• dünya deterjan devlerinden birinin üretip sattığı sıvı bulaşık deterjanının etiketinde büyük puntolarla yazılmış ibare.

    yoruma geçmeden önce avrupa’da ve türkiye’deki bulaşık yıkama alışkanlıklarını bir karşılaştırmak gerekiyor. türkiye’de bulaşık yıkamak için önce büyükçe bir kase veya tencere alınır, içine sıcak su doldurulur. yeterli miktarda deterjan bu suya eklenir. bir bulaşık süngeri ile, bu deterjanlı su kirli kaplara sürülerek yemek artıklarının yumuşaması ve yapıştığı yerden çıkarılması sağlanır. lavabonun bir köşesinde toplanan deterjanlı kaplar daha sonra bol su ile durulanarak, kuruması için bulaşık sepetine dizilir. eğer bulaşık miktarı sepetin alabileceğinden fazla ise, bir kısım durulanmış kap, bir bezle kurutularak raflara yerleştirilir.

    avrupa’da ise lavabonun deliği kapatılarak, içine sıcak su konulur, deterjan eklenir. gene bir sünger yardımı ile yemek artıkları temizlenir ve temizlenen kaplar doğrudan bulaşık sepetine konulur. gerekirse bir bezle kurutularak rafa kaldırılır. avrupalılar genellikle yıkanmış bulaşığı ayrıca su ile durulamazlar (evet, titiz bir türk iseniz dehşete düşmüş, tahminen de inanmamış olabilirsiniz ama yukarıda anlattıklarım tamamen gerçektir. denilebilir ki “e, o zaman tabaklar sabunlu ve pis kalır”. evet, aynen öyle kalıyor zaten.).

    gelelim başlıktaki özel formüle. deterjanın çabuk kuruması ne zaman bir avantaj olur? tabii ki, tabak, çanağı durulamadan kurutma sepetine koyuyorsanız. aslında bu durumda bile, sağlanan faydanın ne kadar önemli olduğu ayrı bir tartışma konusudur. eğer bulaşığı yıkadıktan sonra bol su ile durulayıp bütün o özel formülü kanalizasyona gönderiyorsanız, o formüle yazık oldu demektir.
    peki o zaman üzerinde “çabuk kuruyan özel formül” yazan bir etiket türkiye’de ilgili markanın satışlarını ne kadar artırır? olsa olsa türkiye’de yaşayan, türkçe bilen, bulaşığını kendi yıkayan ve bulaşık sepetinde uzun süre henüz kurumamış tabak görmekten huylanan yabancılar kümesi kadar. yani tahminen 0.13 kişi.

    şimdi de bu ibarenin hikayesi(ben uydurdum, sonradan da, çok gerçekçi bularak pek beğendim): yer… ilgili firmanın avrupa’daki teknik merkezi. şimdi de neyi icat edeceklerini kara kara düşünen teknisyenlerden biri, okumak zorunda olduğu pazar araştırma raporlarını gözden geçirmektedir. gözü, enteresan bir istatistik değere takılır. bir tabloda, ingiltere’deki ev hanımlarının yüzde 33.3’ünün, bulaşıkları yıkadıktan sonra bir de kurutmayı çok sıkıcı buldukları gösterilmektedir. toplam üç kişi ile ilgisiz bir konuda yapılmış özel bir “qualitatif survey”in sonuçları teknisyenimizi heyecanlandırır. hemen ekibini toplar. binbir güçlükle alınmış mütevazı bir bütçe ile araştırmalarına başlarlar. bu arada patent ofisinden gelen haber ekibin moralini zirveye çıkartır. bu konuda henüz hiçbir patent verilmemiştir. birkaç ek bütçe ve takviye elemanla araştırmalar başarıyla tamamlanır. ellerinde taze fikir kalmamış olan pazarlama departmanı projeyi fark eder. hatta belçikalı yeni pazarlama direktörü iki seneliğine geldiği bu görev için bu projeyi kariyer projesi olarak seçer. sonuçları uygun bir şekilde çarpıtılmış pazar araştırma raporları kullanarak yaptığı çok başarılı “presentation” larla üst yönetimin desteğini de alır. bu andan itibaren önündeki tek hedef, görev süresi içinde, ürünün, son derece aktif bir tanıtımla tüm avrupa’da piyasaya sunulmasını sağlamaktır. artık proje için oluk gibi para harcanmaktadır. projeyi tanımlarken artık “innovation” ve “breaktrough” gibi tabirler kullanılmaktadır. proje aleyhindeki her şey tabudur.

    proje tam zamanında ve başarıyla tüm avrupa’da “launch” edilir. burada başarıdan kasıt, yeni ürünün belirlenen tarihte tüm marketlerde televizyon reklamları eşliğinde yer almasıdır. pazarlama direktörü başarısından dolayı terfi alarak yeni bir coğrafyaya tayin olur. teknisyen ve ekibi taltif edilir. bütün ülke ve marketlerde aynı anda piyasaya yeni ürün vermek, bazı depolarda eski ürünün elde kalmasıyla sonuçlanır. bu maliyet eski ürüne yansıtılarak yeni ürünün başarısı desteklenir. elde kalan eski ürünün paketleme malzemesi için de aynı işlem uygulanır. yeni ürünün zamanında yetiştirilmesi için fazla mesai yapan fabrikalar bu fazla mesai maliyetini sineye çekerek kendi defterlerinde gösterir, ama ne gam. bu aynı zamanda yeni fabrika müdürünün ertesi sene hiçbir gayret göstermeden yok edebileceği bir maliyettir. yani kolay bir başarı fırsatıdır. zaten eski fabrika müdürü de kendi sunumunda, maliyetleri değil, yeni ürünü nasıl zamanında ürettiğini vurgulayarak alkışlara mahzar olmuştur. aradan bir sene geçtikten sonra, projenin satışları ne kadar artırdığını merak eden bir kişi, satış raporlarını incelediğinde, hayretle satışların bu projeden hiç etkilenmediğini görür. şu var ki, böyle bir kişi yoktur, hayalidir, efsanedir. çünkü eski sonuçları merak etmeye vakit yoktur, tüm firma yeni projeyle meşguldür: yeni pazarlama direktörünün yeni projesi…”elden kaymayan tırtıllı etiket”

    avrupa’da bu herkesin kazandığı (win, win,…, win), göz yaşartacak kadar başarılı proje devam ederken bakalım şirketin türkiye ofisinde neler oluyor. türkiye ofisi projeden, şirketin avrupa’dan sorumlu başkan yardımcısının türkiye’yi ziyareti ile haberdar olur. başkan yardımcısı ilk toplantıda yeni projeyi, projenin önemini, “herkesin bu projeyi en başarılı bir şekilde hayata geçirmek için canla başla çalışacağından” nasıl emin olduğunu filan anlatır. türkiye ofisinin başındaki hollandalı genel müdür türk halkının bulaşık yıkama alışkanlıklarını ezbere bilmektedir. çabuk kuruyan özel formülün zerrece önemi olmadığının farkındadır ama, projeye veya projenin türkiye’de uygulanmasına karşı çıkmanın kariyerine eksi bir puandan başka hiç bir şey kazandırmayacağının da farkındadır. projeyi sonuna kadar destekler. altında çalışan pazarlama müdürü ve ürün müdürünün ise bu avrupalı tanrıların talimatlarına karşı çıkmaya hiç niyetleri yoktur. bu müdürler işe alınırken liderlik, yaratıcılık, cesaret, risk yönetimi, takım çalışması gibi birçok konuda yaşıtları arasından en iyileri olarak seçilmişlerdir. ancak zaten işe alınmış oldukları için, bu yeteneklerini kullanmaya artık ihtiyaçları yoktur. onlar artık uluslararası saygın bir firmada çalışmanın yarattığı “cool” zırh içinde dolaşan uhrevi varlıklardır. “hiç değilse şu aptal çabuk kuruyan özel formül ibaresini etiketten çıkaralım yerine sadece özel formül yazalım” diyecek kadar bile sağduyu ve cesaretleri yoktur.

    ve nihayet, proje türkiye’de de aynı başarıyla gerçekleştirilir. sonuçta, hikayede rolü olan bütün geri zekalılar, makyavelistler, yalakalar kazanır.
    dev bir şirket ciddi miktarda para kaybeder. bu paranın bir kısmı maliyetlere oradan da fiyatlara yansıdığı için tüketici kaybeder. bir kısmı da şirket karına yansıdığı için hissedarlar kaybeder ki bu o kadar üzücü değildir, doğru dürüst yönetici seçememelerinin cezasıdır.
    ben de akşam eve geldiğimde lavaboda bir deterjan görürüm, güleyim mi ağlayayım mı bilemem, gelip burada dırdır ederim.

    not: bu yazı, tüm çok uluslu şirketlerin ve çalışanlarının, kötü ve beş para etmez olduklarını ispat etmek için yazılmamıştır. sadece çok uluslu şirketlerde de bu türden yönetim zaaflarının olabileceği anlatılmaya çalışılmıştır.
    not: bu yazıda, çok uluslu şirketlerin insanlığa getirdiği fayda ve zararlar da tartışılmamaktadır. o ayrı bir tartışma konusudur.
    not: nedendir bilinmez, hollanda ve belçika, çok uluslu firmalara, nüfuslarına oranla en çok “sevimsiz üst düzey yönetici” yetiştiren iki avrupa ülkesidir (şahsi gözlemim). yoksa benim sıradan belçika ve hollandalılarla bir alıp veremediğim yoktur.
    not: başlıktaki ibareyi kullanan çok uluslu firma, konusunda en iyilerden biridir. aslında, böyle bir hatayı nasıl yaptıklarını anlamış değilim. umarım yukarıdaki senaryomdan daha iyi bir mazeretleri vardır.
hesabın var mı? giriş yap