hesabın var mı? giriş yap

  • jared diamond çevresel determinizmin bolca ekmeğini yemiştir. helal hoş olsun. buzların erimesinden sonra eşitlenen dünyada nasıl oldu da avrupalılar afrikayı, amerikayı, asyayı gidip fethetti, sömürdü de sömürdü? bunun cevabını çevresel determinizm ile verir. avrasya'da koyun, keçi, sığır gibi eti, yünü, yağı bol uysal hayvanlar yetişirken, afrika ve amerikalarda insanlar lama gibi deve gibi bir derece huysuz hayvanlarla yetinmek zorunda kaldı. avrupalı eti, tavuğu, yumurtayı bol buldu. tükettikçe tüketti. hele bir de buğday, arpa gibi ekimi kolay tahıllar vardı avrasyada. oysa diğer kıtalarda mısır gibi yetiştirmesi zor gıdalar vardı. ne oldu peki? avrasya kıtanın ve iklimin kendilerine kıyak geçmesi neticesinde gıda bolluğu yaşadı. gıda bolluğu nüfus artışını getirdi. nüfus artışı çiftçiliğin haricinde farklı meslek dallarının çıkmasına imkan verdi. farklı meslek dalları sanatı, bilimi doğurdu. çeliği, tüfeği ürettiler. aldılar bu çeliği, tüfeği gittiler amerikalara. bir de yanlarında yerel halkın bağışıklık sahibi olmadığı mikroplar, hastalıklar getirdiler. el kadar avrupalı koca koca kabileleri yok etti. sömürdü, hüküm sürdü. öne geçti. al sana çevresel determinizm.

  • bak abiciğim, güzel başkanım, canını yidiğim; bölümlere, helede böyle toplum için önemli bölümlere, talep yoksa kapatmak mı yoksa talep olması için bazı çalışmaların yapılması mı mantıklı? imam hatibe, ilahiyat fakültelerine verdiğin imtiyazlar gibi bir şeyler sağla sana adamlara!

    ama gördüğümüz şu ki; bilimin, ilimin değeri sıfır şu hükümetin gözünde...

  • geri alamadıkları yüzde 1 milyon doğrudur ama yanlışlıkla ödeme kısmı yüzde 1 milyon yanlışlıkla değildir.

  • okyanuslara kıyısının olmamasıdır.

    coğrafi keşifler çağında öne çıkan bütün devletler okyanus kıyısında olanlardır. bunlar kendileri dışındaki devletleri engellemişlerdir. günümüzde küçük bir ülke olan portekiz, ya da hollanda filan o devirde devasa sömürgelere sahiptiler, çünkü okyanusa kıyıları vardı.

    osmanlı devletininse sadece akdenize ve karadenize kıyısı vardı, okyanusa çıkmamız cebelitarık'tan çıkmamızı gerektiriyordu ve bu da zordu, çünkü orası başkasının elindeydi. donanmaları lojistik olarak desteklemek de mümkün değilmiş, çünkü portekiz direk açılırken, biz ancak bütün akdenizi geçtikten sonra savaşı da göze alırsak okyanusa açılabiliyorduk. ve dönüş de gene aynı şekilde. bu yüzden okyanus denizciliği bizde gelişmemiş.

    biz de elimizden gelenin en iyisini yapıp akdenize kıyısı olan neredeyse bütün kuzey afrika ülkelerine el atmışız. kurulduğumuz coğrafya itibariyle sınavımız buymuş, bu kadarını yapabilmiş, devamını yapamamışız.

    sonradan gelen not: bir çok arkadaş özelden "kızıldenize kıyısı vardı, niye oradan okyanusa açılmadı" diyor. kızıldeniz'e osmanlı devletinin sadece merkezi idaresine tabi kıldığı uzak eyaletlerinin kıyısı vardı. yani arap bölgelerinden ve mısır'dan bahsediyorum. cebelitarık bölgesi de aynı şekilde. buralar nüfusça osmanlı olan yerler değil, fetihler yoluyla elde edilmiş, ama türkçe konuşmayan toplumların yaşadığı, vergiyle bağlı bölgeler. anavatandan yani anadolu kıyılarından kızıldenize deniz yoluyla ulaşım yok. bu da kızıldenizde ayrı bir donanma kurulması zorunluluğu demek, bu da lojistik bir çok zorluk getiriyor, kendine göre güvenlik riski de var, bir deniz savaşı çıksa afrikayı dolaşmadan anadolu'dan yardım gönderemezsiniz mesela, isyan çıksa araplar el koysa yapacak bir şeyiniz yok. kızıldenizde osmanlı donanmasına ait gemiler var, ama bunlar süveyş ve basra tersanelerinde sıfırdan inşa edilen gemiler. baştan kuruyorsunuz yani her şeyi. o bölgeden hint okyanusuna kadar portekizliler hüküm sürüyordu, bu bölgedeki donanmalarıyla osmanlı devleti de bazı seferler düzenliyor, hindistana filan gidiyor, ama işte yeterli olmuyor. en iyi denizcilerimizden piri reis çıktığı seferde portekizlilerle savaşı göze alamayıp dönüyor, ceza olarak boynu vuruluyor. gene bir başka denizci seydi ali reis portekizlilerle karşılaşıyor, o da bir çok gemi kaybedip geri çekiliyor. böyle böyle bir noktadan sonra doğu yönüne devam edilmiyor. akdenize odaklanılıyor.

    sokullu zamanında (ki akıllı adammış) süveyş'e kanal açılmak istenmesinin de sebebi budur, asıl donanmayı oradan okyanusa çıkarabilmek ve portekizlilerle savaşacak güce erişmek. ama açamamışlar, hakimiyet de kuramamışlar. "süveyş kanalını açsalarmış madem, bak, adamların vizyonsuzluğu gene kanıtlandı, görememişler geleceği" diyen adamlar da bence haklı değil. vizyon varmış, fikri düşünmüşler de, işin mali boyutu var, işgücü boyutu var, o kadar kolay mı? aha, kanal istanbul 2010'dan beri ortada, daha kazma vurulabildi mi? ömürleri, paraları yetmemiş.

    yani bugünkü köylülüklere kızıp, kızdığımız insanlar osmanlıyı da sahipleniyor diye osmanlıya da "vizyonsuzlar, tembeller" filan diye tarihi açıklayamazsınız. hayat böyle vizyonlular, vizyonsuzlar diye açıklanabilecek kadar basit değil. portekizliler, ispanyollar, ingilizler, hollandalılar, fransızlar denizcilikte gelişti de tesadüf mü bu yani. portekizliler, hatta tarihin en büyük imparatorluklarından ispanyollar, o zaman çok vizyonluydu, kömür-demir çelik çağı başlayınca mı vizyonsuz oldular? hayır, kömür, demir, bunlar ispanyollarda yoktu, ingilizlerde ve almanlarda vardı. o zamana kadar "vizyonsuz" olan ve denizlere açılamayan almanlar birden vizyonlu mu oldular da sanayi devrimi yaptılar, hayır, onların önünde (batısında) çıkmalarını engelleyen ingiltere vardı, okyanusa kolay açılamıyorlardı, sömürge edinemediler, ama sanayi üretimi yapmalarına engel olmadı bu, "çünkü çok vizyonlu" olduklarından değil, topraklarında demir kömür çok bol ve ucuz bulunduğundan.

    her şey "benim mükemmel vizyonumu paylaşan biri yönetse işler süper olurdu, uzaya gidilirdi" diye açıklanamıyor maalesef.

  • çok antipatik bir tweet.

    yıldız haklı, hayko haksız. oturmuşsun tatil beldesindeki villanda; şehrin göbeğinde bile otursa sabahın 7'sinde o karanlıkta işe/okula giderken ''ulan inş köpek çetesi çıkmaz karşıma'' diyen insanlara twitter'da felsefe yapıyorsun.

  • - teyze şimdi benim adım pelin'miş, bu da bebeğim. öyleymiş gibi konuşalım tamam mı?
    - tamam. merhaba pelin hanım. bebeğiniz ne kadar da güzel.
    - evet. adı da ağaç.
    - aaa ne değişik bir isim öyle?
    - gözleri kahverengi diye öyle koydum. sarı olsa bal koyacaktım.
    - pelin hanım canınız sıkkın gibi. eşinizle mi tartıştınız?
    - benim eşim yok.
    - hmm ayrıldınız demek.
    - hayır hiç evlenmedim ben.
    - bu çocuğu nasıl yaptınız peki?
    - büyük bir cesaretle :ı

    oy dağlar.