• danimarka'lı birkaç ırkçı ile yapılan bir röportajdan:

    "ku klux klan sizin için ne ifade ediyor?

    "çok şey ifade ediyor, çünkü yaptıkları şeyin doğru olduğunu düşünüyorum. zenciler insan değildir, hayvandır, bu durum türkler, yugoslavlar ve kendilerine ne denirse densin diğer bütün yabancı işçiler için de geçerlidir.

    buraya geliyorlar ve bizim toplumumuzun sırtından geçiniyorlar. zaten bizim sosyal yardım almada yeterince problemimiz var, ama onlar sosyal yardımları hemen şıp diye alıyorlar. bizler paramızı almak için sosyal yardım müdürlüğündeki ahmaklarla tartışıyoruz, ama onlar hemen alıyorlar, onlar konut listesinin başında bulunuyorlar, onlar bizden daha iyi daireler alıyorlar, çocuk sahibi olan bazı arkadaşlarımız kenar mahallelerdeki en kötü evlerde oturuyorlar, evlerinde bir duş bile yok, ve işte bu ‘perkere’ (nigger benzeri ırkçı ve aşağılayıcı bir argo kelime, danca perser (pers) ve tryker (türk) kelimelerinin karışımından geliyor) aileler yedi çocuklarıyla buraya geliyorlar ve pahalı bir daireyi hemen alıp çıkıyorlar. paraya bağlı olan her şeyi alabiliyorlar, bu doğru bir şey değil, danimarka danimarkalılarındır, tamam mı?

    onlar ‘perkere’, biz onları bunun için sevmiyoruz, tamam mı? ve onların zihniyetini de sevmiyoruz, yani onlar kesinlikle ... ne derler ... yani evlerinde rusça (ya da işte anadilleri her neyse) konuşmak istiyorlarsa, tamam mı, konuşsunlar, fakat bizim sevmediğimiz şey zimbabwe giysileri içinde çevrede dolaşmaları ve caddelerde şu hula-hula dilinde konuşmaları, ve kendilerine bir şey sorduğunuz zaman veya kullandıkları taksilerden birine bindiğiniz zaman şöyle diyorlar: neresi bilmiyorum, yolu siz tarif edin."

    avrupa insan hakları mahkemesinin ifade özgürlüğüyle ilgili içtihatlarını karıştırırken, danimarka'da 1985 yılında yapılmış bir televizyon programı ile ilgili bir davaya denk geldim. ırkçılığı konu edinen program birkaç tane ırkçı ile yaptıkları röportajı yayınlamış, ve ırkçıların kullandığı ifadeler nedeniyle program yapıcısı ve sunucusu hakkında dava açılmış, ceza verilmiş, bunun üzerine yapımcı aihm'e başvurmuş, ve aihm de program yapımcısının ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş. ırkçıların söylediklerinden dolayı yapımcının ve sunucunun suçlanamayacağı, onların amacının ırkçılığı desteklemek değil bilakis ırkçı düşünceleri teşhir etmek ve alay konusu yapmak olduğuna kanaat getirmiş, danimarka'yı tazminata mahkum etmiş. yukarıda alıntıladıklarım da, ırkçıların söylediklerinden birkaç kuple.

    bilmem tanıdık geldi mi?

    edit: link: http://aihm.anadolu.edu.tr/aihmgoster.asp?id=480

    gelen soru üzerine büdüt: ırkçılar elbette cezaya çarptırılmış danimarka'da ve aihm de onların söylediklerinin ifade özgürlüğü çerçevesinde kabul edilemeyeceğinin altını çiziyor.
  • ırkçılık yapmamalıyım, bana ırkçı demesinler diyerek yaptığınız siyaset ve muhalefet, ırkçılık teriminin genişlemesiyle ilerleyecek, ve size daha az siyaset ve muhalefet alanı bırakacak.
    görsel

    siz ırkçı olmadığınızı örneklerle anlattıkça, onlar ırkçılık tanımını genişletecek çünkü.

    bakın bir örnek;
    "hatay/reyhanlı’da bir sınıfta 28 suriyeli 10 türk öğrenci var.
    suriyeli öğrenciler dil sorunu olduğu ve derslere önem vermedikleri için, derslerdeki genel disiplinsizlikten ötürü türk öğrencilerde derslerden geri kalıyorlar....öğretmenlerin ortak şikayeti suriyeli öğrencilerin çeteleştiği ve türk öğrencileri ezdiği doğrultusunda. . öğretmenler disiplin sağlamaya veya öğrenciler arasına girmeye kalktıklarında hemen !!!“ırkçı”!!!! olmakla suçlanıyorlarmış. "

    https://twitter.com/…dag/status/1750482918353342775

    misal aynı şekilde bu tweet de ya şu anda ya da ileride ırkçılık olarak etiketlenecek, suriyeliler'i tek tipleştiriyor, ırkçılık yapılıyor denecek.

    batı'da ki ülkelerin aslını korumaya çalışan muhafazakarlar/sağcılar, belki 5 belki de 10 yıldır, biz ırkçı değiliz, rererö diye açıklama yapmakla meşgüldü, bu muhalefet ve politikalarıyla bir yere gelemediler, varamadılar, onlarda da demografik değişim artan hızda devam ediyor.

    sonunda olayı çözünce, evet sen ırkçı diyorsan öyle olsun noktasına yavaş yavaş geldiler. bizim ise ırkçılık terimi etrafında muhalefet yapacak, siyaset yapacak, oyalanacak 10-20 yıllık bir süremiz yok, çünkü bize azar azar değil, kitlesel halde, lönk diye arabından afganına, zencisinden iranlısına ukraynalısından rus'una 15 milyon kişi sokuldu. bunlardan suriyeli olanlar çift başına ortalama 5'ten fazla çocuk yapıyor. b

    bu yapılırken türk cumhuriyetlerinden gelenlerin ise oturum izinleri yenilenmiyor, kimisi deport ediliyor.

    en ırkçı kavimlerden biri olan yahudilerin * rus halkını daha iyi ezmek için tedavüle soktukları bolşevik yahudilerin icadı* terimlere biat etmek zorunda değilsiniz.

    tekrar edelim, ben çocukken ırkçı denilince, kendi halinde uganda'da yaşayan bir zenciden nefret etmek, onu yok etmek istemek olarak anlaşılırdı. tabii o zamanlar milletler daha homojendi, şimdiki gibi değildi.

    şu anda ise suçu işleyen suriyeli'nin (bak arap bile değil) suriyeli olduğunu söylemek bile ırkçılık olarak nitelendirilmeye başladı. bu düzene karşı onların çizdiği kelime oyunları içinde kalarak mücadele edemezsiniz, bunu bilin.
  • hayatım boyunca ırkçılıktan nefret ettim ve ırkçıları küçümsedim, adeta ırkçılara karşı ırkçılık ederek mükemmel bir oxymoronu vücuda getirdim. bunu niye açıklıyorum, yaptığım şeyi bana yaptıranın, daha doğrusu söylediğimi söyletenin hayat görüşüm ve yaşantımın bir yansıması olmadığı anlaşılsın diye.
    yer ankara, aylardan cehennem, ben boyun düzleşmesi ve fıtıkla ağrıdan ölüyorum, doktor halime acıdı, mr ve röntgene baktı dedi ki "kaskatısınız bu zor geçer, 20 dozu yeterli görmüyorum" ve 30 doz fizik tedavi yazdı. tedavi klasik tedaviye ek kuru iğneleme denen metod, garip bir cihaza girmek ve el masajı da içeriyordu, hem de her gün, tabii devlet ödemiyor bunu, oradan da güzelce içeri girdim, neyse bu başka entri konusu.
    üstelik fizik tedaviye iş saatlerinde gidiyorum ve taksiyle gidip gelmek durumundayım, her yönden boktan. yine böyle aşırı sıcak bir günde zor gelen asansöre bindim, asansör 8 kişilik aslında ama covid önlemleri kapsamında 4 kişi biniyor, zaten tekerlekli sandalyeli ve bebek arabalıya rastlarsanız o da olamıyor. neyse, bindim, köşeye geçtim, minik bir kız ve babası, kızın annesi burada bekleyiniz yazan köşelere geçtik, alnız maske, o sıcak, nem, asansör çıldırtıcı... 4. kata bastım, zank diye birinci katta durdu, en ayar olduğum durum, ortalık saunadan beter, gözeneklerimizden fışkırıyor ter.
    karşımızda iki çok ama çok iri yarı afrikalı adam ve çarşaflı iki kadın belirdi, hani böyle 1.80 üzeri kadınlar var ve fizikleri ortadoğululardan daha farklı, popoları bele çıkmış gibi olanlardan, önden de göğüsler bir o kadar, korkunç bir çap. adamları hiç sormayın, kadınlar baktı dolu, geri çekildiler, çocuğun babası "sadece bir kişi gelebilir" dedi, parmağıyla da bir işareti yaptı belki anlamazlar diye, sağdaki iri afrikalı adamın gözler döndü, kadınları itelemeye başladı, ben de "dolu binemezsiniz " dedim bir yandan da cinlenmeye başladım tabii. o ara, adam şu an bile gülme-hiddetlenme arasında gayet net hatırladığım bir arap bacı aksanıyla "şana ne, şan mi vardin paraşini, kimşin şan, tarbiyasis, binariz" diye bağırdı. bir an yirmili yaşlardaki halim içimden çıktı, "evet ben verdim, siktirin gidin hayatımızdan allahın belaları" dedim, kapı da kapandı. ama nasıl pişmanım ve utanıyorum, özellikle de küçük kızdan, yukarı çıktım elim ayağım titriyor hem onlara hem kendime olan öfkemden. lan diyorum kendi kendime, dunya gezagani şanin mi tarbiyasis, bokuni şikarma, irkçi it...
    fizyoterapist ve masajcı kadına olanı anlattım, onlar benden dertliymiş, bunlar gelip mesela 5 dakikayla sınırlı el masajını uzatmak istiyorlarmış, masaj tedavisi yazılmayanlar dürtükleyerek ve işaret ederek kalçalarına bile masaj istiyormuş, özellikle de kadın erkek "üstünüzü çıkarın, uzanın" denince sadece sırt ve boyun bölgesini açmaları yeterli olsa da altta dondan başka bişiy olmadan uzanmalarından çok şikayetçilermiş. bazısı da karısına kadın, kendisine erkek terapist gelmediğinden yaygara çıkarıyormuş. bunları duyunca iyice öfkelendim tabii.
    neyse işte ilk ırkçılığımı ifa etme hikayem budur, o gün bugündür şana ne şan mi vardin paraşini tarbiyasis dilime, yaptığım çok mu insanlık dışıydı hissiyatı yüreğime yapıştı.

    bakın valla ben ırkçı değilim, covid çılgın atıyordu, hava sıcaktı, asansör dardı, ben premenstrual vaziyetteydim, tedavi cüzdanımı sikmişti ve afrikalılar çok iriydi. ama bak aksanları efsane, arapların türkçe konuşması sapık tarikatçıları andırırken bunlar şirindi, bana tarbiyasıs derken bile...
    edit: aksandaki harf yanlışı giderildi.
  • adina villa denilen uc katli bir binanin ikinci katinda ikamet ediyorum. evimizin onunde dort araclik park yeri var. bu enteresan bina, sehrin en islek yerlerinden birisinde yer aldigindan "park yapilamaz" ihtarina ragmen park yerlerimizi siklikla isgal edenler oluyor.

    gunduzleri yasanan bu park yeri sorunundan dolayi, zaten yakinda olan is yerime yuruyerek gidib geliyorum. ancak, oglum ana okuluna yeni basladi. haliyle benim de ise yuruyerek gidib-gelme luksum sona erdi. dun oglen cocugumu okuldan alib eve dondugumde park yerimin luks bir arac tarafindan isgal edildigini gordum. normalde sadece araclarinin sileceklerini kaldirimakla, arac sahiblerini ihlalden haberdar ederdim. ancak bu sefer ki aracin silecekleri aero-dynamic dizayn nedeniyle kaporta altinda kaliyordu. ben de aracin aynasini ters cevirdim. ayni marka aracin baska bir versiyonunu is araci olarak kullandigimdan biliyorum ki aynalari ters cevirmem herhangi bir hasara sebeb olmaz. sadece arac sahibini rahatsiz eder, arac sahibi aracin etrafinda dolanmadan aynalari duzeltemez.

    dun saat 16:40'ta komsum beni arayib, evin onundeki araclardan birinin aynalarini ters cevirib cevirmedigimi sordu. ben de "- evet, ben cevirdim." dedim. bunun uzerine telefonu arac sahibine verdi. arac sahibi bir suru abuk sabuk seyler soyleyib, ofisime gelecegini soyledi. kendisine "-eger ofisime gelirsen burada seni doverler. senin iyiligin icin sen orda bekle ben geleyim." dedim. ofisten bir arkadasimi alarak (arabca iletisim kolayligi icin) adamin yanina gittik.

    adam(!) beni gordukten sonra tavrini degistirdi. telefonda daha onceki tehdit ve hakaretlerin yerini hukuk terminolojisi aldi. bana:

    - bu arac cok pahali bir arac. aynalari kirdin. senden tahsil edecegim.

    dedi. ben de :

    - tamam, polisi cagiralim. rapor tutsun. rapordan sonra hasar tesbiti yapilsin. sana, bedelini oderim.

    dedim. bu sevgili iyi aile cocugu cildirdi. sonunda agzindaki baklayi cikardi.

    - arac onemli degil, sen turksun. ben arabim. sen benim aracima dokunamazsin. istersem evinin bahcesine park ederim. benim aracima dokunma hakkin yok. en fazla gider sikayet edersin.

    dedi. bu super zeki adam bir kac metre otedeki aracin benim aracim oldugunu ve buyuk tesekkullerin birinde yonetici oldugumu gorunce kuyrugunu kistirdi. ukalaligi ve barbarligi, eziklige donustu. kendisine:

    - allah yardimcin olsun. bu kafa yapisi ile cok acilar cekeceksin.

    deyib, adami kendisi ile basbasa biraktim. garibim gece uyuyamamistir.

    etnik olarak turk degilim. ama tukiye cumhuriyeti devleti vatandasiyim. devletimi, halkimi, insanlari cok severim. turk kokenli olmadigimdan cocukluk yillarimda haksizliklara ugradim. dayaklar yedim. bu tur davranislara maruz kalmaya aliskinim.

    esim arab ve oglum turkce bilmiyor. turkiye'de site icerisinde bir evimiz var. esim gectigimiz yaz, oglumun israrina dayanamayarak oglumu sitenin yuzme havuzunu goturmus. sitede yerlesik olan super medeni ve super modern bir super hanfendi(!) oglumu gostererek "- suriyeliler bizim siteye bile girmis." seklinde sereflice(!) hezeyanlarda bulunmus. site yonetimini aradim. uyarilan komsum(!) benim kim oldugumu ogrendikten sonra kuyrugunu kistirib, ezik buzuk hale geldi. simdi bizleri her gorduklerinde, onlarin uyduruk sevgi gosterilerine maruz kaliyoruz. uyduruk sevgi gosterisi, irkciliga ugramaktan daha buyuk zulum!

    simdiye kadar en az 50 (elli) farkli etnisiteden insanlarla calistim. bir suru ulke gordum. ugradigim hukuksuzluklar oldu, gozaltilar yasadim, gozaltinda iskenceler yasadim. dusunun ki; amerikada homeland security tarafindan gozaltina alinmisligim var. kahrolasi federaller tarafindan takib edilmisligim var.

    sonunda; irkcilikla ilgili bazi temel kanaatlerimin olustuguna inandim. bunlar:

    * irkcilik tum cihetleri ile habis bir hastaliktir, bulasicidir, tehlikelidir.
    * tum irkcilar asagilik kompleksi sahibidir. kendisinden asagi gorduklerine zulmederken, kendisinden yukarida gorduklerine saygi gosterirler. saygi olarak lanse edilen sey ise saygi degil guc ele geciriline kadar yapilan yardakciliktir.
    * ırkciligin tek kutsali putlasmis nefstir!

    not : kendi halkini sevmek irkcilik degildir!
  • 1>1 önermesini savunan ideoloji.
  • yapılan bir sosyolojik araştırmada ırkçı eğilimleri olduğu bilinen kimselere "ırkçılık" ya da "faşizm" kelimeleri içinde geçmeyen bir soru formu sunulmuş. yanıtları doğrultusunda sapına kadar ırkçı çıkan kimselerin, aynı form ırkçılık ve faşizm kelimeleri eklenerek ve soru şekilleri değiştirilerek sunulduğunda tamamen aksi yönde yanıtlar verdikleri gözlenmiştir.bir ırkçıyla tartışırken ona sözkonusu tabirlerle yaklaşmak tartışmayı baştan kaybetmektir. tecrübeyle sabittir. siyasi ortamların hararetli hatiplerinin dikkatine, yıllar önce bir ahmet taner kışlalı dersinde öğrendiğim bilgiyi hörmetle sunarım.
  • ırkçılık hakkında, birbirini az çok takip eden 7 “kısa” fikir:
    (orijinal metin. resimler önemli değil, yazı aynen aşağıda. medium sevenler buraya)

    peşin not: burada "ırkçılık hakkında bilmeniz gereken her şey" yok, fazla dile getirilmediğini düşündüğüm fikirler var.

    ***

    1) toplumun %98'i yakın zamanda ırkçılıkla suçlandı

    ırkçılık ile otizmin benzer bir yanı var: teşhisler katbekat arttı. bunun bir açıklaması teşhis tekniklerinin gelişmesi. yani otizm hep vardı ama “içine cin girmiş” deniyor, dayak atılıyordu. konuya bilimsel biçimde yaklaşınca, mevcut olan görünür kılındı sadece. ırkçılık da benzer şekilde hayatın her alanına o kadar işlemiş ki, daha yeni yeni farkediyoruz sorunun derinliğini. yoksa milleti prangalardan ve kırbaçlardan kurtarmakla iş bitmedi, o buzdağının görünen kısmıydı.

    ikinci bir açıklamaysa, olayı abartıyor olmamız. “otizm” diye bir isim koyunca, alakalı alakasız her davranışı “tedavi edilecek bir hastalık” olarak etiketlemek, hem doktorlara hem de hastalara çekici geliyor. bu tutumun ırkçılık konusundaki karşılığı politik doğruculuk. yani hemen her genellemeye, önyargıya, şakaya, ırkçılık tanısı koymak.

    iki etki de geçerli ama ikincisi daha kuvvetli bence. bunun nedeni adalet ve intikamla alakalı. hastalık analojisi bu noktada yetersiz kalıyor, çünkü otistikler, geçmişteki otistikler adına bir dava yürütmüyorlar. ırkçılık konusundaysa suçluluk, kompleks, adalet, hırs, intikam, aşk, şehvet, kısacası reytingler için gerekli her şey var. yüzyıllarca aleni ırkçılık yapmanın bedeli, şimdi sarkacın biraz daha hızlı biçimde geriye sallanması.

    (kolaylık olsun diye “ırkçılık” diyorum ama bu fikirler, etnik ve dini ayrımcılığa da uygulanabilirler)

    ***

    2) bir dil virüsü olarak “ırkçı!”

    önceki hayatlarımdan birinde, california’da bir grup hippie ile yaşarken, bir muhabbet esnasında laf uzakdoğululara gelmişti. eleman çin asıllı birini arkadaşıyla karıştırmış, onu anlatıyor, diğerleri de “cıkcıklıyor”. ben de o ana kadar söylenilmeyen ama herkesin aklında olan şeyi söyledim (sizin de aklınızda olan şeyi). vay sen misin bunu diyen, hemen salonda bir mahkeme kuruldu, beni sanık sandalyesine oturttular:

    -ben: suçum nedir?

    -savcı: ırkçılık tabii ki. “hepsi birbirine benziyor” dedin. daha dün birilerini seksizmle suçlamıştık, bugün sıra ırkçılıkta, bu haftayı kayıpsız atlatmalıyız.

    -ben: “bize kıyasla birbirlerine daha çok benziyorlar, ayırt etmemiz zor” dedim.

    -savcı: “onlar birbirlerini gayet rahat tanıyabiliyorlar”.

    -ben: “bravo onlara. bu iş sadece subjektif değil, insanların benzerlikleri ölçülebilir bir şey. kaç çinli sarışın, kaçının sırtı kıllı, burnu büyük, saçı kıvırcık, gözü yuvarlak ve renkli, boyu uzun, kalçaları dolgun, göğüsleri yuvarlak, bunları sayın öyle gelin”.

    -savcı: “ben çoktan geldim zaten, siz devam edin arkadaşlar”.

    -hakim: “onların açısından da biz aynı şekilde birbirimize benziyoruz”.

    -ben: “bu mantığa göre onlar benden de ırkçı”.

    -hakim: “hmm…empati yapacağız derken göz çıkardık”… (aslında burada başka bir şeyler demişlerdir ama hikayenin kahramanı ben olduğum için, çok iyi laf sokmuşum gibi anlatmak zorundayım)

    insan bir kere “ırkçılık” suçlamasını yaptı mı, ne karşıdakinin ne de kendisinin neyi neden söylediğini düşünmeyi bırakıyor.. faşist kalıbında da aynı durum var. tartışmayı durduran bir son söz gibi bu. hadi orasına razıyım, herkes her tartışmada üstün çıkmak ister. ama insanın kendi beynindeki düşünce sürecini de durduruyor bu. kendi düşüncemiz üstünde düşünmemizi engelleyen birer dil virüsü bu kalıplar.
    ve en çok kullanan, karşıdakini sindirerek kazandığından, bir virüs gibi de yayılıyorlar. zira kaybeden taraf, bir sonraki tartışmasında bu suçlamayı ilk kullanan olmak ister. kavgada ilk yumruk atanın kazanması gibi.

    ***

    3) toplum, ırkçı olan ve olmayanlar olarak ikiye ayrılmıyor

    ırkçılık “binary” değil, bir skala. 200 yıl önce zencileri köle yapmayı savunmakla ile bugün zencilere üniversitelerde öncelik vermeyi savunmak (affirmative action) farklı seviyedeki ayrımcılıklar.

    insanlar her şeyi, bir karakter özelliği olarak yorumlamaya ve kendilerini “iyi” gruba atamaya meraklılar. halbuki hepimiz, bir sürü görüş ve davranış dağılımının toplamıyız. üstelik hepsinde de tutarsısız. bir ortalamamız var elbet ama standart sapmamız da var. bu tip bir olasılıksal düşünce çok zahmetli olduğu için, basit kategorilerle düşünüyoruz.

    mö 50,000 yılında, yeterli kalori bulmak zorken bu indirgemecilik işe yarıyordu. şimdi kalori fazla, boş zamanımız fazla, dünya’nın karmaşıklığı da fazla, oysa bizim karar verme algoritmaları aynı.

    otizm örneği buraya da uygun. aslında otizmin bir ismi de asd, yani autism spectrum disorder. anahtar kelime, spektrum. otizm eskiden şimdiki kadar önemli olmadığı için (çünkü tanı az) tek bir kelimeyle tüm skalayı tanımlamaya çalışmışız.

    ters bir örnek: eskimolar kar için 50 ayrı kelime kullanıyorlardı. başka dillerde buz için yüzlerce kelime var. hepsi ayrı bir halini betimliyor. çünkü onların hayatında kar ve buz hep önemliydi.

    ***

    4) kimse ırkçılık nedir bilmiyor

    ben de bilmiyorum. sözlük tanımı mühim değil, zaten tek bir “resmi tanım” da yok. ırkçılık etiketinin esas sorunu, sadece spektrumun genişliği değil, düpedüz farklı kavramlara denk gelmesinde. hem kar için 50 ayrı kelimemiz yok, hem de sis için, rüzgar için, bulut için de aynı kelimeyi kullanıyoruz. zira şunlardan herhangi biri ırkçılık olabilir:

    a) hiyerarşi: “araplar haindir”, “zenciler aptaldır”, “yahudiler bencildir”, “orklar çomardır”. bunlar otomatikman karşıt bir kümeyi ima ettiğinden (“oysa biz sadığız, akıllıyız, cömertiz, laik elfleriz”) kafamızda ufak hiyerarşiler kuruluyor. önceki “çinlilerin hepsi birbirine benziyor” da alakalı bir örnek. potansiyel olarak yarattığı karşıt küme, birbirine benzemeyen ve daha “birey” olan insanlar. buradan da birey hakları arasında bir hiyerarşiye zemin hazırlanabilir. bizim hippieler bu yüzden hassastılar.

    b) tarihsel bir çerçeve: “araplar bizi arkadan bıçakladı”. tarih tek yönlü akmaz. hem geçmiş olaylar şimdiyi etkiler, hem de şimdinin şartlarına göre sürekli olarak geçmiş yeniden yorumlanır. zaten insan kendi anılarını da her hatırlayışında yeniden kuruyor. her hatırlayışımız, orjinal hatıranın yeni bir versiyonunu yaratır. tarih de toplumsal hafıza olduğu için, aynı şekilde işlemesi doğal. bu yolla, ırkçı görüşler, bireysel eğilimlerimizin ötesine geçip, kollektif hafızada yer alırlar. kısmen bu tarihsel çerçeve yüzünden, hem ortalama beyaz daha ayrıcalıklı (white privilege) hem de beyazların söylemlerine karşı hassaslık daha büyük (white guilt).

    c) ideoloji: “zenciler aptallar, çünkü kaynak bolluğu yüzünden rekabet etmek zorunda kalmamışlar, genetik bir çöplük olarak kalmışlar”. burada artık, kafamdaki hiyerarşiyi ve tarihsel bakışımı, genel bir teoriye oturtuyorum. hem geçmişi, hem de gelecekte olması gerekeni açıklıyorum. bu temeli biyolojiyle, sosyal ideolojilerle, din/mitoloji ile oluşturmak mümkün (chosen people).

    d) kurumsal ırkçılık: ırkçılığın, kurumsal politika olması apayrı bir eşik. örneğin bir zencinin bankaya kredi için başvurması ve bankacının ırkçılığı yüzünden krediyi zor alması bireysel bir durum. ama bankanın zencilere kredi vermemesi, yani ırkçı olmayan bir bankacının dahi o krediyi vermeye yetkisi olmaması kurumsal ırkçılık.

    e) sistematik ırkçılık: hayatımızda bir sürü sosyal kurum var. sendikalar, evlilik müessesesi, özel okullar, din, borsalar, belediyeler. en yükseği de merkezi iktidar. yani yerel hastane veya belediye sana haksızlık yapsa bile, başkentteki mahkemenin, meclisin, okulun, askeriyenin, senin rengine kayıtsız olmasını bekliyorsun. devletin bunu yerine getirmemesi, herhangi bir grubun ırkçı görüşünden daha ciddi bir durum. devletin idam cezasını getirmesi ile birilerinin cinayet işlemesinin arasındaki fark gibi.

    ***

    5) iflah olmaz ırkçıların torunlarıyız

    insanlar neden ayrımcılığa yatkınlar? elbette bunun öğrenilmiş, kültürel bir yanı var ama her toplumda ayrımcılık olması, biyolojik bir altyapıya işaret ediyor. halbuki bu altyapı, ilk bakışta evrimsel olarak dezavantajlı gözüküyor (ırkçılık yapmayan bir tür daha barışçıl olur, daha çok ürer). öyleyse nasıl oluyor da oluyor?

    çünkü seçilim, tür seviyesinde işlemiyor. yani “tür genelinde en optimum davranışım ne olmalı” diye sorup, ona göre psikolojimizi tasarlayacak bir mekanizma yok. biz ufak gruplar halinde yaşıyoruz. üyeler gruplarına bağlı oldukça, grubun yaşama şansı artıyor. bu bağlılık, grup dışındakileri ötekileştirmek demek.

    bu işin özündeki kin selection ve group selection kavramlarını ahlakın temelleri slaytlarında anlatmıştım. ırkçılık, group selection’ın en ileri safhası. artık burada evrimsel bir getiri yok (çünkü grup aşırı büyük) ama aynı psikolojik mekanizmalar devrede. sonuçta bizler açıkgörüşlü insanların değil, en ırkçı ve en fanatik atalarımızın çocuklarıyız, beynimiz onlardan miras. o yüzden ayrımcılığı tetiklemek çok kolay.

    ***

    6) “gerizekalı” beynimiz ve bayes teoremi

    şu kızılderili resimlerine bakın. ilki vakur, metin, bilge kızılderili klişesini tetikliyor. ikincisinde de aslında adamı gerçekte tanımlayan şeyin kızılderililik olmadığının altı çiziliyor. örneğin herhangi başka bir kızılderiliyle ortak yanları, biftek ve martini seven tüm insanlarla olan ortak yanlarından az olabilir.

    sorun şu ki, ben bu adama bakınca bunları göremem. belki gelecekte vr gözlükleriyle bakarsam, adamın kafasının yanında “baba, oğul, şair, geleneksel” gibi etiketler belirecek ama o zamana kadar elimde olan tek veri, dış görünüşü. bu bir çok problem yaratıyor:

    a) beynimiz “bu adamı kategorize etmem için yeterli veri yok, ırk fazlasıyla genel ve işe yaramaz bir bilgi, o yüzden bu adamı tanıyana kadar bekleyeyim” diyemiyor. buna yeteneği yok. illa bir kefeye koyacak. dış dünyadan çok fazla veri geliyor ve bunları işlemek için, böyle kestirmelere başvurmak zorunda. “pause” tuşu yok.

    b) bu kestirmeleri kullanırken de olabilecek en ilkel ve “sansasyonel” bağlantıları kuruyor. niye? eskiden bu işe yarıyordu. insan her kaplan gördüğünde korkup ona düşman kesiliyordu, çünkü bir keresinde kaplanın bir çocuğu parçaladığını görmüştü. belki o olaydan sonra karşılaştığı 100 kaplan da uysaldı ama bunların etkisi az, vahşet içeren tek bir örnek üzerinden kurulan ilişkilendirme kadar kuvvetli değil. sonuçta tek bir vahşi kaplana rastgelmek, genlerinin sonsuza kadar yokolması için yeterli. bu mekanizma, hayatta kalmamızın bu tip kararlara bağlı olmadığı modern hayatta bize sadece külfet.

    c) bu külfete örnek: abd’de uçakta yanıma bir müslüman oturdu diyelim. teröristlerin %90'ının müslüman olduğunu düşünüyorum (kabilemdeki çocuk ölümlerinin %90'ının kaplanlar yüzünden olması gibi), o yüzden onlardan acayip korkuyorum. ama müslümanların %99.9'unun masum olmasını (kaplanların hemen hepsinin uysal olmasını) yukardaki gerçekle uyuşturamıyorum. halbuki ikisi de aynı anda doğru olabilir, çünkü terörist saldırıları (kabilemdeki çocuk ölümleri) çok nadir.

    d) nihayetinde “koşullu olasılıklar” bize zor geliyor. yani daha fazla bilgi edindikçe, en başta refleks olarak yaptığım genellemeleri güncelleyemiyorum. yanımda oturan müslüman’ın üniversite mezunu olduğunu, iş sahibi olduğunu, dolayısıyla terörist olma ihtimalinin %0.1'den %0.001'e düştüğünü kabul edemiyorum. bunu bayes teorisi ile matematiğe dökebilecek kadar akıllıyız ama hayatı o şekilde algılayamıyoruz.

    e) tüm bunlar, sadece kafamızın içinde olan bitenlerle ilgili kısım. bir de dışardan gelen verilerin çok yanlı olduğunu düşününce (medyanın sansasyonelliği, siyasetçilerin fırsatçılığı) asıl şaşılacak şey, “sadece bu kadar” ırkçı olmamız.

    ***

    7) ırkçılığı tabulaştırmak, onunla mücadele etmenin en kötü yolu

    ırkçılığın bilimsel bir tabanı yok (yani “ırk” denen şeyin, genetik bir karşılığı yok, çünkü “sadece a,b,c genlerine sahip olanlar x ırkıdır” diyemiyoruz). ama bunu genetik bilimi ile kanıtlamak, ırkçılığı bitirmedi. 5. ve 6. maddede bahsettiğim etkilerin kökü derinde zira.

    fakat bugün, sosyal medya sayesinde her gün maruz kaldığımız stereotip miktarı yüzlerce kat artmışken, bu etkilere karşı mücadele için yaptığımız tek şey aptalca bir tabulaştırmadan ibaret. erişebileceğimizin yukarısında bir standart koyup ona uyamayınca da anında ırkçı olarak damgalanıyoruz (“kızılderili resmine bakınca aklına hiçbir stereotip getirme yoksa ırkçısın”, “çinlileri birbirine benzetme yoksa ırkçısın”)

    tabii buna tepki olarak insanlar önce elitizmi, sonra da entelektüelligi düşman belliyorlar. halbuki beynin nasıl çalıştığı, nasıl karar verdiği daha iyi anlatılsa, medyadan alınan kalıpların ne kadar yanıltıcı olduğu istatistiklerle desteklense, değişik ırkçılık tipleri ve şiddetleri birbirinden ayrılsa… kısacası insanlardan sıfır ırkçılık yapmalarını beklemek yerine, kendilerini ve bilinçaltındaki düşünce süreçlerini tanımaları sağlansa, millet meseleyi bir “karakter meselesi” olarak görmeyecek, bu kadar direnç gösterip aşırı sağa kaymayacak.

    yani çok bariz ve zararlı ırkçılık örnekleri dışında, genelde doğrudan insanı yargılamak yerine ırkçılığa yolaçan düşünce biçimlerini ifşa etmek lazım. ama tabu denen şeyin kötülüğü burada: ayarı yok.

    (ebediyen reklamsız mail listesi)
  • amerikali yahudi amerikali cinliyle tartismaktadir:

    yahudi: - "pearl harbor'i bombaladiniz!"

    cinli : - "biz bombalamadik kardesim, japonlar yapti!"

    yahudi: - "cinli japon ne farkeder! hepiniz aynisiniz!"

    cinli : - "siz yahudiler de titanik'i batirdiniz!"

    yahudi: - "biz batirmadik kardesim, aysberg batirdi!"

    cinli : - "aysberg goldberg ne farkeder! hepiniz aynisiniz"
  • irk ayrimciliginin ustunden gelmenin en kolay yolu, yine bu ayrimcilik olayi ile dalga gecmektir. artik ne zaman bir alman aradasiniza "domuz" diyebiliyor, ve onun size "barbar" demesi uzerine bardaklari tokusturup icebiliyorsaniz, o zaman irkcilik zaten kalmamis demektir.

    irkciligi umursamamak kendini kandirmaktir. bir beyazin, bir zencinin yaninda durdugunda "aramizda hic fark yok" demesi, ne kadar yapmaciksa, bir o kadar da kendini kandirmaktir. cunku aralarinda deri rengi farki ve kultur farki vardir, bu barizdir. onemli olan, "aramizda fark yok" demek degil, "ben ondan daha ustun degilim" diyebilmek, farklari gozardi etmek yerine, onlarin farkina varip onlara saygi duymaktir.

    irkciliga saldirmak ise, fasizmin bir baska boyutudur. "irkcilar disari!" demek, "baris adina asker olduren hippie" olayindan farkli olmaz.
  • kendi dandik ırkını diğer dandik ırklardan üstün görmek. sıfır beceri, çaba ve maliyetle kendini bişey sanabilmenin en garantili yollarından.
hesabın var mı? giriş yap