• üniversite yıllarının ekseriyetle bitmesi ve hiç nefes almadan işe başlamam ile evrilmiş olduğum insan. yani tabii ki arkadaşlar var fakat zamanla aramamaya ve sormamaya başladıkça bağlar kopuyor ve kayboluyor. bir de üstüne istanbul ve iş hayatının yoğun temposu büyük faktör bu durumlarda. bu durumu sorun olarak görmüyorum çünkü, kitap - müzik - film - bomonti gibi etmenlerle hayatımı kısmen stabil bir düzeyde tutuyorum. çoğu zaman rahatlatıcı oluyor. çünkü insanlarla anlaşmak kolay değil, özellikle kolay anlaşılabilir bir yapıda değilseniz. böyle bir duruma alışıp, tekrardan eski arkadaşlarla görüşmeye başladığınızda, kimseye eyvallahınız olmuyor artık. herhangi bir blöf ya da naz ile falan hiç uğraşmıyorsunuz. direkt bağlantıyı koparıyorsunuz. çünkü böyle zamanlar size çok açık bir şekilde tek başına yaşamanın rahatlığını öğretmekte. süreç her ne kadar biraz kaotik olsa da.
    çok takılmamak lazım yani, herkes bir süreç için bu duruma düşüyor.
  • benim bu. hic arkadasim yok. eskiden vardi hemde cok. bir sekilde elendi kimse sunu cok net soyleyebilirim hayatim boyunca en yakin arkadaslik olayinda hayatimda frekansi kimseyle tutturamadim. bu benim icin canini verir her olumune kankayiz triplerini hic kimseden gormedim aksine fedakarligi yapan hep ben oldum. karsima hep sacma sapan dengesiz ne yaptigini bilmeyen insanlar cikti. bu duruma cok uzuldum hala zaman zaman uzulurum neden olmuyor diye ama gel zaman git zaman sorgulamadim artik demek ki boyleymis dedim.

    not; uzucu bir durum.
  • artık benim de dahil olduğun gruptur.

    en yakın arkadaşım bir adama aşık oldu. adam bunun iş yerinde müdürü ve nişanlı. arkadaşım da 30'una merdiven dayamış olmasına rağmen platoniği köküne kadar yaşamakta. beni ırgalayan bir durum yok aslında ama döndür döndür aynı konuları anlatmakta. bense canım arkadaşım hatrına dinlemekteyim. adam ilgisiz gibi gözükse de bir takım davranışları şüphe uyandırmakta. kendim olsam nişanlı adamla işim olmaz, lügatımda yazmaz ama herkesin lügatı aynı şeyi yazmıyor elbet.

    neyse, hem arkadaşıma doğru yolu göstermek hem de varsa bir aşk önüne taş koymamak için şöyle dedim: "sen zaten davranışlarınla bu adama hislerini belli ettin. eğer onun da sana karşı hisleri varsa şu anki durumunu değiştirir. sonuçta adam nişanlı, evli değil. bu bir tercih meselesi. eğer durumunu değiştirmiyorsa sana karşı bir şey hissetmiyor ya da en azından nişanı bozacak kadar yoğun hissetmiyordur." bu özlü sözlerimi takiben bir hafta içerisinde adam düğün kararı aldı ve arkadaşımın umutları söndü.

    ancak, düğüne gitmemek için işten ayrılmaya karar verdi. ben engel olmaya çalıştım. değmez dedim. erkek bu dedim. bir şey yaşamadınız ilişki yok platonik his için iş bırakılır mı dedim ama nafile. arkadaşım işi bıraktı. ben o kadar üzüldüm ki salak gibi içime dert oldu. hatta o kadar dert oldu ki kıza iş bulmak için çırpındım falan. gezmeye gittiğimizde bunun parası yoktur diye "yemekler benden" dedim, ona ödetmedim. sonuçta o benim en yakın arkadaşım. ben de aynı durumda olsam o da yapardı. sonra doğum gününde arkadaşlardan para toplayıp buna hediye falan aldım, organize ettiğim yemekte hediyeyi takdim ettim. sevindi yazık.

    bu olaylar olurken de benim kredi kartları falan acayip şişmiş durumda ama arkadaş bu yani başka şeye benzemez. doğum gününden iki hafta sonra da benim doğum günüm. bu bana ne hediye istersin diye soruyor ama ben gerek yok, kutlamayacağım bu sene diyorum. sırf hediye almak zorunda kalmasın diye. işsiz ya! zor durumda ya!

    benim doğum günü geliyor ve çatıyor. canım arkadaşımla benim ortak bir tanıdığımız - ki o da bizimle aynı şirkette çalışıyor - yeni yaşım için beni tebrik ediyor ve şöyle diyor "bugün hep kutlama hep kutlama senin için. hem yeni yaşın hem de en yakın arkadaşın işe girdi." ben şaşırıyorum tabi, nasıl, ne zaman falan derken ortaya çıkıyor ki en yakın arkadaşım dediğim insan daha şirketten ayrılmadan bir ay önce başvurularını yapmış, sınavlara girmiş, sınavları geçmiş, birinci aşama iş görüşmesini tamamlamış, ikiye çağırılmış, onu da geçmiş, teklif almış ve kabul etmiş. bu süreçlerin hiç birinden beni haberdar etmediği gibi şirkette paçoz zurnanın son deliği bile olmayan biriyle bu bilgileri paylaşmış ve bir de not düşmüş "aman ha kimse duymasın!"

    yani inanabiliyor musun sözlük, ben olmayan paramı aramızda pay edip harcarken o gizliden ne işlere kalkışmış. üstelik bana dogum günü hediyesi de almadı. kutlama da yapmadı. ne kin ne nefretmiş bu be sözlük!

    sonra uzaklaştık. o yeni işinde mutlu mesut ben ise olanları bildiğimi hiç belli etmeden acele değil ama çabuk çabuk araya mesafeyi koydum. sonra ben başka şehire gittim, bu aramadı sormadı kaç sene. şimdi pişkin pişkin "buralardaysan buluşalım bi ara" diye mesaj atıyor. kimse kusura bakmasın ama bu gibilere geber git diyorum sadece. ölse üstüne toprak atmam o derece.

    şimdi kimse bana niye arkadaşın yok demesin.
  • geçtiğimiz günlerde evsiz kaldım.

    öyle sokaklara düşmeli değil tabii, ev sahibinin bana açtığı dava aleyhime sonuçlandı ve ben de evi boşaltmak zorunda kaldım. eşyalarımı toplayıp bir depoya yerleştirdim, bir valizle akrabalarımın boş bir odasına yerleştim şimdilik falan. hayatımın en sıkıntılı günlerini geçiriyorum muhtemelen. hiçbir şey kesin değil, her an her şey olabilir.

    bu başlığa yazmamdan tahmin edersiniz ki, sözde can ciğer kuzu sarması olduğumuz, çok değil bir ay öncesine kadar bile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen "arkadaşlarım" bu durumu bildikleri halde hiçbir şekilde umursamadılar. ne aradılar, ne sordular. kuru bir "geçmiş olsun" bile denmedi.

    kafamda bir süredir tarttığım bir fikrin sağlamasını da -acı bir şekilde- almış oldum böylece. insanlar benim arkadaşım olmayı seviyorlar. ama bana arkadaş olmaya gelince yoklar. lakin artık ben de yokum. hayrat mıyım ben?
  • cehov "insanlar eğlenebildikleriyle arkadaş olurlar, anlatabildikleriyle dost, ağlayabildikleriyle kardeş." demişti.
    hayatın sadece sınırlı bir bölümünün paylaşıldığını ifade eder şeklide tanımlandığı oluyor; iş arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, sosyal medya arkadaşlığı.. mesela tanıştırılıyorsunuz; "kulüpten, tenis arkadaşım.."*
    eskiler meyhane arkadaşlığından söz ederlerdi.
    özellikle her akşam takılan müdavimlerin birbirine kırk yıllık dostmuş gibi davrandığı, herkesin derdini açtığı, peçetelere şiirlerin yazıldığı, umulmadık ölçüde farklı ve sahici bir arkadaşlık olduğu anlatılırdı. ama her şey, her ne yaşanıyorsa, meyhane içinde kalıyordu.
    orhan veli, melih cevdet ve oktay rifat sadece şiir yazmıyorlar, çıkaracakları dergiyi bile meyhanede oluşturuyorlardı.

    cehov ne derse desin, arkadaşlık sorumluluktur.. elinizden fazla bir şey gelmese bile merak edersiniz, ilgilenirsiniz, bir sözünüze bir tebessümünüze ihtiyacı olabilir, her ne yapıyorsanız bazen içinizden öyle geldiği için yaparsınız, bazen de öyle gerektiğinden. "ben yapmasam, kim yapacak" der, sahip çıkarsınız.
    benim bir zamanlar yaptığım gibi, karşınıza alır, "bana bak, iyi dinle gebertirim!" diyerek okuldan atılacak korkusu ile geçmiş olduğunuz bir dersi çalıştırırsınız. göz nuru dökersiniz, zaman ve emek harcarsınız, o sırada ne harcıyormuşsunuz, ne fedakârlık yapmışsınız, aklınıza bile getirmezsiniz.
    bir davranışın fedakârlık olduğu o kişiden kazık yiyene kadar idrak edilmez.
    olur da, doktora yalnız gitmeye korkuyordur, yanında gidersiniz. kendinize mesela bir saç tokası, bir kitap aldığınızda, o da sever der, bir tane daha alırsınız.
    yokluğunu hissedersiniz, arar, anarsınız. "keşke sen de olsaydın" dersiniz.
    yazılı kural değil bunlar. ideal arkadaşlıktan söz ediyoruz ama herkesin arkadaşlıktan anladığı farklı olabilir. hatta bugün anladığı yarın değişebilir.

    eminim, "kimden arkadaş olmaz listesi" hemen hemen herkesin aynıdır. saymayayım diye uğraşıyorum, "yakışıyor mu sana!" diyen iç sesim canıma okuyor. niye efendilik, nezaket, v.s hep bende kalıyor bilmiyorum.

    bir söz vardı; "arkadaş kaybetmezsiniz, sadece kimlerin gerçek arkadaşınız olduğunu keşfedersiniz" diyordu. keşke keşfetmesek.. keşfetmek kaybetmekten kötü..
    en kötüsü "arkadaşlar"ın sizi değiştiriyor olması. değişiyorsunuz..
    hoyrat bir el sevencenliğinizi koparıp alıyor, insan sevginizi, iyimserliğinizi, iyi yanınızı yok ediyor, güven duygunuza bir çentik daha atıyor, bir yaranız daha oluyor. ve her yeni arkadaştan ya da arkadaşlık girişiminizden sonra hissettiğiniz, o pişmanlık.. iç barışınıza elveda deyin, baştan başlayacaksınız.

    şimdi hiç kimsenin söylemediğini söyleyeyim; arkadaşlıktan yana yaraları olanlardan arkadaş olmaz. kırıksanız, sizden arkadaş olmaz.
    "olur mu, ben yaparım, olur!" diyen vardır. ama olmaz..
    çünkü defalarca kırılmışsanız, artık güvenemezsiniz ve yine kırılma beklentisine girersiniz. şimdi mi, yarın mı, ne zaman.. bu savunma mekanizmanız yüzündendir. bu mekanizma sizi yani "ben"i korumaya çalışır.
    güven olmazsa, olmaz! arkadaşlıkta güven yaşlı ve güçlü bir meşeye sırtını dayamak gibidir. kimse söğüte dayanmak istemez. söğüttür güven yaralarını açan. ne yaparsınız ki, açılmış bir kere..
    bu yüzden dramlar trajedi olur. incir çekirdeğini doldurmayan şeylerden kırgınlık, olmayacak şeylerden alınganlık çıkar. çileye dönüşür arkadaşlık, her iki taraf için de..

    üzücü olan şu; "hiç arkadaşım yok" dediğinizde acayip bulunuyor, sanki ayıpmış gibi, dünya dışı bir varlıkmışsınız gibi, eleştirel bir gözle bakılıyor, yüz buruşturuluyor. "aa, nasıl olmaz!" böyle soran bir tür var. tabii, kabahat arkadaşı olmayandadır. geçimsizsiniz, hep arıza çıkarırsınız o yüzden değil mi? değil!
    insan bu noktaya bir anda gelmiyor. bir rüyadan uyanıp hadi bugün bütün arkadaşlarımdan kurtulayım demiyor.
    çocukluk yaraları, arkadaş-dost yaraları.. insandan yana bilumum yaralar yüzünden.. bir gün gelir, kaçarsınız. yıllar içinde tek tek, tuğla tuğla ördüğünüz duvarınızın arkasına saklanırsınız.

    "yalnızlığına iyi bak, sahip çık. kaç kişinin emeği var onda kim bilir" diyordu ya, oğuz atay, şimdi kim varsa, uzaktan seviyorsunuz ya da bazılarını ne kadar uğraşsanız sevemiyorsunuz.
    sevginiz çekingen ve dostluk, arkadaşlık gibi bütün sıfatlardan kurtulmuş; sevginiz bile yalnız.
    sadece siz biliyorsunuz. bazen uzaktan elini tutuyorsunuz, onun sevinciyle seviniyorsunuz. artık inanmanız, güvenmeniz gerekmiyor. olur da yanıldınız, canınız o kadar da yanmıyor.
    hiç arkadaşınız yok ve kimsenin arkadaşı değilsiniz. hayatınıza hasbelkader birkaç güzel insan girdiğinde, gerçekten birkaç, her gün hep öyle kalmaları için dua ediyorsunuz. ama arkadaşınız mı, dostunuz mu, ne, bilmiyorsunuz. artık adını koymaya bile korkuyorsunuz. korkmalısınız da.
    "fazla yakınlığın getirdiği uzaklıktayız" diyordu şair..

    şimdilerde arkadaşlık için biraz "gamsız" olmak gerekiyor. "large" deniyordu bir zamanlar, epeydir unutmuşum bu sözcüğü. öyle her şeye takılmayacaksınız, hoş görülü olacaksınız, beklentilerinizi düşük tutacaksınız, ne arkadaşlığı ne de arkadaşınızı idealize edeceksiniz.
    ilişkileri bir tren gibi görürseniz mesele yok. istasyonlarda inen binen olur, bazen siz inersiniz. kimseyi kırılacak kadar sevmez, fazla değer vermez, kimsenin yasını tutmazsınız. kimse de sizinkini tutmaz.
    lakin böylesi herkese göre değil.

    kendimi, çoğu ölmüş edebiyatçı filozof ve sanatçıdan oluşan bir derneğin üyesiymişim gibi hissediyorum. dead poets society'e benziyor bu. ama daha kalabalık. en harika arkadaşlara sahip olduğumu düşünüyorum.

    "yara
    artık acımasa da
    acır yara yeri" diyen brecht geliyor aklıma..
  • yok ulan, vallahi yok. hep ben bir girişimde bulunuyorum ama karşılığını alamıyorum. ne biçim iş lan bu anlayamadım gitti. ailem dışında son 10 senedir hal hatır sormak için arayan neredeyse kimsem olmadı. sorun bende mi acaba diyorum ama ne bileyim ya. birinin arkadaşlığı için her şeyi vermeye hazırım lan. hiç bencil değilim, yemin ederim, bende dost potansiyeli var. paraya ihtiyacı varsa veririm, dertleşmek istiyorsa 24 saat hazırım, çok ciddiyim. tek istediğim gerçek bir arkadaş.
  • sanırım biraz bencildir. ben bu kategoriye giriyorum. arkadaş diyebileceğim insanlar var ama ne bileyim eşimin iki arkadaşı var mesela yirmi yıldır var adamlar. eski fotoğraflara bakıyorum, hepsi çocuk ama adamlar hep orada. hep orada olmuşlar. anlıyorum. kimse diğerinden bir şey beklemiyor, yine de herkes diğeri için bir şeyler yapıyor ama asla çetelesi tutulmuyor yapılanların.
    ben yapamadım. aramadım arkadaşlarımı, onlar için bir şey yapmak istemedim. benim ailemde herkes her şeyin hesabını tutar. "sen şöyle yaptın karşılığında ben bunu yaptım sen şöyle dedin ben bunu dedim". herkes böyle ama. ben bu hesapları başkalarıyla da yapmak istemedim. "o aradı şimdi benim aramam lazım ama benim telefon fobim var, şimdi arayacağım, olmadı, yarın arayacağım olmadı, süre doldu, artık arayamam". çok komik değil mi? böyle böyle çok sevdiğim ve sürekli düşündüğüm ama hiç görüşmediğim arkadaşlar var. birinin nikahına gitmedim mesela, çok saçma bir şey yaşadım o gün. ama sonra arayıp açıklama yapamadım utancımdan. şimdi görüşmüyoruz. bir arkadaşımı eşinin adını hatırlayamadığım için arayamıyorum.
    ne bileyim bu bahane değil aslında? belki o fedakarlığı yapacak güç yok bende. fedakarlık isteyen de yok ya...
    nereye bağlayacağımı unuttum, galiba bağlamayacaktım da... neyse sonuç olarak, sosyalfobi kötüdür. aile bütün sıkıntılarınızın temel nedenidir. platon haklı bence, keşke çocukları ailelerden alıp bağımsız yetiştirebilseymişiz. sabah sabah saçmalıyorum, kusuruma bakmayın artık.

    edit hah bağlayacağım yeri hatırladım. bak şimdi benim peder eşiyle kavga etti ve her zamanki gibi ben de kavganın içine çekildim. niye? ben bu ilişkinim sübabıyım çünkü. zira adamların ilişkisi ortak düşmana cephe alma yoluyla yürüyor. en baştan beri böyle. en iyi günlerindeki favori muhabbet konusu ortak tanıdıklarının dedikodusunu yapmak. şimdi bunların arkadaşı var ve benim yok. o arkadaşlar ile ne konuşurlar, nasıl bir ilişkileri var çok merak ediyorum. zira ben çok rahat konuşamadığım, yanında kendim olamadığım insanlarla görüşmüyorum.valla bence arkadaşınız olmadığım için şanslısınız zira ben size varolmayan bir beni göstermeyecek kadar değer veriyorum herhalde.
  • çok arkadaşı olup da aslında hiç arkadaşı olmadığının farkına varamamış insandan fersah fersah ilerde olan insandır.
    arkadaş iyi geyik çevirdiğiniz insan demek değildir.
    bunu da test etmek zorunda kalmamanız umulur.
  • hayatindaki sevincleri, huzunleri ailesinden ya da kendisinden baska kimseyle paylasma sansi olmayan yalniz insan. bunun sebebi kisinin kendisindende kaynaklansa da cevre de buyuk bir rol oynar. bazi insanlar yalniz olmaya mahkumdurlar. eger bu kisi de bu insanlar arasindaysa baskalariyla arkadas olma adina tum girisimleri basarisizlikla sonuclanir. kazik yer, iyice sogur insanlardan, yalnizligina doner.
  • facebookta 300 arkadaşı! olmasına rağmen aslında adam gibi görüştüğü 1 ya da hiç (işte hergün gördükleri hariç) arkadaşı olan insandır. hayatında tek güvendiği, sevincini ve hüznünü paylaştığı bir insan vardır o da sevgilisi veya eşidir. o da terkederse mal gibi kalacaktır.
hesabın var mı? giriş yap