ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
ebola o kadar da kötü değil bulaşınca öldürüyor
ölümden kıl payı kurtulan kulaklıklı kız
-
bana daha çok genel bir sersemlik hali mevcut gibi gelen kızdır.
bu kız bugün 224 kişiye aşı yaptı
-
bu kızda çalışmadığı halde devletten maaş alıp yan gelip yattı. ne kızlar var? bunu hatırlatmıştır.
görsel
erkekler arasındaki gizli antlaşmalar
-
işten gelen ev arkadaşına "günün nasıl geçti" diye sorulmaz.
bi kere sormuştum "sevgilin miyim lan ben" demişti. sonra bi aydınlanma falan,bu da bir antlaşma maddesi heralde diyerek olaysız dağılmıştım.
denys boyko
-
2015'de uefa tarafından yılın kalecisi ödülüne aday gösterilmiştir. 3.3 miyon euro ise bedeli yine donanımhaber ölücüsü fikret başkana teşekkür etmek lazım.
sana vurana sen de vur diyen ebeveyn
-
akran zorbalığı'na maruz kalmanın berbat bir şey olduğuna inanıyorum.
çocukken dayak da yesem hep karşılık verdim. bir karşılık verdim iki dayak yedim ama üçüncüsü hiçbir zaman olmadı.
dövmekten çabuk mu bıktılar yoksa bir gün dayak yemekten mi çekindiler bilmem:)
öte tarafta hep korkan, çekinen arkadaşlar vardı. bu baskı, onların üzerinde yıllarca sürdü. şu anda bile etkileri var bence üzerlerinde.
çocukların masum olduğuna; yaşlıların bilge olduğuna inanmam.
tabii ki çocuğunuza önce öğretmen ile iletişime geçmesini tembihleyin ama onu bir pısırık olarak yetiştirmeyin.
yoksa ilkokul, lise, askerlik, iş hayatı derken özgüvensiz bir birey olur.
burada bazıları, bu çocukların ileride barzo olduklarını söylemiş ama öyle bir durum yok! çocuk kavgaları, bir dönem sürer ve biter. sizin burada karar vereceğiniz şey çocuğunuzun geleceğidir.
ya hakkını korumayı bilen ya da her zaman hakkı yenen biri olacak.
hiçbirimizin babası anası john dewey değildi tabii ama " sana vurana sen de vur! " cümlesi harika şekilde kurulmuş bir cümledir!
durduk yere kimseye vurma fakat sana vuranın karşısında da sessiz kalma!
dipçe-i türkî: üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen acısı dinmemiş ve avrupa'nın katil ermenileri görmezden geldiği hocalı katliamı'nda hayatını kaybeden türk kardeşlerimize allah'tan rahmet diler; dünyanın hiçbir yerinde bir daha türk soyundan herhangi bir ülkede böyle katliamlara maruz kalmamamız için inancı, tipi, cinsiyeti, ülkesi neresi olursa olsun tüm türklerin birlik olması gerektiğini bir kez daha hatırlatırım.
robin van persie
-
shaktar maçı esnasında spiker robin van persie ısınmaya başladı dedi, içim kıpır kıpır oldu.
sonrasında robin van persie fenerbahçe formasıyla oyuncu değişikliği için kenara geldi, heyecandan televizyon karşısında alkışlamaya başladım.
robin van persie 2 tane pozisyona girdi gol olmadı maç 0-0 bitti, ayağa kalktım playstation'ı kapatayım diye cihaza uzandım, baktım kapalıydı.
şaşırdım hayırlara vesile olsun dedim, yattım.
telenovela
-
insanların the young and the restless , the bold and the beautiful , days of our lives , generations gibi amerikan menşeili soap operalar ile karıştırdığı ve yıllar boyunca bitmediğini sandığı, ama aslında tam tersi amerikan türdaşları 30-40 yıl sürerken kendileri en fazla 1 senede sona eren, daha ilk bölümü çekilmeye başlandığı zaman kaç bölüm olacağı, senaryosunun nasıl ilerleyip nasıl sona ereceği belli olan, çoğunlukla da 30'ar dakika olarak çekilip yayınlanan, en ünlüleri meksika çıkışlı olan pembe dizilerdir. meksikalı televisa şirketi en ünlü üreticisidir. logosunu bilmeyen neredeyse yok gibidir. türkiye'de nedendir bilinmez brezilya dizileri şeklinde bilinirler. aslen gündüz kuşağı için hazırlanmış, ucuz yapımlar olsalar bile bazıları dünya çapında fenomen yaratacak, unutulmazlar arasına girecek denli aradan sıyrılabilecek başarıyı yakalamayı becermişlerdir. özellikle şarkıcı thalia ve hepsi ayrı ayrı reyting rekoru kırıp dünyayı birbirine katan dizileri bu türün en ünlü ve en önemlileridir. marimar, maria la del barrio ve rosalinda gibi diziler bugün hâlâ 90'lı yılların en başarılı telenovelalarından sayılmaktadır. zamanında ülkelerinde ödüller kazanmış, 2000'li yıllarda filipinler'de yeniden çevrimleri yapılmıştır. türk halkının çok iyi bildiği escrava isaura (köle isaura) haricinde 70'lerin sonu ve 80'lerin başında thalia'nın o dönemki çağdaşı olan veronica castro'nun başrolünde oynadığı zenginler de ağlar (marianna), rosa salvaje (yaban gülü) gibi örnekleri de önemli eserleri arasındadır. hepsi türkiye'de de yayınlanmış en ünlü bazı örnekleri için ;
maria mercedes
marimar
maria la del barrio
rosalinda
los ricos tambien lloran (zenginler de ağlar)
rosa salvaje (yaban gülü)
escrava isaura
alcanzar una estrella
simplemente maria
la usurpadora
abrazame muy fuerte
esmeralda
film tavsiyeleri
-
''sinemaya yazılmış aşk mektubu'' diye klişe bir tabir vardır. her ne kadar eskidiyse de bence tadı kaçmış değil. sinemaya olan sevgiyi ve tutkuyu işleyen filmler bir şekilde seyircide karşılık buluyor. zaten sinema bazen yalnızca benzer duyguların paylaşıldığını görmekten, bunu tecrübe edebilmekten ve yalnız olmadığımızı yeniden keşfetmekten ibarettir. o yüzden küçük bir liste yapıp bu konuyu işlemiş olan filmleri bir araya toplayayım dedim.
hail caesar, coen biraderler, 2016
1950'lerde geçen film, bir stüdyoda çalışan eddie mannix isimli karakterin bir gününü anlatıyor. eddie, bu bir gün boyunca yapımcıların, oyuncuların ve stüdyoya dair tüm sorunların çözülmesi için uğraşacaktır. ancak film coen kardeşlerin filmi olduğu için sorunlar, "ışık lazım, figüran lazım" türünden değil kaçırılan birilerinin kurtarılması gibi meselelerden oluşmaktadır. film olarak coen kardeşlerin filmografisinde aşağılarda yer alır ama sinema sevgisinden bahsedeceksek bu filmden de bahsedebiliriz.
the purple rose of cairo, woody allen, 1985
büyük buhran döneminde, new jersey'de yaşayan cecilia'ya ve sıradan yaşamına konuk oluyoruz. rutinlerden, kasvetten ve sıkışmışlık hissinden kaçış yolu arayan cecilia, elbette en iyi kaçış yolu olan sinemanın büyüsüne kendisini kaptırır. ancak bir gün büyülü gerçeklik somut gerçekliğe dönüşür. aynı zamanda ferhan şensoy'un en sevdiği filmlerden biridir.
babylon, damien chazelle, 2022
babylon benim için 2022 yılının en iyi filmiydi. chazelle'in sinemaya olan aşkının boyutlarını bu filmle idrak edebilmiştim. sinemanın/erken dönem hollywood'un sevmediği tarafları olsa da dönüp dolaşıp aşkını itiraf etmekten kendini alamıyordu. eminim ki seyredenler film kadar chazelle'in tutkusundan da etkilenmiştir. sinemanın sesli formata geçiş süreci özelinde yine stüdyoda iş bitirmekle görevli manny karakterini ve bu süreçte yıldızı aniden parlayanlar ile sönenlerin serüvenine şahit oluyoruz. soundtrack'i bile ayrı güzeldi yahu. aylar sonra bile manny and nellie's theme dinlerken manny'nin sinemada gözleri dolduğu an aklıma geliyor.
the fabelmans, steven spielberg, 2022
spielberg'ün ''evinin kapılarını ilk kez pazar keyfi için açtı'' tadındaki epey kapsamlı biyografi filmi. ketumluğu ve çekingenliği ile bilinen spielberg, aile sırlarını açıkça anlatmaktan çekinmemiş. ancak bahsettiğimiz kişi spielberg olduğu için sinema aşkının nasıl başladığını ve yeşerdiğini de görme şansımız oluyor. sinemanın spielberg üzerindeki etkisine farklı biçimlerde tanık olabiliyoruz.
la nuit americaine, françois truffaut, 1973
truffaut birçok önemli filme imza attı ama hiçbirinde bu filmdeki samimiyeti ve güneşin kızıla çalmaya başladığı cuma akşamüzeri hissini almadım ve alamıyorum. set süreci kişisel münasebetlerle tuhaflaşan bir filmi tamamlamaya çalışan yönetmene odaklanan film, yalnızca yapım sürecini göstermekle yetinmiyor; her köşesinde yönetmenlere ve filmlere dair küçük anımsatmalarla sinemaya olan sevgisini gösteriyor.
goodbye dragon inn, tsai ming-liang, 2003
görkemli günleri geride kalmış olan ünlü bir sinema salonunun kapanmadan önceki son gecesine ve son gösterimine konuk olduğumuz goodbye dragon inn, seyretmesi biraz zor bir film. durağan filmlere, hatta bir derece şiirsel sinemaya aşina olmayanlar için zorlayıcı bir deneyim olabilir. bu filmi daha çok klasik anlatı yapılarına alternatif arayan ve sinemanın dibini sıyırmak isteyenler için yazdım.
holy motors, leos carax, 2012
bu film sinemaya yazılmış bir aşk mektubundan ziyade, okurken karın ağrıtan ilişki bitiminde yazılan devasa boyuttaki mail gibi. bilen bilir, o mailin her paragrafında ayrı bir konuyla yüzleşilir; carax da holy motors'da, sinemaya ilişkin bildiğimizi sandığımız tüm anlayışları karşısına alıp her biriyle tek tek yüzleşirken anlatı kalıplarının tamamının içinden geçiyor. sinemadaki yapaylığı ağır eleştiriyor, ama bunu çok sevdiğimden yapıyorum diye de ekliyor. sinemayı seviyorum diyen herkes tarafından mutlaka seyredilmeli.
amator/camera buff, krzysztof kieslowski, 1979
kieslowski'nin en sevdiğim filmlerinden biri olan amator, çocuğunun doğumu için kamera alan bir işçinin, amatör videolar/filmler çekmeye bağımlı hâle gelme süreci ve hayata dair başkaca konuları keşfetmesini anlatan, özünde naif ancak yer yer soğukluğunu hissettiren bir film. o hava kieslowski filmlerinin genel yapısıyla da alakalı olmakla birlikte, bu filmin belgeselvari bir yönü de var, o yönünden bolca besleniyor.
la vida util, federico veiroj, 2010
uzun yıllardır çalıştığı sinemanın kapanmasıyla birlikte aşık olduğu filmlerden de ayrılmak zorunda kalan ve derin bir boşluğa düşen jorge'nin, sevgisini kanalize edebileceği yeni bir şey arayışını anlatır. sakin, zaten süresi de kısa, seyretmesi kolay, bazı eksiklerine rağmen sinema sevgisini iyi anlatan filmlerden biri.
ed wood, tim burton, 1994
edward d. wood jr.'ın hayatına odaklanan bu garip film hakkında ne söylenebilir emin olamıyorum. sinemayı sevmekten de öte sinemaya inanan ve güvenen bir yönetmenin, her kötü filminin ardından daha da azimli bir şekilde bir sonraki filmi için uğraşmaya başlamasını seyretmek çok farklı bir deneyim. aynı zamanda sahneleri ikinci kez çekmeye gerek bile duymayan bir yönetmenden bahsediyoruz. müthiş. yazarken özendim. keşke arkadaşım olsaydı.
die gebrüder skladanowsky, wim wenders, 1995
wim wenders'tan iki film var. ilki, sinema tarihinin ilk gösterimini yapmış ve aslında sinema sanatını resmi olarak başlatmış olan skladanowsky kardeşlerin hayat hikâyelerine odaklanıyor. ilk gösterimi yapan kişilerin lumiere kardeşler olduğu zannedilir ancak öyle değildir. bu filmde bütün detaylar var. zaten wim wenders, filmin açılışında ''sinemaya katkıda bulunan ve isimleri unutulmuş olanlara ithaf edilmiştir'' der.
lisbon story, wim wenders, 1994
wim wenders'tan ikinci film. filmlerde ses şefliği yapan bir karakterin lizbon'a yaptığı bir seyahat özelinde, kullanılan seslerin nasıl kaydedildiğini ve nasıl kullanıldığını görme şansı elde edebildiğimiz bir film olması nedeniyle yeri ayrıdır. ancak bununla da sınırlı değil; sinemaya ve hafızaya dair düşündürücü temaları ve söylemleri barındırmasıyla da ilgi çekici bir yanı var.
sullivan’s travels, preston sturges, 1941
yoksul insanlar hakkında sosyal mesajlar içeren bir film çekmek isteyen fakat yoksulluğun ne olduğunu bilmediği için filmin de nasıl olması gerektiğini bilmeyen bir yönetmenin, filmi çekebilmek için bir süreliğine her şeyi bir kenara bırakıp yoksul bir yaşam sürmek istemesini anlatır. aynı zamanda dönem sinemasına eleştirel bir bakış sunar. veronica lake isimli şahıs her zamanki gibi sahneye girdiği anda kendisine aşık eder.
living in oblivion, tom dicillo, 1995
bir yönetmenin sette geçirdiği bir gününe şahit oluyoruz bu filmde. düşük bütçeyle, kısıtlı imkanlarla, normal bir sette kısa sürede halledilebilecek sorunların çekim sürecini açmaza sürüklediği bir ortamda yine de o çekimleri tamamlamaya kararlı bir yönetmenin azmini ve sabrını seyretmek çok keyiflidir. bendeki yeri daima ayrı olmuştur bu filmin.
last film show, pan nalin, 2021
ilk kez film seyreden 9 yaşındaki bir çocuğun gördüğü anda sinemaya tutulması, sırf film seyredebilmek için uzun yollar katetmeye başlaması ve nihayetinde ışık ile resimlerin gizemini çözüp kendi sinemasını kurmak için çabalamasını anlatan, pek orijinal olmasa da oldukça naif, sinema sevgisinin saflığını olması gerektiği gösterebilen bir film.
karpuz kabuğundan gemiler yapmak, ahmet uluçay, 2004
sinemaya aşık çocukların hikâyesinin iyi hâli zaten bizde yapılmıştı. çocukluk, çıraklık yapmalarına rağmen arta kalan bolca zaman ve sıfır imkanla bir film projeksiyon makinesi yapmak için uğraşan mehmet ve recep'in hikâyesi, sinemaya yazılmış en güzel aşk mektuplarından biri değil miydi? heyecan ve tutkularına şahit olmak sinemayı yeniden sevdirmemiş miydi? bu topraklardan çıkmış en özel filmlerden biridir.
aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni, yavuz turgul, 1990
sinemamızın kıymetli yapımlarından bir olan film, 60'larda ve 70'lerde çektiği romantik filmlerle ün kazanmış fakat 80'lerde kendini yenileyerek daha farklı, daha sosyal, hatta daha kişisel bir film yapmak isteyen haşmet asilkan'ın hayata geçirmeye çabaladığı yeni film sürecini anlatır. düşük bütçenin, geniş seyirci kitlelerine hitap etmeyecek bir filmin peşinde olmanın ne tür zorlukları beraberinde getirdiğini deneyimleriz.
bu filmleri tavsiye diye yazmak biraz anakronik hissetirse de sinema sevgisinden bahsederken akla ilk gelen filmlerden oldukları için yazmadan da olmuyor.
singin' in the rain, gene kelly/stanley donen, 1952
hızla değişen film endüstrisinde nerede durmaları gerektiğini belirlemeye çalışan karakterlerin karşılaştıkları zorlukları ele alan film, don lockwood karakteri üzerinden 1920'lerin sonlarında sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş sürecini anlatıyor. debbie reynolds ve gene kelly ikilisinin uyumu, nadir rastlanır türdendir. gelmiş geçmiş en iyi müzikal diyenler de vardır. şahsen katılırım.
cinema paradiso, giuseppe tornatore, 1988
ünlü bir yönetmenin, uzun yılların ardından çocukluğunun geçtiği kasabaya geri dönmesi ve sinema aşkına tutulduğu o günleri anımsamasını anlatır. salvatore'nin alfred ile olan muhteşem ilişkisi, sinema tutkusunun ışık, beyaz perde ve film şeritleriyle somutlaşması mutluluğu neredeyse elle tutulur kılar.
uzungöl'ün son hali
-
çok afedersiniz ama her seçim %58'ler %65'ler ile ampüle basan has hakiki vatansever trabzonlular'ın pek de umurunda değildir.
tüm trabzon ormanlarını kessen ses çıkmaz oradan!
cep telefonunu pirince yatırmak
-
rutubeti alsın diye değildir. telefonu pirince yatırırsınız ve gece pirincin kokusuna gelen minik japonlar telefonunuzu tamir eder.
5 temmuz 2021 metropoll gençler anketi sonuçları
-
demek ki sadece yaşlılarımız değil gençlerimiz de mal