hesabın var mı? giriş yap

  • - annee geçen hafta aldığımız mavi çizgili tişörtümü bulamıyorum!
    - çekmeceye baktın mı?
    - e baktım tabi, yok orda.
    - bi daha bak.
    - yaa yok diyorum, kaç kere baktım.
    (anne gelir, çekmeceyi açar)
    - aha işte burda ya, evladım kör müsün?
    - *nasıl lan???*

  • 7 aylık tayland maceramda en sevdiğim yerlerden biriydi. hamburgerlerini çok sevdiğim 7/24 açık olan şükela market. keşke yaşadığım yerde de olsa dediğim, satılan abur cuburlarına yandığım market. 7-eleven candır beeeh!

  • eskiden bilerek sacmaladigini düşünüyordum bu konusmadan sonra anladim ki bu cocukta ciddi psikolojik sıkıntılar var. cok talihsiz bir konusma

  • normal basınç altında kanda erimiş vaziyette dolaşan oksijen miktarı %1.5 civarı bir orandır. bu şartlar altında hücrelerimiz maksimum kapasite ile hayatını devam ettirebilmektedir.

    bildiğimiz gibi gazlar da basınca karşı duyarlı elementlerdir. nasıl ki bünyemiz artan basınca belirgin tepkiler veriyorsa, aynı şekilde oksijen de artan basınç karşısında yoğunlaşarak kendini duruma adapte etmektedir.

    örneğin tüplü dalış yapan bir dalgıç düşünelim. normal atmosfer basıncında havadan aldığı oksijen oranı %21'e yakın bir değerdir. vücut emilimini bu düzeye ve bu yoğunluğa göre gerçekleştirir. fakat biz derin sulara doğru indikçe, oksijen basıncın etkisiyle yoğunlaşmaya başlayacaktır. bu nedenle tüpün içindeki karışımdan çektiğimiz bir nefes karışımda, normal atmosfer basıncına göre çok daha yoğun azot-oksijen karışımı vücüda girecektir ve bu nedenle hücrenin absorbe ettiği oksijen yüzdesi artacaktır.

    bunun sonuçları vahimdir. nedeni ise yaşamını normal atmosfer basıncında sürdürmeye güdümlenmiş hücreler, yeni değerlerle birlikte kendi kendilerini yok etmeye başlayacaktır. yani vücudumuz içten içe kendini imha etmeye başlayacak ve malumunuz tüm vücudumuz hücrelerden oluştuğu için özellikle akciğer, beyin gibi organlarımızdan başlayarak büyük acılar eşliğinde (ki bu vücudun ölüyoruz lan!! alarmıdır) hayatımız sona erecektir. işte bu tarz bir zehirlenmeye akut oksijen zehirlenmesi denilmektedir.

    bir de bunun tam tersi normal atmosfer basıncından daha düşük bir basınç değerinde oksijen oranına maruz kalma vardır. buna da kronik oksijen zehirlenmesi denilmektedir. bu da hemen hemen aynı etkileri göstermekle birlikte etkisi yavaş yavaş açığa çıkar ve uzun süre (örneğin 30 saat) maruz kalmak gerekir

    deniz seviyesinde havadaki oksijen yüzdesi yaklaşık % 21 oranındadır. irtifa yükseldikçe hava molekülleri daha dağınık olduğu için, her nefes, vücut için daha az oksijen sağlar. örneğin 3657 metrede aldığınız bir nefes, deniz seviyesine göre % 40 daha az oksijen içermektedir. 5486 metrede % 50 daha az oksijen anlamına gelmektedir. bu sebeple ilgili durum da genellikle alışık olmadan yüksek irtifada uzun süre bulunan insanlarda görülüyor. filmlerde ya da belgesellerde mutlaka denk gelmişsinizdir; everest dağına tırmanan dağcılar (ki yüksekliği 8.848 mt’dir) yanlarında mutlaka yedek oksijen kaynağı taşırlar. işte sebebi de tam olarak yukarıda izah ettiğim husustur. o irtifalarda normal atmosfer basıncına oranla, oksijen oranı neredeyse %65-70 oranında azalmaktadır ve soluma yoluyla alınan oksijen miktarı hücreleri beslemek için yeterli olmayacaktır. bu sebeple vücut çok seri ve sık aralıklarla nefes alma eğilimi gösterip, kalp ritminizi normalin 2 ya da 3 katına kadar hızlandıracaktır. hızlı kan dolaşımı oksijen ihtiyacını arttıracak ve yeterli oksijen olmaması sebebiyle nefes alma sıklığı hızlanacaktır. böylece kişi kendini bu "ölüm paradoksu"na sokacaktır.

    tabi zehirlenme durumuna kişinin ne kadar sürede gireceği veya ne kadar dayanacağı büyük oranda yine o kişinin bünyesi ile alakalıdır ama nihayetinde uzun süreli maruz kalınmalarda sonuç hemen hemen her insan için aynı olacaktır.

  • sağlam bi sopayla bütün psikolojik problemlerinden kurtulabilecek kardeşimizdir. iki dakika seyrettim hayattan soğudum resmen. allah ana babasına sabır versin.

  • bir insan ülkesinden bahsederken, ne kadar duru ve samimi olabilir onun cevabıdır. nuri bilge ceylan'ın cannes film festivalinde ödülü alırken yapmış olduğu konuşmada şöyle geçiyor bu ülke:

    "'bu ödülü, tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum''

    yüzlerce sayfa yazsan, sağından girip solundan çıksan, tepeden tırnağa resmetsen; bir ülkenin içinde bulunduğu durumu bundan daha güzel anlatamazsın. bir cümle, sekiz kelime ve olay bitmiştir. bir güzelliğin bu derece güzel tasvirini en son sadri alışık 40 yıl önce menekşe gözler'de yapmıştı. fatma girik'in çakmak çakmak gözlerinin yanına tutmuştu bir tutam menekşeyi. fatma girik'in gözleri miydi asıl güzel olan, yoksa menekşeyi tutanın bakışlarındaki ateş mi güzelleştirmişti o gözleri?