hesabın var mı? giriş yap

  • sıkıntılı bir evliliğin son demleri.
    allahın günü evden kovuyor filan. para yok pul yok, sığınacağım kimse yok. düşmanıma bile dilemediğim bir kardeşim var, kocamdan beter. kocam almaya geldiğinde tıpış tıpış geri dönmek zorunda kalıyorum. onur gurur yerlerde.
    yaklaşık 3-4 yıl kadar sürdü bu durum. iş bulamadığım için boşanamıyorum, aile evine sığınamıyorum, aşağılanıyorum, psikolojim dibe vurmuş.
    kpss'ye filan girmiş, atanamamıştım.
    açıktan atamalar vardı, adliyenin sınavına başvurdum.
    hiç kızmayın, döne döne referans aradım, bulamadım.
    yaradana emanet girdim mülakata.

    açıklanan 55 kişilik nihai listenin 55.sırasında ismimi gördüm. mucize kısmı bu.
    evraklar toparlandı, istenen belgeler ayarlandı filan, başlayış yapmanız için çağıracağız dediler, başladım beklemeye.
    durdular durdular, tam da doğum günümde çağırdılar, memuriyete girişim doğum günümde oldu. bu da doğaüstü olan kısmıydı.

    kimilerinin beğenmediği, basit, değersiz bulduğu o kıytırık memuriyet benim hayatımı kurtardı. kelepçelerimden, mecburiyetlerimden, ezilmekten kurtardı. o beğenilmeyen üç kuruş maaşım beni zalime minnet etmekten kurtardı. doğum günüm ikinci kez miladım oldu.

    15 yıldır hem doğum günümü, hem mesleğe girişimi kutlarım. doğum günümde aldığım terfim en güzel doğum günü hediyemdir 15 yıldır.
    ekleme: ilk debem. çok teşekkür ediyorum.
    kocamı boşadım. aile evine de donmedim. kardeşimle iletişimi kestim. kimseye minnet etmeden sıfırdan hayatımı kurdum. muhteşem bir hayatim var.

  • ilk önce en arkadaki koltuklardan ortadakine itina ile oturulur. ardından şoförün ani fren yapması sonucu koltuktan öne doğru fırlayıp otobüsün ortasına kadar gelinir, tam o anda rezil olmamak için otobüsün içinde şu cümle yankılanır (bkz: kaptan orta kapı)

    not: bu hikayenin yaşanmış veya yaşanmamış olması gerçekten hiç önemli değil, cidden.

  • "küçükken evine atari oynamak için gittiğim arkadaşım vardı.
    5 dk oynatıp adaptör isındı diye kapatırdı. geçen arabaya aldım motor isındı deyip indirdim hıyarı"

  • olması gerekenden bu kadar az biliniyor oluşu utanç verici olan, büyüleyici bir sese ve oldukça geniş repertuara sahip türk sanatçı. tülay german'a yöneldiğinizde onu sadece şarkı söyleyen biri olarak da tanımlayıp geçemiyorsunuz, bütünüyle acayip bir hikayeden söz ediyoruz. bir şekilde yollarının kesiştiği insanlar, aldığı ödüller vs... inanılmaz! hiçbirini izlemediğim buram buram arabesk hikayelerle örülü birçok sanatçı filmi yapıldı, böylesi asil, batı müziğinde örn. fransa'da öncü sanatçıların standardını dahi yakalayabilen (françoise hardy, jane birkin standardından bahsediyoruz) ve kendi ülkesinde bu anlamda müzikteki modern dönüşümün öncüsü olmuş, bir o kadar da ülke değerlerine bağlı bir efsanenin bir belgesel dışında nasıl bir şeyi olmaz? bırakın filmi, çok rahat mini dizi çıkar onun hayatından.

    repertuarında türküler, fransız chansonu, jazzı ve yine ingiliz jazzı bulunuyor. hikayesini elbette bütünüyle anlatmayacağım ama bazı notları da eklemeden olmaz. bunun yanında önce erdemli yıllar adıyla çıkan, ardından düşmemiş bir uçağın kara kutusu adıyla genişleterek hayatını öyküleştirdiği kitabını müsait bir zamanda okumak istiyorum. o kısma çok girmeyecek olsam da erdem buri ile yaşadıkları aşk hikayesi ayrıca incelenmesi gereken türde. kitabında detaylıca bahsediyor.

    öncesinde de anlatmaya değer şeyler vardır ancak tülay german'ın esas hikayesi 1960'lı yılların başında daha sonra hayat arkadaşı olacak olan dönemin entelektüellerinden erdem buri ile tanışmasıyla başlamış diyebiliriz. erdem buri türkiye işçi partisi'nin kurucularından, osmanlı döneminin vezirlerinden suphi paşa'nın torunu. onun moda'daki evinde gece eğlenceleri düzenlenir, sohbetler yapılırmış ve evi adeta aydınlar geçiti gibi. atıf yılmaz, aziz nesin, yaşar kemal, selahattin hilav, adnan cemgil gibi isimler sık gelenlerden bazıları. german da buri ile tanıştıktan sonra sık sık o evde yer alıyor ve o günleri şöyle betimliyor:

    “paşa torunları gördüm... romancılar, şairler, ressamlar, yönetmenler, filozoflar tanıdım... düşlerinin gerçekleşeceğine inanan, düşünce özgürlüğünü savunup mahkemelerde, hapislerde acı çeken, kültürlü, namuslu ve alçakgönüllü umut dolu insanlar.”
    kendisinin politik kimliği de böylelikle şekillenir. bunun dışında müzik açısından da erdem buri onun için mihenk taşı, neden? çünkü tülay german'dan bir şey rica ediyor. türkçe şarkılara yönelip, türküleri melodik yapısını bozmadan batı enstrümanları eşliğinde seslendirmesini istiyor. akabinde ruhi su'dan ders almaya başlayan german adeta bir devrime sebep olur; ortaya çıkan eserlerle türkiye'de ilk kez modernize edilmiş türkçe şarkılar görmeye başlarız.

    ilk ateşleyici etkiyi 1964 yılında belgrad'da düzenlenecek olan balkan melodileri festivali'nde görüyoruz. yarışmaya katılmak için "milli orkestra" adıyla bir ekip kuruluyor ve ekibi, içlerinde tülay german, tanju okan, erol büyükburç gibi isimlerin olduğu birkaç sanatçı oluşturuyor. "burçak tarlası", "mecnunum leylamı gördüm" ve "yarının şarkısı" eserleri ile katılınan bu festivali birincilikle bitiriyorlar. tülay german ise uluslararası bir dergide kapak olan ilk türk müzisyen oluyor. burçak tarlası ise modernize olmuş haliyle türkiye'de anadolu pop adı verilen türk popunu başlatan şarkı niteliği kazanıyor.

    daha fazla uzatmadan... çok geçmeden tülay german ve erdem buri ikilisi fransa yolcusu olurlar. gitmek zorunda kalmışlardır çünkü dönemin siyasi ortamı, cahil halkın aydına ve sola olan alerjisi gibi etkenler onları tehlike arz eden bir yaşamın içine atmaktadır. son olarak erdem buri ile selahattin hilav'ın georgi plehanov'un "marksist düşüncenin temel meseleleri" kitabını türkçe'ye çevirmeleriyle yargılamaya maruz kalacak olmaları soluğu fransa'da almalarına neden olur.

    tülay german için ise yerelden çıkıp tüm avrupa müziğine mâl olmasını sağlayacak olan bir adım olmuştur bu. fransa'da jazz ve chansona yönelen german, charles aznavour (şaka değil), the moody blues, léo ferré gibi isimlerle sahne alır. "toulai et françois rabbath" albümü ile "académie charles cros grand prix du disque" adlı fransa'nın en büyük müzik ödülünü alır. pink floyd, serge gainsbourg, françoise hardy gibi isimlerin kazandığı bir ödülden bahsediyoruz arkadaşlar. (ayrıca moğollar da kazanmış bu ödülü.)

    bunların yanı sıra, jean-paul sartre'ı sorbonne üniversitesi'nde amfide dinleme fırsatını bulmuş. oeh diyip geçelim.

    özellikle dario moreno ile tanıştıktan sonra kendi kültürünü yaşayabilmesinden ötürü daha rahat hissetmeye başlamış kendi söylemine göre. ancak yüreği her zaman istanbul'da açık bir şekilde. fransa'daki evleri de tıpkı moda'daki ev gibi sanatçı ve aydın akımına uğramış. barış manço, erkin koray, hümeyra, nükhet duru, atilla dorsay vs. gibi isimlerin uğrak yeri olmuş orası. ek; zülfü livaneli, selda bağcan ile birlikte.

    sırada sevdiğim bazı şarkıları: (spotify'da varlar, bunlar youtube linki)

    mutlu günler
    aras üste buz üste
    burçak tarlası
    günlerimiz (zülfü livaneli'yle)
    yalan
    mecnunum leylamı gördüm

    la chanson de l'oubli
    a perdre haleine
    un coin de terre
    c'est pourtant pour demain

    a cup of coffee a sandwich and you
    summertime
    living now

  • ilkokul veya ortaokuldayım sanırım, babam maaşı almış, alışverişe gitmişiz. o zamanlar alışveriş ayda bir yapılırdı; bisküvi olsun, sarelle olsun, sucuk, muz vs., o zamanki bütçemize göre lüks olan ne varsa alışverişi izleyen bir kaç günde, olmadı bir haftada tüketilir, yeni alışverişlerin yolu gözlenirdi. alışverişten döndüğümüzde, annemle babam poşetleri bırakıp, karşı komşuya uğrarlar, annem aldıklarımızı dolaba yerleştirmemi tembihler. tabi yerleştirirken sarelleyi görürüm. sarelle dediysem, teknik olarak sarelle bile değil aslında, en küçük boyundan şokomigo diye sikimsonik bir şey. annemler dönmeden çay kaşığıyla dalarım çikolataya, fark edilmesin diye üstünü düzlemeye çalışırım. bakarım ki olacak gibi değil, ortada delil bırakmamak adına birkaç kaşık daha alıp bitiririm şokomigoyu. ambalajı da bir poşetin içine koyup çöpe atarım. bir süre sonra annemler gelir, dolabı açıp bakar, sarelleyi nereye koydun diye sorar. nutella dolaba konulmaz muhabbetleri yok tabi o zamanlar. kem küm ederim, gerçek ortaya çıkar. babam der ki, tek başına sarelleyi yediğin için hepimizden özür dileyeceksin. gariban olduğumuzu düşündüğümden değil, gerçekten ablamın, annemin, babamın hakkını yediğimi düşündüğüm için suçluluk duyarım, boğazım düğümlenir, özür dilerim. o günden bu güne unutamam; o günden bugüne de sarelleymiş, nutellaymış pek yemem.

  • kızılderili inanışlarına göre rüyalar küredir ve büyük küre olan rüyalar kabus, küçük küre olan rüyalar güzel olan rüyalardır. yatağın üzerine takılan dreamcatcher ağı ile uyurken gelen rüyaların kötü olanları büyük küre olanlar ağa takılır, güzel rüyalar yani küçük küreler ise ağların arasından geçerek görülür. dreamcatcher ağı bir süre sonra kabuslarla dolu olacağından dolayı temizlemek için ökse otu ile tütsülenir veya tüm gün gün ışığı alan bir yere konulur.

  • 1958 yılındaki türk öğrencinin de bulunduğu forum başlığında kendisini tanıdığımız, yaptığı konuşmayla gönlümüzü fetheden delikanlı önder güler'in son halidir.

    uzun bir araştırma sonucunda 81 yaşındaki önder amcamızı bulmuş olmanın sevincini sizinle de paylaşıyorum. kendisiyle iletişim kuramadım ancak son durumu ile ilgili epey bilgiye ulaştım.

    foruma katılan öğrencilerin büyük çoğunluğu, sonraki yıllarda kendi ülkelerinde üst düzey mevkilere gelmişti. biz de, sözlük yazarları olarak önder güler'in bu şekilde bir yol izleyeceğini varsaymıştık ancak kendisiyle ilgili hiçbir bilgiye ulaşamamıştık.

    kendisi eskişehir lisesini bitirir bitirmez, amerika'ya gitmiş. o gün bugündür orada yaşıyor. babasının asker olduğunu düşünmüştük ancak makine ustasıymış. görsel ailesi onun eğitimine çok önem vermiş ve önder güler ingilizce'yi babasının bulduğu bir kıbrıslı hoca sayesinde öğrenmiş. lisedeyken eskişehir'de bulunan amerikan askerlerine tercümanlık yaparak hem para kazanmış hem de amerika hakkında derin bilgiler edinmiş. türkiye'de bir lise öğrencisi olarak ingilizce öğrenmiş, piyano-mandolin çalmayı öğrenmiş ve eskrim yapmayı öğrenmiş. hatta babasının yardımıyla lületaşından elleriyle yontup, abd başkanı eisenhower'a hediye ettiği satranç setini de göz önünde bulundurursak, o dönemin türkiyesinde eğitim seviyesinin ne durumda olduğunu görebiliriz.

    bahsettiğim gibi, ilgili forumdan sonra zekice bir adım atarak amerika'ya gitmiş. türkiye'nin her türlü sancısından uzak bir şekilde mutlu bir hayat kurmuş kendisine. sanırım ticari bir alanda çalışmış, o konuda net bir bilgim yok. şu anda abd'de yaşıyor.

    fotoğraflardan bile, gençliğinde yaptığı akıllıca tercihin gururunu, mutluluğunu ve bunun oluşturduğu konforu görmek mümkün.

    görsel, görsel, görsel, görsel, görsel

    edit: kendisiyle yapılan güncel söyleşi için tıklayınız

  • loserlar toplanmış yine.oğlum biraz kendinize güvenin lan.sevgilimle 4 yıldır birlikteyiz iyi günde de kötü günde de.yalnız 2 yıl önce biraz batar gibi olduğumuzda benden ayrılma kararı almıştı ama onun benim maddi durumumla alakası yokmuş.ondan daha iyilerini hak ettiğimi düşündüğü için ayrılmak istemiş.işleri toparlayıp müreffeh hayatımıza geri döndüğümüz günlerden birinde tekrar konuşmak istediğini söyledi.bu süre zarfında beni çok özlediğini ve ne kadar çok sevdiğini fark etmiş.bu hayatta her şey para değil..

  • "duyarlı" veliler tarafından gerçekleştirilen eylem. çocuklarının otizmli öğrenciler ile aynı çatı altında okumasını protesto (!) etmişler.

    istanbul otizm gönüllüleri derneği başkanının lafıyla:

    --- spoiler ---

    "keşke biraz insan olabilseniz ve bu birlik halinizi, gücünüzü faydalı işlerde kullansanız" ifadeleriyle eleştirdi. yetkililerin önlem almadığının altını çizen (dernek başkanı) sedef erken velilere de "umarım çocuklarınızda karşınıza çıkmayan otizm ve benzeri nörolojik farklılıklar torunlarınızda karşınıza çıkınca derneklerimize gelir destek isterseniz. bugünkü bütün kötülüğünüze rağmen o gün yine biz elinizden tutacağız. çünkü size benzemiyoruz ve hiçbir zaman benzemeyeceğiz"
    --- spoiler ---

    edit: şöyle bir başlık varmış, moderasyon doğru başlık altında birleştirebilirse çok güzel olur (bkz: otizmli çocuklara karşı eylem)

    büdüt: birleştirildi. teşekkürler kanzuk*