43 entry daha
  • modern çağda işçilik üzerinden tanımlanabilecek kurum/kuruluş.

    sabah 7 gibi kalkarsın; 9'da, oturduğun şehrin karşı yakasında bir toplantı yetişilmek için seni bekliyordur. her şeyin koştura koştura olur. araç buluşun koştura koştura, evden çıkışın, üst geçit merdivenlerini tırmanışın, şemsiyeni açışın. her şeyin. sarsak ve rast gitmeyen bir hızla ilerlersin gün içinde. saçların şehrin yağmuruna çamuruna, üstün başın kalabalığına, ellerin soğuna yenilmiştir bile çoktan toplantına giremeden. ama hani en ikiyüzlü olduğun yer vardır ya; toplantıdan hemen önce girer tuvalete bir üstüne başına çeki düzen verirsin "sanki hiçbir şey olmamış gibi". çünkü odur ya beklenen; hiçbir şey olmamış olmalıdır o geçen 2 saatte. sen, tüm harikulade özelliklerini mümkün olduğunca gösterebilmek üzere parlıyor olmalısındır ya. senden beklenen odur ya...

    toplantıda, çaylar, kahveler, laf sokmalar, gülüşmeler derken; 12 saatini 2 sigara ve "açık hava" molasıyla geçirir, toplantı odasının yanındaki holden aldığın öğle yemeğini bile gelir yine toplantı masasındaki yerinde yersin. herkes birbirine üstün gelmeye çalışır, birileri ezilir, kimileri bilenir, birçoğu böbürlenir derken iğrenç toplantın saat 8 sularında bitmiştir.

    ama gece senin için yeni başlıyor. hadi yine iyisin; 7 sularında gelen o telefonu hatırla. o toplantıdan çıkıp pek önemli bir diğer "urgent agenda"ya yetişmelisin. 9 gibi dahil olduğun toplantının diğer 3 konuğu 11'den beri o odada çalışıyor olmanın etkisiyle olsa gerek; sen onlara katılana kadar zaten bitmişlerdir. senden medet umarlar. "taze kan" gibi gelmişsindir. artık 9'daki katılımla birlikte bu toplantı, katılımcıların seviyesine, mevkiine, kıdemine bakılmaksızın günün ilk toplantısını samimiyette de yorgunlukta da ikiye katlar. kader birliği sizleri bağlar; bağları kuvvetlendirir. her biri birbirine acıyan ve uykusuzluktan artık kapanan gözlerle iş bittiğinde 2 gibi ayrılırsın "ekibinden".

    sonra terkederken binayı, koca binada, bakarsın ki danışma bile ıssız. cadde üzerinde yapayalnız bekleyen bir taksiye atlarsın. atlar atlamaz sorulursun: "bu saate kadar çalıştın mı? hay maşallah!". doğru söze ne denirdir işte burada. orada başlar anlatırsın: son 1 yıldır günde ortalama + 2; son 1 aydır ortalama + 4 saat mesai yaptığını, her geçen gün bu yoğunluğun daha kötüye gittiğini filan...

    gece 12'de seni arayıp da "artık ne zaman geleceksin ama böyle şey olur mu?" diyen annenin, sen eve gittiğinde çoktan uyumuş olacağını da bilirsin o takside üstelik. bilir ve üzülürsün. yarın da bir saat geç de olsa kalkıp işe gidecek olmana üzülürsün. kurmuş olduğun hayallerin ne kadar uzağında durduğuna üzülürsün. bu gibi bir yaşama biçimini istemeyip hareketsiz kaldığın için üzülürsün.

    elini, kolunu bağlamışlar. gözlerini kör, dillerini lal etmişler. yukarıya kaldırıp başını gökyüzüne bile bakamıyorsun. güneşi göremiyorsun. denizi göremiyorsun. kuşları duyamıyorsun. öyle yaşıyorsun. karın tokluğuna, neye hizmet ettiğin de belli değil; nelere alet olduğun da... kontrolü tamamen kaybetmişsin. çıkmak isteyince çıkamayıp, gitmek isteyince gidemiyorsun. halin yok; vaktin yok. şimdi söyle bana güzel kardeşim; köle değil de nesin sen? kölelik değil de nedir bu?
122 entry daha
hesabın var mı? giriş yap