hesabın var mı? giriş yap

  • bir arkadaşın kedisi var. eski sokak çocuğu, kocaman, siyah beyaz. adı da panda. tam bir ağır abi. istediği zaman dışarı çıkıp istediği zaman eve giriyor. arkadaşın nice ilaçlamalarla çözemediği fare problemine çare olmuş (ev eski bir muhitte eksi birinci kattaydı). bu yüzden panda'ya saygı büyük. zaten ancak saygı duyabiliyorsun, arkadaşın dediğine göre kendisini kırk yılda bir sevdiriyor.

    panda'nın ilginç bir özelliği var. eve gelen misafiri kontrol ediyor. ben eve geldiğimde panda yoktu. bir saat sonra falan pencereden bir tıkırtı duyduk, arkadaş pencereyi açtı. panda içeri atladı. sağa sola bakındıktan sonra beni fark etti. yavaş yavaş bana doğru geldi. önce ayaklarımı kokladı, sonra bir anda kucağıma atladı. o ara arkadaşım "sev biraz, seni kontrol ediyor." dedi. 10 dakika falan kucağımda durdu, sevdim. en sonunda kucağımda arka ayaklarının üstünde kalktı, ön patilerini omuzlarıma koydu, başını da çeneme sürttü. arkadaş "tamam, misafir olarak onay aldın." dedi. bunu sadece sevdiği kişilere yaparmış. sonra kucağımdan indi, suyundan içti, biraz daha takılıp pencereden çıktı gitti. bir daha da gelmedi.

    sevmeyen, korkan falan olursa sık sık kontrol etmeye geliyormuş ya da hiç gitmiyormuş. kedi "tamam, sen iyi bir çocuksun. ben şimdi gidiyorum, siz kardeş kardeş oynayın." dedi bana. vay anasını.

  • hep merak etmişimdir yabancı ülkelerde de bizdeki gibi memleket muhabbeti var mı diye. mesela amerika'da new york'a gidip ben "new york'ta doğdum ama anam babam dallas'lı" dendiğinde irite olma durumu var mı? ya da insanlar kendi aralarında konuşurken şöyle diyaloglar geçiyor mu :

    - kız nereliymiş?
    + virginia. ama aslen kuzey carolaynalı
    - olm onlardan adam çıkmaz amk. beş para etmez yobaz hepsi. kızılderili falan olmasın olm onların adetleri farklı uyuşamazsınız siz olmaz yani.

    - kardeş nerelisin sen?
    + new york
    - aslen nerelisin ?
    + ????

    ya da haberlerde şöyle bir flaş haber geçiyor mu : "virginia'da neden ayine gelmedin dayağı"

    ya da "abi kansas'tan sonrasına atacaksın atom bombasını ülke tertemiz olacak" diyen birileri var mı?

    bir ton işim var ama oturup bunu düşünüyorum şimdi. herkesi kendimiz gibi sanıyor olmam da ayrı bir öküzlük tabi.

  • isminde bir ironi olduğunu düşünüyorum bu filmin (ve kitabın). masumiyetin çağı böyleyse masum olmayan bir çağda yaşayanların vay haline. newland'ın ellen'ın avrupa'ya döneceğini öğrenmesinden sonra verilen yemek sırasında anlatıcının* şu sözlerine bakalım:

    "archer saw all the harmless-looking people at the table is a band of quiet conspirators, with himself and ellen the centre of their conspiracy. he guessed himself to have been, for months, the center of countless silently observing eyes and patiently listening ears. he understood that, somehow, the separation between himself and the partner of his guilt had been achieved. and he knew that now the whole tribe had rallied around his wife. he was a prisoner in the center of an armed camp."

    türkçesi şöyle:

    "archer, masadaki zararsız görünen insanların sessiz birer komplocu gibi kendisiyle ellen'ı ise komplonun tam ortasına düşmüş gibi görüyordu. aylar boyu sessiz izleyen bakışların ve sabırla dinleyen kulakların arasında kaldığını hissediyordu. kendisiyle suç ortağını ayırmayı bir şekilde başardıklarını anlıyordu. ve şimdi bütün kabilenin, karısının etrafında toplandığını biliyordu. silahlı bir kampta tutsaktı sanki."

    bu sözlerin ardından archer'ın ellen'ı uğurlamak istemesine bile engel olan, "o (ellen) zaten bizimle gelecek" diyerek archer'a birkaç dakika için bile ellen'a yanaşma fırsatı vermeyen kişilerin, toplumun (society) olduğu bir çağı düşünelim. böyle bir çağ, olsa olsa sessiz bir kötülüğün, zalimliğin çağı olur. masumiyet çağı olması mümkün değil velhasıl.

    ve bu gözlemlerden sonra ne olursa olsun insanın kültürel olarak genelde daha iyiye, daha mantıklı olana doğru evrildiğine dair düşüncemi pekiştirmiş bir filmdir. bakmayın siz "eskiden ne güzeldi", "nerede o eski bayramlar" gibi laflar edenlere. insanoğlunun sosyokültürel olarak son on bin yılda katettiği yola biraz bakacak olursanız ne kadar rezil, aşağılık ve zalim çağları geride bıraktığını kolaylıkla görebilirsiniz. mükemmel bir çağda değiliz hatta fazlasıyla kötü bir çağdayız ama geçmişteki hiçbir çağdan kötü değil içinde bulunduğumu çağ. fevri olmadan etraflıca düşününce bunu görmemek imkansız. teknolojik gelişmişliğin beraberinde getirdiği soğuk savaş döneminin nükleer yok-oluş, ya da günümüzün küresel ısınma tehlikesine benzer tehlikeler nedeniyle kendi türümüzü ve yaşamayı en az bizim kadar hak eden diğer türleri yok etmezsek gelecekte çok daha güzel toplumsal kültür ve yaşayış tarzları yaratacağımıza inanıyorum. neyse filmimize dönelim...

    dediğim gibi filmin isminde ironi var kanaatimce. şahsen bu kadar acımasız ve korkunç bir society'de ve çağda yaşamak istemezdim. zira bunların masumiyetle alakası yok.

    bu dışında, the age of innocence, martin scorsese'nin dönem filmi çekmede sinemanın en büyüklerinden biri olduğunu gösteren bir başka örnek. scorsese, zaten genel olarak sinemanın en büyüklerinden ama ustanın bu konuda da ayrı bir yeteneği var. ayrıca martin scorsese'nin cameo olayını ne kadar sevdiğini tekrar görüyoruz. bu filmde de fotoğrafçı rolüyle kısaca göstermiştir kendisini.

    daniel day-lewis için fazla bir şey dememe gerek yok sanırım. beyler ve bayanlar bu adamı yaşadığı zamanda izleyerek tarihi yaşayanlardanız. çünkü yıllar sonra oyunculuğun en büyük ustalarından, efsanelerinden biri olarak bahsedilecek day-lewis'ten.

    --
    "nerede o eski bayramlar" sözüne dair ufak bir not: böyle diyen insanlar çocukluklarının umursamaz ve sorumsuz zamanlarını özledikleri için bu tip sözler ederler. zamanla her şeyin tadı kaçar, çünkü biz büyürüz. yoksa bir bayram geleneğinin 40-50 yılda "nerede o eski bayramlar" denilecek kadar aşırı bir şekilde değişmesi mümkün değil. her şeyden önce toplumsal dinamikler buna engel. hepimiz utanmaksızın kapı kapı dolaşıp en sevdiğimiz şey olan şekerleri topladığımız tasasız bayramları ve aslında çocukluğumuzu özleriz. o yüzden hiçbir şey eskisi gibi değildir hayatımızda; her şey aynısı gibi kalsa bile biz ve taşımamız gereken yükler değiştiği için.

  • bu asisti ronaldo yapsa 3 sayfa, messi yapsa 5 sayfa, bruma yapsa 12 sayfa entry olurdu. selçuk şahin yapsa hiç entry olmazdı insanlar son saatlerini sevdikleriyle geçirirlerdi.

  • çok sağlam hikayesi olan bir film.
    birbirinden mesafe olarak , insanlarının ten rengi olarak, medeniyet olarak fersah fersah uzakta olan, afrika ve danimarka'da geçiyor öykü. bu iki farklı mekanda geçen olaylar yumuşak geçişlerle bize aktarılırken; barındırdıkları şiddet olgusuyla bu iki farklı mekan gitgide birbirine yaklaşıyor.

  • suriyeli bedeviler kadar olamayıp, sahilde nargile keyfi yapmak varken, ülkelerini müdafaa ederken katledilen kahraman askerlerdir. ruhları şad olsun!