• toplumsal bir felaket ya da doğal afet olduğunda içime kapanıyorum. öfkesini kusabilen bir insanım, alayı ve aşağılamayı da ifade edebiliyorum ama merhamet duygumu, endişemi yansıtamıyorum, ne desem boş gibi geliyor. mesela en son deprem: yazılanları okuyorum burada, çok güzel şeyler yazıyor insanlar, ne denir ki bunun üstüne dediğim entrileri okuyor, kendim tek satır yazamıyorum.
    ayda'nın kurtarılırma görüntülerini izlediğimde hissettiklerimi mesela ifade etmeyi beceremiyorum. o an gözyaşlarım sel olmuyor ama bu hissizim demek değil, bu özelliğim yüzünden kendimi odun ve hödük hissediyorum.
    felaketlerde hep soğukkanlıyım, ağlamam, ortalığı velveleye vermem, gerekeni yapmaya odaklıyımdır, hatta aşırı tepki veren dövünen insanlar beni felaketten koparır, yapılması gerekenleri sekteye uğrattıkları için öfkelendirir. bu iyi bir şey mi emin olamıyorum bazen. tam itiraf etmek gerekirse anlattığım durum kendimi gaddar hissettiriyor. neden böyleyim ben de bilmiyorum.
  • eksik ve yalnız hissediyorum. sanki çevremden ve benden çok fazla şey alınıp götürülmüş gibi.
  • "gerçekleri sikiyim, bana kahkahaları verin" diyerek hasan can kaya'nın konuşanlar programını izledim biraz. lan ne saçma sapan insanlar var cidden. yargılamıyorum tabii ki. ya da yargılıyor muyum? bilmiyorum. mutlaka yargılıyorum. herkes herkesi yargılar. ama benim yargılamam suçlayıcı değil sanırım. ya da yeni bir terime ihtiyaç var. neyse işte.

    anlatmaya değer hikayeniz olması için saçma sapan biri olmanız ya da aptalca şeyler yapmanız lazım. hele programdaki erkekler acayip tiksinç. midem bulandı. kadın olsam bu erkeklerin arasında cidden yalnız ölürdüm. ama yalnız da olmuyor ki. kabul edip, kaderine razı gelmek gerekiyor sanırım.

    slavoj zizék suriyeli mülteciler için "öyle bir norveç, norveç'te bile yok" diyordu. kafamızdaki ideal erkek/kadın gerçekte yok. kafamızdaki hayat da gerçekte yok. paralel evrenlerde belki vardır. beğenmeyen siktirsin oraya gitsin. ne diyim.
  • bir deprem ve tetikledikleri. 99 depremini balıkesir'de yaşadım, arkadaşlarımdan biri askerdeydi ve ailesi sakarya'da firar etmesine saatler kala ulaşıp iyi oldukları bilgisini ulaştırabilmiştik, van depreminden iki ay önce atanmıştı bir diğer arkadaşım haber alıncaya kadar göğsümde koca bir taş, son depremde yine biri vardı seferihisarda ulaşmayan mesaj açılmayan telefon. hep teğet geçti sevdiklerimin hayatından diye düşünürken 99 depremi sonrası okuluma gelen 10 yaşındaki öğrencimin sözleri tekrar tekrar çınladı kulağımda, kurtaramadım onları, deyişi.
    belki on onbeş yıldır görüşmediğim insanları aradım,yazdım son üç günde. aileleri, kendileri nasıl diye sordum. şaşırdı bazıları biliyorum. vefa denen bir şey var. yollarımız ayrılsa da, bir kez daha bir araya gelemesek de sofrasında oturduğum, ekmeğini yediğim insanlara karşı içimde hep baki kalacak. iyi haberlerini alıp sevindiğimde peşinden bir utanma dalgası sardı benliğimi. sevinmekten ar duydum cevapsız kalan aramaları kimsesiz kalan yuvaları düşündükçe.
    her sene unutmadıklar yazılıyor ya sosyal medya hesaplarına ve ertesi gün unutuluyor yine. günlük olaylarda duyarlıymışız gibi davranıyoruz oysa kalplerimiz her geçen gün cahilleşiyor bence.
  • 91 saatin sonunda, müreffeh bir muhitte bir çocuğun, annesinin naaşının kokusu takip edilerek bulunup enkazdan çıkarıldığı bir günde, hele ki annesi ve babası arabaya bir şey almaya çıktığı esnada aynı apartmanın altındaki dişçide anneannesiyle içeride olan bir başka çocuk enkaz altında kalıp ölmüşken, 2 yaşındaki bebe ateş küçükyumuk doğanlar apartmanı enkazından bir "mucize" olup canlı çıkamamışken ve onları kimse konuşmazken bir tane mucize, umut, şükür lafı daha duyacak takatim kalmadı. kafamı nereye çevirsem illüstrasyon, mucize, umut, köfte, ayran, dua eden el emojisi. bir milletin döşek buldukça kıvrılıp yatan uyku hastası gibi her felakette durup 1 kez olsun felaketi ve tekrarlanacak akıbeti düşünmek yerine sürekli tekil iyi olaylara sarılıp parti yaparak gerçeklerden kaçmasından kusacak gibiyim.
  • bazen kelimeler kifayetsiz kalıyor
  • siz hiç duştayken ağladığınızı farkedemeyecek kadar çok ağladınız mı? tatlı ve tuzlu su birbirine karışıyor.
  • bunca acının ,kötülüğün, karaktersiz insanların arasında nasıl baş edicem bu hayatı
  • bugün öğlen, çok yakın dostumun benim de yakından tanımış olduğu 25 küsür yıllık arkadaşı, covid-19'un bıraktığı hasar sonrası* oluşan fırsatçı enfeksiyonların açtığı sorunlar ve altta yatan başka hastalıktan dolayı vefat etti. haftalardır yoğun bakımdaydı, bugün haberini aldık. akşamında cenazesi gömüldü.

    gömülmesine bile yetişemedik. gömüldükten sonra görebildik mezarını. etrafta kimseler yoktu. şaka gibi geldi ikimize de onun ölümü. sanki hiç ölmemiş de mezara saklanmış gibi arkadaşımla birbirimize espriler yapmaya, mezarlığın içinde kahkalar atmaya başladık. "biri şu halimizi görse manyak olduğumuzu düşünür" diye birbirimize bakıp daha çok gülmeye başladık. bir süre mezarlıktaki iş makinelerini izledik.
    mezarlık çıkışı, arkadaşımla yaptığımız özel aktivitelerimizden biri olan midye kokoreç yemesine, oradan da köşkeroğlu'na gittik. hiçbir şey olmamış gülüp eğlenmelere şakalara devam ettik. birbirimize "birimizden birisi ölürse sakın böyle kokoreç, midye gibi sevdiğimiz şeylerden yemesin ha!" diye kesinkes tembihlerken o anki yaptığımız yemek aktivitesini ise kendimizin yaptığı bir mevlüt olarak değerlendirip üstünü kapattık.

    sonunda güle eğlene evlerimize döndük ama şimdi ikimiz de yalnızız ve biliyorum ki bugünü, ölümün saçma sapanlığını, her şeyin bir anda bitiveriyor oluşunu düşünüp tüm bu olanlara bir anlam verememekle meşgulüz. aslında bugün iki kafadar olarak ikimiz de kendi travmamızı eğlenerek etkisizleştirmeye çalışıyorduk. bir trene bakar gibi bakmaktan başka hiçbir şey yapamadığımız hayat gözümüzün önünde öylece geçip giderken hiçbirimiz bir şey yapamıyoruz. bunu daha başka nasıl atlatabilirdik ki?

    arkadaşımın "aha bak öldü işte gömdüler ve yalnız bırakıp gittiler. işte bu hayat. hayat bu! şimdi biz de gideceğiz ve yalnız kalacak. işte busun, bu kadarsın!" deyişini unutmuyorum mezarın başında.

    ölüyorsun. birilerinin hayatından birden çıkıyorsun. yerin öyle ya da böyle doluyor. eksikliğin hissedilmemeye başlıyor. kenara götürülüp bırakılıyorsun. bir gün adın bile hatırlanmıyor. oradasın işte! başında bir tabela, yatıyorsun. başkaları da aynı şekilde yemeğine, eğlenmesine, planlarına, dolarına altınına, zevkine, geleceğini düşünmeye devam ediyor.

    koca hayatta ufacık bir hiçsin. bunu teorik olarak ne kadar biliyor olsan da gerçeğini görmek bir başka noktaya götürüyor insanı. bugün bir kez daha yaşadım, gördüm.

    hayat çok ama çok kısa. şu ânın, tam da şu ânın değerini bilin. sevdiklerinizi üzmeyin, affedici olun, maddeye değil manaya anlam yükleyin.

    bir gün hepimiz o mezara götürülüp arkaya bile bakılmadan bırakılacağız.
  • hani herkesin olsun istediği ama götü yemediği için kimsenin yapamadığı bazı şeyler vardır.
    sonra taşakları beyninden daha büyük bir adam çıkar ve elini taşın altına koyup yapılması gerekeni yapar.
    işte o hikayedeki mal benim.
hesabın var mı? giriş yap