hesabın var mı? giriş yap

  • ailem beni göndermişti. iyi ki de göndermişler. şimdi az buçuk dinin ne olduğunu öğrendikte taraklarda bezimiz kalmadı. yaa allah korusun öğrenemeseydik şimdi bilmediğim dinin vecibelerini yerine getirmeye çalışıyordum. verilmiş sadakam varmış amk.

  • elektriksel olmayan bir varlıktan zaten söz edemeyiz. maddeyi oluşturan atomların yapısı bile düşünüldüğünde elle tutulur gözle görülür bir şeyin elektriksel bir karakterden tamamen yoksun olması beklenemez. haliyle bu soruda asıl merak edilen noktalar, "dışarıdan gelen bir elektrik akımı bizi öldürüyor da kendi vücudumuzdaki neden öldürmüyor?" veya "vücudun büyük bir oranı su ise neden suya elektrik atan pikachunun gazabına uğramış totodilelar gibi kıvranmıyoruz? " gibi sorular olabilir.

    netleşmesi gereken ilk noktalardan biri insan vücudundaki elektrik iletiminin tellerdeki gibi olmamasıdır. (#90049909) vücuttaki elektrik iletimi polarizasyon ve depolarizasyon döngüleri ile gerçekleşir, iyonların hücrelerin içine ve dışına pompalanmasıyla potansiyel enerji farklılıkları oluşur. yani vücuttaki elektrik iletiminin temel prensibi iyon konsantrasyonunda değişim yaratılmasıdır.

    dışarıdan gelen bir elektrik akımının ise sizi öldürebilmesinin iki temel sebebi olabilir:

    1) düşük akımlarda sizde halihazırda var olan elektriksel impuls düzeninin bozulması.

    2) yüksek akımlarda açığa çıkan yanma gibi hasarlar.

    birinci durumun basit bir örneği kalbinizdeki doğal pacemakerın işleyişinde problem çıkmasıdır. normalde kalbinizin sinoatriyal düğümünde özelleşmiş hücreler vardır, bu hücreler kendi kendilerine depolarize olabilirler. en yüzeysel açıklama ile; bunun etkisi kalpteki diğer bazı yapılara yayılır, başka nodlara ulaşır ve kalbin ritmik atışı da elektriksel uyarının harmonik bir işleyişi ile sağlanır. dışarıdan bir akım geldiğinde bu harmoni bozulur ve fibrilasyona neden olabilir. kalp düzgün atmadığında yeterli kan da pompalanmayacağından defibrilatör gerekir.

    ikinci durum ise yıldırım düşmesi gibi, vücutta mekanik bir travma yaratabilecek olan vakaları ifade etmektedir. elbette voltaj ne kadar yüksek olursa ölümcül bir hasar alma riski de o kadar artar.

    vücuttaki suyla ilgili kafa karıştırıcı fikirlere kapılmadan önce de ufak bir hatırlatma yapmakta fayda vardır; bizler her ne kadar "su elektriği iletir." desek de, saf su elektriği o kadar da iletmez. bizim "su elektriği iletiyor." diyor olma sebebimiz suda çözünmüş olan maddelerdir. (örn: tuz) bildiğimiz gibi vücudumuzdaki su da saf olarak değil vücut sıvılarında bulunur. vücut sıvılarında da sinirlerin, kalbin ve kasların düzgün çalışmaları için sinyal taşımada görev alan, elektrolit adını verdiğimiz yüklü parçacıklar mevcuttur. (örn: sodyum) yani burada aslında vücuttaki sinyal iletimi için bir dezavantaj değil avantaj vardır.

    kısacası elektrik vücudun düşmanı değildir. mühim olan hayati faaliyetlerin sürdürülebilmesi için gereken bazı sinyal iletimlerinin düzeninin bozulmaması ve vücutta ölümcül olabilecek mekanik hasarların oluşmamasıdır.

    * * *
    ps: herkes kendisinden emin bir şekilde "akım düşük", "voltaj düşük" falan demiş, bir de soruyu soran kişi gereksiz yere aşağılanmış. oysa cerrahi bir operasyonda doğrudan kalbe vereceğiniz çok düşük bir akımla da kalp ritminin içine etmeniz mümkün. mesele sadece düşük akım veya düşük voltaj değil, o düşük akımın ve voltajın size nereden nasıl uygulandığı.

  • arkadaşımın sigarayı bırakmak istemesi ve sigarayı bırakma hattını aramasıyla olaylar gelişir:

    arkadaş:merhaba ben sigarayı bırakmak istiyorum
    adam:tamam ablacım
    arkadaş: (ablacım mı?)
    adam: günde kaç paket içiyorsun?
    arkadaş: 3 günde 1 paket
    adam: aman sen de, fazla bir şey içmiyormuşsun ki bırakmasan da olur
    arkadaş: (nasıl ya?!) ama ben bırakmak istiyorum, kendi çabalarımla olmuyor
    adam: e tamam ablacım, o zaman yapacağım şey günde 3 tane içmeye başla, sonra 2'ye düşür, sonra günde 1 tane iç, zaten kendiliğinden bırakırsın. hangi marka içiyorsun?
    arkadaş: monte carlo
    adam: eh be ablacım, sen de en kötü markayı içiyormuşsun
    arkadaş: e peki hekim ile falan görüşmeyecek miyim?
    adam: valla benim sana yapabileceğim bu kadar. istersen bir de 171 sigarayı bırakma hattını ara
    arkadaş: ? ben nereyi aradım?
    adam: orman yangınları 177

  • bu hayvanatlar yüzünden flash bellekleri açılı açılı takiyoruz, sonra datanin yarisi asagi akiyor.

  • sorun doktorun uygulamasında değil sağlık sistemindedir. mesai süresince 8:20'den 16:30'a kadar her 10 dakikada bir hasta veriliyor. tahlil istenen, film istenen, önceki gün veya günlerden sonuç getiren hastalar için herhangi bir süre ayrılmıyor. zaten 10 dakika bir hastanın hakkıyla değerlendirilmesi için yeterli değilken üstüne sonuç ve kontrol hastalarına da bu randevulu hastaların süresi içinde bakılmaya çalışılıyor. ek olarak her gün hastane çalışanlarından randevu alamayanlar ricacı oluyor. randevu almayı başaramamış engelli ya da çok yaşlı hastalar geliyor.
    bazen bir hasta dışarı çıktığında muayene bulguları, tetkiklerinin sisteme işlenmesi henüz bitmemiş oluyor dolayısıyla hasta çıkınca hemen bir sonraki hastayı çağrı butonuna basamıyorsun. sen çıkan hastanın işini bitirmeye çalışırken ya da başka poliklinikte muayene olmuş bir hastanın raporunu e-imza ile imzalamaya çalışırken birileri kapıyı açıp randevusuz bakılmak için ricada bulunuyor. her hastaya yukarda bahsettiğim şeyleri anlatmak da neredeyse muayene kadar sürdüğü için bir yerden sonra kısaca randevusuz bakamayacağınızı randevu alıp gelmelerini öneriyorsunuz.
    tabi hasta da kendi penceresinden bakınca “içerde kimse yok, boş boş oturuyor bize bakmıyor” diyor. hatta bazen “iki dakka baksanız ne olur “ diyorlar. iki dakikada ayak üstü bakılınca aslında çok şey oluyor. mesela basit bir bel ağrısı diye düşünüp yeterince zaman ayırıp muayene edemediğiniz hasta verdiğiniz ağrı kesici ile biraz rahatlayıp, bittikçe eczaneden tekrar tekrar alıp. sonrasında artık o ilaçlar etki etmediğinde geldiğinde yayılmış bir rahim kanseri olarak çıkabiliyor karşımıza. sonrasında “2 dakika baksanız ne olur” diyen hasta yakınları “anneme geç tanı koydukları için kanseri ilerledi , tedavi şansını yitirdi “ diye size dava açıyorlar, hasta da yeterli muayene edilmediği için tedavi şansını yitirmiş oluyor.

  • post-mortem isimli filmde geçiyordu:

    bir adam günah çıkarmak ister.

    -peder, bir günah işledim!

    -ne günah işledin?

    -dün plajda sevgilimin göğüslerini elledim.

    -mayosunun üstünden mi yoksa altından mı elledin, evlat?

    -üstünden, peder.

    - çok salaksın, ikisinin de günahı aynı!

  • erkek istediğini giyer, istediği gibi yürür.
    sen bak-ma-ya-cak-sın. bu kadar basit.

    edit: umarım ironiden anlamayan nesil başıma üşüşmez. korkuyorum sözlük.