hesabın var mı? giriş yap

  • "sıkıştırmak" değil "kullanmak" tır aslında yaptığı eylem. bunu "sıkıştırmak" diye tasvir edince, aslında orada yeri olmayan fuzuli bir sözcük eklenmiş de onu çıkarsak dahi cümlenin anlamı bozulmayacakmış gibi bir izlenim veriyor.

    bu eylemi yadırgamanın da tam olarak yukarıda bahsedilen nüansı fark edememekten ileri geldiğine kaniyim.

    şöyle ki, genelde kişinin özgür iradesiyle karar verdiği veya ekstra bir çaba ile bir niyet doğrultusunda gerçekleştirdiği bir davranış değildir söz konusu olan.

    insanların her cümle kurduklarında durup önden 10 sn semantiği & sentaksı düşündükleri ve bu sırada hangi dilden hangi kelimeyi kullanacaklarına belli bir amaç doğrultusunda karar verdikleri yanılgısı var. yazmak olsa anlaşılır bu varsayım, lakin konuşmak (hele de gündelik rutinde sıkça tekrarlanan "küçük sohbet" gibi diyaloglarda) otomatik pilota alınmış şekilde yaptığımız bir hareket. yani nasıl ki yüzmeyi bir kere öğrendikten sonra her kulaçta durup yeniden "acaba kolumu hangi açı ve hızla suya daldırsam maksimum verim alırım?" diye karar vermiyorsanız, konuşmayı bir kez öğrendikten sonra -maalesef- otopilota alıp ritüelleştiriyorsunuz.

    öğrenilen 2.veya 3. diller de tabii ki kullanılma frekansıyla doğru orantılı olarak yeni nöronal ağlar oluşturup eskilerinin kullanılma sıklığı azaldıkça beyniniz sürekli değiştiğinden, düşünme ve konuşmanızda yeni şeyler ağırlıklarını hissettirmeye başlıyor.
    (mesela aklınızda gün içerisinde bulunan verilerin genelde yakın bir zaman diliminde başınıza gelen veya yeni öğrendiğiniz şeyler olması doğal bir sürecin ve gerekli bir adaptasyonun sonucu.)

    bunların sonucu olarak kendi habitatı içerisinde belli kavramları anadilindeki fonetik karşılıkları ile değil yabancı bir dildeki fonetik karşılığıyla özdeşleştirmeye başlayan kişi, ister istemez mesela servis aracını görünce "ring geldi", "shuttle geliyor" diye anlık bir izlenimi oluyor, sesli olarak belirtmese bile düşünürken veya algılarken dahi bazı spesifik kavramların dilsel göstergeleri değişmiş oluyor. bunu seçim ile yapmıyor, üzerine kafa patlatıp da "mekik" kelimesinin ingilizce karşılığını aramıyor, zaten o türkçesinden önce geliyor aklına. çünkü gün içinde tüm çevresi bu araca böyle hitap ediyor.
    ha ilginçtir mesela ben hiç kampüsündeki araçtan ring olarak bahseden kişinin taksim-çapa dolmuşuna gelince ring dediğine tanık olmadım. yani konsept birebir olarak, bulunduğu çevre ile bağlantı içerisinde alınıyor ve bu kişi taksimde kampüs dışından arkadaşlarına bir anı aktarırken yine "tam sigara yaktım ring geldi" diyebiliyor, dolmuşa dolmuş demeye devam ediyor ama. yani sizin ortamınıza geldiğinde normalde hayatında ingilizce olarak yer etmiş bir takım terimleri sanki özel admış gibi yine ingilizcesiyle belirtiyor çünkü aksi için ekstra bir çaba ve özen gerekiyor sanılanın aksine.

    mesela günde 10 saat ingilizce/fransızca/ almanca eğitim alan veya bu dillerden birinde materyaller okuyan veya bu dilleri kullanan birileriyle iletişim kurarak iş yapan birini ele alalım.
    onun normali artık zaten artık o çalıştığı dilde kurulu, esas aksini yapıp türkçeleştirmek için her seferinde bir istem devreye giriyor bilinçli bir şekilde, aklına öbür dildeki kelime hemen geldiği ve cümlesini tam olarak tamamlayan bir kelime olduğu halde aynısının türkçesini hatırlayıp kullanmayı seçmesi gerek. evet hatırlamak kelimesini kullandm çünkü mikrosaniyeler kadar bir farkla bile olsa aklına türkçesi daha geç geliyor. yani bunu yapmak için kişinin sürekli uyanık ve durumu gözetir halde olması, her ingilizce kullanmak üzere olduğunda ışık hızıyla bunu fark edip kendisini durdurup aklına ikinci gelen kelimeyi telaffuz etmesi gerek. bu süreç de ekstra çaba harcamayı ve bu yönde bir niyeti gerektiriyor.

    burada dünyanın en sinir bozan sorusu karşımıza çıkıyor; " asıl amacı neydi?" yani neden kişi bu durumu önemseyip de düzeltmeler yapma, konuşmasını sadece tek dil bilenlerden daha çok gözetme ve bunun gibi bir detaya yoğunlaşma zahmetine girecek? az da olsa işin doğal gidişatından farklı bir eylemi seçmesi ve davranışsal değişikliğe gitmesi için bir sebep olması gerek çünkü.

    bu sebep ortamda ingilizce bilmeyen kişi yoğunluğunun daha fazla olması, anlaşılma oranının tek dilde konuşunca artması gibi pratik sebepler olabilir.

    eğer bunlar söz konusu değilse, ikisi de ingilizce bilen veya sadece aralarınsa bahsettikleri ingilizce terimlerin anlamsal karşılığını bilen insanlarsa iletişim kurmaları kesinlikle aksamıyor.

    bu durumda geriye estetik ve etik sebepler kalıyor. estetik en çok dile getirileni aslında, durumdan rahatsız olup sinir bozucu olduğunu düşünen çoğu insanın herhangi bir pratik sebep öne süremedikleri halde rahatsızlık belirtiyor olmaları estetikle ilgili. her dilin kendi içinde bir ritmi, kulakta yarattığı dolgunluk veya alışıldık bir tınısı var, kelimelerinin seslerinin birbiriyle uyumu farklı tonlamalara yol açıyor. çoğu zaman rahatsızlık iki veya üç farklı bütünün parça parça karışmış, aralara sanki orada olmaması gereken "arıza" lar katılmış gibi olmasından kaynaklı. ama bu da neticede zevk, keyfiyet herhangi bir lüzumluluk söz konusu değil. dolayısıyla zevk sahibine,
    herhangi birini aksini yapıyor diye kınamak, davranışını değiştirmesini talep etmek hakkı vermiyor.

    kaldı etik, ki bu da estetik gibi muğlak yargılardan mütevellit. yani "bence bu doğru değil" demenizle "bence hoş değil" demeniz çoğu zaman eş skalada değerli. bu konuda öne sürülebilecek etik sebepler şöyle oluyor muhtemelen :
    i) milli kültür/miras ekseninden toplumsal bir bütünlük bilincini muhafaza etme gerekliliği(bunun dildeki karşılığı "dili saf tutmak", "dili korumak" gibi tuhaf çabalar) bunu geçiyorum çünkü milli kimliğin herkesin kabul ettiği bir evrensel değer olduğu varsayımı zaten başlı başına dayatmacı, dogmatik. belki de kişinin korumaktan yana olmadığı sahiplenmediği bir kültür ve onun ürünü olan dil olduğundan, "değişmemesi" şu anki haliyle kalması için çaba sarf etmek şöyle dursun kişi bazı şeylerin değişmesini tercih ediyor olabilir. kaldı ki dil canlı, kıpır kıpır, oynak., bulutumsu bir şey ; şimdiye kadar nerede sabitlendiği görülmüş ki orada tutalım? şu an ana dilim diye konuştuğun şey zamanının yabancı dillerinin(arapça farsça) etkisiyle büyük ölçekte değişmiş, yer yer zenginleşip yer yer yontulmuş kocaman bir ana çerçeveden ibaret. muhtemelen 1000 yıl önce devrin bilginlerinin, sanatçılarının kullandıkları için eleştirildikleri, sofistike bulunan, fildişi kulelerin o "yüksek" dilini şu an kullanıyorsun , kullanıyoruz. yine aynı terane anlayacağın, "var olan"ın korunması ve " var olabilecek"lerden her halükarda daha iyi olduğu zannı, yani konservatiflik.

    ii) "ama herkes yeterince anlayamıyor " tantanası. sanki anlatanın yeterince, gerektiği kadar ve dilediği opaklıkta anlatma hakkı hatta ihtiyacı daha önemsizmişçesine.

    belki de "şu "kadar anlaşılmak" bu" kadar anlatmakla kompanse ediliyor ve kar zarar tablosuna oturttuğunda konuşan için bu kullanım pozitif sonuç veriyordur.

    belki de senin ondan o kelimeyi kullanmamasını talep etme hakkın olduğu kadar onun da senden "o zaman şunun anlamını öğren de gel bir şey anlatamıyorum sana" diye talepte bulunma hakı saklıdır.

    " sen yeni bir şey öğrenme çabasına girme diye ben nedem bildiğimi geri plana atıp yoksayma zahmetine gireyim?" denebilir pekala. sanki anlatmak bir talep ve dinlemek bir lütufmuşçasına, dinleyicinin konforu neden yeğ tutulmalı ki?

  • bu korkuyu yaşayan insanın kesinlikle evliliğe kalkışmaması gerekiyor. yıllarca evliliğe hiç hazır olmayacağımı düşündüm. evlilik hep korkutucu gelmiştir bana (muhtemelen ailemde ve arkadaşlarımda gördüğüm muhteşem evlilikler nedeniyle). saçma sapan kurallar koyarım hep 32'den önce evlenmem, ilk erkek arkadaşımla evlenmem vs gibi. hepsi hikayeymiş arkadaş. meğer ben bu yaşıma kadar evlenmek istememişim. şimdi yırtınıyorum "o adam" tek taşla gelsin diye. gel gör ki ilahi adalet! bu seferde "o adam" ağırdan alıyor. az kaldı ben çiçek pasta çikolata alıp anasının kapısına dayanacağım "allah'ın emri..." diye. istiyorum ulenn istiyorum.

    burdan herkeslere sesleniyorum. kimse panik yapmasın, gerçekten evlenmek istemeden evlenmesin, doğru kişi mi evlendiğim diye en ufak bir şüphe varsa bırakın gitsin. doğru kişi var, emin olun, kendinize güvenin.

    kimle evlenilir:

    - gerçekten güvendiğinle
    - senden zeki olduğunu düşündüğünle
    - seni asla yalnız bırakmayacağına emin olduğunla
    - düşmene izin vermeyip elinden tutup seni yukarı çekenle
    - seni ezmeyenle
    - seni ağlarken güldürenle
    - kavga ederken bile keyif aldığınla
    - her an sarılmak istediğinle
    - elini bırakamadığınla
    - yanındayken dokunma ihtiyacı hissettiğinle
    - üstüne yanlislikla kola döktugunde bile elini bırakmayanla
    - herkesle gururla tanıştırdığınla
    - hayal kurmayı sevdiğinle
    - konuşmayı sevdiğinle
    - saygı duyduğunla
    - sana saygı duyanla
    - birlikte zaman geçirmeyi sevdiğinle
    - aynı evi paylaşmak istediğinle
    - birlikte yaşlanmak istediğinle
    - birlikte çocuk(lar) yapmak istediğinle
    - ortak hayallere ve hedeflere sahip olduğunla
    - kültür seviyesi seninkiyle denk olanla
    - aşık olduğunla
    - gerçekten sevdiğinle
    - tipine bayıldığınla
    - huyuna bayıldığınla
    - seni defalarca etkileyebilen ve şaşırtanla
    - defalarca seni kendine aşık edenle
    - her durumda iyiliğini istediğinle
    - ailesi şeker gibi olanla
    - ailenin onayladığı kişiyle

    çok uzun bir liste gibi görünse de hepsi oluyor.
    doğru zaman, doğru insan var.

    edit: ve aradigimi buldum.. o'nunla evlendim..

  • "umarim bir tanidikla karsilasmam" dediginiz anda birden fazla tanidikla karsilasacaginiz garantidir

  • türk edebiyatı'nın en büyük yazarlarından sabahattin ali'nin katili ali ertekin'e maktulu neden öldürdüğü sorulur. normal şartlarda 25 yıl hapis cezası alması gereken ertekin, sabahattin ali'nin kendisinin "milli hislerini" tahrik ettiğini, bu yüzden dayanamayıp şahsı öldürdüğünü söyler.

    sonuç, ali ertekin'in cezası 4 yıla inmiştir. bununla da yetinmeyen yüce mahkememiz, katilin 3-4 hafta yatmasını yeterli görmüş, af çıkararak tahliye edilmesini sağlamıştır.

    hoca komşusuna dönüp sorar : "milli hislerin tahrik ettiğine inanıyorsun da cinlerin tahrik ettiğine mi inanmıyorsun?"

    debe editi : bu entry, yakında yazar olarak sözlükte arz-ı endam edecek kendiicindefederaldevlet'e adanmıştır.

    debe editi-2 : 2019 seçimlerinde oylar nazlı'ya kampanyası adlı güzel kampanyaya desteklerinizi esirgemeyin lütfen, daha fazla ilgi görmeyi hak eden bir çalışma.