• biriciktir. le unique. tabii ki atiyorum. 99'da gsm* ile bordeaux'ya bir aylik bir kampa gitmisligim var, ki rahatlikla tum omrumun en ilginc zamanlarindan biriydi diyebilirim. zira, iddia ediyorum bu adamlar bilseler de ingilizce konusmuyorlar'i en hardcore bicimini yasadik bir ayda. genclik kamplarinin olayi, gidilen yerdeki belediye icin bir is yapmak, karsiliginda yiyecek ve yatacak yerinizin verilmesi. fakat artik bu nasil bir $anssa, diger kamptakiler $ato restorasyonu gibi gerzek bir is alip dupeduz hicbir sey yapmayarak tum gun on bes litrelik damacanalardan sarap icerken, biz bir ay boyunca ormanda 15 km yol actik. bayagi, bildiginiz testeredir, el arabasidir, allah ne verdiyse agaclara giriserek, yeri geldiginde orakla ot kesip, yeri geldiginde cit orerek, dahasi her sabah 6'da kalkarak bir kabusa imza attik. ve saniyorum bu nedenle, o kampta birlikte oldugumuz insanlarin coguyla hala iliskideyiz, adeta iskencedeki kogus arkadasligi misali bir bagla bagliyiz.

    sonucta kampta iki ispanyol, iki turk, bir alman, bir fas asilli fransiz kamp lideri, fransiz belediye gorevlileri, belediye iscileri ve cevre muhendisi ile gecidigimiz bu bir ayda birbirinden rengarenk bin dramaya imza atildi, ki hepsini anlatmamin mumkunati yok tabii. bu heriflerin hepsi cok akici ingilizce bilmelerine ragmen bizimle ilgilizce konusan insanlar cevre muhendisi ve isciler oldu, o da birlikte is yaptigimiz ve anlamamiz gerektigini bildikleri icin saniyorum. zira su tip durumlar oluyor, mesela ileride elektrikli testereyle bir agac kesiyorlar, biz de oraklarla otlari bice bice arkadan geliyoruz, diyorlar ki bu bolgede kirmizi yilanlar var, otlari keserken islik calin, kacarlar. ooh, disko. bu cumleyi ilk duydugumuzda yola dogru depar attik, ama pasa pasa geri donduk bir noktadan sonra. gerci uc bucuk ata ata islik calip ot bicmek gibi, herhalde hayatimin geri kalaninda bir daha denk gelmeyecegim bir deneyime de imza atmis oldum dusununce, fena mi ayol?

    gelelim esas iskenceye. iste yukaridaki nedenlerle is ortaminda ingilizce konusulsa da, kampin resmi dili ingilizceyken israrla fransizca konustuklari gibi, bizi de konusmaya zorluyor, konusmayinca da cidden sinirleniyor, yerine gore $irazeden cikiyorlar. misal, kahvaltida portakal suyunu uzatir misiniz diyoruz, masanin obur yanindan bu fas asilli fransiz olan kamp lideri ibi$ l'orange m'orange fransizca bir seyler deyip, portakal suyunu masaya carpiyor filan, o derece tirmandi bu "fransizca konusacaksiniz!" gerilimi. tabii o zaman kraldan cok kralci zihniyetinden habersiz bir yirmi yasim, allahim nerden dustuk burayadan oteye koy yok o anda.

    isin en dramatik kismi soyle ortaya cikti: belediye gorevlilerinin sagladigi bir minibusle okyanusa gittik, aksam donuste de cok ciddi bir trafik kazasi gecirdik. allah korudu diyelim, cogumuz kazadan burnumuz kanamadan cikarken, ispanyol kizlardan biri ba$ini carpti ve kendinden gecti. ambulansi beklemeden, arkadan bizi takip eden belediye gorevlilerinden birinin arabasina koyup hastaneye goturulmesine karar verildi kizin, iste biz ziril ziril aglayarak kizi arabanin arka koltuguna yatirmaya calisirken, bu belediye gorevlisi kadin bizi haftalarca surundurmusken bir anda $akir $akir ingilizce konusmaya baslamasin mi? yemin ediyorum kazanin $okundan ciktik bir anda fransizca konusamayanlar olarak. bu kari ki, bizi bir ayin uc haftasinda iletisimsizlikten inim inim inletmis, alis veris merkezinde "sunu ariyorum, hangi bolumdedir?" sorularimiza fransizca cevap verip "ben anlamiyorum" dedigini tahmin ettigimiz hareketler yapan bir it. su an elime gecse gozunu kasina dikerim $illigin, o ayri.

    bu deneyim sonrasindaki universite hayatimda, mevcut jacques brel ve francis cabrel sevgimden na$i uc kur fransizca aldim mi, aldim, o ayri mesele, ama kulturel sovenistliginden bu kadar tiksindiren bir baska millet daha da tanimadim. bu vesileyle burdan kamp liderimiz muhammed'e seslenmek isterim: tu es l'imbecile de première qualité. cumle yanlissa da, opuyorum kendisini. l'orange kelimesini duyunca sinire kesiyorum hala bu pezevenk yuzunden. hadi l'orange'i gectim, u2 (yutuu)yu "u-doo" okumalarina ne demeli? l'embesillik.
  • paris stade de france'ta efsanevi bir metallica konseri izledikten sonra, sahneden "metallica loves you, paris!" denmesi uzerine milli marslarini soylemeye baslayan insanlarmis bunlar. olm metalci dedigin anarsik olur, ozgur ruhlu, sistem karsiti olur. fransiz metalcileri ulkucu mudur nedir anlamadim a dostlar, derdim buyuk.
  • umberto eco, prag mezarlığı'nda bir fransız'a, milletine has kusuru söyletmenin formülünü vermistir:

    --- spoiler ---

    fransız oldugumdan beri (...) yeni yurttaslarımın ne kadar tembel, dalavereci, kindar, kıskanc, fransız olmayan herkesin vahsi oldugunu sanacak kadar abartılı bir bicimde kendini begenmis, ve azarlanmayı da asla kabullenemeyen insanlar olduklarını anladım. ama bir sey daha anladım: bir fransız'ın türüne iliskin bir hatayı kabullenebilmesini saglamak icin baska halk hakkında kötü sözler söylemek yeterlidir; örnegin, "biz lehler su ya da bu kusura sahibiz" derseniz, bu berbat bir sey bile olsa hic kimseden geride kalmak istemedikleri icin hemen söyle bir tepki verirler: "ah hayır, biz burada, fransa'da daha beteriz"; iste o zaman tuzaga düsürüldüklerinin farkına varmadan fransızları yerin dibine batırırlar.

    --- spoiler ---

    (s.20)
  • -parisi savunmak için kaç fransız gerekir?
    ( ... )
    -yanıtı bilinmiyor. çünkü hiç savunmadılar, repliğinin doğmasına neden olan millet.
  • dostoyevski'ye, "dünyada aptal bir fransızdan daha aptal bir insan yoktur." lafını sarf ettiren ulus.
  • nasıl turkiye dogu kulturu ile batı kulturunun arasında kalmış bir o tarafa bir bu tarafa savruluyorsa aynı onun gibi kuzey kulturu ile guney kulturu arasında savrulup duran milletin evlatları.

    şimdi burada neyden bahsediyoruz. kuzey kulturu diye bahsettigimiz olgu abd, almanya , kanada , kuzey avrupa gibi ulkelerin temsil ettigi protestan bir kültür. insanların guneye gore cok daha fazla ozgurluklerine duşkun , cok daha fazla bireysel oldukları bir kultur. burada devlet birey için vardır. dinsel alanda ise tanrı ile aralarına başka bir kişinin girmesine bile tahammül edememişlerdir. tanrı zengin bireyleri sever, daha fazla zenginleşmek kuzeylilerin hayattaki en buyuk amaclarıdır , toplumda zengin insanlar sevilirler ve bu devletler liberal ekonomiyi en iyi yerleştirmiş devletlerdir cunku insanların anlayışlarına gore bireysel ozgurluklerinin (hele de zenginleşme özgürlüklerinin) önüne hiçbir güç gecemez, özellikle de kontrolcu bir devlet.

    guney kulturu ise (bir nevi akdeniz kulturu) italya , ispanya vb gibi ülkelerin temsil ettigi katolik bir kültürdür. bu kültüre göre "birey" tehlikelidir. "zenginlik" kuşku getirir. devlet bu kulturlerde her zaman cok baskın olmuştur , ve devlet halk kitlelerinden korkar. insanlar elbette zenginleşmeyi isterler ama toplum yaşamında her zaman cok zengin insanlara kuşkuyla bakıldıgı , fakirligin ise bir erdem olarak goruldugu incelenebilir. tabii ki bu insanlarda sıcak iklimin de getirdigi birtakım etkenlerle kuzeye gore daha fazla tembellik , lakayıtlık gorulecektir. kuzeye gore kendi hayatlarının kontrolu cok daha az elindedir bu insanların.

    fransanın bu kültürler atlasındaki yeri bir avrupa haritası açıp baktıgınızda bile cok rahat gozumuze batacaktır. işte bu nedenledir ki ortalama bir fransız (en guneyde ispanya gibi yaşayanlar ve en kuzeyde almanlar gibi yaşayanlar haric- ki goze carpacaktır ki fransanın en zengin kesimi yine en kuzeyde yaşamaktadır) bu kuzey ve guney kulturlerinin ortasında kalmıştır. zenginleşmeyi severler ama herhangi bir fransıza asla abdde 2. soru olarak sorabileceginiz gibi maaşının ne kadar oldugunu soramazsınız. bireysel özgürlüklerine düşkündürler ama aynı zamanda kendi kendilerinden korktukları için kontrol manyagı düzen manyagı insanlar olup cıkmışladır. bunun en guzel örnegini de şurdan gorebilirsiniz : (bkz: dallama fransızlar)
  • durmadan söylenen, herşeye önce hayır diyen. ve dünyadaki güzelliklerden yanlız kendisinin anladığını sanan insan türü. başa çıkmak için onlar gibi davranıp onları azarlarsanız pısarlar
  • haklarında çok sığ bir tespitte bulunacak olursam;
    bunlar kadın erkek hiç farketmez hepsi almost bir güzelliğe sahipler.tam anlamıyla güzel/yakışıklı olabilenini ben göremedim. sığ bir tespit olduğunun tekrar altını çizmek isterim.
  • türklere karşı son derece antipatik davranan millet. gerçi ben bunun sadece bize karşı alınmış bir tavır olduğunu düşünmüyorum, fransızca konuşmayan her millete karşı aynı lavuk ve ukala tavırları sergilediklerine eminim. topu şovenist bunların desem, rezalet bir genelleme yapmış olacağım, biliyorum, ama sinirimden ne diyeceğimi kestiremiyorum.

    en basitinden bir cafe'ye girip oturduğunuzda, garson sizinle kesinlikle ingilizce konuşmuyor. ananızın karnından fransızca bilir şekilde çıkmanız gerek sanki! kastıra kastıra 2-3 kelime alabiliyorsunuz ağızlarından. sonra bir tersleme, surata bakmadan konuşma, emirler verme, menüyü önünüze fırlatmalar. kendi kendime dedim ki, bu herhalde benim şansım, denyo birine rastladım ama yok ! hepsi kıl tüy yumağı bunların.

    o fırlatılan menüleri can yücel tarzında dürün bükün monte edin bu arkadaşlara, hır gür çıkartın basın gidin cafelerinden. adımız çıkmış nasılsa barbara, bari hakkını ödeyelim..

    sinirden deli oldum yahu!
  • cok alem bir milletin sirlarla dolu ferdi.

    is yerinde bir baska olur fransiz. cok kesin sinirlarla belirli mesai saatlerinde gercekten caliskan tavirlar sergiler. hey hey helelooy diye havalara bakip ic gecirerek zaman harcamaz. mesai saatlerinde sohbet, geyik, dun ne yaptin, para toplayalim dominikin bebegine euro alalim muhabbeti mumkunu yok donmez. fransizin is yerinde bir e-posta kontrol etmek bile post delici bakislara maruz birakabilir insani. turk milletinin sessiz sayilabilecek fertlerinden olsaniz bile bir fransiz ofisinde kendinizi bir car car manyagi, patlamak uzere olan bir konusma balonu gibi hissedersiniz.

    insan ister istemez bu yogun konsantrasyonun sirrini merak ediyor. abi nasil bunlar kafayi kaldirmadan calisabiliyor diye gunlerce kafa patlattim aklim ermedi. sonra gunun birinde, ofiste duyulan tek ses olan bogaz temizleme sesleri esliginde beynimde cakan bir simsek, bu muthis sirri ayan beyan ortaya serdi.

    evet. hersey kendi kendine telkin yontemine dayaniyordu. *
    iste burosunda oturan bir fransizin ic sesine kulak verelim:

    "giyom!?! tirnaklariniza mi bakiyorsunuz kuzum yoksa bana mi oyle geldi? lutfen kendinize bir ceki duzen veriniz giyom! siz ciddi bir insansiniz. haydi bakalim dogru isinizin basina! marş marş!"

    isin asil puf noktasi bu sert uyariyla kendine geldikten sonra bogaz temizlemek suretiyle gazi alip ise koyulmakta yatiyor. ı-ım, ö-hüm gibi yazabilecegimiz bu sesler soz konusu isin icerigine ve ciddiyetine bagli olarak telaffuz ve tonlamada degisiklikler gosteriyorlar. bizim toplumumuzda topluluk onunde konusmaya baslamadan once guruhu susturmak icin, tuvalette kim oldugumuzu belli etmeden "dolu" demek icin, fazla yiyisenlere "hop aile var" demek ve dukkana girdigimizde bizi gormezlikten gelen tezgahtara "pardon bakar misiniz" demek icin kullandigimiz seslerle tipatip benzerlik gosteriyorlar. bakiniz bir deneyiniz. birseyler okumaya baslarken aynen "hadi bismillah basliyoruz" formatinda bogaz temizleyerek baslayin. yaaa nasil gaz geliyor degil mi?

    iste fransiz aile terbiyesiyle yetisen bireyler bu teknigi ustalikla kullanarak konsantrasyonu mesai sonuna kadar korumayi basarmaktadirlar. ı-ıı-ıhı diyip koridorda yururken bir anda ivme kazananlar, öööhhm diyip sayfayi cevirirken dikkat dagilmasini engelleyenler fransiz ofislerinde sik rastlayacaginiz simalardir. zaten universitelerde bazi derslerin araliksiz 3 (yaziyla uc) saat olmasi da bu gizli hunerin bir sonucudur.

    tabi bu maharetin temel unsuru olan girtlak temizleme isini zirt pirt gerceklestirebilmek icin bogazda temizleyecek birsey olmasi lazim, bir akinti mesela. zira girtlak hassas bir bolgedir ve oyle ha diyince kuru kuru temizlenmeye gelmez, tahris olur mukoza allah muhafaza. bu problemi ortadan kaldirmak icin fransiz yetkililer, doktorlar ve sigorta sirketleri el ele vermisler, cesitli bahanelerle halkin antibiyotik kullanimini azaltarak tum vatandaslarda kronik bir geniz akintisi temin etmeyi basarmislardir. halk ihtiyaci olan gazi almak icin yeterince gevrek ve davudi girtlak seslerini hic zorlanmadan cikarip, kendini calismaya rahatlikla verebilmektedir. ne guzel degil mi?
hesabın var mı? giriş yap