ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
yüzüklerin efendisi'ndeki unutulmaz replikler
-
''yaşayanların bir çoğu ölümü hak eder; ölülerin bazılarıysa yaşamı. yaşamı onlara geri verebilir misin?''
hastası olunan sözler
-
"ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır."
aliya izzetbegoviç
karısı çift soyad taşıyan erkek
-
benim karim kesinlikle iki soyadi tasiyamaz.
bu sebepten ben karimin soyadini aldim ve olay buyumedi..
34 utk 80 plakalı aracın estirdiği terör
-
bu barzoların güvendiklerini de, onları koruyanların da allah belasını versin.
pedro almodovar
-
kırmızıyı sürekli kullanır, çünkü filmlerinde öfke, acı, tutku ve aşk vardır. kadınları anlatırken de hikâyesi olmayan kadınları anlatmaz; öfkeli, acı çeken, aşık, bağımsız ve tutkulu kadınları anlatır. almodovar'ın hikâyelerinde genelde baba yoktur, ama varsa bile muhtemelen pek faydasız konumdadır. o yüzden almodovar kadınları bir açıdan yalnız bırakılmış, ancak diğer açıdan zaten kimseye ihtiyaç duymayacak kadar güçlü, akıllı ve özgürdür. bu yüzden bu 'yalnız bırakılmışlıkla' ilgili bir sorunları yoktur. kırmızı duvarlı evlerinde, kırmızı masalarında, üzerlerindeki kırmızı elbiselerle en yakın arkadaşları ile kırmızı şaraplarını içer ve sorunları neyse çözüm ararlar.
filmlerinde aşk vardır ama bildiğimiz, izlediğimiz aşklar gibi değildir. tarafların tutkuları karşılarındaki kişiden bağımsız olarak kendi içlerinden gelen, onları hayata bağlayan, bir arayış varsa onun için enerji sağlayan, çektikleri acıdan çıkış yolu aramaya iten kaynaktır. doğal olarak aşkın kırmızısı romantizmi çağrıştırmaz. saf tutkuya daha yakındır.
en iyi örneklerini todo sobre mi madre ve otobiyografik kabul ettiğimiz dolor y gloria'da gördüğümüz üzere almodovar'ın dünyasında acının rengi de kırmızıdır. ruhsal veya fiziksel fark etmeksizin acı bir ifadeye baktığımız sırada gözümüze mutlaka kırmızı bir renk ilişir yahut gözümüze sokulur.
bir de subjektif bir bakış olarak, kırmızı kimi zaman seyirciyi rahatlatan bir görsellik sunuyor. zor bir durumun, bir ikilemin ortasında veya fiziksel olarak acı çeken bir karakterin mutfağında bir anda kırmızı bir masada oturulduğunu görmek o anın, o sahnenin derininde var olan o acıyı/durumu bir an için unutturuyor. bu bana sanki yönetmenin "her şeye rağmen hayat devam ediyor" deme şekliymiş gibi geliyor. çünkü filmlerinde, karakterler geçmişleriyle hesaplaşsa da hesaplaşmasa da sürekli ilerlemeye ve gelecekten beklenti içinde olmaya devam ediyorlar.
kıyafetler, mutfak masaları ve dolapları, tiyatro salonunun koltukları, arabalar, telefonlar, duvarlar, süslemeler, çiçekler... her yerde kırmızı çarpar gözümüze. sırtı ağrıyanın da geçmişe özlem duyanın da gömleği kırmızıdır; geçmişi acı dolu olanın da aşık olanın da duvarları kırmızıdır.
almodovar'ın kırmızıları:
kika
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
todo sobre mi madre
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
la flor de mi secreto
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
dolor y gloria
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
mujeres al borde de un ataque de nervios
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
la piel que habito
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
volver
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
hable con ella
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
que he hecho yo para merecer esto
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
james webb uzay teleskobu
-
where is james webb şu linkten durumunu takip edebilirsiniz.
kısaca durumu özetleyeyim;
teleskop sorunsuz ve başarılı bir şekilde tüm aşamaları geçti ve konumuna yerleşti fakat 2 önemli adım daha var.
bunlardan ilki soğutma.
webb'in üzerindeki cihazlar (mırı) yaklaşık (yanlış hatırlamıyorsam) -266 derece celcius sıcaklıktan daha düşük sıcaklıklarda çalışabiliyor. (7 kelvin'den düşük)
dolayısıyla öncelikle kompleks sistemler ile bu cihazların soğutulması gerekiyor. bu soğutma için de 1 aya yakın bir süre gerekiyor. basit bir şey değil sonuçta mutlak sıfırın çok az bir miktar üstüne inmek....(ilk gittiğinde -230 derece celcius civarındaydı sanırım)
ikincisi ise ayna kalibrasyonu.
bu aşamanın da 4-5 ay civarı sürmesi bekleniyor. her bir ayna tek tek kalibre edilecek. (saç teli yahut daha da ince bir hassaslıkla)
bekleyelim dostlar, az biraz sabredelim.
'güzel günler göreceğiz çocuklar'....
düz dünya teorisi
-
düz dünyacı tayfa; lütfen bize söylermisiniz,diyelim haklısınız. dünya tepsi gibi düz.dünya düz olduğu halde, bu durumdan küre dünyayı savunanların ne gibi bir çıkarı olabilir. yada,bu size göre, gizlenmese, hayatımızda ne değişirdi? lütfen çok ciddiyim.
çocukken babanın işyerine gitmek
-
çok büyük bir olaydı bu...
babam sirkeci'de bir atölyede çalışıyordu. annem kardeşimle beni alır, trene binerdik, tren cankurtaranla sirkeci arasından geçerken kız kulesini görmeye çalışırdım her defasında. sirkeci desen ana baba günü. kaybolacağım diye ödüm kopar annemin elini sıkıca tutardım. mısır çarşına uğrar, kuşlara yem atardık. babam bizi çakmakçılar yokuşunda karşılardı. atölyede çorap yapıyorlar. her yer kutular, ayak şablonları, çorap ütüleri, kumaşlarla kaplı. kendine has bir kokusu var hanın. çay içilen markalara bayılır, bir tanesini mutlaka cebime atıp eve getirirdim. mavi ya da kırmızı fark etmezdi. bizde iş yapacağız diye tuttururduk, çorapları kopçalama ya da kutuları sayma gibi görevler verirlerdi başlarından savmak için. sonra öğlen oldu mu, şimdilerde asla aynı tadı bulamadığım dönerlerimizi yerdik. uykumuz gelirdi bir vakit sonra. yere karton kutular serip üzerlerine örtücek yumuşak yastıklardan bulurdu hep babam. o makine seslerinin arasında uyumanın verdiği huzuru unutamam.uyandığımızda da atölyedeki ablalar bez bebek yapmış olurlardı bize.içi kırpık dolu renkli küçük bebekler, eve gidince düğmelerden göz ve yünden saç yapardı annem...
güzeldi,çok güzeldi
sözlükçülerin en tuhaf takıntıları
-
silgi. okuldayken biri silgimi aldığı zaman, mahsus yanlış yazar, geri alırdım hemen. o silgi önümde durmazsa, sürekli geri alma planları yapar, ders dinleyemezdim.
köfteci yusuf
-
köfteci yusuf'un kendisi (yani yusuf akkaş), standart bir türk patrondan farklı olduğunu şu sözleriyle belli etmiş. takdir ettiğim tükkanın, tükkan sahibidir:
"ben iyi bir kasabım. iyi bir pişiriciyim. otomobil kullanabilirim. ama bu iş artık uçak oldu. ben pilot değilim. bu uçağı kullanamam. o nedenle artık profesyonellerden danışmanlık hizmeti alıyoruz"
banka şubelerinin kart önceliği saygısızlığı
-
kimine göre saygısızlık kimine göre ise değildir. onu tartışmayacağım. sadece ufak bir tüyo vereceğim sizlere. çoğu banka, kartı yanında olmayanlar için t.c. no veya vergi no'yu girerek de sıra numarası verdiriyor.
hani alışveriş yaptığınız firmalar size fatura kesiyor ya, işte herhangi bir firmanın vergi numarasını oradan bakarak not alın. sıra alırken de o numarayı girip sıra alın. eğer o firma o bankayla çalışıyorsa, sıranız 5 dakikaya gelecektir.
bizi tercih ettiğiniz için teşekkür eder; yine bekleriz.
zorunlu edit: bazı bankalarda, bazı görevliler, bazı sorunlu günlerine denk gelindiğinde, bazı uyuzluklar yapabiliyormuş. o yüzden numara alırken bir de normal bir sıra numarası alın da benim kulaklarımı çok çınlatmayın. kahrolsun bağzı şeyler.