hesabın var mı? giriş yap

  • biri de demiş ki "eskiden ülkücü dendi mi bir ağırlığı olurdu".

    arkadaş ben hangi ülkede yaşıyorum lan. ben kendimi bildim bileli ülkücü-milliyetçi dendi mi aklıma; kaba-saba, neye inandığını bilmeyen, ağzı bozuk, eli tespihli, beli silahlı, boş-beleş mahalle kabadayıları geliyor.

  • fabrika çıkışı karartılmış arka cama kusur yazıldı.

    şase numarasını okuyamamış, açtım bizzat gösterdim, düzeltilmesi için tekrar ücret ödemeniz gerek dedi, müdürünü buldum sıvadım, düzeltildi.

    lastikleri orijinal ebadından farklı yazmışlar, kitapçığında buldum gösterdim, kemküm ettiler.

    kim ulan bu tüvtürk denen garabet kurum? ve kim musallat etti bu cahil ve hipermetrop sığırları arabalarımıza.

    not : ben de hipermetropum ama gözlük kullanıyorum ve hiç bir detayı kaçırmıyorum.

    debe editi : yolun da farın da açık olsun

  • dinlemenin bile acı verdiği ses kaydıdır. çağrı merkezi çalışanlarının da yetersizliği göze çarpmıştır.

    kapı numarası sormak, ''sizin gibi çok vaka var'' demek, sakinleştirecekleri yerde daha da panik yaratmaları nasıl bir eğitim aldıklarını gösteriyor.

    binaların durumu belli, 112 çalışanları eğitimsiz, kurtarma ekipleri tekbir çekip birbirleriyle kavga eder. nereden tutsam elimde kalıyor.
    büyük istanbul depremi öncesi, beni daha da umutsuzluğa sürükledi bu kayıt.

  • bunu başka etnik gruplara yıkmaya çalışanlar bariz bir biçimde ülkelerini tanımıyorlardır.

    türkiye'de büyücü büyücü gezen bir grup insan vardır. bu gercektir. hiç mi kahveye gitmediniz, hiç mi ev kadınlarının arasında bir öğle vakit gecirmediniz de bu kadar şaşırıyorsunuz?

    bu ülkede üniversite mezunları bile büyücüye gidiyor. yıllar önce üniversiteden bir arkadaşım büyücüye gitmişti, erkek arkadaşı onunla evlenmek istemiyor diye. büyücü de ona demiş ki erkek arkadaşının eski kız arkadaşı meğerse büyü yaptırmış. bu sebeple evlenesi yokmuş. bu büyünün bozulması gerekiyormuş.

    buyuz abi. biz bu kadarız işte. 2020de orta çağ karanlığını yaşıyoruz. bunu açıkça söylemeden, kabul etmeden iyileşmeye başlayamayacağız.

    neyse, bunu da buraya bırakıyorum biraz gülelim. bu tarz şeylere anca gülünür çünkü.

  • - neden hiç evlenmedin?
    - tercih meselesi.
    - bekarlığı mı tercih ettin?
    - hayır. kimse beni tercih etmedi.

    kaynak: incicaps

  • senin kontrolsüz tohumun binlerce liralık televizyonumu kıracak, sen de 'eheh çocuk işte yapmış n'olacak canııım..' diyerek sıyrılacaksın öyle mi?

    yemezler canım. çocuguna nasıl davranılması gerektiğini öğretmeyi becerememişsen o parayı seve seve ödeyeceksin.

    edit: ne işsiz heriflersiniz lan hasta mısınız oğlum siz? tabak, çanak, vazo gibi değersiz bir şey kırmıyor velet. bakın bakalım kaç bin lira led televizyonlar. kimse kusura bakmasın benim elalemin keyfine çöpe atacak o kadar param yok. sizin başınıza gelse o aileye dava açarsınız samimiyetsiz davarlar sizi.

  • bir de ultra poeticus cemil güzey'in perili köşk'ü var (bkz. felsefelogos, s.6, "ekoloji felsefesi ve etiği", 1999/1, sf.149-156). üstad filozofları birbirine düşüren bir diyalog yazmış, adına da perili köşk demiş. birazını paylaşayım felsefelogosçuların gönlü olsun.

    ...
    aristoteles: (kendi kendine konuşmaktadır) ustayı çelişmezlik ilkesine karşı günah işlemiş olmakla suçlamam hataydı galiba.

    nietzsche: ettin elbette, orta yolun cici çocuğu! sezgili tasarım iki şeyi içinde toplar: bir yandan bütün deneylerimizde çevremizi saran, durmadan değişen evreni, bir de bu evren üzerinde elde edilebilecek her deneyi mümkün kılan koşulları, yani zaman ile mekânı. çünkü 2 ile m, belirli içerikleri olmadan da, her türlü deneyden bağımsız olarak, salt sezişle kavranabilir, yani görülebilir. herakleitos, böylece zamanı her türlü deneyden kurtulmuş olarak ele almakla, sezgili tasarım alanının içine giren her şeyin en yüksek ölçüde monogramını elinde tutmuş oluyor. bunu daha ikinci perdede vurgulamıştım.

    ömer hayyam: (birdenbire ortaya çıkar)
    daha nice büyük göreceksin kendini?
    hep varlık yokluk mu düşündürecek seni?
    şarap için şarap; bu ölüm yolculuğunda
    bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini.

    levinas: (uyku mahmuru konuşur) tamamen rasyonal olan bir varlık ne konuşabilir ki tamamen rasyonal olan bir diğer varlıkla? felsefenin en iyi yanı sınıfta kalması... anlamı bütünselleştirememesi ise çok daha iyi... çünkü bu durumda aşkınlığın indirgenemez başkalığına açık kalıyor...

    kant: dünya metafiziksiz olmaz... hele ki düşünen insan...

    heidegger: insan varoldukça bir tür felsefe etkinliği olacaktır elbette. aksi takdirde "hiç hiçler"... hiç şakası yok bu işin. ne binbir tane çeşitli türden felsefe kitabı okuyarak ne de evrenin bulmacalarını çözeceğim diye kendinize işkence ederek ulaşabilirsiniz felsefeye... felsefe her insan varoluşunda saklı olarak vardır ve dışardan ayrıca eklenmesine gerek yoktur. vazgeç ludo; uğraşma. şişeyi, sineğiyle birlikte savur ummana.

    wittgenstein: ama ben bizden söz etmiyorum ki. yeni dünya yasasının birinci maddesinde bu kadar ısrar etmemin nedeni, metafizik örgüsü tamamlanmış olan bir insan türünün mümkün olmasından. zekâmızı lanetlemiş olan dilin felsefe tarafından yenilgiye uğratılmış olduğu bir dünya gerek bize. burada insanı bir hayvanmış gibi düşünmek gerekiyor; içgüdüleri olan ama akıl yürütme yetisi olmayan ilksel bir canlı türü. bu durumda ilksel bir iletişim aracı olarak yeterince iyi olan bir mantıktan bir savunma bekleyemeyiz. dil bir tür akıl yürütmeden kaynaklanmaz.

    sokrates: bu nasıl dünya wittgenstein? bu ne biçim bir insan?

    marx: üretim ilişkilerinden ne haber?

    wittgenstein: hay sana da, üretim ilişkilerine de... üretim araçlarının mülkiyeti üretici güçlere ait olacak; tamam mı? rahatlamışsındır umarım.

    nietzsche: insanın en son, nihai hakikati ne ki? yalnızca yalanlanamayan, çürütülemeyen hataları değil mi? "insanlık" dediklerinde, bunu insanı doğadan ayıran ve ayırt eden temel bir özellik olarak görüyorlar. aslında böyle bir ayrımdan söz edilemez: doğal nitelikler ve yalnızca insana ait olduğu söylenen nitelikler bir arada yeşerirler. en yüksek ve en soylu donanımıyla insan, tamamıyla doğadır ve onun hiç mi hiç tekin olmayan ikili karakterine sahiptir. onun en tüyler ürpertici ve insanlıkdışı olduğu ileri sürülen bazı yetileri belki de tüm insanlığın boy atacağı verimli toprakların ta kendisidir. size üst-insanı öğretiyorum. insanın üstesinden gelinmelidir.

    keloğlan: nietzsche abi, iyi dersin güzel dersin de, bir bak hele neydik ne olduk... yani şimdi pattadanak atacak mıyız dünyaya senin "üstin san"larını? ne diyecekler? osss... "hay! toranaga sama"mı diyecekler? yahu, karınca mı bunlar? hiç mi sormayacaklar "burası neresi?", "ben kimim?", "nereden geldim?" diye? ömürsün vallahi...

    nietzsche: vay keloğlan, sen de buradasın demek! dememiş miydim size insanlığın gelişimi diye bir şey olmadığını? üst-insan çağlara yayılmıştır aslında...

    darwin: soru önemliydi, neden yanıtlamadın? görevlendireceğimiz tür hiç mi evrim geçilmeyecek? ya diğer canlılar? doğal ayıklanma diye bir şey olmayacak mı?

    wittgenstein: yok arkadaş, ben pes ediyorum artık!

    nietzsche: bak güzel kardeşim, geçişli form bir yanılsamadır yalnızca... her türün kendi sınırları vardır: bunun ötesinde evrim diye bir şey yoktur; kafana sok bunu! genel görüşüm şudur: -birinci önerme. tür olarak insan ilerlememektedir. yüksek türlere ulaşılmıştır, ama kalıcı değildirler. türün düzeyi yükseltilememiştir. ikinci önerme: tür olarak insan hiçbir diğer hayvanla kıyaslanabilecek bir gelişme göstermez. hayvan ve bitki dünyası aşağıdan yukarıya doğru evrimleşmez; hepsi aynı zamanda birbirlerine karşı ve diğerlerini ezerek, tam bir keşmekeş içinde mevcutturlar. daha zengin ve karmaşık formlar -"yüksek tür" deyimiyle anlatılmak istenen de budur zaten- daha kolay yok olurlar: yalnızca en alttakiler gözle görülür bir yok edilemezliğe sahiptirler. ilk öbektekiler ender olarak ortaya çıkarlar ve üstünlüklerini güçlükle korurlar; diğerleriyse uzlaşımcı bir verimlilik tarafından kayırdırlar.
    insanlar arasında da durum pek farklı değildir: yüksek türler, evrimin şanslı darbeleri, kolayca yok olurlar. her tür yozlaşmaya açıktırlar... beni ilgilendiren "şanslı kazalar"dır, sokrates veya caesar, leonardo veya goethe: onların sahip oldukları "güç" kendilerine "yaşayakalma mücadelesi"nde hiçbir avantaj sağlamaz. temel güdü, yaşamı korumak değil, güç istemidir.

    rousseau: dinleyin arkadaşlar! söz sırası bende şimdi. iyi kulak verin bana ki, güzelim dünyamızı nasıl yok etmiş olduğumuzu anlayın. doğa durumundan çıkmamız en büyük hataydı. ahlakın temel ilkesi, insanların doğal olarak iyi olduğudur, adalet ve düzen yanlışıdırlar. insan yüreği her tür sapıklığa kapalıdır ve...

    koro: sen önce hobbes'la arandaki sorunu hallet...

    nietzsche: (hüzünlü bir ifadeyle) işte yığınların maymunu sahnede yine. en vahşi en yok edici özelliklerin ateşleyicisi...

    rousseau: dinleyin! sivil toplumun gerçek kurucusu, bir toprak parçasını çevirip "burası benimdir" diyen ilk kişidir. diğerleriyse ebleh ebleh bakarlar ve geçip giderler. o sırada birisi çıkıp da bağırsaydı keşke: "dinlemeyin bu sahtekârı! dünyanın meyvalarının herkese ve dünyanın kendisinin kimseye ait olduğunu unutursanız kaybolup gidersiniz". ne çok suç, savaş, cinayet ve ne çok sefalet ve korku önlenebilirdi.

    nietzsche: doğaya dönüş kaçınılmaz olarak mobokrasiyle sonlanır!
    ...

  • "gelmesen onemli degil, gelsen onemli olurdu" dizelerinin sahibi ,gorup gorebileceginiz en iyi sairlerden birisi

  • özgecan için yaptıkları şey sanırım verilen tepkilerin en samimisiydi. şimdi biz internet sahibi bireyleriz bunu yapan firmanın filli boya olduğunu biliyoruz ama inanın milyonlarca insan bunu bilmeyecek. yani kendi reklamlarını yapıyorlar falan demek için gerçekten çok gaddar olmak lazım. kaldı ki viral bile olsa bir şey değişmez.

    kendilerini tebrik ediyorum. gerçekten yüreklere dokunur bir olaya imza atmışlar.