365 entry daha
  • üniversiteye başladığım ilk günden itibaren hep bir daha ki yaz tatilinde gideceğim dediğim ama bir türlü uygun şartları sağlayamadığım gezinti şeysi. aradan 6 yıl geçti ve sonunda bu yaz tek başıma yaptım. gerçi biraz yaşlı hissettim kendimi oralarda ama arkadaşları beklesem muhtemelen 40 yaşına kadar da yapamazdım. (bkz: #29523278)

    bunca yıl hayalinin kurmanın bir sonucu olarak baya uzun bir yolculuk oldu benim ki. 17 ülke, 24 şehir gezdim. yaklaşık 19000 km yol katettim, binlerce fotoğraf çektim, sayısız insanla tanıştım.* paris ve roma dışında gittiğim hiç bir şehirde toplu taşıma kullanmadım. toplu taşıma kullanmamanın maliyeti olarak günde yaklaşık 10-12 saat yürüdüm. pansiyonda uyku,duş ve de yemek dahil olmak üzere 6 saatten fazla asla kalmadım. nickimle çelişse de yolculuk boyunca kaynaklarımı gayet etkin kullandım. yolculuk için ayırdığım paranın yarısı hesabımda kalmıştı döndüğümde. bunda toplu taşımaya para vermemenin yanı sıra, 1 aydan fazla bir süre boyunca her sabah nutella ve de her akşam ton balığı yememin büyük etkisi var. tabi 1 ay boyunca nutella ve ton balığı yemenin doğal bir sonucu olarak bırakın nutella ya da ton balığı yemeyi, artık kutularını bile görmek istemiyorum.

    yolculuğa çıkmadan önce bu başlığı okumak dışında herhangi bir hazırlık yapmadım. kaba taslak bir rota çizdim ve de daha 3. ülkede rotadan saptım, tamamen spontane gelişti. tavsiyelerin aksine yolculuğum boyunca hiç bir meyve yemedim, herhangi bir ek besin almadım. su, nutella, ekmek, ton balığı ve de paraya kıydığım günlerde ice tea alarak yolculuğumu tamamladım. bazı şehirlerde istisna yaparak oraların yerel yemeklerini tattım. yolculuğum bittiğinde tek bir kilo bile kaybetmemiştim. günde ortalama 10-12 saat yürümeme ve de sağlığıma dikkat etmememe rağmen gittiğim gibi geri gelmeyi başardım. o yüzden o kadar sıkıntı etmeyin. ölmüyorsunuz merak etmeyin. bir de ayağıma converse buldum onlarla yaptım bu yolculuğu. o konuda da sıkıntı çıkmadı. tabi ayakkabı yolculuk sonunda kullanılamaz hale geldi ama önemli değil.

    neyse yolculuğa çıkmadan aklımı karıştıran konularda bilgi vereyim de aynı durumda olanlar varsa yol göstermiş olalım.

    - tek başına interrail yapmak: çok çekindiğim bir konuydu. 6 yıl boyunca interraili hep bu yüzden ertelemiştim ama sözlükteki yazar arkadaşların gazlamasıyla yola çıktım. 1 gece dışında hiç bir zaman bundan pişmanlık duymadım.* utangaç ve de çekingen bir yapım olmasına rağmen turist olmanın verdiği inanılmaz özgüvenle bambaşka bir insan oluveriyorsunuz. ilk günlerde "yolculuk nereye" ya da "bu yol da yalnız çekilmiyor" gibi saçma repliklerle muhabbet açsam da ilerleyen günlerde kendimi geliştirdim ve hiç bir yolculukta arkadaşsız kalmadım. tabi muhabbet ettiğim insanlar kimi zaman benim gibi sırt çantalı gençlerdi, kimi zaman da 70'lik ninelerle, dedelerdi. hepsiyle ortak bir konu bulabildik sonuçta. benim tavsiyem bu yola ya tek başınıza çıkın ya da 2 kişi çıkın. fazlası kesinlikle zarar. hele 4-5 kişilik türk kafileleri gördüm ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. 5 kişi arka arkaya dizilmiş sanki hacca gidiyorlar. ayrı bir parantez açayım. yolculuğumun ilk günlerinde tek başıma seyahat ediyor olmamın verdiği göt kalkması ilerleyen günlerde tek başına seyahat eden onlarca kızla tanışmamla birlikte kayboldu. o yüzden bu maddeyi hiç kafaya takmayın.

    - maliyet: uzun süreli bir yolculuk olacağı için maliyet konusu da zihnimi meşgul ediyordu. sonuç itibariyle günlük 50 euro'luk bir bütçe ayırdım kendime. italya,isviçre ve fransa'da bu bütçeyle ayakta kalabilmek için ekstra çaba sarfetmem gerekti. (burada trenlere ödediğim ekstralarında payı var) macaristan ve polonya'da ise günde 20 euro harcayabilmek için 40 takla attım. parayı harcıyorsun harcıyorsun bitmiyor buralarda. kalan tüm ülkelerde ise para konusunu düşünmem gerekmedi. tabi almanya ve lüksemburg bu ülkeler içinde diğerlerine göre daha pahalıydı. sonuç itibariyle 1 aydan uzun süren yolculuğumdan döndüğümde bankadaki paramın yarısının yerinde durduğunu gördüm. günlük ortalama 26 euro harcadım. buraya da bir dipnot düşeyim. şehirde toplu taşıma kullanmak günlük maliyeti doğrudan 4-5 euro arttırır.

    - güvenlik: kilitli dolapların olmadığı hostellerde, sokakta yattığım zamanlarda ve de tren yolculuklarında çantamı yanıma alarak yattım. herhangi bir sıkıntı çıkmadı. paralarımı ve de kartlarımı tişörtümün altına giydiğim bel çantasında taşıdım. hemen hemen tüm garlarda locker var bazılarında ise emanetçiler var. ücretler baya değişken. bir çok ülkede 3 euro civarındayken isviçre'de 8-9 euro civarındaydı.

    -hostel rezervasyonu: yolculuğum boyunca hiç rezervasyon yapmadım. bir şehre gitmeden bir önceki gün hostelworld üzerinden kalmayı planladığım hostelin adresini aldım, her ihtimale karşılık 1 tane de yedek hostel adresi yazdım ve doğrudan kapılarına dayandım. hostelworld fiyatından kaldım ya da bazen 1 euro fazlasını verip kaldım ama rezervasyon işleriyle uğraşmamış oldum. sadece lüksemburg'da ve de budapeşte'de gittiğim hostellerde yer kalmamıştı, onun dışında gittiğim her hostelde yer buldum.

    yeme içme: su fiyatları çok değişken. 500 ml'lik sular genelde 50 cente satılıyor ama eyfel kulesinin civarında 5 euro'ya sattıklarını da gördüm. su konusunda dikkat etmeniz gereken en önemli şey adamlar normal su diye gazlı su içiyorlar. soda gibi bir şey. almadan gazlı olup olmadığını sorun. hatta belçika ve lüksemburg'da buzlu çayları bile gazlı sudan yapıyorlar ki 1 yudumdan fazla içemiyorsunuz. suyu alacağınız zaman marketlerden alın.

    rehber: şehre ilk ulaştığınızda tourist information'a gidin. ilk olarak haritanızı alın, sonra gezilecek görülecek yerleri ve de süpermarketleri de işaretlettirmeyi unutmayın. size tavsiyem şehir merkeziyle sınırlı kalmayın. o civarda gezilecek görülecek yerler varsa oralara da gidin. örneğin ljubljana'ya gittiğinizde bled gölüne mutlaka gidin.

    dışarda yatma: bir kaç sefer sokakta yatmak zorunda kaldım. istemeseniz de olabiliyor. tren bulamayabiliyorsunuz, şehre gece yarısı inmek zorunda kalabiliyorsunuz ya da hosteller full dolu olabiliyor. bütün hosteller nasıl dolu oluyor derseniz, örneğin lüksemburg'da sadece 2 hostel var. bu gibi sebeplerden dışarda konakladığım oldu. tinercilerin ve de kadın satıcılarının arasında da uyudum, tren raylarının yanında da yattım. uyku tulumunuz olduğu sürece sorun olmuyor ve de dışarıda geçirdiğiniz geceleri de asla unutmuyorsunuz. bunun garantisini veriyorum. hatta hiç ummadığınız anlarda kendinize geceyi beraber geçireceğiniz arkadaş bile bulabiliyorsunuz.

    fotoğraf: siz bol bol fotoğraf çekebilseniz de sizin fotoğrafınızı kim çekecek diye düşünmeyin. o utanma duygusu gün geçtikçe kayboluyor. yüzsüz biri olup çıkıyorsunuz. yolculğumun ilk durağında yapının önünde birine fotoğrafımı çektirebilmek için 20 dakika bekledim. şundan mı rica etsem, bundan mı rica etsem, ya terslerde falan diye düşüne düşüne en sonunda birine çektirdim. ilerleyen günlerde yüzsüzlük katsayım arttı. ilk haftanın sonunda yoldan geçen ilk kişiyi çevirip fotoğraf çektirmeye başladım, ikinci haftanın sonunda yoldan çevirdiğim kişilere 4-5 farklı poz çektiriyordum, üçüncü hafta fotoğraflarımı çektirip üstüne milletle 5-10 dakika muhabbet etmeye başladım, son hafta ise fotoğraf çektireceğim kalabalık ortamlarda insanlardan etrafı biraz boşaltmasını rica ederken buldum kendimi. gelmeme yakın yüzsüzlüğüm tavan yaptı. yağmurlu bir günde adamın birisini fotoğrafımı çekmesi için, yoldan geçen bir başkasını da fotoğraf makinam ıslanmasın diye fotoğrafımı çeken adama şemsiye tutması için çevirdim. aynı şeyi türkiye'de yaptığımı düşündüğümde dehşete kapılıyorum. feribotta gece yolculuk yaparken yatan bir kamyoncuyu kaldırıp ben yatarken fotoğrafımı çeker misin diye sorduğumu ya da 30 yaşlarında ki bankacı bir kadını öğle tatilinde arkadaşlarıyla oturduğu kafeden kaldırıp şöyle denize doğru bir fotoğrafımı çeker misin diye sorduğumu falan düşünüyorum da muhtemelen bunları türkiye'de yapsam kamyoncu dayı beni döverdi, bankacı kadında sapık falan diye bağırırdı. artık bunlar turist olmanın faydaları mı yoksa adamlar hakikaten bu kadar yardımseverler mi bilemiyorum ama fotoğraf konusunda herkesin yardım edeceğinin garantisini veririm.

    internet: öncelikle internet olmazsa olmazınız. bunun için yanınızda akıllı bir telefon olsun ya internete bağlanabileceğiniz herhangi bir şey götürün ama kalkıp da internet paketi falan almayın. bol miktarda wi-fi ağı buşacaksınız. peki nerelerde wi-fi var? öncelikle kalacağınız her hostelde wi-fi olacaktır. ücretsiz olmasına dikkat edin. diyelim ki hostelde değilsiniz ve internet lazım oldu. bakmanız gereken ilk yer kafeler ve de restoranlar. bir çoğunda bedava wi-fi var. kapılarına yaklaşın ve de interneti kullanın. çok sıkıntıya düşerseniz herhangi bir mağazaya girip rica edin, kullandırıyorlar internetlerini. bazı belediyeler ya da servis sağlayıcıları bir kaç saat ücretsiz wi-fi kullanmanıza izin veriyor. şehrin hemen her noktasında çeken bir ağı oluyor bunların. bunun dışında trenlerde internet var ama üyelik gerekiyor. saatlik ücretleri pahalı 5 euro falan ama aylık üyeliklerde ucuza geliyor. hatta arlarında anlaşma yapmışlar. atıyorum fransa'da aldığınız üyeliği italya'da ki trenlerde de kullanabiliyorsunuz. servis sağlayıcıları aynı bir çok ülkenin. o yüzden bu da bir seçenek. tren garlarında da yine internet paralı.

    son olarak kısa kısa tavsiyelerde bulunayım:
    polonya'da auschwitz'e gidecekseniz tüm krakow'un verdiği tavsiyenin aksine tur şirketleriyle değil de bireysel olarak trenle gidin. 30 euro karınız olur. (ben trenle gittim sadece 30 dakika fazladan yürüdüm ve de 1 saat fazladan yolculuk yaptım karşılığında 30 euro cebimde kaldı ki polonya için büyük bir miktar bu)

    italya'ya gidiyorsanız floransa'ya gitmemek gibi bir hataya düşmeyin ve de gitmişken gün batımını tepede merdivenlerde canlı müzik eşliğinde izleyin.

    batı avrupa'da bir bok yok. budapeşte,prag, ljubljana, floransa, bratislava ve salzburg'un olmadığı bir rota çizmeyin. isviçre alplerine kesinlikle çıkın.

    paris'de suyunuzu yanınızdan eksik etmeyin, 5 euro'ya 500 ml su satıyorlar turistik yerlerde ona göre.

    milletin gazına gelip küçük çantayla çıkmayın yola. ben 75 litre'lik çantayla çıktım keşke 85'lik bir çanta getirseymişim dedim. çekçekli valizle gitmek gibi bir yanlışa düşmeyin, komik oluyorsunuz.

    uzun kollu giysileriniz mutlaka olsun. trene 35 derece sıcaklık olan bir şehirden binip gün içinde en yüksek sıcaklığın 9 derece olduğu bir şehirde indiğim oldu. (bkz: ljubljana) hatta isviçre alplerine çıkarsanız direk karla karşılaşıyorsunuz. *

    amsterdam ve viyana overrated şehirler. fazla zaman harcamayın oralarda. belçika'ya gidiyorsanız göreceğiniz şehirler brugge ve gent. gidip brüksel'i görmeyin.

    zürih'e giderseniz lihtenştayn'a uğrayın. başkenti vaduz'a ulaşım kolay. ben ve bir grup çinli dışında hiç bir turist yoktu. değişik bir yolculuk oluyor. döndüğünüzde; kimsenin bilmediği, bilse de gidemediği, gitse de geri gelemediği yerlere gittim diye hava atabilirsiniz.

    uyku tulumunuz mutlaka olsun. neyle karşılaşacağıızı bilemezsiniz. gerektiğinde hostelde bile kullanmanız gerekiyor.

    yanınızda akıllı bir telefon götürün. hem uydudan hem de wi'fi'dan yararlanırsınız. konuşmanıza gerek yok. yanınızda ki en faydalı alet olacaktır.

    bu kadar yeter şimdilik. sonra bir kaç sayfa daha yazarım. umarım faydamız olur birilerine.

    edit: ilk eklemeyi yapalım.
    (bkz: interrail maceraları/@kaynaklari etkin kullanamayan iktisatci)
    ikinci eklemeyi de yapalım.
    (bkz: #30883722)
455 entry daha
hesabın var mı? giriş yap