil, taşralı bir zengindir. kızının akşam çıkmalarına, oğlunun/yeğeninin içip eve gelmelerine karşı çıkar. ramazan’da oruç tutar. ama milli bayram kutlamalarında şampanya içer. bu arada doğum günü 29 ekim’dir.

    bülent onaran ortalama bir türk profiline göre oldukça aykırı, elitist, avrupai, zamanın şartlarına göre fazla özgürlükçü bir karakterdir. ama fransa’nın ermeni soykırımını tanıdığı zaman “fransızlara kızıyorum azizim” diyerek tepkisini göstermiştir. çakma solcu değil gerçek bir aydındır.

    burhan dizinin en sahtekar, çıkarcı, paragöz, güvenilmez karakteridir. izzet’in makbule’yi dövdüğü sahneden sonra makbule “dağlısın sen, o beğenmediğin burhan bey saçımın teline bile dokunmaz” der. sonrasında evdekilere morarmış suratıyla yakalanmamak için burhan’ın evine gider. hatta burhan ortalık karışmasın diye makbule’yi dövdüğünü iddia edip sacit’ten dayak yemeyi göze alır.

    sacit demişken, kumarbazın tekidir. sertaç ve tacettin ile arkadaş olduğu sahnede sokaktan geçen iki adam fatoş’a açık giyindiği için laf eder, onlara size ne oluyor deyip kavga ederler.

    kubilay dünyadaki gelişmelerden son derece uzak, aileden varlıklı bir iş adamıdır. apolitiktir. o bile sacit ve osman’ın kara çarşaflı kadın kılığına girip sokak röportajı yaptıkları sahnede fatoş bir kadın olarak buna karşı çıktığını söylerken, kubilay, yuh artık, pes dedirten yakışıklılık, “belki o da kendini öyle rahat hissediyor, niye karışıyoruz ki” der.

    avrupa yakası’nda ramazanda eğlenceler düzenlenir, bayram ziyaretleri son derece önemlidir ama bir yandan yılbaşılarında dansöz çıkartılır, 29 ekim kutlanır. bizim çocukluğumuzdan beri gördüğümüz türk kültürünün televizyondaki son örneklerindendir. kapıcı ailesinden sütçüoğlu rezidansına, taşralı burhan’dan iş adamı kubilay’ına kadar bugün tamamen kutuplaştırılmış laik-müslüman kültürünü bir potada eritmiştir.

    oyuncuların performansı, senaryonun mükemmelliği bir yana, şu an içinde bulunulan toplum şartlarından dolayı bir benzerinin gelmesi imkansızdır. bugün “bizimkiler” den nasıl bahsediliyorsa bir 20 sene sonra da ondan benzer şekilde bahsedilecektir.

  • birimizin özgürlüğünün bittiği yerde ötekininki başlar. bunu anlar buna uygun hareket edersek bu gibi problemler de azalacaktır.
    deniz kenarı değil herhangi bir yerde avrupalı turistin çocuğu ile bizim milletin çocuğu arasındaki farkı 1 dakikada anlıyorsun. düzgün bir aile terbiyesi, başkalarına saygı, başkalarının ve kendinin sınırlarını bilerek yetişen çocuklar nedense hiç de etrafı rahatsız etmeyen, kendi halinde takılan çocuklar oluyor. gel gelelim bizim milletin yetiştirdiği çocukları aşırı şımarık, ortamdaki tek çocuk oymuş gibi davranan, genellikle terbiye sınırlarını pek bilmeyen çocuklar oluyor.
    mesela bizim burada bir komşunun torunu var. bahçeye oynamaya çıkıyorlar. bahçe dediğim apartmanın bahçesi. çocuk sürekli en son ses, aşağıdan en üst kata bağırıyor anası babası da asla ikaz ermiyor. biz kaç defa uyardık da işte biraz uyarmaya başladılar. şimdi bu çocuktan duyulan rahatsız değil, ailesinin terbiye veremesininin doğurduğu bir problemden
    oluşan rahatsızlıktır. ben evden çalışan biri olarak bahçede oynayan çocuğa belli bir noktadan sonra katlanmak zorunda değilim.
    plajdakii çocuk mevzusu da aynı. kimse çocuktan çocuktan rahatsız olmuyor. rahatsız olunan şey etrafa rahatsız veren çocuklarını asla uyarmayan ebeveynler. öyle çocuk yetiştirirsen işte bunlar yetişkin olduklarında birer maganda olarak ortaya çıkıyorlar.
    bu belli sınırlar koymadan yetiştirme modasının sonu gerçekten sıkıntılı. asla sınırlarını bilmeyen çocuklar yetişiyor bunlar "hayırın" ne olduğunu bilmiyor ve ileride karısı sevgilisi reddedince aile içi şiddet doğuyor. e kaynağı yetiştirme tarzı işte.

  • bana mı böyle geliyor? koca medyaya bir ramazan dayağı yansıdı onda da oruç tutmayan tutanı dövdü*

    dindar-muhafazakar sayılabilecek bir semtteyim ve etraf sigara içenden, yemek yiyenden, su içenden vs. geçilmiyor. 19 yıldır bu semtteyim ve hiç böyle bir oruçsuzluğa rastlamadım.

    gelecek yıl da 2022'deki oruçsuzluk rekorunun kırılacağını düşünüyorum.