• hayatım, edward'ın yanlışlıkla -yapısı gereği- su yatağını patlattıktan sonraki utancı şeklinde geçtiği için, en sevdiğim üçüncü film olduğu için, barış için, kardeşlik için ustalara saygı kuşağında bugün: edward makaseller!

    - winona ryder, filmde rol almak için baba 3'ü bırakmış. kendisini buna ikna edense johnny depp'in ta kendisi.

    - edward film boyunca yalnızca 169 kelime kullanmış :(

    - makaseller'in mucidi rolü, vincent price için özellikle yazılmış.

    - filmin başında, ülkemizde bulunmayan, az bulunan ya da getirilmeyen su kaykayı gibi bir şeyden kayan çocuk, backstreet boys'dan nick carter'ın ta kendisiymiş. jenerikte adı geçmese de, daha sonraki birkaç ropörtajda filmdeki çocuğun kendisi olduğunu söylemiş. ilgili sahne için

    - johnny depp edward rolü için, 11 kilo vermiş.

    - edward'ın saçlarının ilham kaynağıysa the cure'un solisti robert smith.

    - edward rolü ilk olarak gary oldman'a teklif edilmişse de gary abimiz reddetmiş. oh iyi ki de öyle etmiş.

    - film ilk olarak müzikal olarak tasarlanmış, tıpkı the nightmare before christmas ve corpse bride gibi.

    - filmi edward'ın gözünden görüyormuş gibi izlemeliymişiz, düşünülecek olursa mahallenin o kadar büyüleyici görünmesinin sebebi de bu.

    - edward rolü için jim carrey, robert downey jr. ve tom cruise düşünülmüş.

    - edward'ın yaptığı köpek tüyü kesimleri gerçekmiş :(

    - ama ağaç budamalar gerçek değilmiş onlar metal ve boya yığınıymış.

    - johnny depp senaryoyu ilk kez okuduktan sonra hüngür hüngür ağlamış. ağlasın tabii. bizi de o kadar ağlattı.

    jumanji ve beetle juice ile bu saygı kuşağını sürdürücem. çocukluk filmlerine sahip çıkalım :(
  • edward'ın sofrada kıçından terler akarak bir şeyler yemeye çalışırken kimsenin yardım etmemesi, her önüne gelenin elleri için "sana yardım edebilecek tanıdığım bir doktor var" diyerek bir daha konuyu bile açmaması gibi tim burton'un tematik ayrıntılara verdiği önemi rahatça gösteren inanılmaz film.
  • sarışın winona kızımız, o tarifsiz hüznü gözlerinde taşıyan edward'ın dudağına bir öpücük kondurur ve der ki: i love you..bunun üzerine edward'n gözlerini bir kapatışı var ki..işte o kapatışı gördüğüm için tim burton'a bin teşekkür sunduğum film..
  • herkese bir şeyler hatırlatmış ya, edward bana da gregor samsa'yı hatırlattı; gayet malum sebeplerden. not olsun buraya.

    --- spoiler ---

    edward'ın yalnızlığının, farklılığının aslında makasla elle falan alakası yoktur. makaseller sadece farklılığın sembolüdür, gerçek sebep ise yemek masasında geçen yolda para dolu çanta bulma diyaloğunda gizlidir. bu yüzden hepimiz aslında edward'ız, ama hiçbirimiz edward olamıyoruz; edward insanın en saf halidir.

    --- spoiler ---
  • johnny depp in her an donup the cure-love song u soyleyecekmis hissi yaratan super film.
  • iki gun once tgrtde oynamasiyla sonunda izleyebildigim harika film. uzak gecmi$te beni duygulandirabilen bir kac filmden biri. ayrica mahalle karilarinin voltrani olu$turduklarinda ne kadar guclu olabileceklerini de goruyoruz.
  • karın nasıl yağdığını anlatan, hüzünlü ve saf tim burton filmi.
  • yıllar önce yurtta kalırken kantinde vcdye taktığım film. herkes kantini terk etmişti ben de tek başıma izlemiştim.
    (bkz: eşek hoşaftan ne anlar)
  • insan anlayışı gerçekten çok dar. hayatın belli dönemleri var ve ne yaparsak yapalım o dönemin bakış açısından kurtulamıyoruz. kendi başımıza gelen zor durumları atlattıktan sonra bile aynı duruma düşen insanlara anlayış gösteremiyoruz. mesela işe başladığı dönemde çok sıkıntı çekmiş ancak şimdi hali vakti yerinde olan orta yaşlı bir insan, mobbing'e maruz kalan, zor şartlar altında çalıştırılan yeni mezunlara bakıp "gençler, çalışsınlar ne olacak." diyebiliyor. ya da üniversitedeki zamanını batak eşliğinde geçiren biri, üniversite sınavlarından şikayet eden öğrencilere tembel damgası yapıştırabiliyor.

    yine de bu gruplar en azından kendi içlerinde destek bulabiliyor. mesela yeni mezun bir grup arkadaş bir araya geldiğinde en azından dertlerini konuşarak atabiliyor. üniversiteye hazırlanan gençler de sınıfta soru çözerken bir yandan sınav geçince ne yapacaklarını anlatıp hayal kurabiliyor. ancak bir grup var ki hem kendi içlerinde destekçileri yok hem de diğer insanlar tarafından anlaşılmıyor. bu grup da ergenliğe yeni giren kitle tabi ki.

    ergenliğe yeni giren insanların kendi aralarında destekçi bulamamalarının sebebi hayatlarının çok hızlı değişmesi. bu yüzden kendileri de ne olduğunu anlamadıkları için başkalarına da yardım edemiyorlar. ergenliğin başındayken, iki gün önce halının üstünde araba oynayan arkadaşınızın "uzaklara gitmek istiyorum." dediğini duyabilir, pokemon'un jeneriğini yalan yanlış kelimelerle söylemeye çalışan arkadaşınızın da iki gün sonra doom metal dinlemeye başladığını görebilirsiniz. o yüzden herkes farklı şekilde evrilirken sizin yaşadığınız değişimi bir başkasının anlama ihtimali de pek yok.

    aynı şekilde ergen bireylerin bu dönemi atlatan insanlardan da destek görme ihtimalleri düşük. çünkü ergenlik zor bir dönem ve ergenliğe yeni giren bir insana destek olmak gerçekten efor gerektiriyor. yetişkinler ise o zamanları atlatıp kendilerine göre "gerçek" dertlerle boğuştukları için bir ergenin dertleri onlara hafif geliyor. oysaki daha öncesinde büyük travmalar yaşamış ya da hayatı büyük zorluklarla başlamış insanları saymazsak 13 senedir dünyada olan biri için şimdiye kadar yaşadığı en sıkıntılı durum bu.

    işte tam bu noktada şimdi konuşacağımız edward scissorhands filmimiz devreye giriyor. çünkü film o gotik / fantastik görüntüsünün altında ergenliği zor geçen bir çocuğun değişimlerini gösteriyor bize. şimdi filmi izlememiş olanlar için spoiler uyarısını bırakayım sonra ergenlik problemleri nelerdir ve zorlu bir dönem geçiren çocuklara nasıl destek olabiliriz konusunda adeta bir rehber olan filmimizi incelemeye başlayalım.

    --- spoiler ---

    filmin açılışında gördüğümüz üzere edward, bir malikanenin içinde tek başına yaşıyor. direkt olarak yetişkin görünümünde üretildiği için öyleymiş gibi algılanmasına rağmen muhtemelen 12 -13 senedir buralarda. ancak gelişimi doğrusal ilerlemiyor. babasını çok erken yaşta kaybettiğinden dünyayı tanıma fırsatı bulamıyor. dünya ile tanıştığında ise peg ve bill dışında kimse kendisine çocuk gibi davranmıyor. bu nedenle edward bir çocuğun deneyimleriyle yetişkin dünyasına atılmış oluyor. bu, ergenliği zor geçen çoğu insan için geçerli bir durum. çünkü "ne olmak istiyorsun?" diye sorulduğunda astronot, yarış pilotu, şarkıcı gibi cevaplarınıza gülerek cevap veren insanlar bu dönemde artık "mühendis olmak için matematik netlerini arttırman lazım." demeye başlıyor. sizden birden bire kocaman insanlar gibi davranmanız bekleniyor ancak edward gibi siz de dünyanın tam olarak nasıl bir yer olduğunu bilmediğiniz için bocalıyorsunuz bu süreç boyunca.

    bu bocalama da genelde insanların o dönemde kendilerini toplumun dışında görmesiyle sonuçlanıyor. bu durum, ben herkesten farklı ve üstünüm gibi egoist bir yaklaşım değil ama. daha çok "herkes normal, sıkıntı yaşayan bir ben varım." düşüncesine yakın. çünkü o dönemde insanlar bu tür değişim sorunlarıyla ilk defa karşılaşıyor ve konu hakkında herhangi bir deneyimleri olmadığı için başlarına gelen şeylerin aslında ne kadar yaygın olduğunu bilmiyorlar. aynı durum edward için de geçerli. dikkatinizi çekmiştir, filmin bütün evreni rengarenk. siyahlara bürünen ise bir tek edward var. bu da ergenlik dönemine girmiş birinin kendini nasıl farklı hissettiğini görselleştirmek için kullanılıyor.

    bu bocalamaları arttıran durumlar sadece zihinsel değil. aynı zamanda vücudun değişmesi de bir takım problemlere yol açıyor. mesela ergenlik döneminde sakarlığın artması normal bir durumdur. ergenliğe giren çocuklar birden bire boy attığı için dengelerini bir süre bulamazlar. filmde de görebileceğiniz üzere edward da tam olarak böyle. kimba odaya girdiğinde korkup yatağı delmesi, yemek yerken çatalı bıçağı düşürmesi buna örnek gösterilebilir. gerçi edward'ın durumu ortalama bir ergenden daha kötü çünkü yapacağı ufak bir sakarlıkta yaralanmaya yol açabilir. yine de sakarlık yaptığında edward ergenliğe yeni giren bir çocuk ile aynı şeyleri hissediyor.

    bu sakarlıkların bir de diğer insanlarda oluşturduğu tepkiler var. bu da genelde yetişkinlerin dalga geçmesi olarak geri dönüyor. ki ergenliğin en sıkıntılı dönemlerinden biri yetişkinlerle olan ilişkilerdir. itiraf edeyim, yetişkin insanların muhabbetlerini o zaman da bayık bulurdum. hala da bayık buluyorum. çünkü aranızda yaş farkı bulunduğundan ve toplum sizden "büyüklerinize" saygı göstermenizi beklediğinden bin sefer anlatılan garip azim öykülerini dinleyip, arkadaş ortamında yapsanız ağzınıza kürekle vurulacak esprilere gülmeniz bekleniyor. mesela edward muhite geldiğinde komşular onu görmek istediği için bir parti düzenleniyor. burada dört tane adamın edward'a gelip "bizimle kağıt oynar mısın, ama kesmek yok." gibi bayat bir espri yaptıklarını görüyoruz. bu sahnede edward'ın yüzüne bakın. o "ehehe çok komikmiş ahmet amca." ifadesini çok net fark edebilirsiniz. o ifadede bütün bir ergen kitlenin çektiği ızdırap gizli diyebiliriz.

    bu ızdırabın sebebi de yukarıda dediğim gibi herkesi normal kendini problemli sanma durumu. çünkü bir çocuk o yaşına kadar çocuktu ve yaptığı garip şeyler anlayışla karşılanıyordu. şimdiyse bu durum böyle değil. daha öncesinde varlığından haberdar olmadığı kurallara mükemmel şekilde uyması bekleniyor kendisinden. adı konulmamış bu toplumsal kurallara uyulmadığında da ergenliğe yeni giren bir çocuk kendisinin farklı ve garip olduğunu düşünmeye başlıyor. toplumun da bu sıkıntılı durum için çok yardımcı olduğu söylenemez. çünkü toplumun geneli ergenlik ile kafası karışmış çocukları yargılamakla meşgul o sıra. bir düşünün mesela o dönemde size "öyle el sıkma, böyle gülme, şöyle oturma," diyen bir yığın insan vardı. bu durumun aynısı edward için de geçerli. mesela bütün mahalle sakinleri edward'ı ilk defa gördüklerinde telefonla birbirini arayıp saç şeklinden cildinin rengine kadar her şeyi konuşuyorlar. belki gerçek hayatta bu kadar değil ancak bir kaç defa da olsa bu şeyleri duyan çocuklar aşağı yukarı herkes kendilerini yargılıyormuş gibi hissetmeye başlıyor.

    dünyadaki bütün insanların ergenliği bu şekilde geçmiyor tabi ki. kimi insanlar yetişkin hayatına hızlıca uyum sağlayabiliyor. mesela siz de o dönemde görmüşsünüzdür. 2 yıl önce bisiklet sürerken ellerini bırakmaya çalıştığı için duran arabaya çarpan çocuk şimdi "evet doktor olmayı planlıyorum, hüseyin amca. bence gerçekten değerli bir kariyer." diyerek haber bülteni spikeri gibi konuşabiliyor. bu durum iletişim konusunda çok başarılı olmayan çocuklar için daha büyük bir sıkıntı. çünkü bu çocuklar daha "başarılı" görünen diğer çocuklarla kendilerini kıyaslamaya başlıyorlar ve aralarındaki fark onları daha da mutsuz ediyor. aynı durumu edward için de görebilirsiniz. edward arkadaş edinmek ya da diğer insanlar ile iletişim kurmak konusunda çok iyi değil. bu yüzden jim ve kim'in koşullara uyum sağlamış olması onun kendisini daha kötü hissetmesine neden oluyor.

    toplum tarafından sürekli yargılandığını ve kendi yaşıtlarından geri kaldığını düşünmek sonunda ergenliğe yeni girmiş çocuklar üzerinde bir baskı oluşturuyor ve bu da kendini topluma karşı genel bir öfke olarak dışa vuruyor. mesela o dönemlerde siz de hayata isyan eden çocuklar görmüşsünüzdür. genelde bu da "ergen atarı" olarak küçümsenir ancak bu durum sebepsiz değil. hatta dikkatli bakınca baya anlaşılabilir bir durum. şimdiye kadar çevresiyle hiçbir sorunu olmayan çocuk birden bire kendisini toplumun dışında buldu ve uyum sağlamak için herhangi bir yol bulamadı. toplumun onu dışladığı falan yok aslında ama o kafa karışıklığında bunu fark edemediği için insanlara kızması o dönem için gayet normal. bu durum bire bir filmde de yaşanıyor. edward'ın tek amacı olabildiğince çok arkadaş edinmek ancak jim ve joyce gibi insanlar edward'ın bu isteğini kullanıp onu yanlış yollara sürüklüyorlar. edward da insanlarla uyum sağlamaya çalışırken kendisini belanın içinde buluyor. bu nedenle öfke nöbetine girip birkaç perdeyi ve havluyu kesiyor.

    ancak ergenliğin bu kadar zor geçmesi şart değil. o konuda iş de ergenliğe yeni giren çocuğun çevresindeki insanlara düşüyor. filmde edward'ı bulan ve eve getiren peg'in ve bill'in aile sitcom'larından çıkmış gibi idealize edildiğini fark edebilirsiniz. bu da size önceleri tim burton'ın normal ile dalga geçmesi gibi görünebilir. ancak burada anlatılmak istenen şey bill ve peg'in çok anlayışlı olması ve bu anlayış ortamında edward'ın yeteneklerini göstermeye fırsat bulması. çünkü edward, filmin başında da bu kadar yetenekliydi ancak yaptıklarını kimse görmüyordu. peg'in inisiyatif alması ve bill'in edward'a şans vermesi ile o yetenek başkaları tarafından fark edilebildi. bu da ergenliğe yeni giren bir çocuğa nasıl destek olacağımızı gösteriyor bize.

    --- spoiler ---

    tim burton filmleri de ergenlik çağındaki insanlar tarafından çok seviliyor bildiğiniz üzere. bunun nedeni belki de yönetmenin yaptığı filmler ile o dönem yaşanan problemleri ifade edebilmesi. çünkü sinema çok geniş bir alan ancak dikkat çekici olabilmek adına büyük insanların büyük dertlerini anlatmayı tercih ediyor genelde yönetmenler. gündelik hayatın dertlerini konu alan filmler ise baş rol olarak kimi seçerse seçsin anlatış tarzı olarak daha çok yetişkinlere hitap ediyor. bu yüzden hem o dönemin dertlerini anlatıp hem o dönemin içinde bulunan insanlara hitap edebilen bir tek tim burton var sanırım. bu yüzden de henüz kendisini ifade etmenin yollarını bulamamış insanlara renkli görseller ve metaforik anlatımla bu fırsatı sunuyor.

    sonuç olarak edward scissorhands, frankenstein'ın daha duygusal bir yorumu gibi görünmesine rağmen adım adım baktığınızda ergenliğe yeni giren bir insanın psikolojisini çözümleyen ve hem o kişiye hem çevresindekilere rehber olabilecek bir film. o zorlu dönemi yaşayan çocuklara "merak etmeyin başınıza gelenler normal. bakın edward gibi duygusal bağ kurulabilecek biri de sizinle aynı problemleri yaşıyor." diyor. yetişkinlere ise unuttukları dertleri tekrar gösterip her ne kadar onlar kadar ideal olamayacak olsalar da çocukların hayatında bill ve peg gibi insanlara ihtiyacı olduğunu hatırlatıyor. bu yüzden eğlendirmenin ötesinde bence müthiş bir işlevi var filmin.
  • bir mekana, sehre, insanlara, hayat tarzina yabanci olmayi ve degisik olmanin her seyin birbirine benzedigi bir ortamda cikardigi zorluklari anlatan bir tim burton filmi. tim burton her ne kadar surreal hikaye anlatma tarzini bu filmde de devam ettirmisse de uzerinde durdugu konu gercek hayatta herkesin ozdeslesebilecegi bir konu. cogumuz scissorhands gibi, etrafimiza yabanci olmanin ne kadar huzunlu oldugunu, asla cevremizle uyusamamanin yarattigi stresi biliriz. toplumumuzdaki bircok yabanci gibi scissorhands de karanlik ve simsiyah satosundan, assagi, rengarenk minik evlerin bulundugu, herkesin ayni saatlerde ayni seyleri yaptigi, degisikligin kabul edilmedigi suburbia'ya bakarken, onlar tarafindan kabul edilmeyi, sevilmeyi hayal ediyor filmde. ama ne yazik ki bu mekaniklesmis ve robotlasmis toplum degisikligi geri tepiyor ve edward satosuna, ayit oldugu yere geri donuyor. tim burton bu sonla belki edward'i kendi ve bircogumuzun hayatiyla ozlestiriyor. yabanci olmanin, bir yere ait hissetmemenin kacinilmaz oldugunu ve degisikligi temsil eden insanlarin her zaman robotlasmis toplum tarafindan geri tepilip, edward gibi karanlik satolarina geri itiliceklerini gosteriyor.
hesabın var mı? giriş yap