1312 entry daha
  • the nolan variations'da nolan, standardın dışına çıkmayı ne kadar sevdiğini ve teşvik ettiğini anlatıyor. memento'nun yazım sürecini anlatırken, nonlineer anlatıma dair çok hoşuma giden şu sözleri söylüyor:

    "zamanla dövüşüyoruz. lineer (doğrusal) olan projeksiyonun tiranlığını devirmeye çalışıyoruz."

    projeksiyonun tiranlığı çok güzel bir betimleme. hem nolan'ın dünyayı nasıl gördüğüne hem de sinemada bazı kalıpların neden aşılması gerektiğine dair çok şey anlatıyor.

    mesela hafızamız hiç de öyle düşündüğümüz şekilde çalışmıyor diyor. görme yeteneğimizin de yeterince anlaşılmadığını savunuyor.

    gözlerimiz, bir yere ya da bir şeye bakarken, odaklandığımız noktalar dışındakileri de görüyor. bu yüzden bir olayı hatırlarken olmamış şeyleri ekliyor, olaya hiçbir etkisi olmamış görüntüleri ya da kişileri betimliyoruz. ekstra renkler ekliyoruz, ekstra kalabalık oluşturuyoruz. şu kadar insan vardı diyoruz.

    olayların gelişim sırasını karıştırıyoruz. kendi kronolojimizi oluşturuyoruz. hikayeyi bir baştan bir sondan anlatıyoruz. çünkü hafızamız parçaları bu şekilde birleştiriyor. başından sonuna kadar bir anısını, kusursuz bir şekilde, kusursuz bir kronolojide ve tüm detaylarıyla anlatabilen ne kadar insan var?* ya da bir rüyasının başını hatırlayabilen? *

    işte following'de, memento'da nolan bunu yapıyor. hikayeyi, hafızanın çalışma şekliyle anlatıyor. biraz başından, biraz sonundan. bu sürede de seyirciyi ikilemlere sokuyor ve bir şeyi hatırlamaya çalışan bir insan gibi irrite edici bir gerginlik ve karmaşa yaratmış oluyor.

    bunu yaparken de kendine meydan okuyor. yıllardır oturmuş kalıplarla, metodlarla çekilen, her hikaye doğrusal anlatılmak zorundaymış gibi lanse edilen, kameranın standardlarına kendini teslim eden filmlerin olduğu bir dünyada böyle bir hikayeyi projeksiyona nasıl aktarırım diyor ve buna kafa yoruyor. kamera hilelerinde sınırlarını zorluyor. çektiği sahneleri tersten oynatırım demek yerine oyuncularına koreografi çalıştırıyor, maketler yapıyor, stüdyolar yaratıyor, uçaklar satın alıyor, arabalar yapıyor vs vs...

    bu zanaatkarlığını hikaye anlatımında da kullanıyor. following'de hikayeyi düz yazıp editing'te bir ileri bir geri şekle sokmuş. memento'da ise önce kendini sonra izleyici karakterle özdeşleştirmek için hikayeyi leonard'ın olayları yaşadığı şekilde yazmış. bir orasından bir burasından.

    (bkz: memento/#116269510)

    işte tenet bu noktada bu anlatım tekniğinin tepe noktasıdır bana göre. bugüne kadar filmlerde gözün alıştığına, beynin zamanı ve olayların akışını algılamasına meydan okuyor. algınızı değiştirmeye teşvik ediyor. olayları bir de böyle takip etmeye çalışın diyor. farklı bir perspektif sunuyor.

    insanların bu filme verdikleri tepkiler de işte bundan kaynaklı. adam bildiğimiz ve gördüğümüz şeyleri işleme, özümleme alışkanlığımıza meydan okuyor. insanlar ise bunu bir anlatım faciası ya da başarısız hikaye girişimi olarak algılıyor. çünkü herşeyi kalıp kalıp, hazır şablonlarla, hazır kural ve alışkanlıklarla çözümleyen bünyemiz bu doğrusal olmayan anlatımı, bir nevi bulmacayı, labirenti çözemiyor.

    bu insanların filmi anlamamış olmaları başarısızlık değildir. anlamaya çalışmıyor olmaları başarısızlıktır. anlamadıkları için filmi ve yönetmenin vizyonunu çarmıha germiş olmaları başarısızlıktır. buradaki başarısızlık yönetmenin değil, beyaz perdedeki hikayeyi düz bir çizgide izlemeye alışmış ve bunun tek doğru olduğunu düşünen, kendini alışkanlıklarına teslim etmiş insanlarındır.

    buna pek şaşırmıyorum çünkü böylesi tepkiler yeni değil. zamanında da sinemada kim bir yenilik sunmuşsa, kim zamanının ötesinde bir film çekmiş ya da teknik geliştirmişse, anlaşılmamış zaten. sırf bu algı sorunundan ve vizyonsuzluktan ötürü koskoca national film registry'i kurmadı mı adamlar zamanında? siyah beyaz filmleri yeni bir teknoloji ve vizyon ile renklendirmeye başladıklarında bazı kesimler isyan bayraklarını çekmedi mi? bu filmler bir kültürün parçası, neden katlediyorsunuz denmedi mi? sonra noldu? tıpkı ses teknolojisi gibi renkli film de kucaklanmaya, alkışlanmaya başlandı. zorla mı? hayır. neden? çünkü anlaşılmaya başlandı.

    ben nolan'ı da işlerini de bu yüzden seviyorum. sinemanın yalnızca teknik açıdan değil, anlatım açısından da evrilmesi gerektiğine inanıyor ve işlerini buna olan inancıyla icra ediyor. bunu da kolaya kaçarak dijital teknoloji ile yapmıyor. aksine, geniş düşünerek, farklı algılayarak ve görerek, projeksiyonun tiranlığına karşı gelmeye çalışarak yapıyor. bugün "ben sesin de filmin bir karakteri olduğuna inanıyorum" diyen ve sesi dominant kullanan bu adamın ileride daha iyi anlaşılacağını tarih kanıtlıyor.

    her yönetmen, senaryo kendisinin olsun veya olmasın, filmine kendinden bir şeyler katar. dünya görüşünü, zamanı algılayışını, hayatı yaşayış tarzını ve felsefesini. nolan da bundan farklı bir şey yapmıyor. algılarımızı değiştirirsek, olayları işleme ve bununla ilintili olarak anlatma tarzımızın da değişeceğine, haliyle sinema sanatının da bu noktada değişip gelişeceğine inanıyor.
957 entry daha
hesabın var mı? giriş yap