59 entry daha
  • kendine has bir dünya kurabilmiş ender filmlerden. film hakkında tek satır bilgim olmadan gittiğimden ilk başta ortaçağda geçtiğini düşündüm. sonra mayalar girince kafam karıştı. gelgelelim hugh jackman dazlak kafasıyla ekranda belirdiğinde ve sonra onun bir kürenin içinde uçuyor olduğunu anlayınca başka bir şeyin içine girmiş olduğumu anladım. küçük prens mi istersin, maya mitolojisi mi, aşk hikayesi mi istersin, ölüm - yaşam üstüne felsefik kafa patlatmalar mı.. bu filmde hepsinden minik minik var.
    konunun çok güçlü olmadığı, müziklerin berbat olduğu, kurgunun başarısız olduğu konusundaki tüm laflara kulaklarımı tıkayıp yüksek sesle lalalalala demek istiyorum. öyle bir film ki çünkü, bugün koca sinema salonunda altı kişi ferah ferah izlerken bile zaten herkesçe sevilecek, anlaşılacak, gişe rekorları kıracak bir film olmadığı açık seçik anlaşılabilirdi. çeşitli festivallerde izleyip çoktan filmi tüketmiş geniş bir kitle var ise ben haberdar değilim, özür dilerim onlardan. gelgelelim zamanında brad pitt ile koca dudaklı güzel eşi bulaşacakmış bu filme. iyi ki olmamış, zaten gitmezlerdi. öyle yakışıklı bir film değil çünkü. onun yerine orta yaşlılığının hakkını güzel güzel veren gönüllerin pitt i hugh jackman ile güzel mi çirkin mi olduğu konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılsa da uzun saçları, yeşil gözleriyle bebek gibi bir rachel weisz tam da bu film için biçilmiş kaftanmış zaten.
    hugh jackman, hasta karısı için mi, maymunun beynindeki tümörü bir türlü yok edemediği için mi belli değil, içli içli ağlar iken, biricik hasta karısının ensesindeki saç kökleri ile hayat ağacının gövdesindeki tüyler arasındaki nefis geçişte, sevgililer gününü dolls izleyerek kutlayan çok fena ağır aksak bir çift olarak* bizim de kol tüylerimiz havalanıyordu zaten.
    filmde bir sürü bir sürü imaj eşleştirmeleri vardı ve de pek nefisti. zannedersem elhamra sarayında -nedense bana zeynep değirmencioğlu`nun oynadığı pamuk prenses versiyonundaki sarayı hatırlattı- geçen bölümde kullanılan endülüs tarzı süslemelerin -hani prensesin arkasında yüzünü gizlediği- bir benzerinin, eşinin öldüğü hastane odasındaki buzlu camda da görünmesi ayrı nefisti mesela.
    müziklere berbat diyenlerin film müziğinden ne anladığını kestirememekle birlikte, bu filmin bir romantik komedi olmadığı, bir hit albüm bulup baştan sona çalınamayacağı çok açık zaten demek lazım belki de. ağır ağır, kendini çok hissettirmeyen, sahneleri ve atmosferi desteklemeye yönelik bir müzikti. bir film müziği bu değilse başka da bir şey olmamalıdır herhalde.
    filmden sonra pilav üstü kuru yerken, "bu ecnebi filmleri de hep konuya bir yerden isa`yı sokuyo canııım" dediğimde "ehh yeter be kardeşim din alimi kesildin" der gibi bakıp da bir şey demeyenlere inat bir kez daha diyorum ki, hugh jackman, hayat ağacına gittiğinde saç sakal karışmış bir isa idi, karnındaki yara, rönesans tablolarında sık sık görülen hz. isa`nın yeniden dirildiğinde havarilerin böööyle parmaklarını sokup çevirdikleri o yaranın aynıydı. makyajına kurban olduğumun maya adamı da ilk baba diye seslendiydi zaten adamcağıza. orada işte o maya adamını sarsıp, bu beyaz adam hiç senin babana benziyor mu demek geçmediyse içimden ne olayım. ama bu filmle tamamen alakasız bir konu zaten.
475 entry daha
hesabın var mı? giriş yap