• edward wadie said, 2000 senesinde lübnan sınırında israil askerlerine taş attığında siyonist lobilerce eleştirilmenin ötesinde, baskılara ve tehditlere maruz kalmış ve üniversiteden atılması talep edilmişti. bugün israil çetesinin gazze'ye revâ gördüğü devlet terörünü ve aynı çetenin tahammüden işlediği cinayetleri gördükçe; edward amca'ya yine dualar yolladım. rahmet istedi belli ki. bu coğrafya senin kadar yakışıklısını görmedi. attığın taşa kurban olayım. o elindeki taş ben olayım.
  • bugünlerde israil'in soykırım siyaseti ile hamas'ın tüm insanlığa filistin davasını unutturmak üzere olan cihadist paramiliter kirliliğinin tekrar harladığı savaş yoksulları, kimsesizleri, çocukları, kadınları, gençleri, gidecek yeri olmayanları, yaşlıları, geleceği ve umudu yok ediyor, esir alıyor ve bu savaş tüm dünyada ana gündem maddesi olarak kalıyorken, said'in başlığına tek bir entry girilmemiş olması ilginç mi, acı mı yoksa akıl ve sağduyunun tamamen öldüğünün ilanı mı, anlamak güç. oysa konusu açıldığında illa said'i anmamızı gerektiren en tepedeki birkaç konudan biridir filistin-israil savaşı.

    filistin ulusal konseyinde çalıştığı 15 yıl boyunca iki devletli çözümü önermiş, 1967 sınırlarında kalan bir israil devletinin tanınmasını talep etmiş, 2. oslo görüşmelerinde yaser arafat'ın imzaladığı metni "eşit söz hakkı yoktu" diyerek eleştirip anlaşmayı filistin'in versaillesi olarak gördüğünü belirttikten sonra filistin ulusal konseyinden istifa etmiş bir aydın kendisi.

    nazilerin yahudilere yönelik soykırım kampanyasından söz açıp israillilerin filistin'e yönelik politikalarını daha "makul" ele almasını isteyenlere ise çok basit ve vurucu bir soru soruyor said: "israil, avrupa'nın işlediği antisemitizm ve soykırım suçlarından dolayı ne zamana kadar mağdur ve hoş görülecek?" akabinde kendisi yanıt verir soruya:
    "bugün gazze'de işlenen suçlar, soykırım kurbanlarının torunları tarafından değil, israil hükümeti tarafından işleniyor."

    said, israil'e yönelik bu radikal tutumuna rağmen, yahudi halkının özel durumunu da teslim edip, silahlı mücadeleye mesafeli yaklaşır ve filistin ulusal konseyi içindeki hizipleşmelere de tenezzül etmez. konseyden çekilmesi, mutabakatı eleştirmesi, israil'in tanınmasını önermesi, silahlı mücadeleyi öncelememesi, baas diktatörlüklerini holokost revizyonizmi olarak değerlendirmesi gibi duruşlarından dolayı "yahudi sevici" diye yaftalandığı da oldu, filistin davasındaki duruşundan ve batı medeniyetine yönelik sert ve kuvvetli analizlerinden dolayı " çelişkili bir arap milliyetçisi" diye yaftalandığı da. entelektüelliğin kitabını yazmış said'in fikirleri, günümüze de ışık tutuyor, yeter ki anlaşılsın, bilinsin. israil filistin savaşında adil, kalıcı, rasyonel ve onurlu bir çözüm nasıl olmalı, sorusunun en güçlü yanıtları, aklın ve sağduyunun rafa kaldırıldığı, bu kadim coğrafyanın sonu gelmez bir şiddet sarmalına sürüklendiği şu günlerde bile, hala edward said'in çizdiği çerçevenin içinde saklı duruyor. bu yanıtların, üzerindeki sis perdesi hakikati görünmez kılmadan zihinlere kazinmasi dileğiyle.
  • ne dogulu, ne batili, ne oryantalist ne de ornamentalist oldugunu, icindeki surgun duygusunu kitaplarla gidermeye cabaladigini defalarca dile getirmis ve son demlerini yasayan asmis profesor. sanildiginin aksine oyle pek yanlis anlasilmamistir hatta tek basina mucadele ettigi icin destekcisi de cok olmustur. zira sosyal bolumlerde(bkz: tarih)(bkz: siyaset bilimi)(bkz: yakin dogu calismalari)(bkz: edebiyat)(bkz: uluslararasi iliskiler) okuyan her ogrenci en azindan orientlism'den haberdardir ve derslerinden gecmek icin eseri bitirmek zorundadir. eger okumuslarsa bilirler ki, said batinin doguyu daha iyi somurebilmek ve kendini onlara model olarak gosterebilmek icin onlari "basit, cahil ve cirkin" olarak gostermeye calisitigini iddia etmistir. zira boylece iradelerini ele gecirirler, der. ustadin buna ornek olarak sundugu en basit ornekler ise dellacroix'in araplarla ilgili tablolari, naipaul, kipling, orwell'in romanlari cnn ve nbc haber bultenleri, ve muslumanlari durmadan terorist olarak gosteren hollywood filmleridir. tum post-colonial yazarlari, dusunurleri gibi tabii ki algiya ve gercek bilgiye inanci yoktur, cunku bunlarin hepsini yillar once kaybetmistir ama necip mahfuz nobel'i aldiktan sonra da mutlulugunu dile getirmeyi de bilmistir. oryantalist olsa, ne israil'in filistin'i isgalini ikide bir gundeme getirir ne kendini olumle tehdit eden yahudilere cahillikten dem vurdugu makalelerle cevap verir ne de gidip gazze'de yahudilere tas atardi. tek dusundugu sey araplarin belleginin yitirilmesinin insanlik icin bir kayip oldugudur ki bunu oktay sinanoglu hassasiyeti ile ozdeslestirebiliriz. velhasil kelam, bu direnc tahtasina kulak verin ve nolur ona da oryantalist demeyin. zira eger e.said dahi oryantalist ise dogunu hali haraptir derim.
  • noam chomsky ile beraber amerikan dis siyaseteini en populer elestirmeni. babasi birinci dunya savasi'nda osmanli ordusuna secilmemek icin amerika'ya kacmis ve amerikan vatandasligi elde etmis. birkac yil sonra filistine geri donmus ve bu bilincle oglunu ingiliz kolejlerinde okutmus. lisede sinif arkadaslarindan birisi omer serifmis.* lise'yi bitirdikten sonra ailesi tarafindan amerika'ya yollanmis ve kendisini son derece etkileyen surgun adini verdigi yillari baslamis. ingiliz edebiyati okuduktan sonra columbia university'de* ingiliz edebiyati ve karsilastirmali edebiyat dersleri vermeye baslamis.* daha sonra ogendigine gore kendisini fakulte yonetimine tavsiye edenler, said'in misirli bir yahudi oldugunu soylemisler. sanildiginin aksine musluman degil hristiyandir. edward ismini, ingiliz krali edward bilmem kaca hayran olan annesi koymustur. said soyadinin ise nereden geldigini bilmemekteymis. kitaplarinin bavurulan eserler bolumu acayip uzundur. korkunc bir tarih, felsefe, edebiyat ve muzik bilgisi vardir. her kitabi insana yasama sevinci verir. denemelerinin bulundugu reflections on exile ve anilari out of place defalarca okunasidir, basvurulasidir. ama tabiyki bas yapiti orientalism'dir. bu kitapta bahsettigi to orientalise the the orient* formuluyle bati dunyasinin kendini daha guzel, akilli, ustun olarak tanimlayabilmek icin dogu toplumlarini basit, cahil, cirkin olarak gosterdiklerini iddia eder. her konuyu mutlaka israil'in filistini isgaline getirir. hatta yaser arafat ve enver sedat kendisinin haberi olmadan said'i filistin'in birlesmis milletlerdeki temsilcisi bile yapmislardir.
    glenn gould, wagner ve bach hayranidir ama ne yazik ki hain bir losemiye yakalanmistir. tam bir ustaddir, mirdir, isinin piridir. her ulkeye lazimdir boyle bir tanesi.
  • son roportaji "edward said: the last interview" adiyla yayinlanmis vaziyette, bulup indirin. 2 saati asan bir roportaj dostunun yaptigi, oyle sohbet ediyorlar uzun uzun.

    biraz uzucu tabii adami kanser yuzunden epey zayif ve cirkin haliyle gormek, hastaligi hakkinda da konusuyor bolca ama bu haliyle dahi beyni iyi calisiyor, talking heads formati can sikmiyor adamin derinligi sayesinde.

    orientalisme veya karsilastirmali edebiyat/sanat tarihine giris niteliginde birsey degil bu, yani oyle kisa yoldan adamin eserlerini ogrenmek istiyorsaniz wikipedia okuyun; bu halihazirda said'i taniyanlar icin degerli olabilecek bir roportaj. allah rahmet eylesin.
  • ingilizce bilen herkesin izlemesi gereken edward said (1935-2003) videoları:

    (1) orientalism (1986) 54 min. (documentary)
    (2) salman rushdie's interview (1986) 77 min.
    (3) the myth of the clash of civilizations (1996) 58 min. (lecture at umass, amherst)
    (4) edward said on orientalism (1998) 40 min. (documentary)
    (5) his last interview (2003) 205 min.

    tema:
    (bkz: islam /@derinsular)
  • [vefatının ikinci yıldönümü anısına...] edward said
    entelliği sadece üniversite kampüsüne hapsetmeyen bir aydındı said. mazlum dünyanın safındaki namuslu aydın imajının sembolüydü. haberlerin ağında islam (1981) kitabını yazarken kendisini dünyaya yanlış tanıtılan 1 milyarı aşkın müslüman’ın yerine koymuştu...

    afrika kaplanları şiddetli yağmurlarda hep birlikte açık alanlara çıkarlarmış. yere uzanırlar, kafalarını birbirlerine yaslarlarmış. birinin üzerine yıldırım düşerse, hep birlikte ölürlermiş. birbirlerine sahip çıkmak adına... 25 eylül 2003’te kaybettiğimiz edward said de bir afrika kaplanıydı.

    “kral öldü!” diyordu onun ölümünü duyuran bir gazete... filistinliydi. hıristiyan’dı. ama müslümanlardan daha sevdalıydı filistin’e. yaser arafat’a bile “davayı sattın!” demişti 1993’te israil’le imzalanan oslo antlaşması’nda taviz verdi diye. üzerine gelen yıldırımlara aldırmadı hiç. her yıldırımda biraz daha uzattı kafasını müslümanlara. new york’ta columbia (kolombiya) üniversitesi’nde ingiliz edebiyatı profesörüydü. hem entelektüel hem savaşçıydı. hem kalem hem kelâm ustasıydı. kalemini türkçe’ye 1980’lerde çevrilen oryantalizm (şarkiyatçılık) kitabıyla tanımıştım. batı’nın doğu’yu nasıl aşağıladığını, ona hangi mitlerle yaklaştığını öğrenmiştim ondan. gerçek batı’nın hayalimdekinden farklı olabileceğini onunla fark etmiştim ilk defa... ama kelâmını tanımak için 1990’ları beklemek zorundaydım. londra üniversitesi’ne gelmişti. konferans için... fiziksel görünüşü, sözel sunuşu ve zihinsel duruşu harikaydı. 12 yıl savaşacağı lösemi hastalığının ilk günleriydi. ama konferans salonunda hastalığını bilen bir tek kişi vardı: edward said... nasıl bir kaplan olduğunun bir başka kanıtıydı bu.

    çocukluğundan itibaren hep çileli bir hayatı olmuş, hep bir şeylerle mücadele etmişti. bir sürgün hayatıydı onunkisi. birçok filistinlinin kaderi olan sürgün hayatı... en zor durumların üstesinden gelmeyi başarmıştı hep. sıkıntılarını şikayete dönüştürmemeyi öğrenmişti. şimdi mücadele sırası ölümcül hastalıktaydı. yılmadı. “ölmeyeceğim, çünkü ölmemi isteyen çok kişi var.” dedi. yazmaya, söylemeye, haykırmaya devam etti. o haliyle 2000 yılında filistin’e gitti... israil askerlerine sembolik bir taş atmak için... ama siyonistler ona dünyayı dar etmek istediler. columbia üniversitesi’nden attırmak için her yolu denediler. rektörü zorladılar. ama bu kez rektör de bir afrika kaplanıydı. tarihe geçecek bir beyanatla siyonist taleplere son noktayı koymuştu: “biz hocalarımızın attığı taşa değil, verdiği derse bakarız. işinize bakın!” çünkü biliyordu rektör bu inatçı ortadoğulunun aslında “düşmanlığın düşmanı” olduğunu; doğu-batı, müslüman-hıristiyan ayırımına karşı olduğunu...

    mazlum dünyanın safındaki namuslu aydın
    mevcut normları sorgulayabilen, entelliği sadece üniversite kampüsüne, kitapların sayfalarına hapsetmeyen bir aydındı edward said. bir “doğrucu said”di. mazlum dünyanın safındaki namuslu aydın imajının sembolüydü. haberlerin ağında islam (1981) kitabını yazarken kendisini dünyaya yanlış tanıtılan 1 milyarı aşkın müslüman’ın yerine koymuştu... kitabını okuyanlara kendisinin müslüman olduğunu zannettirecek kadar sahiciydi.

    sömürgeciliğin amansız düşmanıydı. demokrasinin batı’nın maskesiz yüzü olan emperyalizmi eleştirmeyi zorunlu kıldığını düşünüyordu. batı’ya hep şöyle seslendi: “ey batı! yönünü şaşırdın, geri dön, savunduğun değerleri çiğneme!” batı’nın hayâlî bir doğu imajı yarattığını ve emperyalizmini bu imajla beslediğini savundu hep. kültür ve emperyalizm (1993) kitabında bu imajın batı’nın bilinçaltına nasıl kazındığını batı romanlarındaki sanal doğu imajını irdeleyerek gösterdi. batı’nın kültürel bir psikanaliziydi sanki kültür ve emperyalizm. filistin davasına da hep bu açıdan bakmıştı. bir özgürlük davası, bir doğu-batı meselesi olarak görmüştü filistin’i. batı’ya karşı doğu’nun, sömürgeciliğe karşı vatanseverliğin, beyaz adama karşı arap-islam dünyasının, diktatörlüğe karşı demokrasinin sesi oldu hep filistin’den hareketle. ama filistin yeterli sebepti onun siyonistler tarafından hedef tahtası yapılmasına. hem de en iyi dostu daniel barenboim isimli bir yahudi sanatçı iken. hem de ölümcül hastalığında kendisini bir yahudi doktorun ellerine teslim etmişken.

    batılı ikiyüzlülüğü dünyaya gösterdi...
    1935’te kudüs’te başlamıştı hayatı hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak. bir işadamının oğluydu. kozmopolit bir ortamın çocuğuydu. annesi ona edward ismini vermişti. galler prensi’nin adıydı edward. o yıllarda dillerden düşmeyen prense hayrandı annesi. ama oğlu yıllar sonra “köklerimi temsil etmediği için bir türlü içime sindiremedim.” diyecekti annesinin kendisine verdiği bu isim için. filistin’e o yıllarda biçilen kader onun kaderiydi aslında. 1948’de filistin toprağının israil’e verilmesi üzerine ailesiyle birlikte mısır’a iltica edecekti. amerikan pasaportuyla son bulacak bir sürgünün başlangıç yılıydı 1948 onun için. mısır’da elit sömürge okullarında ingiliz dilinde okuyacaktı. hem de kral hüseyin ve ömer şerif gibi isimlerle. kendisini iki dünya arasında bölünmüş hissetti oralarda. lösemiye yakalandıktan sonra hayatını yazdığı yersiz yurtsuz (1999) isimli kitabında “anadilimin ne olduğunu hiç bilemedim, her ikisinde de rüya görmeme rağmen arapçayı da ingilizceyi de kendimin hissetmedim.” diyecekti.

    mısır’dan sonra babasının zoruyla 1951 yılında gittiği amerika’da üniversite okuyacaktı. babasını hiç affetmeyecekti bu yüzden. çünkü amerika’ya gitmek yersiz-yurtsuz olmak demekti. elindeki amerikan pasaportu da bunun açık bir belgesiydi. amerika onu tanımayacaktı. çünkü o bir ortadoğuluydu. ama o kendisini 36 dile çevrilecek olan oryantalizm kitabıyla tüm dünyaya tanıtacaktı 1978 yılında. bilinçaltına kazınan olumsuz tecrübeler yaşamıştı daha 16 yaşında başlayan bu yeni dünya macerasında. ortadoğulu olması kendisine hep önyargılı davranıldığını hissettirmişti ona. öğretmenlerini bile masum bulmamıştı bu açıdan. dereceye girdiği halde mezuniyet töreninde geleneği bozma pahasına ona konuşma yaptırmamışlardı. oryantalizm kitabında işleyeceği temel tezine daha öğrencilik yıllarında karar vermişti: batı ikiyüzlüydü. ikiyüzlülük en nefret ettiği şeydi, ama batı için en layık gördüğü sıfatlardan birisi oldu.

    1963 yılında columbia üniversitesi’nde işe alınırken bile bölümdekilere iskenderiyeli bir yahudi olarak sunulduğunu öğrenmişti işe başladıktan sonra. “amerika’da bir filistinli veya arap’sanız hep yanlış taraftaymışsınız hissine kapılırsınız.” demişti bir röportajında ve bir örnek vermişti: “1967’de arap-israil savaşı sırasında columbia üniversitesi’nde asistandım. metroda el radyolarından haberleri dinleyen insanları görürdüm. birbirlerine ‘durumumuz nasıl?’ diye sorup ‘iyi gidiyoruz’ diye cevap verirlerdi. bu insanlar amerikalıydı, fakat kendilerini israil’le ve onun zaferleriyle o kadar özdeşleştirmişlerdi ki, bir arap olarak utancımdan yerin dibine girerdim.” 25 eylül 2003’te öldüğünde tüm dünyada birçok müslüman belki de müslüman olmadığını bilmeden onun için rahmet diledi. ama yanılmadı o müslümanlar. çünkü kırk yıl boyunca entelektüel vicdanın ve dürüstlüğün simgesi olan, özgürlük ve eşitlik adına müslümanların haklarını savunan bu filistinli hıristiyan rahmeti çoktan hak etmişti... ruhun şad olsun edward said... kudüs’te doğdun, new york’ta öldün... sürgün bitti... “yersiz yurtsuz”dun... ama dünya yerlilerine çok şey öğrettin.

    prof. dr. ali köse
  • filistinli çocuklarla birlikte israil tanklarına attığı taşlar için ellerine, şu sözleri için de ağzına sağlık:

    "liberal entelektüellerin hemen her zaman yaptıkları gibi, her iki tarafın da doğruları ve yanlışları olduğunu ileri sürmek ya da her durumun kendine özgü koşulları olduğunu söylemek, meseleyi sümen altı etmek demektir. çünkü, filistin-israil meselesinin temelinde asimetri vardır. toprakları işgal edilmiş, savunmasız bir halkın karşısında, dev bir yüksek-teknoloji ordusu. israillilerin filistinlilere verdikleri zararla karşılaştırıldığında, filistinlilerin israillilere verdiği zarar marjinaldir."
  • edward said ile 14 yıldan fazla ‘birlikte’ çalışma onuruna sahibim. kendisi, ‘sen bir takımın üyesisin.’ diyerek, ‘için’ kelimesi yerine ‘birlikte’ kelimesi kullanmamda ısrar ederdi. gerçekten de öyleydi. onun yaşamının parçası olan herkes, takımının bir üyesi gibi hissederdi. bu olağanüstü insan, büyüleyici bir öğretmen, konuşmacı, yazar, edebiyat, müzik ve kültür eleştirmeni, klasik piyanist, insan hakları savunucusu ve ezilmiş filistin halkının başta gelen sözcüsüydü. aynı zamanda, bir eş, baba, meslektaş ve arkadaştı.
    kendisi belki de en iyi, batı’da ortadoğu ve islami araştırmaların yönünü değiştiren oryantalizm kitabı ile tanınıyor. ancak, aynı zamanda arap–israil ihtilafı üzerine çeşitli kitaplar yazdı. bu eserlerinde, amerikalı okurlarına bıkmadan ve öncelikle, filistinlilerin israil yönetiminin 1948’den günümüze dek uyguladığı ve onları evlerinden çıkaran, yaşamlarını ve toplumlarını paramparça eden sistematik bir politikanın ‘kurbanları’ olduğunu açıkladı. bununla birlikte, yahudilerin avrupa’daki tarihlerini göz önüne alarak israillilerin çoğunun korkularını anlıyordu; ancak tarihsel olarak kendilerine hiçbir kötülük yapmayan filistinlileri işgal altına almalarını hiçbir şeyin meşru kılmayacağını da biliyordu.
    bütün bunları, amerika’nın genellikle arap ve müslümanlara düşman iklimi içinde cesurca yaptı.
    kendisi filistin halkının amerika’daki en etkili sözcüsü haline geldi ve filistin yönetimiyle yakın ilişkisi bulunan sürgündeki filistin parlamentosu’nun üyesi oldu. 1993’te oslo anlaşmaları ile dehşete kapılan profesör said, arapça ve ingilizce yazdığı seri makalelerle bu anlaşmalara ve şartlarını gizlice müzakere eden filistin liderliğine ağır eleştirilerde bulundu. bu anlaşmaların, filistinlilerin yaşamlarını daha zorlaştıracağını ve israillilere filistinlilerin yaşamlarını daha fazla çekilmez hale getirecekleri ve nihayetinde güney afrika’daki ayrımcılığa benzer bir devlete doğru gidileceğini doğru bir şekilde tahmin etti. israil’in filistin kent ve kasabalarını yeniden işgal edeceğini dahi tahmin etti. dedikleri oldu. bugün, bir yandan israilliler ile filistinlileri birbirinden ayıran bir duvar örülürken bir yandan da filistinlilerin evleri yıkılıyor ve toprakları müsadere ediliyor. kendisi, filistinlilerin direnişinin artacağını ve filistinlilere artarak uygulanan zulmün daha fazla şiddete yol açacağını da tahmin etmişti. bunlar doğal olarak onu, amerikan yönetimi, yaser arafat, ehud barak ve ariel şaron hakkında ağır eleştiriler yapmaya yöneltti.
    edward said, aynı zamanda arap ve islam dünyası konusunda bıkmadan usanmadan çalıştı. hıristiyan bir ailede dünyaya gelmesine karşın kendisini daha çok arap–islam medeniyetinin bir parçası olarak hissediyordu. medyada, araplar, müslümanlar ve islam’ın kendisi konusunda yapılan olumsuz tasvirlerden müteessir oluyordu. bu nedenle, bu konuda yanlış yönlendirme yapan gazete, dergi ve filmler konusunda çok sayıda eleştirel makale yazdı. ‘haberlerin ağında islam’ adlı kitabını, 1979’daki iran rehine krizinin amerikan medyasındaki yansıtılışının bir sonucu olarak kaleme aldı. islam, medenileşmemiş barbarların, fanatiklerin ve katillerin dini olarak sunuldu ve bu yaklaşım filmlere ve diğer televizyon programlarına yansıtılageldi. o, sadece bu yansıtma biçimini eleştirmedi, aynı zamanda bu yanlış betimlemelerin neden yapıldığını ve amerikan dış ve iç siyasetini desteklemenin bir yönü şeklinde sürdürüldüğünü ortaya koydu. doğru bilgileri elde etme imkanı bulunmasına rağmen bugün islam’a, müslümanlara ve araplara olan düşmanlık hiç bu kadar yüksek bir noktaya çıkmadı. kendisi bazan kafasını sallayarak ‘işlerin’ yıllar geçtikçe daha çok kötüye gittiğini söylerdi.
    profesör said, belki de en çok siyasi çalışmalarıyla tanınır; ancak asıl katkılarını edebi ve kültürel eleştiri alanlarında yapmıştır. müzik eleştirisi alanında da muazzam katkıları olmuştur. israilli yakın arkadaşı orkestra şefi daniel barenboim ile bir dizi projede birlikte çalışmıştır. bana göre bunlardan en önemlisi, israilli, arap ve filistinli genç müzisyenleri aynı orkestrada bir araya getiren doğu–batı divanı’dır. profesör said ve barenboim, new york’taki iki ayrı programda halkın karşısına çıktı. buradaki tartışmalar ve diğer özel görüşmeler geçtiğimiz yıl ‘paradokslar ve paralellikler: müzik ve toplumda gezintiler.’ adlı kitabın ortaya çıkmasını sağladı.
    geride kalan yıllarda 20’nin üzerinde kitap ve düzinelerce makale yazan bu olağanüstü insan, her zaman dostlarına da zaman ayırmıştır. kendisi için önem arz eden konularda, cana yakın, etkili, eğlenceli ve hararetli olmuştur. ofisinin önünde her zaman onunla görüşmek için bekleyen öğrencileri ve diğer insanlar olmuştur. kapısından nadiratla insanları çevirmiştir.
    dünyanın çeşitli yerlerinden bilginler, gazeteciler ve öğrenciler kendisiyle temas kurmak istemiştir ve kendisi hastayken bile bu insanlara yardım için elinden geleni yapmıştır.
    profesör said’le son olarak birkaç ay önce evinde görüştüm. beş dakika kadar selamlaşıp konuşmak istemiştim; ancak kendisi daha fazla kalmam ve bir kahvesini içmem konusunda ısrar etti. yanında kaldığım sürece kendisi ve çalışmaları yerine, benim ne yapıp ettiğimden konuşmayı tercih etti. zor dönemlere rağmen her zaman iyimser olan profesör said, okurlarını ve dinleyicilerini, pes etmemeleri, ‘ileri gitmeleri ve öne geçmeleri’ için hep cesaretlendirirdi. allah senden razı olsun profesör said. birçok insanın aklına, kalbine ve ruhuna dokundun. unutulmayacaksın.

    dr., indiana üniversitesi, ortadoğu ve islami araştırmalar programı müdür yardımcısı edward said’in asistanı zaineb istrabadi, bu yazıyı zaman için kaleme aldı.
  • israillilerin, israil devletinin yaptığı bu vahşete neden ses çıkarmadığını “israilliler için ülkeleri görünmezdir” saptamasıyla açıklayan yazar.

    edward said, bu konuda şu örneği vermiştir:

    "guy de maupassant, eyfel kulesi’nin inşasının ardından herkese bu kulenin ne kadar çirkin olduğunu anlatırmış. diğer yandan da istisnasız her gün, kulenin restoranına gidermiş. bu ikilem kendisine sorulduğunda “oraya gidiyorum çünkü paris’te onu göremeyeceğiniz tek yer oranın içidir.” diye cevap vermiş."
hesabın var mı? giriş yap