hesabın var mı? giriş yap

  • 16.yüzyıldan kalma güzide bir şifreleme yöntemidir.

    basit örneklerle (ve ingiliz alfabesi üzerinden) açıklamak istersek öncelikle bir şifre anahtarımız olmalı. bu anahtara "crypto" diyelim. daha sonra da tabi ki şifreleyecek bir metnimiz olmalı. bu metin de "what a nice day today" olsun. daha sonra metnimizden boşlukları, noktalama işaretlerini vs. çıkararak şu hale getirelim: "whatanicedaytoday"

    şimdi alt satıra metnimizi, üst satıra anahtarımızı yazalım. bunu yaparken de anahtarımızı gerektiği kadar peş peşe tekrar edelim ve metindeki her harfi bu anahtarda uygun düşen harfle eşleştirelim (aralardaki "-" işaretlerinin harfleri gösterimde aynı hizzaya getirebilmek dışında hiçbir anlamı yoktur):

    c--r--y-p-t--o-c--r--y--p-t-o-c-r--y-p--t
    w-h-a-t--a-n--i--c--e-d-a-y-t-o-d-a--y

    bilindiği gibi ingiliz alfabesinde 26 harf bulunmakta. bu nedenle kendimize mod 26'yı kaydırma oranı olarak alıyoruz. yani diyelim ki anahtardaki ilk "c" harfi metinde "w" harfine denk geliyor. bu durumda "c" ve "w"nun alfabedeki sıralarını sayısal olarak topluyor, mod26'ya göre kalanını alıyor, bu degere karşılık gelen sıradaki harfi de şifrelenmiş metnimize yazıyoruz ki bu örnekte bahsettiğimiz harf "z" olacaktır.

    işin içine mod girdiği için asıl metindeki her harf şifreli metinde tek bir harfe karşılık gelmeyeceği gibi şifreli metindeki aynı iki harf de asıl metinde farklı harflere denk gelebilecektir. örneğimiz üzerinden devam edersek "whatanicedaytoday" metni şifrelendiğinde "zzzjucludtunwgcqs" halini alacaktır.

    *********************************************

    uzun süre bu yöntemle oluşturulan şifreli metinlerin anahtar bilinmeden okunamayacağı (kırılamayacağı) düşünüldü. ancak olasılık hesapları işin içine girdiğinde bunun hiç de öyle olmadığı anlaşılabildi. burada en önemli etken ingilizce'de "e" harfinin yaygın kullanımıydı.

    şimdi diyelim ki anahtarımızın uzunluğunu biliyoruz fakat kendisini bilmiyoruz ve elimizde şifreli bir metin var. bu durumda metnimizi anahtarımız uzunluğunda parçalara bölmeye başlıyoruz. yine örneğimiz üzerinden gidersek elimizde şu şekilde gruplar olacaktır:

    zzzjuc ludtun wgcqs

    bu durumda örneğin her grubun ilk harfinin (z, l, w) anahtarın ilk harfi ile şifrelendiğini biliyoruz ancak şifrelenen gerçek harfleri bilmiyoruz. elimizdeki şifreli metinin uzunluğu anahtar uzunluğuna kıyasla yeterince büyükse istatistik veri toplamaya elverişli bir kümeye sahibiz demektir. (ki bu metin şimdiye kadar ki örneğimizde yer alan "what a nice day today" cümlesinden çok daha uzun olmalıdır. sadece 5 kelimelik bir metin pek de yeterli bir küme oluşturmaz) hal böyle iken yapmamız gereken bu ilk harfleri listelemek ve içlerinde en sık kullanılanı bulmaktır. ingiliz alfabesinde en sık kullanılan harf "e" olduğu için bizim listemizde de en sık geçen harf büyük ihtimalle "e" harfinin şifrelenmiş hali olacaktır.

    bu noktada tersine mühendislik ile şifreleme işleminin tersini gerçekleştirebiliriz. diyelim ki "e" harfine karşılık anahtarın ilk harfi ile şifrelenen harfler arasında en yaygın harfimiz "h" olsun. bu durumda ("h" - "e") işlemi bize örneğimizde "c" harfini verecektir.

    evet, artık anahtarımızın ilk harfini biliyoruz. şimdi aynı işlemi sırayla anahtarın her harfi için gerçekleştirebilir ve önce anahtarımızı bulabilir, sonra da bu anahtarı kullanarak metnimizi çözebiliriz.

    *********************************************

    eğer anahtar uzunluğuna dair bir fikrimiz yok ise yapmamız gereken önce anahtarı tek harften oluşuyor gibi kabul etmek ve yukarıdaki işlemi gerçekleştirmektir, daha sonra elimizde anlamlı bir metin oluşana kadar bu uzunluğunu artırarak tekrar tekrar denemeye devam ederiz.

    bazı kaynaklarda "a" harfi 0 degerini alırken bazı kaynaklarda 1 degerini aldığı kabul edilmiştir. sonuç olarak hangi değeri alırsa alsın yöntem ana hatlarıyla aynı kalmaktadır.

    wikipedia linki

    (bkz: cipher)
    (bkz: caesar cipher)
    (bkz: vernam cipher) / (bkz: one time pad)

    (bkz: cryptography)

  • kendisinin gerçek yüzünün bir gün görüneceğini biliyordum. birkaç ay önce beşiktaş'ta açtığı yeni mekanının açılış kadrosunda barmendim. kendisi daha tadilattayken apar topar herkesi işe başlatıp angarya iş yaptırdı, maaşları asgariden konuşup tüm personelin önünde "arkadaşlar sizleri burda evinizmiş gibi çalışmanızı istiyorum burada çok çalışan çok kazanacak, biz diğer kan emici işletmeler gibi olmayacağız, iyi çalışırsanız size istanbuldaki en yüksek maaşları vereceğim açılıştan sonra ilk işim bu olacak" dedi, hepimiz moloz taşırken ve çıkan çöpü toplarken. kimsenin böyle bi beklentisi yoktu, herkes sektörde yıllarını vermiş tecrübeli ve donanımlı personeldi, hepimiz en lider yerlerde iyi pozisyonlarda çalışmıştık. sektördeki ortalamayı verse kafiiydi. bu sözünü tutmadı. 1 ay içinde 5 müdür kovdu. kimsenin üstü altı belli değildi. kaos vardı. mekanda 2 ay olmuş hangi işletme sahibi bir kez olsun personeliyle miting yapmaz? tanışmaz? derdini sormaz? "arkadaşlar merhaba, hypetia'ya hoşgeldiniz. biliyorum çok yoruldunuz, çok fedakarlık yaptınız. 14 16 saat çalışıyorsunuz. hepsini görüyorum ve emin olun ki açılış süreci bittiğinde hepinizle ilgileneceğim. bakın x müdürünüz yeni geldi, bundan sonra muhatabınız odur, sorusu önerisi olan var mı yoksa hep beraber ekibi tanıyalım" diyebilirdi. ama 2 ay boyunca mekanın dekoruyla ilgilendi. herkes fazla mesai yapıyor ama maaşını bile net bilmiyordu. personelle iletişim kurmadan bütün gün oval masasında mekana daha nasıl bir dekorasyon objesi koyabilirim diye asistanlarıyla toplantı yapıyordu. mekan açıldığında daha menü basılmamıştı menü! ama azra'ya göre her şey mükemmeldi. daha kasiyeri yoktu mekanın, bir stajyeri zorla kasiyer yapıp her hatasında mobbing uyguladılar. bara da kimseyi bulamadılar, çünkü barmenleri tiplerine göre yargılayıp işe almadılar. 1 ay boyunca açılış kapanış tek başıma çalıştım. ve ben her allahın günü orayı ve orada olmayı çok seviyormuşçasına çalıştım. çünkü öbür türlüsü içime sinmezdi. sonra barın başına azra arkadaşının oğlunu getirdi. 1.5 sene barboyluk yapmış 24 yaşında bir çocuk. iş bilgisi sıfır, yani ciddi anlamda sıfır, ben onun 3 ay bile bar gördüğüne inanmıyorum. neyse. işletmeyle ilgili olumlu iş yapan, azraya burayı daha iyi işler hale getirmek isteyen tüm müdür ve personel görmezden gelindi. müdürlere önce 3500 denip 2500 maaş yattı. erkeklerin düşüncesinden nefret ediyor, etrafında ona hayran erkek görmek istiyordu. benim de maaşım 2 kere eksik yattı. biri asgari olan ilk ay, diğeri de azrayla yüzyüze konuştuğum maaş olan 3000 liranın olduğu maaş. bu şekilde de bezdirip istifamı verdim diğer herkes gibi. oraya giden de bilsin ki oradaki personeli çok iyi söğüşlüyorlar. zaten bu zihniyetle de çok başarıya ulaşacağını sanmam. hayatınızda hiç görmediğiniz, tanımadığınız, cafcaflı cümleler kuruyor diye spiritualist ilan ettiğiniz kendine psikolog diyen insan personele kendi hatası olmayan sebeple bağırarak rencide ediyor. derdini sormuyor. bu insan mı kadınlara yol gösterecek? bu insan mı kitap okumanın ne kadar medeni bir şahsiyet yarattığına bizi inandıracak? biraz örnek aldığınız insanları seçerken seçici olun ya. ego akıyor kadından ego. onu görmek için mekanına gelen misafirlerle muhatap bile olmak istemeyen, çünkü hayranlarından dahi nefret eden ve arkalarından surat ekşiten azra, ne ekersen onu biçersin. her şeyin sahte. ve çok zevksizsin bu arada.

  • 2019 yılında kızı ölmüş bir babaya bile her türlü işkenceyi yapacak kadar ahlaksızlaşmış, kendi bekaları dışında gözleri hiçbir şeyi görmeyen insan müsveddelerin son icraatı. yazıklar olsun rabia'nın ve babasının tüm bedduları üzerinizde olsun.

  • iki yıl kyk yurdunda kaldım (2017-2019). yeni açılan bir yurttu. 1000 küsur kişilik. yurtta bırak hemşireyi, sağlık görevlisini ecza dolabı bile yoktu ama imam vardı. diyeceğim o ki kyk yurtları direkt pamuk tıkamaya odaklı.

    t: her köşeye açılan imam hatiplerden mezun olan abileri açıkta bırakmamak için, bilim yuvası olması gereken yerlere perşembe gecesi pilavlı sohbet yapsin diye gönderilen 922 yeni kişiyi içeren haber.

  • fox tv: siyasette kutuplaşma polemiği.
    show tv: ele benzeyen patates şaşkınlığa uğrattı.

    fox tv: faiz indirimi sonrası araç fiyatları arttı.
    show tv: maymun yavrusunu elektrik telinden böyle kurtardı.

    fox tv: erken seçimi dillendiren bahçeli muhalefete yüklendi.
    show tv: bir restoran aldığı önlemle güldürdü.

    fox tv: çiftçilerin durumu iç açıcı değil. zamlar...
    show tv: rusya' da akıl hastası böyle kaçtı.

    fox tv: bekçiler yasası tartışması.
    show tv: ünlü youtuber videosu ile sosyal medyada olay oldu.

    ya asdsjhhjfg...
    neden fox tv ana haber bülteni çok izleniyor.
    tam da bu yüzden işte.

  • tercihlere kadar olan kısmı ne kadar ineklediğiniz; tercihten sonraki kısmı da ne kadar akıllı olduğunuz belirler. yüksek puanla berbat bir tercih yapıp hayatınızı mahvedebilir, fakat çok da parlak olmayan bir puanla da güzel bir tercih yapıp her şeyi değiştirebilirsiniz.

    bu yazı keşke birileri bana deseydi dediğim 10 adet tavsiyeyi içeriyor. ve bu aşamada şu da aklınızda olsun ki mezuna kalmak bazen yapabileceğiniz en iyi tercihtir. ben ilk girdiğim sene sayısalda 98 bin yapmış, bir sene mezuna kaldıktan sonra da odtü kazanmış biri olarak bu sözün güzel bir örneği olabilirim.

    yazıya başlamadan önce son not olarak ekşi sözlük’ün bana tercihlerim konusunda çok büyük faydasının dokunduğunu ve sizin de mutlaka aklınızda soru işareti olan bölümlerin başlığında yardım istemenizi tavsiye ederim. öğrencilerle ve mezunlarla konuşun, aklınızdaki her şeyi sorun. ondan sonra bu dediklerimi yaparsınız.

    1. linkedin, istediğiniz bölümün iş imkanlarını görebilmenizi sağlar.
    bölümlerin iş imkanlarını, mezunların yurtiçinde mi yurtdışında mı çalıştıklarını öğrenmek, hangi şirketlerde olduklarını görmek vb. bilgilere ulaşmak adına linkedin bulunmaz bir nimet. bunun için öncelikle üniversitenin linkedin sayfasına girin; ardından sağdaki mezunlar sekmesine tıklayın. burada devasa bir liste göreceksiniz. mesela bir bölümün öğrencileri daha çok uluslararası şirketlerde ya da itibarlı kurumlarda çalışıyorsa bu güzel bir ipucu olabilir. diğer bölümün mezunları daha adı bilinmedik şirketlerde çalışıyorsa o şirketleri google’layın, tercihinizde size yardımcı olacaktır.

    2. profesör ve doçent sayısı öyle çok da bir anlam ifade etmez.
    biliyorum ki çoğunuz bölüm seçmeden önce departmanların akademik kadrolarına bakıyorsunuz haklı olarak. fakat büyük bir kısmınız da eksik bakıyorsunuz. burda şu kadar profesör var, orda bu kadar var; o zaman çok olan yer daha iyidir. yok öyle bir şey. kimi zaman odtü’deki profesör sayısı görece daha düşük seviyeli bir okuldan daha az olabiliyor. burada google scholar’ı kullanmanız gerekir. bakıyorsunuz hoca doktor öğretim üyesi, fakat 700 atıf almış. bir de profesöre bakıyorsunuz 20 atıf bile alamamış. bu ne demek? doktor hoca daha dikkat çeken yayınlar yapmışken, profesör hocamız kendi halinde takılmış. kimi profesörler ise milletin tezine çökmekten öte yayınlar yapmıyor bile. bir diğer yöntem de hocaların mezun oldukları okullara bakmak. örneğin odtü’de bir hoca genelde en azından yüksek lisansını ya da doktorasını yurtdışında itibarlı okullarda yapıp gelirken, anadolu’dan çıkmadan profesör olabilen insanlar da var. yani sayıların hiçbir önemi yok nihayetinde.

    3. puanınız çok parlak değilse, keskin idealleriniz de yoksa itibarlı bir okul seçin.
    kimi şirketler sizi sadece odtü, boğaziçi ya da itü mezunu olduğunuz için tercih edebilir. bu şirketler sizi sıradan bir okuldan mezun olduğunuz için değerlendirmeye almayabilir bile. mesela odtü maden mühendisliği yanılmıyorsam 70-80 bin gibi bir sıralamayla alıyor. aslında pek de iyi olmayan bir sıralama. fakat nihayetinde türkiye’de maden mühendisliğini okuyabileceğiniz en iyi okul odtü, bir üstü yok. bu size 80 bine gideceğiniz bir bilgisayar mühendisliğinden çok daha iyi kapılar açıp çok daha iyi kariyer olanakları sunabiliyor. üstelik 4 sene boyunca odtü havasını, kültürünü soluyacak olmak; nereye giderseniz gidin ‘odtü mezunu’ etiketini taşıyacak olmak da eşsiz bir şey.

    4. kötü tercih, iyi tercih ayrımını iyi yapın.
    mesela bazıları var, ki bu en çok tıp isteyenlerde oluyor, neresi olsa giderim kafasında. hayatında küçük şehirde yaşamamış, doğu’nun kültürünü görmemiş, sert kar-kış yaşamamış; ama sırf tıp olduğu için 20 binle gidip kars tıp yazıyor. sonra ne oluyor? paşa paşa geri dönüyor ya da mutsuz bir üniversite hayatı geçiriyor. 20 bin yapmıştı, yüksek bir sıralama yaparsa her şeyin güzel olacağı söylenmişti ama olmadı. belki az önce verdiğim maden mühendisliği örneğindeki kişi daha mutlu oldu, çünkü elindekine göre en iyi tercihlerden birini yapmıştı. işte bu noktada iyi puanınızı hiç edebileceğinizi; kötü puanınızı da bir avantaja çevirebileceğinizi unutmayın.

    5. nasıl olsa yatay geçiş yaparım kafasına girmeyin.
    bu vaktiyle benim de bir süre içine düştüğüm kafa yapısıydı. daha birçoklarından da bu soruyu tercih döneminde alıyorum. x bölümüne girsem, ortalama yapsam y’ye geçiş yapabilir miyim. yaparsın paşam neden yapamayasın da, sen o ortalamayı yapabilecek misin? bakın size odtü’deki çift anadal kabulleriyle ilgili bir bilgi vereyim. geçtiğimiz sene sosyoloji programı sanırım üç kişi kabul etti, bunların en düşüğü de 3.90’dan az değildi. yatay geçişte işler çok farklı mı olur, sanmıyorum. boğaziçi siyaset kurumlararası geçişte minimum 3.7 ortalamayı şart koşuyor. ki içlerinde 4.0 ile başvuran bile olacağından emin olabilirsiniz. 3.7 bile ne demek biliyor musunuz? 5 dersten minimum 3’ünü aa (90-100 arası) getirip 2’sini de en az ba (85-90) arası getirmeniz lazım yaklaşık. bu o kadar şans işi ki. isterseniz 200 iq’nuz olsun. kafanız bulanır, depresyona girersiniz, bir dersiniz hocası kılın teki çıkar.. sıçarsınız. yapmayın.

    6. akademisyenlik rüyasına kapılmayın.
    özellikle sosyoloji ve felsefe gibi hem özelde hem de kamuda çalışma alanları oldukça sınırlı olan ve akademisyenlik yolu neredeyse tek çare gibi görünen bölümlerde bu rüyaya kapılmayın. ortalama yapmak öyle kolay değil, az önce de bahsettiğim üzere. üstelik 4 sene boyunca ortalamanızı yüksek tutmak da ayrı bir mesele, tabi iyi okullardan mezun olup iyi okullarda akademisyenlik yapma hayaliniz varsa. bakın olmaz demiyorum, sizi karamsarlığa da sürüklemek istemiyorum; içinizden london school of economics’te master/doktora yapacaklar bile çıkabilir, olmaz değil. fakat özellikle sosyal bilimlerde 3.5 ortalama bile yurtdışına çıkmak için çok da parlak bir ortalama olmayabiliyor. tercihinizi ona göre yapın.

    7. gideceğiniz şehri tanıyın.
    insanın tercih dönemi gözü adeta kör oluyor, kendimden biliyorum. ben dersimi de çok iyi aldım üstelik. hangi şehir olsa giderim, yeter ki kurtulayım şu stresten; aman bölüm çok güzel şehri napıcam; olsun alışırım vs. diyecekseniz. demeyin. en az 4 sene orada yaşayacaksınız. üstelik ananızın babanızın evi gibi de olmayacak orası. insan karakteri üstündeki en büyük etkilerden birinin yaşadığı şehir olduğunu da aklınızın bir köşesinde tutun. bölüm, okul iyi hoş da; şehrin insanı, sosyal imkanları size hiçbir şey sunmuyorsa bunu iyice bir düşünün. üstelik yaşadığınız yerlere yabancı kültürde ve havada bir şehre gidiyorsanız mutlaka gidip iki üç gün görmeyi deneyin. o iki üç gün belki de hayatınızı kurtaracak. ben mesela ankara’da bile istanbul’dan sonra çok sıkılıyorum. kim ne derse desin bir tiyatro birkaç tane de alışveriş merkezi dışında öyle aman aman etkinliklerle dolup taşan bir şehir değil. bir de içinizde anadolu’ya gitmek üzere olan varsa bunu oturup bin kere düşünsün. bu gideceğiniz okuldan bile önemli olabilir. depresyona girip asosyal takılacaksanız, karakterinizi de bu yönde mahvedecekseniz yapmayın.

    8. university ranking sitelerinin ağına düşmeyin.
    belki tercih sırasında çoğumuzun yaptığı bir hata. giriyoruz bir ranking sitesine, sıralıyoruz okulları. sonra diyoruz ki hım, atılım üniversitesi odtü’den daha ilerideymiş oo süper. evet böyle bir olay yaşandı geçtiğimiz yıllarda. atılım ülkedeki tüm okullardan daha iyiydi. hacettepe de bu şekilde epey üst sıralardaydı. siteden siteye değişmekle birlikte, bazı ranking kuruluşlarının esas aldığı ölçütler pratikte hangi okulun diğerinden daha önde olduğu gerçeğiyle uyuşmuyor. bazıları ise doğrudan okullardan bağış(!) aldığı için onları ön plana çıkarabiliyor. son bir örnek daha vereyim, sanırım odtü 2015 gibi (tam emin değilim) bir ranking sitesinde ilk 100’e girdi. ertesi sene 500’e, sonra 600’e düştü. odtü’yü f-16’larla bombalasanız bile böyle bir düşüş yaşamaz yahu. ama o sene ne olmuştu? fizik hocaları cern’de çalışmalara katılmış, yayınlanan makalelerde de isimleri olduğu için okulun aldığı atıf sayısı tavan yapmıştı. kaldı ki bugün odtü 600’den yukarıda bir sıralamada görülürken; teknik anlamda 193’üncü, sosyal bilimlerde ise 258’inci görülüyor. yani illa da elim ayağım titriyor, dayanamıyorum, ben ranking’e bakacağım diyorsanız tamam bakın, ama girip bari fakülte bazında bakın. onun dışında ranking olayının güvenilirliğine kendi içinizde kendiniz karar verin.

    9. bölüm tanıtımlarını izleyin, her gördüğünüze inanmayın; bir de hocalara mail atın.
    bazı üniversiteler bölüm tanıtım etkinlikleri yapıyor. mesela bu konuda kimse boğaziçi’nin eline su dökemez. adamların bir dünya da arşivi var her seneden bölüm tanıtımlarının olduğu. odtü de bir benzerini yapıyor, hatta gidip öğrencilere birebir soru sorabiliyorsunuz. bunları izleyin. mutlaka izleyin. insanların sordukları soruları dinleyin, muhtemelen kafanızdakilerle aynıdır. fakat her duyduğunuza da inanmayın. ‘ağbii özel sektörlerin bilmemne departmanında çalışıyorlarmış laann’ diye gaza hiç gelmeyin. hiçbir bölüm ‘efendim burdan çıktıktan sonra muhtemelen iki yıl boyunca iş bulamayacaksınız’ demez nihayetinde. oraya koyarlar iki-üç tane güzel bir şirkette yağlı pozisyonlarda çalışan üç beş kişi, bakın bölümümüz süper geyiği yaparlar. ek olarak, dediğim gibi, hocalara abartmadan aklınıza takılan kritik noktaları mail atın. attığınız mail’lerin bir çoğuna geri dönüş alamayabilirsiniz; bu nedenle olabildiğince çok hocaya mail atın o bölümden. mesela ben tercih döneminde boğaziçi ybs hocalarına mail atmıştım ve neredeyse hepsi de cevap yazmıştı bana. kendi bölümümdeki hocaları düşünüyorum, muhtemelen onların da 3-4 tanesi çok iyi bir şekilde yardımcı olur. ama mail atarken de rastgele yazmayın, mail adabına uygun yazın yoksa cevap alamayabilirsiniz de. yani demem o ki; hocasına, öğrencisine, mezununa ayrı ayrı danışın.

    10. son olarak, mezuna kalmak bazen en iyi tercihtir, bunu unutmayın.
    bunun için kendi hikayemi anlatacağım. dediğim gibi, ilk sene 98 bin sıralama yaptım. ailemle bu yüzden problemler yaşadım, psikolojik olarak da epey çöktüm. benim için çok zor bir seneydi, bok gibiydi. bir an önce her şey bitsin ve kurtulayım istiyordum. bir an dokuz eylül’de güverte ile istanbul üniversitesi’nde matematik yazmak arasında gidip geldim. puanım bir tek onlara yetiyordu çünkü doğru düzgün. iki alakasız bölüm olduğu yetmezmiş gibi, benimle de alakası olmayan iki bölüm. tek derdim o kafayla bir an önce bitsin isteğiydi. yapmadım. iyi ki de yapmamışım. daha doğru bir karar olamazdı. bugün odtü’deyim. bir sene beklemek işte hayatımı bu kadar değiştirdi. belki kaptan olurdum, belki matematik öğretmeni; ikisinde de mutlu olmazdım. ikisinde de yeterli hissetmezdim kendi hayallerim doğrultusunda. o gün yapabileceğim en iyi tercih mezuna kalmaktı ve yaptım, bu yüzden de çok şükrediyorum. fakat 20 binle mezuna kalan sayko bir arkadaşım vardı, ertesi sene 30 bine girmişti. bazen de en kötü tercihtir. iyi sıralamanız varsa saçmalamayın.

    bonus: bu başlıkta çokça gördüğüm bir şeyi eleştirmek istiyorum bitirirken. ‘burda ölüp bittiğiniz türk üniversitelerinin adını yurtdışında kimse bilmiyor’ geyiğine inanmayın. bu okulları bilmesi gerekenler düz insanlar değil, oradaki akademik kadrolar zaten ve boğaziçi, koç, odtü, bilkent, sabancı gibi itibarlı okullar her yıl yurtdışındaki en iyi okullara, en iyi burslarla yüzlerce öğrenci gönderiyor. şu ülkeye her konuda bok atma sevdasından bir kurtulalım lütfen, midem bulanıyor.

    bonus2: rehber öğretmenlerinize çok güvenmeyin. hocalara, öğrencilere ve mezunlara sorun ne soracaksanız. hiçbir şey içeriden aldığınız bilgi gibi olmaz. rehber öğretmenlerinize çok güvenmeyin! şu meslek popüler laflarına inanmayın! tercihlerinizi etkilemelerine izin vermeyin!

  • gelir uzmanı olarak cevaplıyorum, bir kuyumcu dahi bir memur kadar vergi ödemiyor. esnafla konuştuğumda ödediği bağ-kuru bile vergiden sayıyor. bir sürü vergi ödediğini iddia ediyor. ancak yılda toplam 1500 tl'yi geçmiyor verdiği vergi. benim bir memur olarak yılda yaklaşık 10.000 tl civarı, beyaz yakalı eşimin de yaklaşık 15.000 tl civarı vergi verdiğini duyunca şok geçiriyorlar. siz vergi mi veriyorsunuz? diye soran bile var. adam sıfır matrah gösteriyor, 50 tl'lik damga vergisi veriyor diye vergi verdiğini falan zannediyor. sonra da bize gelip senin maaşını ben veriyorum diyor. ancak görünen o ki benim maaşımı diğer memur arkadaşlar veriyor gibi.

    edit: aldığım mesajlar ve yazılanlar sonucu ulaştığım sonuç şu ki esnaf ciddi ciddi vergi verdiğini zannediyor arkadaşlar. olay da şu kaynakta kesilen vergiler. şimdi kaynakta kesilen vergiye yapılacak pek bir şey yok. adam işçi çalıştırıyor. o işçinin devlete ödemesi gereken vergiyi sorumlu olarak kendisi veriyor diye onu vergi verdim zannediyor. ya da adam yüzde 18 kdv kesiyor. aldığı o kdv'yi devlete ödemek üzere alıyor. sonra gidiyor devlete ödüyor diyor ki ben vergi verdim. kardeş sen zaten o parayı tüketiciden aldın. millet araba falan diyor da ya arkadaşlar size yemin ediyorum sturbucks'da 10 liraya kahve içip hiç üşenmeyip onun fişini saklayıp 1 lira dahi etmeyen kdv'yi düşen var.

  • kendisi, 10 aylık hapis cezası, sicil kaydının temizlenmesi ve milletvekili seçilebilmek için aihm’e üç kez başvurmuş olan cumhurbaşkanı erdoğan tarafından söylenmiş söz.

    kaynak

  • bir tane evinin halen borcunun oldugunu soylemis diger borcsuz evlerinin kac tane oldugunu bilmiyoruz.

  • ömür katmanları kuramının iki başlı başlangıç noktasıdır.

    şöyle ki:

    beyaz peynir - kavun - rakı

    beyaz peynir - domates - zeytinyağı

    bu iki üçlemeden birinde karar kılınır ve bir ömür öncelikli olarak iyi beyaz peynir peşinde geçer. bu ömür sona erdiğinde, reenkarnasyon yoluyla diğer ömür katmanına geçilir ve bu sefer bir ömür iyi kavun, ya da domates peşinde geçer. bu katman da noktalandığında, son katmana gelinir ve bu defa da bir ömür iyi rakının ya da zeytinyağının peşinde geçer. bu ömür de bittikten kelli, son bir reenkarnasyon sürecinden geçilerek bu sefer bütün bir ömür "iyi beyaz peynir, iyi domates ve iyi zeytinyağından oluşmuş bir kahvaltı sofrası"nda, ya da iyi beyaz peynir, iyi kavun ve iyi rakıdan oluşan içki sofrası"nda geçer. görüldüğü üzere ömürler boyu sabır, bir ömürlük sefaya denk demektir.

  • araştırmanın kısmen de olsa bir geçerliliği varsa eğer bunun sebebi, virüsün sigara içenlerin ciğerlerinde tutunacak bir dal, içine sızıp çoğalacak doğru düzgün bir hücre bulamamasından kaynaklıdır.

    bu iyi midir, kötü müdür siz karar verin artık.

  • pilotların 70 bin tl ya da doktorların 20 bin tl almasını değil de bir mühendisin 3 bin tl almasını ya da bir öğretmenin 4bin tl ile çalışmasını konuştuğumuz gün belki de herkes hak ettiğini alacak. yani onlar fazla almıyor sen az alıyorsun güzel kardeşim anlayın artık şunu. nedense fakirin fakire ettiği zulmü kimse kimseye etmiyor. patronu savunacağınıza çalışanları savunun bir kerede