• bir şairin değişik boyutta ele aldığı* özlem:

    insan eski aşkını neden özler?
    çünkü insan en çok kendini özler
    o mutlu halini...
  • hernekadar sözlüğümüzde*, eski sevgiliye dair girilen entryler bazı güruhlarca olumsuz tepkilerle eleştirilse de, ben inatla eski sevgilimi özlüyor ve ona dair entryler girmeye devam ediyorum. bu tepkinin sebebi eski sevgili ve kız arkadaş / erkek arkadaş* arasındaki farkı bilmemekten kaynaklanıyor olabilir elbet lakin bunu eleştirmek, özellikle eski sevgilimi çok ama çok özlediğim şu dakikalarda benim işim değil bence. benim burda yapmam gereken eski sevgiliyi özlemek başlığına bir tanım yapmak ya da bir örnek vermek...

    sigara tiryakileri iyi bilirler aç karnına sigara içmenin* nasıl bir ızdırap ve zevk olduğunu; gecenin bir saati uyumak için mücadele verirken, eski sevgiliyi hatırlamak ve özlemek de tıpkı aç karnına sigara içmek gibidir. bir yandan midenizde büyük bir ezilme duygusu oluşurken diğer yandan da çiğerleriniz yanar, lakin ihtiyacınız vardır eski sevgilinizi düşünmeye, tıpkı o an ihtiyacınız olan nikotin gibi.

    adı üstündedir zaten, "sevgili"... sevginizi vermişsinizdir o'na. insan denen egoist hayvanın, hep başkasından almak yerine nadiren yaptığı birşeydir vermek, "kalbini vermek". o'nu severken hiç bir çıkarınız yoktur ki onunla ayrıldıktan sonra o'nu unutabilesiniz çıkarlarınız doğrultusunda. sevgi zaten çıkar ilişkisi olmayan, karşılıksız birşeydir; geri alınmaz, alınamaz. sevgi ölümcül bir zehirdir zaten, panzehiri ancak başka birini sevmektir... sevmek alışkanlıktır vesselam... madem tiryakiliğimiz olmuş o'nu sevmek, özlemek de alışkanlığımız olmuştur zaten.

    insan yalnızken daha çok düşünür maziyi. gece buz gibi yatağa girdiği zaman daha çok dolar o yüzden insanın kafası anılarla. kovmak ister insan hatıraları kafasından ama tiryakiliktir o artık, bir takıntıya dönüşmüştür. uykusu kaçar birden adamın, midede o burulma hissi uyanır. yastığına daha bir sıkı sarılır insan. başka yüzleri düşünmeye çalışır, başka olayları getirir aklına. düşündükçe daha da eşeler insan maziyi. bir yudum uyku bile haram olmuştur artık. tekrar iyice irdeleme zamanı gelmiştir. yüzlerce defa "ben nerede hata yaptım" diye düşünür insan. birden el telefona gider. aramak ya da aramamak arasında tereddüttedir her geceki tereddüt gibi. saat gecenin 2 si olmuştur artık. hem sabah 10 olsa bile ne farkeder diye hayıflanırsın kendi kendine. ne konuşabilirsin ki artık? birgün gelirde konuşursak söylerim diye hazırladığın cümleler bile anlamsızdır artık. ne yani "çok inatçıydım. affet beni" mi denilir geçen bunca zamandan sonra. sonra inat edilen günler akla gelir. kavgalar, bağırışmalar, gözyaşları... kötü günler bile özlenmiştir eski sevgiliyle birlikte. en çokta kavgaların sonu özlenmiştir. kırgın ama seven kalpler. ürkek adımlar. buruk bakışmalar ve ardından gelen kucaklaşmalar. sarılarak ağlamalar...

    özlem artık coşkuya dönüşmüştür. yataktan kalkılır. uykusuzluk ya da sabah gidilmesi gereken iş umrunda bile değildir insanın. bilgisayarını açar ve bakarsın o en mutlu günlerde çekilen fotoğraflara. monitördeki gülen yüze dokundurursun parmaklarını. hep gülümseyen yüzler kalmıştır fotoğraflarda. her fotoğrafta o güne yeniden dönersin. her fotoğrafa baktıkça biraz daha coşarsın. artık insanın içi içine sığmamaya başlar. suni olarak oluşturulmaya çalışılan nefret ve öfke yerini bir sevgi seline bırakmıştır tekrar. o sevdicektir, hep sevilecektir. tekrar umut filizlenir insanın gönlünde hayatının en büyük ütopyası olarak. var mıdır hala bir şans. çok uzak olmasına rağmen bunca zaman sonra olur mu tekrar? her gece aynısı yaşanıyor olsa bile her gece yeşeren filizler sanki bir ilkmiş gibi heyecanla karşılanır bilinçte. özlem artık dayanılmaz bir hal almıştır. bir sigara yakılır özlemin üstüne. derin nefesler mideyi burdukça zevk verir insana mazideki mutlu günleri hatırlamak gibi. hep bir tebessümle hatırla beni demiştir "o". yalancı bir tebessüm belirir tekrar suratta. biraz önceki çoşku ve heyecan gene burukluğa dönüşmüştür...

    artık dayanılmaz olmuştur özlem, sesini duymak istersin. gözün tekrar telefona gider. cesaretini toplarsın ve numaraları çevirmeye başlarsın. telefonun ahizesi buz gibi değer kulağa. o birkaç saniyelik sessizlik bir asır gibidir. birden karşı taraftaki telefonun çaldığına dair gelen sinyal sesi ürpertir insanı. bir kere çalar, iki kere çalar, 3 kere çalar.... 6. da uykulu bir ses "alo" der. bu "o" değildir. uykulu bir erkek sesidir. "amına koyim senin piç!" dersin bir anda ve telefonu suratına kapatırsın uykulu erkek sesinin. o ses, dün, bir önceki gün ve ondan önceki gün, hatta 1 ay önceki sesle aynı sestir. o ses, eski sevgilinin yeni sevgilisinin sesidir. bir umutla son aramalara tekrar bakılır. doğru numaradır her zamanki gibi. kıskançlık ya da kızgınlık oluşmaz nedense insanın içinde. sadece kaybetmiş olmanın verdiği eziklik vardır. sigaradan son nefes çekilir ve sanki bacakların arasında bir kuyruk varmış gibi yatağa dönülür. kafa yastığa gömüldüğünde insanın aklında tek birşey vardır hala... o'na duyulan özlem...
  • boktan bi hadisedir. yolda yururken herhangi bir sey size onu hatirlatmi$tir, guzel zamanlariniz gozunuzun onune gelir, ozlersiniz bir kac saniye icin. onemli olan bu saniyeler icinde ele ayaga hakim olup arama ya da mesaj atma gafletinde bulunmamaktir, irade gosterebilmektir.
  • artık bir başkası varken bile özleniyorsa, 'iyi ki onunla yaşamışım' dedirten hadisedir... sevgiliden öte artık aile olunmuştur o zaman ve hep o orda bir yerdedir...

    yıllar sonra gelen edit: iyi saçmalamışım.
  • onunla gecen guzel bi aniyi du$unup gulumseyiverirsiniz. sozkonusu ozlem olu$mak uzere iken size attigi kazik akliniza gelir.
    suratiniz eski halini alir.
    yolunuza devam edersiniz.
  • "bir yol ayrımı yaşayanlar birbirlerinin yollarını merak ederler." diyordu murathan mungan.

    (bkz: gelgelelim sağlığın yerinde mi?)
  • ...

    özlem'i en son kaç/t/a bırakırsın, kader?

    ***

    ''bu yıl, bu ceviz meyve verir artık'' dedi annem. ''üç yılda veriyor meyvesini....'' üç yıl olmuş cevizi ekeli. ve üç yıl oldu hatırlıyorum, seni, gideli... hatırlıyorum. meyve? hüzün meyve midir? üç yılda meyve verirmiş ağaç. üç yılda, ben, hiç unutmadım seni.

    neye üzüldüğümü hatırlayamayacak kadar çok zaman olmuş artık. anıların sönükleşiyor, antika eşyaların kararması gibi. üç yıl... kendimi, sana ait bir şeyleri hatırlamaya çalışırken buluyorum. bir detay, bir bahane özlemeye. bunun ne kadar güzel, ne kadar saçma olduğunu bilemezsin. seni unutmak isterken, özlemeye çalışmanın ne kadar güzel olduğunu anlatamam ki sana. en çok seni sevdim ben ve üzerinde sevgimin sınırlarını test ediyorum hala. belki de acı eşiğimi... çizgi filmlerdeki büyülü haplar gibi yokluğun, içtikçe, büyüyorum.

    bu bir hayal olmalı dediğim, ellerin yok şimdi. gözümü kapatıp, şükrettiğim içimden, varlığın, bildiğim şeylerin ücrasında artık. belinde silahı olan o adamın yanında, arabada bağıra bağıra söylediğim şarkılar gerçek. kendim/ize... annesinin çekiştirerek karşıdan karşıya geçirdiği o küçük kızın gözlerine anlattım ben. ''seni çok özledim'' güldü sadece, annesi elinden çekiştirdi, tıpkı senin yanından çekiştiren zaman gibi beni. güldüm sadece...

    üç yılda ceviz meyve verirmiş.
    üç yılda ben çoğunlukla üzüldüm. şimdi sadece bir zamanlar gerçekten sevebildiğim, bir adamın olduğu gerçeğini yaşatmaya çalışıyorum, arada su verip. ayakta tutmaya çalışıyorum. bu seninle ilgili değil. bu benimle ilgili değil. ben, aşka inancımı ayakta tutmaya çalışıyorum.

    ***

    ''olsun! yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi...''* diyen şairin de ellerinden öpüyorum.
  • yüreğinizin içerlerinde bir yerinde taa derinlerde hissedilen küçük ama sivri bir iğnenin ara ara verdiği tuhaf acı hissidir.
  • insanın bol vakti olup da yapacak birşeyi olmadığında katlandığı gereksiz zahmetlerden yalnızca biri
  • herkes için göreceli bir kavram olmasına rağmen, zannımca, yaşanabilecek büyük acılardan bir tanesidir.

    bunun bir nedeni şu olabilir; çölde ya da okyanusun ortasındaki bir salda yaşamıyorsanız, su içmeyi özlediğiniz zaman suyu içebilirsiniz. canınız kola içmek isterse buzdolabına koşarsınız ya da gidip bakkaldan alırsınız. bu tür şeyleri bulmak/ almak/ tüketmek daha kolaydır. dolayısıyla iki cümle önceki "su içmeyi özlemek" tabiri muhtemelen okuyucuya tuhaf gelmiştir; bunu hiç özlediğinizi düşünmemişsinizdir bile.

    aslında hayatınızdaki her şeyi "özlersiniz", ama bu tabiri kullanmazsınız. insan, en nefret ettiği kişiyi bile özler. en azından bir süreliğine bile düşünür ki, tüm duyguyu baz alırsak bunun bileşeni %99 nefret, % 1 özlem olabilir. insanın, nefret ettiği bir diğerini düşünmesine bile bu %1 lik özlem yol açar. (eh, daha sonra nefretiniz ağır basar ve "ondan nefret ediyorum" diye düşünürsünüz; "niçin durduk yerde aklıma geldi ki şimdi.." )

    insanların, sevgililerine verdiği değer; belki de onlara hayatları içinde biçtiği roller farklı olabilir.
    şanslıysanız belki onu gerçekten sevmişsinizdir, belki onun ailesini ve yaşam koşullarını sevmişsinizdir, belki yalnızca dış görünüşünü, belki yalnızca saçlarını sevmişsinizdir, belki de hiç sevmemişsinizdir.
    şanslıysanız belki onu şefkatle kucaklamış; küçük yaramaz çocuğunuzmuş gibi görmüşsünüzdür, belki onu bir ağabey ya da bir abla gibi bir rol biçmişsinizdir, belki de 3 günlük bir birliktelik gibi, kimbilir..
    tüm bunlar onu özleme gerçeğini değiştirmiyor. kısa ya da uzun olsun, iyi ya da kötü olsun, tüm birlikteliklerde ortak bir geçmiş sözkonusudur ve bu ortak geçmiş, sizin hiçkimseye anlatamayacağınız şeyleri ona anlattığınız, dizine yaslanıp ağladığınız, sevişirken sarıldığınız, 10 cm den gözgöze dakikalarca baktığınız, sarılıp saatlerce uyuduğunuz anılarınızı; yani aslında normal hayatta hiçkimseyle yaşayamayacağınız anıları barındırır. tüm bunlar özeldir; genelde arkadaşlarınıza anlattığınız zaman onların umursamayacağı ve önemsiz bulacağı ama sizin kendi içinizde sakladığınız, sevginiz başınıza vurduğunda hatırlamaktan mutluluk duyduğunuz anılardır bunlar. hatta kimi zaman, sevgilinizden uzakken bu anıları düşünüp uyursunuz; o uyku daha bir farklı gelir, içiniz ısınır.

    gün gelir sevgiliniz sizi terkeder, belki de siz onu..

    bu anılarınızı unutmuş gibi yaparsınız; bilmediğiniz, belki bilmek dahi istemediğiniz üzüntülerden, sıkıntıdan korunmak için. saçma sapan açıklamalar yaparsınız; şöyle yapıyordu, böyle yapıyordu, zaten dengim değildi, beni haketmiyordu, farklı şehirde yaşıyordu vs vs.
    anılarınızı gerçekten unuttuğunuza kendinizi inandırabilirsiniz, ya da onları hatırladığınızda dahi sizi üzmediklerine. eski sevgilinizden nefret etmeye çalışabilir ve bunun için türlü türlü bahaneler bulabilirsiniz.

    bir gün bir şey olur; eski sevgilinizle beraber olsaydınız ona "şuna bak" diye gösterebileceğiniz bişey. belki işyerinden bir terfi alırsınız ya da ayağınızla kaldırımdaki köpek pisliğini ezersiniz; farketmez.. işte o an, içinizde o kişiye karşı örmüş olduğunuz tüm duvarlar çatlamaya başlar. "o bunu görmeliydi" dersiniz (elbette köpek pisliğinden bahsetmiyorum), halbuki aslında kastettiğiniz, "o şu an yanımda olmalıydı" dır. eh, şanslıysanız hani onu gerçekten seviyordunuz ya, "aslında o tüm hayatım boyunca yanımda olsaydı sıkılmazdım" diye düşünürsünüz.

    insanlarda tuhaf bir simülasyon mekanizması vardır; vitrinde bir elbise gördüğünüz zaman, onun üzerinizde nasıl duracağını canlandırırsınız gözünüzde, bir basketbol topu gördüğünüzde o topun evde uzun süre duracağını belki, bir arabaya bakarken onunla gezmek nasıl olurdu şeklinde. ilginizi çeken herşeyi gözünüzde canlandırırsınız.

    daha sonradan "ilgimi çekmez olaydı bu anı" diyeceğiniz kısma geldik; ufak bir an için, yalnızca çok ufak bir an için sevgilinizin yanınızda olduğunu canlandırırsınız. belki "hihihi" derdi, belki boynunuza bir öpücük kondururdu, belki de "amaan bana ne" derdi.. ama bir şekilde bir tepki verirdi ve onun o tepkisi, aslında içinizde mutluluk yaratmasına alıştığınız tüm ortak anılarınıza eklenirdi. o gün olsaydı tüm bunların hiçbirini düşünmez, hayatınıza devam ederdiniz. oysa şimdi hayalinizde onu canlandırıyorsunuz ve o yanınızda yok. belki yeni sevgilisiyle birlikte, belki okulunda, işyerinde ya da uykuda. gerçek olan onun yanınızda olmadığı ve olmayacağı. bu bir anlamda, tüm ortak anılarınızı her hatırlayışınızda, onu yanınızda canlandırdığınız, dolayısıyla onu özlediğiniz her anda; onun yanınızda olmayacağı gerçeği. bu bir kalp acısı, bu tekrarlanan bir süreç ve normal şartlar altında içinizi acıtmaya devam edecek bir ağrı.

    onu özlersiniz, suyu da özlersiniz ama bunu önemsemezsiniz, onu özlersiniz, başka bir araba almayı özlersiniz, paranız yoktur ve "sonra" dersiniz, onu özlersiniz...

    bunun bir cevabı, sonucu, nedeni ya da sorusu yoktur. yalnızca onu salakça özlersiniz. ne yaparsanız yapın bu değişmez.

    eğer entry' nin sonunu, "yahu bu kadar vıcık vıcık ettin içimizi, sonuç ne" şeklinde okuyorsanız haberler kötü. çünkü sonucu yok. tıpkı bu acı gibi. buyrun size simülasyon..
hesabın var mı? giriş yap