• neoliberalizm, 1945-1970 donemi arasinda kar marjini ve gucunu kaybetmis elit siniflarin, amerikan hegemonyasi altindaki baskaldirisidir... tamamen politik bir baskaldiris olsa da kendisini chicago okulu'nun altinda saf ekonomik bir dille ifade eder... ozellestirme, devletin kuculmesi, az regulasyon, serbest piyasa, serbest finans pazari ister... kendisini ekonomi maskesi altinda gosterse de tamamen politik bir karsi devrimdir...

    abd keynesci yeniden dagitim projesi icinde 1945'ten 1960larin sonlarina kadar dunyadaki ekonomik pozisyonunu sarsintiya sokar... soguk savas doneminde yapilan askeri harcamalar, vietnam savasi, 1973 opec krizi vs. derken artik hegemonya pozisyonunu japonya'ya, almanya'ya ya da sovyetlere kaptirabilme korkusunu tasir... ve kendisinin kurdugu bretton-woods sistemini dagitir... bunun dagilmasi imf (hatta kismen dunya bankasi) gibi orgutlerinde gorevinin bitmesi anlamina gelecektir... ama abd'nin daha uzun bir projesi vardir cunku neoliberal hegemonya'yi kurmak istemektedir...

    1970lerde sili'de allende'nin cia tarafindan oldurulmesi (11 eylul 1973) ve yerine pinochet'in gecirilmesi ile ilk neoliberal denemeler baslar... amerika'da reagan hukumeti, ingiltere'de thatcher hukumeti neoliberal hegemonyanin gelismis ulkelerdeki kanadini temsil ederler... ve 1980lerde, turkiye'de dahil bircok devlette gelen askeri darbelerle neoliberal sistemlere gecis saglanir... turkiye'de 12 eylul ve ardindan gelen ozal rejimi bunun en guzel orneklerindendir... bazi ulkelerde bu sok terapisi seklini alir... devlet kucultulur, ozellestirmeler yapilir, finans ve ticaret pazarlari serbestlestirilir ki, abd hegemonya pozisyonunu yeniden kazansin... pekiiii bu ulkeler niye bu neoliberal rejimlere gecerler: (1) bazilarin secme ve pazarlik sansi yoktur, (2) neoliberal karsi devrim sadece abd'ye degil, bu devletlerdeki elit sinifa da yeniden guc vermektedir...

    bu rejimlere gecisle beraber dunya ekonomik sistemi tekrar degisir, asagidaki sonuclar olur:
    (1) imf ve dunya bankasi gibi kurumlarin islevi degisir, artik bunlar banka degildir... ulkelerin ekonomilerini yapisal uyum (structural adjustment) programlariyla degistirmektedirler...neoliberal rejimleri bir bir uygulamaktadirlar.
    (2) 1960lara kadar yavas yavas kapanmaya baslayan dunyadaki uluslararasi gelir acikligi tekrar acilmaya baslar... abd tekrar hegemo sifatini kazanir...
    (3) keynesci-devletci rejimlerde 1960lara dogru kapanmaya baslayan ulke ici gelir ucurumu tekrar acilmaya baslar...
    (4) dunya'da 1980lerden baslayaraktan bir suru kriz gorulur... krizler bulasicidir... dunya tarihginde bu kadar kriz ilk defa ard arda gorulmektedir... tabi herkese bok atilir, neoliberal rejimlere gecemiyorsunuz, siz ozellestirme yapamadiniz, sizin demokrasiniz yok, sizin sosyal kapitaliniz yok diye...
    (5) neoliberal donemde, en cok ekonomik buyume saglamis ulkeler neoliberalizmin kurallarindan (yani washington uzlasmasindan) en cok sapan devletlerdir... guney kore, malezya, japonya vs... ama bunlar basbas bagirsalarda biz neoliberal politikalari uygulamiyoruz diye bunlar dunyaya neoliberalizmin zaferi diye tanitilirlar...
    (6) neoliberal rejimler kuresellesme maskesi altinda pazarlanir...
    (7) 1990'larda hemen hemen tum pazarlar teker teker krize girince, ve stiglitz, krugman, easterly, kanbur gibi adamlar bu sistemi elestirince neoliberalizm daha insani bir maske takmistir yuzune... sivil toplumdur, demokratiklesmedir, yonetisimdir gibi kavramlarla kendisini pazarlamaya devam etmistir...
    (8) ne zamanki bu neoliberal sistem de abd'yi koseye sikistirsin, abd bu projeyi bir kenara koyabilmistir... son 4 senedir bush kuresellesmeden ve neoliberalizmden bashetmemektedir... bu yeni ama gecici rejimin adi neo-conservatizm'dir...
  • özet olarak neo liberalizm ekonomiyi bir din olarak kabul eder ve en klasik şekliyle ekonomi işlerinin devletten ayrılması ve piyasayı serbest ekonominin, daha ötesi özel teşebbüs ekonomisinin yönetmesi gerektiğini savunur. küreselleşmenin bir uzantısı olarak onu illaki desteklemesi, önermesi ve "yeni özgürlükçülük" gibi bir kılıfla pompalanmasının yanında aslen klasik kapitalist düşüncenin makyajlanmış bir reprodüksiyonudur.

    karşıtlarına göre dünyayı 2. dünya savaşı dönemindeki gibi ekonomik bir buhrana sürükleyecektir, yine diğer bazı kişilere göre de, tüm dünyaya egemen olacak olan sosyalizm/komünizm öncesinde yaşanması gerekli bir dönem olarak nitelendirilir. mna kodumun ütopya düşkünü hayalperestleri işte. nitelendirmişler yine.

    [ukte'ciye selamlar burdan. kusura balkma biraz küfürlü oldu.]
  • peaky blinders'da bir hukumet ajani, asi eski-komunist kizkardese neden komunist partiyle iliskisini kestigini soruyor, aldigi cevap: "insanlarin adaleti hak ettigine inaniyordum. etmiyorlar."

    ben de ne zaman icimden dunyanin bu siktiriboktan duzenine karsi bir seyler yapmak gelse bunun gibi basliklara, soyle entrilere goz gezdiriyorum, bu aptallar surusu icin kilimi bile kipirdatmaya degmeyecegi sonucuna varip rahatliyorum. sizin icin yapacagim en fazla sey, cogunuzu surundurdugu halde aptalca savundugunuz bu adaletsiz duzen sayesinde 35 yasinda emekli olup oturdugum yerden niye aptal oldugunuzu yuzunuze vurmak olabilir.

    yani mesela yatirim fonu yonetirsin, buyuk bir sirkette ust duzey yoneticisindir, new york'ta londra'da trader'sindir broker'sindir anlarim, arpaligin bu sistem sonucta, savunursun.

    ama muntazaman somurulen bir ucuncu dunya ulkesinin vatandasi olup, okulda ogrendigi iki iktisat teorisiyle ve "liberalizm iyidir" amentusuyle gelip buralarda cahilce atip tutmak nasil bir kafa anlayamiyorum.

    adam daha siyasal liberalizmle ekonomik liberalizm arasindaki farki bilmiyor, akil almaz bir cahil ozguveniyle gelmis burada neoliberalizmi elestiren vatandasa laf sokuyor. liberalizmle neoliberalizm arasindaki farki bile bilmiyormusuz guya. zannediyor ki rusya olalim, cin olalim istiyoruz.

    baska bir grup var, bunlar da kapitalizmle neoliberalizmi birbirinden ayrilamaz zannedip (veya bilincli olarak oyle gosterip), ne yani sosyalizme mi gecelim, otobus soforu totaliter solcu diktatorumuz mu olsun civikligi yapiyor.

    soyle zirvalamis birisi:

    --- spoiler ---

    eldeki veriler piyasanın ve globalizmin milyarlarca kişiyi yoksulluktan kurtardığını, sürekli olarak tüm dünyada, herkesin hayat şartlarını iyileştirdiğini, dünya barışına katkı yaptığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gösterdiğinde...

    --- spoiler ---

    aslindasu cumleyi okuyup kahkaha atmayan bir insani ciddiye alip bir sey anlatilmaz ama, neoliberalizmin ciktigi yer olan abd'de saygin ekonomistler, devlet yoneticileri, ngo'lar bas bas bagiriyor, yukarida iddia edilen seyi vaadeden bu sistem coktu diye. islemiyor diye. gelir adaletsizligi almis basini gitmis, dunyanin en buyuk kapitalist ekonomilerinde reel sektorler finans sektorunden yaka silkmis, adamlar shareholder capitalism'den stakeholder capitalism'e evrilmeliyiz diye tartisiyor, bu zirtapozlar ayni martavallari okumaya devam ediyor.

    neyse, ben fakirlik ya da esitsizlik tartismaya gelmedim, somut ornek verip soru sormaya geldim.

    simdi neoliberalizm, devletin ekonomiden elini tamamen cektigi, mallarin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolasimini esas alan bir kapitalizm modelidir. allahi kitabi devleti ekonomiden, piyasadan ve sirketlerden uzak tutmaktir. niye? iste efendim piyasa kendi kendini regule edermis. nah eder. al:

    https://www.newyorker.com/…/the-case-against-boeing

    size solcu agziyla cin'den rusya'dan latin amerika'dan turkiye'den bahsetmiyorum. abd'nin gozbebegi boeing'in bes ayda iki kere cakilan 737 max'indan bahsediyorum.

    ertugrul ozkok misali gelin hem mevzuyu bilmeyenler icin olayi ozetleyeyim, hem de neoliberalizmle ne alakasi varmis diyenleri ferahlatalim.

    bu kodugumun ekonomi isletme fakultesi mezunu harvard mba'li executive tayfasi, geleneksel olarak muhendislik odakli bir uretim sirketi olan boeing'in verimliligini arttirmak adina sirketin isleyisinde degisiklikler yapmaya basliyor. (yukarida linkini verdigim newyorker makalesi sirketteki mentalite degisiminin 1996 yillindaki mcdonnell-douglas merger'indan itibaren basladigini belirtiyor.)

    nedir bu degisiklikler, klasik olarak once iscilik maliyetini dusurme, genel olarak uretim maliyetlerini dusurme (mesela bagimsiz calisan muhendislerden olusan uretim gelistirme birimini kapatma), ordan tasarruf burdan tasarruf falan filan.

    seattle'daki fabrikadaki lanet olasi cakma solcu iscilerin sendikasi falan oldugu icin maliyetleri yuksek kaldigindan ve pazarliga yanasmadiklarindan, bunlari bypass etmek adina 2009'da south carolina'da yeni bir fabrika kuruyorlar. 1 milyar dolarlik vergi tesvigini de cebe atiyorlar. ama ucuza kactiklari icin bu yeni fabrikada uretimde surekli hatalar, eksiklikler oluyor. bunlari rapor eden muhendislere "siz isinize bakin" deniyor, bakmayanlar isten cikariliyor.

    yavaslayan uretim siparis teslimlerini geciktirdikce su isi bir duzeltelim demek yerine ne yapiyor bu dahi executive tayfasi? kaybettikleri zamani kalite kontrolden kisarak kazanmaya calisiyor. uretim asamasinda meydana gelmesi normal olan ve cozulebilecek olan problemler, uretim takvimini yavaslatmamasi adina hasir alti ediliyor ve teslim edilen ucaklardaki hatali bataryalar havada birer birer alev almaya baslayayana kadar kimsenin bundan haberi olmuyor. bu 787'deki problem. tesadufen o ara kimse olmuyor, sonrasinda bu filonun da su an 737 max'lerde oldugu gibi ucmasi dunya capinda yasaklaniyor, uc ay sonra sorun giderilince servise donuyorlar.

    737 max ise bambaska bir konu. bir suru yerde cok detayli yazildigi icin uzatmadan ozetleyeyim: airbus'in yeni a320/321neo'suna hizla pazar payi kaybeden boeing, yeni ucak tasarlamanin maliyeti altina girip ustune bolca da zaman kaybetmek yerine, 737 modeline yeni motor takip birkac dizayn degisikligi yapip yakit tuketimini dusururerek bu ucaklari yeni nesil model (737 max) olarak satmaya karar veriyor. fikir super. yalniz ucak airbus'lara kiyasla yere biraz daha yakin oldugu icin daha buyuk olan bu yeni motorlari olmasi gereken yere takamiyorlar, biraz daha one monte etmeleri gerekiyor. sonra fark ediyorlar ki bu degisiklik ucagin aerodinamigini ciddi olcude etkileyip ucagin burnunun kalkmasina sebep oluyor. o mevzuyu da bir yazilimla cozuyorlar. yazilim ucagin uzerindeki bir sensorden verileri aliyor, ucagin burnu bu aerodinamik problem sebebiyle kalkarsa bunu otomatik olarak duzeltiyor, super.

    dananin kuyrugunun basligimizla kesistigi nokta ise surasi: boeing, yaptigi tum bu degisiklikleri kimseye soylemiyor. cunku kanunen soylemek zorunda degil.

    cunku devlet piyasadan elini ceksin kardesim diyen bir grup insan, 2005 yilinda yaptiklari bir duzenleme sonucu amerikan havacilik idaresi faa'in, boeing'in uretim surecini bastan sonra denetlemesine gerek olmadigini soyleyerek faa'i devreden cikardi. boeing bir problemle karsilastigi zaman bunu faa'e bildirip onlardan gelen cevapla birlikte gerekli duzeltmeleri yapmak yerine allahin cezasi devlet burokrasisinden kurtulup problemi direkt sirket icerisinde cozerse havacilik endustrisinin on yil icerisinde 25 milyar dolar tasarruf etmesi ongorulmus. super, baska kimsenin aklina gelmemisti zaten.

    iste faa tarafindan adim basi denetlenmeyerek zincirlerinden kurtulan boeing, 737 max'te yaptigi bu degisiklikleri de biz hallettik kardesim ucak ucuyor iste diyerek kimseye haber verme ihtiyaci hissetmedi. zira bu degisiklikleri faa'e bildirseler, bu lanet devlet kurumu ucakta yapisal degisiklikler oldugu icin ucagin yeniden sertifikasyon surecinden gecmesini isteyecek, boeing'e zaman kaybettireceklerdi.

    bunun yaninda bu ucagi sattiklari havayollarinin pilotlarinin da bu degisiklikler sebebiyle yeniden kisa da olsa bir egitimden gecmesi gerekecekti. bu da boeing'in pazarlikta elini zayiflatacakti zira airbus'in yeni modeli pilotlarin yeniden egitimden gecmesini gerektirmiyordu. dolayisiyla boeing muhtemelen havayollarinin pilotlarini egitim masrafini karsilamayi vaadetmek zorunda kalacakti. bir suru gereksiz masraf canim. pilotlar ucakta bir yenilik oldugunu bilmezse, bunun icin egitilmelerine de gerek kalmazdi.

    ekim 2018'de ilk 737 max ucakta yapilan ve kimsenin haberi olmayan bu degisiklikten kaynakli yazilimsal bir tasarim hatasi sebebiyle dusunce (ki pilotlarin ucagi dusuren bu sistemin varligindan haberi olmadigi icin baslarina ne geldigini bile anlamiyorlar) boeing ucakta yaptigi bu degisiklikleri lutfedip havayollarina bildiriyor ama ucakta tasarim hatasi oldugunu kabul etmiyor. faa ise getir kardesim su ucaklari bir bakalim demiyor. mart 2019'da ikinci 737 max dusup de tum dunya ucaklarin havasahalarinda ucmasini yasaklayinca lutfedip ucagi inceliyorlar da ucakta tasarim hatasi oldugu ve boeing'in bunu sakladigi ortaya cikiyor. oyle bir saklamak ki, 737 max’in, ilk kazadan sonra boeing’in yayimladigi, kazaya sebep olan sistemin hatali calismasi halinde yapilmasi gerekenleri belirttigi guvenlik prosedurunun uygulanmasi halinde bile ucagin kurtarilamayacagi kadar ucmaya elverissiz bir ucak oldugu ortaya cikiveriyor.

    peki simdi ben bu uzun hikayeyi niye neoliberalizm basliginda anlattim? cunku neoliberalizm devletin ozel sektorden uzak durmasi gerektigini, piyasanin kendi yolunu bulacagini iddia eden bir ogreti. boeing ornegi gibi bir milyon tane ornek verebilirim, hepsi de ayni seyi anlatiyor: boyle bir dunya yok.

    butun bu olaylarin ustune, daha yeni, imha edilmesi gereken bazi yedek parcalari el altindan ucaklara taktiklari ortaya cikti. olay patlayinca mecburen kabul edip havayollarina bildirimde falan bulundular ucaklariniza bi bakiverin diye. sirketleri basibos birakirsaniz olacak olan budur.

    piyasa boeing'i cezalandirir diyecektir bazi mal degnekleri. boeing'in hisse senedi fiyati bu skandallardan once $350 iken su an $366. ceo'su isini dahi kaybetmedi. bu mu boeing'i cezalandirip boyle seyler yapmamasi icin agzina biber surecek olan piyasa? hayir aslinda bokunuzda bogulun diyip isime bakacam da, boeing'le de ucuyoruz mecbur, bi gun su tasarruf edecegiz diye kullandiklari yedek parcalardan biri icinde oldugum ucaga denk gelecek, olan gene bana olacak diye korkuyorum.

    ozetle, siz nasil bir saflikla bana boyle seyleri savunabiliyorsunuz, allahini seven birisi bana anlatsin.
  • finansal piyasalarin nasirli yumrugu suratinda balyoz gibi saklarken tekrar sorgulanan, ve bu kez çok net bir şekilde varligi eleştirilen 30-40 senelik bir yapilanmadir neo liberalizm..

    insanlar anlatmislar ama biz bir kez daha anlatalim.. neo liberalizm 4 seyi savunur.. amaci tüm gayesi budur..

    1- hic bir ithalat ihraçat kisitlamasi olmamalidir
    2- servisler piyasasinda hic bir devlet mudahalesi olmamalidir
    3- finansal markete mudahale edilmemelidir
    4- işçiler özgür olarak dolaşmalidirlar..

    şöyle ele alalim daha kolay olsun..

    a- dünya ticareti ne durumda..

    dünya ticaret örgütünün yardimlari ile bir şekilde düzenlenmiş durumda bu. avrupa birliği içerisinde gümrüksüzlük hakim resmen. ama yine de devletler kendi iç üreticilerini korumak için mükemmel yollar bulmuşlar. sözde sinirlama, sözde kota, sözde vergi yok ama kalite şartlari var.. domates bile ihraç ederken adam bin bir tane kural koymuş. diyor şu maddesi olmasin, şu kırmızılıkta, şu büyüklükte olsun, peynir ekmekte süper gitsin.. tabi bu şartlar oluşmadığında ihraç yapamiyorsun bu ülkeye.. kendi üreticisine bakiyorsun adamin, kendi koydugu sartlarin yanina bile yaklasamiyor.. eh o zaman gizli bir sinirlama, gizli bir kota var..

    özetle bu madde işler degil.. 40 senede neo liberalizm dünya capinda ticareti kuralsiz, vergisiz kilamamis..

    b- servisler piyasasi..

    servisler piyasasi denen hadise, saglik hizmeti, avukatlik hizmeti, otelcilik cartcilik curtculuk. yani belli bir mal gitmeyip insan egitiminin insan emeginin harcandigi dallar.. bu kuralda dünyada durum felaket vahim.. devletler saglik hizmetlerinden, egitim hizmetlerinden çekilmiş degiller.. çekilemezler de.. amerika ve ingiltere saglik sistemini, sigorta sistemini neredeyse özelleştirmiş durumda ama resmen kendi saglik sistemleri kokmaya baslamiş halde.. ingiltere kalp ameliyatina giren adamin böbreklerinin calinmasi, amerikada 2 ayda bir "acil serviste sigortasi yok diye bakilmadi göz göre göre öldü" haberleri bunun kanitlari..

    bu madde de yalan anlayacaginiz.. servisler piyasasindan da asla cekilemiyor devletler. sosyal güvenlik sistemleri her memleket için kocaman bir bütce yarasiyken olmuyor yine de .. bollocks!!

    c- işçilerin özgür dolaşimi..

    bu hakket bir utopya. sanirim bu maddeyi buraya yerlestirirken ilerde büyük devletlerin işçilere aç olacagi, agir sanayilerini beslemek için istedikleri zaman vasifsiz işçi bulma ihtiyaclari olacagi düsünüldü.. friedman ve dadaslari global sermayenin flash gordon hizinda akabilecegini, ve nakliye masraflarinin, tesis kurma masraflarinin altinda kalabilecegini ön göremediler.. tayvanda,çinde malezyada fabrikalar kurulmayacak sandilar..

    ama kuruldu. şimdiki durum "polonyali muslukcularin ülkemize girmesine izin mi verecegiz" gibi bir korkuya yerini birakmis durumda.. hoş polonyali muslukcular avrupa birligine girince zort diye gidip yerlesmedilr zengin ülkelere ama yine de insanlar korkuyor "işlerimizi elimizden alacaklar" diye feryatta bulunuyorlar.. bir de mesela özgür dolasim dedigin işçi, istanbuldan gidip vanda calismiyor. vandan istanbula geliyor gelecekse. illaki tek tarafli bir akış var.. çok da özgür degil yani..

    yeri gelmisken deginmek istiyorum ki, neo liberal ekonomi işçiyi "üretim araclari" içine dahil eden bir olusumdur. tüm dünyadaki ekonomi öğreniminde bir şey ögretiliorsa o da mal üretmek için 3 şeye ihtiyaç oldugudur.. 1 sermaye, 2 bina, toprak, arazi, 3 işçi.. bu dustur basta mantikli gorunse de işçiyi bir kagit, bir kumas, bir çelik saymaktan baska bir şey degildir aslinda. yani mesela üretimin maliyetini azaltmak icin kalitesiz girdi kullanabilirsin, ve daha az vasifsiz işçi kullanabilirsin diye düşünülür. ama olaylar öyle göstermistir ki bu işcilerin bir sosyal duruşlari var. çalişmalari için gerekli motivasyonlari, maaşlari hakkinda degisik düsünceleri var.. bu neo liberalizm kurallarini yazan herifler, yazdiklarini bir kez daha okusalar "ulan ne sallamisiz ha" derlerdi, stiglitz gibi adamlar da "işçi bir üretim araci degil, bir üretim amacidir" diye özetliyor zaten durumu..

    hülasa bu da sacma sapan durmuş durumda..

    d- finansal marketler..

    burasi zurnanin zirt dedigi nokta.. tüm dünya senelerdir "aman piyasalara müdahale edilmesin, onlar kendileri işlesinler, tam bagimsiz merkez bankasi, tam bagimsiz finans kuruluslari" dedi durdu.. ama sonrasinda bir kriz ciktiginda "aman devlet bizi kurtarsin" tirivirisina girdiler.. yani nedir "benim işlerim iyiyken devlet bana karismasin, ama batarken devlet beni kurtarsin yoksa yakarim, anam avradim olsun ki dünyayi yakarim".. masallah amerikan hükümeti de buna hak vermiş durumda ki cayir cayir yardim etmekte piyasalara..

    oysa ne demislerdi washington konsensusu'nda "piyasalar yükseliş zamanindayken kamu harcamalarini arttirin.. arttirin ki elinizdeki para ile daha cok para gelsin, arttirin ki halkiniz mutlu olsun... ama piyasalar düserken, krize girmişken sakin ha kamu harcamasi yapmayin.. üc kuruş paraniz var onlari da harcamayin"

    eh bilader "gotun basin ayri oynuyor" demezler mi sana? (bunu cidden demek istiyorum.. böyle basin toplantisina katilacagim amerikan baskaninin karsisina gecip

    "dear president, your head and your bottom are moving different" diycem.. artik ne gelirse gelsin basima arkadas.. heykelimi diker chavez!) "bu ne perhiz bu ne lahana tursusu" demezler mi?

    her neyse, benim bu ücüncü dünya savasina yol acabilecek ekonomik sistemin, kazasiz belasiz tarihin tozlu sayfalarina karismasi adina umudum var bu krizde.. tekrar savas sonrasi keynezyen politikara donulebilir.. tekrardan fabrika kizi cikar meydana, tekrar aç gözlü finansal firma ceolarinin iktidarindan kurtuluruz.. (adamlar aldiklari primleri yiyorlar su an mesela.. dünyanin altini üstüne getir sen, mortgage dallamaliklari ile, türev piyasalarinla sonra kalk 100 bin dolarlik av partileri düzenle.. ayiptir be!)
  • 1974 global ekonomik krizi ardindan bati'da refah devletine guvenin cokmesi ve ucuncu dunyaya donuk gelisme modellerinin iflas etmesi ve en nihayetinde de sovyet sosyalizminin tum kredisini yitirmesi sonucu kendisini tek sosyoekonomik model olarak sunan bir izm'dir. ideolojidir diyemeyecegim cunku ideolojilerin insanin rasyonelligini dejenere ettigini iddia eder.

    liberalizmin insan, toplum ve ekonomi anlayislarindan daha degisik bir sey soylemez. ama onun asil yeniligi siyaset alanindadir.

    ekonominin siyasete ustunlugunu benimser ve bundan dolayi turkiye gibi gelismekte olan ulkelerin basina askeri vesayetin ardindan bir de ekonomik vesayeti bela eder. neoliberalizme gore siyaset ideolojilerden arindirilmali, toplumsal ve ekonomik mevzulara kafa yormamalidir. boylece siyasi aktorlerin her turlu yaratici muhayyileleri siyasetin di$ina itilir. ne de olsa tek yol serbest piyasa ve ozellestirmedir. bu dinden ote bilimdir aslinda. cunku alternatif modelleri irrasyonel olmakla itham eder. daha fazla kafa yormaya ne gerek vardir.

    siyasetin secim yarisinda kullanabilecegi tek alan olarak kimlikler kalir. siyasi tartismalar islamci-kemalist, turk-kurt gibi kavramlar etrafinda doner. ama ulus devletin birlik-butunluk paranoyasi sayesinde farkli kimliklere de yer yoktur.

    ideolojilere ve farkli kimliklere kusku ile bakildigi, siyasetin ekonomik vesayete terk edildigi bu ortamda kamusal alanda ifade edilebilecek tek mesru siyasal soylem vatanseverliktir. siyasi aktorler cesitli tonlarda bu soyleme siginirlar. korku politikasi da siyasi aktorlerin cok sikca basvurdugu bir yontemdir. siyaset boylece vatanseverligin cesitli tonlari ve muhtelif oculer (seriat, siyah turkler, kurtler, vs.) esliginde surer gider. bu arada yerlisiyle, yabancisiyla buyuk sermaye isini gorur, somurdukce semirir, semirdikce somurur.

    turkiye'de neoliberalizmin tohumlari 1980 ihtilali ile atilmis, ozal ile serpilmis, chp ve dsp gibi sozumona sol partilerin de ortagi oldugu hukumetlerle yerlesmis, kemal dervis ile iyice kok salmis ve nihayet akp ile kemale ermistir.

    depolitize ettigi toplumun vatanseverlik soylemi ile asiri politize olmasi ise kisa devrelere sebep olabilmektedir. bu guruhun internet ortaminda yazar-cizer olma imkanina kavusmasi bu kisa devre durumunu her gecen gun yayginlastirmaktadir. bu ici bos siyasal bilinc durumlari neoliberal toplumun elinde patlayabilir. yine de sermaye kazanmaya devam edecektir. aslolan da zaten budur.
  • son zamanlarda neoliberalizmin türkiye için ne kadar sakat olduğunu, bugünlerin neoliberal dönemlerdeki tüketici alışkanlıklarımızdan kaynaklandığını iddia eden vasat bir solcu kitle türedi.

    vasat diyorum çünkü güneş kadar ortada konulara gözlerini kapatıp neoliberalizmin türkiye'ye ne kadar zararı olduğunu göstermeye çalışan yazılar kaleme alıyorlar.

    örnek vermek gerekirse türkiye'de hiçbir zaman bir macbook 1200 tl, bir playstation 750 tl falan olmamalı. türkiye bunu bu şekilde tüketecek bir üretime sahip değil falan.

    babacan dönemindeki neoliberal politikaların bugünlere sebep olduğunu envai çeşit ayrıntıya girip politik konulara hiç değinmeden açıklamaya çalışıyorlar.

    benim çok sevdiğim bir söz var. belki kendim üretmiş bile olabilirim, bir yerde okudum mu hatırlamıyorum.

    ekonomi ve politika bir paranın iki yüzüdür.
    ekonomik okur yazarlık olmadan politika; politik okur yazarlık olmadan ekonomi anlaşılamaz.

    bu insanların geneli politik okur yazarlıkları zayıf olduğu için sadece ekonomik detaylara bakıp aradaki boşlukları da kendi fantazilerine göre dolduruyorlar.

    aradaki boşluklar politik boşluklar ama oraya girmiyorlar işte.

    neo-liberalizm, kapitalizmin küreselleşmesidir.

    türkiye gibi ülkeler de bu küreselleşmeden en çok yararlanacak ülkelerdir.

    bugün senin mühendisin mesela kaçıyor gidiyor almanya'ya orada vatandaşlık alıp çalışıyor ya, işte bu neo-liberalizm olmuyor.

    eğer neo-liberalizm olsaydı şirket o mühendisin ayağına türkiye'ye gelirdi. babacan döneminde bu böyleydi. akp neoliberal politikalar uygularken bu böyleydi.

    beyinler gitmiyor, o beyinleri çalıştırmak için şirketler buraya geliyordu.

    senin mühendisin türkiye'de yaşıyor, türkiye'de harcıyor ama uluslararası bir firma için üretiyordu. dolayısıyla diyorlar ya,

    türkiye bu kadar üretmiyor nasıl bu kadar tüketsin diye,

    dış yatırım gelince bal gibi üretirsin de tüketirsin de.

    senin yaratamadığın iş ilanlarını yaratır çünkü dış yatırım. ülkendeki beyaz yaka, eğitimli personal, mavi yaka vs gider uluslararası firmalar için üretir, sen de bundan payını alırsın.

    yıllarca oluşturamayacağın üretim seviyesine bu şekilde ulaşabilirsin. amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok yani. ille biz üreteceğiz diye bir şey yok. bizim kaliteli bir burjuva sınıfımız olmayabilir ama nispeten iyi bir genç nüfusumuz var. içlerinde iyi mühendisler var.

    akp'nin ilk dönemlerinde bu böyleydi.

    maaşlar yüksek, alım gücü yüksek, tüketim gücü yüksekti.

    çünkü ciddi bir dış yatırım vardı.

    burada vasat solcuların dönüp takılı kaldığı nokta sıcak para mevzusu. yani ucuz krediler. zannediyorlar ki refahı ucuz krediler sağlıyor, kredi bitince iş bitiyor.

    ya iyi de kapitalizm zaten bir geleceğe borçlanma sistemidir.

    ülkende ucuz kredi olması = mükemmel bir şey. bu bir tuzak falan değil. kapitalist sistemde gelişmenin en ideal yolu. ucuz kredi de öyle ayda yılda bir denk gelen sıcak fırsat değil, oyunu kurallarına göre oynar, iyi uluslararası ilişkilere sahip olur, ekonomini düzgün yönetirsen kredi notun yüksek olur ve hep ucuz kredi bulabilirsin. (ha savaş olur, pandemi olur etkilenir falan o ayrı mevzu, ama biz pandemi ve savaş öncesinde de kredi notu anlamında kendi kendimizi bitirmiştik)

    ucuz kredi öyle denk gelen bir şey değil. kurallarına göre oynarsan, demokrasi ülkesi olursan, tek adam değil sistem ülkesi olmaya çalışırsan hep elde edebileceğin bir şey.

    siz kapitalizmi anlamadığınız için kapitalizme dair detaylara komplocu bir dayı gibi bakıyorsunuz.

    peki ne oldu?

    neoliberal politikalarla mı bu günlere geldik?

    hayır.

    türkiye uluslararası yatırımcılar için " yatırım yapılamaz " seviyelere geldi. 2 tane oy almak için almanlara nazi dediler. hollanda'da rezalet çıkardılar. kredi notu açıklayan fitch gibi kurumlara eyy..... falan dediler. hava savunma sistemi alamadık, suriye'de abd ile anlaşamadık diye gidip s-400 alıp açıkça batıya mesaj verdiler. daha neler neler. yazsak tuğla gibi entry olur.

    akp yarattığı refahı neoliberalizm ile yarattı. ama kerameti kendinde zannetti. sonra neoliberalizmin bütün enstrümanlarına savaş açtı.

    ya bu ülkede faiz sebep enflasyon sonuç gibi bir ekonomik sistem uygulanıyor şuan, farkındasınız dimi bu garabet durumun?

    bütün neoliberal teorilere, aktörlere, kurumlara, uluslararası ilişkilere bu şekilde siktir çekersen ortada neoliberalizm falan kalmaz.

    onun yarattığı refah da gider.

    neymiş türkiye sıcak para varken çok tüketmiş o yüzden böyle olmuş.

    neoliberaller mi bozdu türkiye'nin uluslararası ilişkilerini? neoliberaller mi dedi git yeni osmanlıcılık oyna diye? neoliberaller mi dedi bürokrasideki kalifiye adamları at yerlerine rizelileri, kartal imamhatiplileri falan doldur diye?

    neoliberalizm bir sistemdir ve kuralları vardır.

    kurallarına göre oynarsan kazanırsın.
    kurallarına göre oynamayı bırakırsan kaybedersin.

    nedir bu kurallar?

    hesap verebilir, güvenilir bir hukuk devleti.
    iyi uluslararası ilişkiler.
    merkez bankası gibi kurumların bağımsız olması.
    tek adam değil, sistemsel bir yönetim kurulması.
    iyi ekonomistlerin ülke ekonomisi ile ilgili alacakları kararları ekonomi bilimine göre alması.
    kısaca kopenhag kriterlerine yüzünü dönmüş bir hükümet diyebilirsiniz.

    akp kopenhag kriterlerine yüzünü dönmüşken refah var mıydı? vardı.

    şimdi bu kopenhag kriterlerine karşı olan vasat solcular ne yapsak ne etsek de aslında o refahın " sahte " olduğuna milleti ikna etsek diye uğraşıyorlar.

    kopenhag kriterlerine yüzünü dönmüş türkiye = refah.
    kopenhag kriterlerinden dönmüş ve tek adam rejimine dönüşmüş türkiye = sefalet.

    denklem ortada değil mi?

    suç neoliberalizmin mi yoksa neoliberalizmin aktörlerine siktir çeken politikacıların mı?

    ortada bir teori var, diyoruz ki uygularsan kazanırsın. uyguluyoruz kazanıyoruz.
    sonra diyoruz ki uygulamazsan kaybedersin, uygulamıyorlar kaybediyoruz.

    ya ikisini de yaşadık son 20 yılda. yaşamadık mı?

    sonuç ortada değil mi? haklı olduğumuz ortada değil mi? daha ne kanıt görmek istiyorsunuz?

    ülkeni yöneten tek adam uluslararası kredi kuruluşlarına, ciddi yatırım potansiyeli olan ülkelere hakaret ederken, absürd ekonomi politikaları uygularken, neoliberalizmin tam zıttı yönde politika üretirken neoliberalizmi suçlayamazsın vasat solcu. lütfen artık bunu kabullen.

    edit: selin sayek böke, sana diyorum. okuyor musun?

    biz burada kampüs solcularını eleştiriyoruz, ana muhalefet liderinin ekonomi politikalarından sorumlu genel başkan yardımcılığı yapmış kadın gidip brüksel'de neoliberal politikalarla yönetilen ülkelere türkiye gibi bir ülkeden gidip neoliberalizmin bizi nasıl kötü günlere sürüklediğini anlatıyor.

    socialist circle jerk işte.

    vasatsınız vasat.

    yaşıtlarınız politikaya ilgi duymadı diye kendinizi insandan sayıyorsunuz. muhtar bile olmamanız lazım sizin.

    edit: bu entry'ye sallayan baya bir vasat solcu gelmiş. kendileri en basit paragrafları ile anlayabilecek kapasitede olmadıkları için hiçbirine tenezzül etmedim. ama madem bu kadar üstüne alınan olmuş vasat solcu nedir açıklayayım,

    solcu: öyle ya da böyle devletin ekonomiye daha fazla müdahale etmesini, devletin ekonomiyi kontrol etmesini isteyen sosyalizm ideolojisine yakın kişi. ne kadar kontrol etsin, ne kadar sosyalist olalım vs o ayrı bir spektrum.

    vasat solcu: türkiye'nin son 10 yıldır neoliberalizm ile uzaktan yakından alakası kalmamışken, bunun neticesinde ekonomik olarak tepetaklak gitmiş iken 20 yıl önce neoliberalizm vardı diye bir şekilde türkiye'nin ekonomik çöküşünü neoliberalizme bağlayan kişi. halbuki türkiye'nin niye çöktüğü çok açık ve neoliberalizm ile hiçbir alakası yok. ve hatta neoliberallerden uzaklaşmasıyla ilgisi var. o kadar açık ki bu.

    biz ülkeyi allahçı komünist parti yönetiyor diyoruz adam/kadın bize türkiye neoliberalizm yüzünden böyle diyor. daha ne diyim ki bunlara ben? bu entry'de diyeceğimi demişim zaten.

    bu insanlar aptal çünkü bu direkt elma armut. ne diyim yani. vasatsınız. bu farkı göremiyorsunuz.

    siz sadece ekonomik olarak kötü bir çıkarımda bulunmuyorsunuz. siz simit satsanız kötü simitçi olursunuz. spor yapsanız kötü sporcu olursunuz. film çekseniz kötü filmci olursunuz. siz elma ile armutu ayırt edemeyen insanlarsınız çünkü.
  • neoliberallerin en buyuk basarisi bu sistemi devletin kuculmesi olarak gostermesidir. 80'ler ve 90'larin mottosu "devlet don yapar mi, devleti kucultmek lazim" idi. neoliberalizm trenine binildi, akp doneminde yeni demokrasi hareketi'nin ekonomik programi bire bir uygulandi, yani tam anlamiyla neoliberalizm geldi.

    bu degisimi ornekle anlatayim, mesela eskiden kaldirimlari belediyelerin iscileri, yollari karayollarinin iscileri yapardi. bu isciler ozel sektorun acimasiz sartlarinda calismadiklarindan, kadrolu ve orgutlu olduklarindan calisma kosullari duzgundu, gerektiginde calisma sartlari ve maaslari icin eylem yaparlardi, sendikalari vardi. gunumuzdeyse bu isler ozel sirketlere ihale edilmis durumda. bu sirketler de genelde ihaleleri alip taseron sirketlere is yaptiriyorlar. bu iscilerin kadrosu yok, cogunun sigortasi yok, agir kosullarda ve kisa donemli calistiriliyorlar, gelirleri de kadrolu iscilere gore cok dusuk kaliyor.

    cikarilan yasalarla isler ozel sirketlere ihalesiz yani pazarlik usulu verilebildiginden, ya da bir takim ozel sartlarla ihaleler istenen sirketlere verildiginden, yerel yonetimler olsun, merkezi devlet olsun, halktan vergi toplayip onu sirketlere lagveden bir numarali kapitalizm finansoru haline geldi.

    simdi devlet eskisinden de daha fazla vergi topluyor. belediye kaldirim yapacaksa ozel sirkete ihale ediyor. devlet toplu konut yapacagim diyor, ozel sirketlere gidiyor. boylece basa gelen hukumetler ve belediyeler istediklerini zengin ediyorlar.

    bu nasil bir devlet kuculmesidir anlayan varsa anlatsin. taseronculuk, rant, ihaleye fesat karistirma duzeninin adidir neoliberalizm. ustelik de hukumetlerin sermayeye hukmetmesini sagliyor. sevmedigine milyar dolarlik vergi borcu, senden olana yagli bagli ihale. nitekim akp'nin gelisiyle turkiye'deki yali sahiplerinin degisimine, ilk 500 buyuk sirket icindeki musiad ve tuskon dagilimina bakildiginda, devletin istedigini batirip istedigini cikardigi vahsi bir yapilanma goruyoruz.

    neoliberal devlet, dogrudan sermaye ureten, kotu bir devlet kapitalizmi. bunu hic devletin ekonomiden elini yagini cekmesi olarak falan gormemek gerek. devletin bizzat zenginlik dagitmasi demek cok daha dogru olur. ustelik yoksul kesimin, calisan kesimin elinden direnme mekanizmalarini, itiraz mekanizmalarini da almis, dislerini teker teker sokmusler. kimse bir seyi degistirecegine inanmayor, is bulduguna sukreder hale geliyor. is bulamazsa da sucu devlette bulmuyor, cunku devlet isveren degil nasilsa.

    eskisi gibi isleri devlet iscileri yapsaydi, sermaye bu kadar hizli el degistiremezdi, bu kadar hizli rant yaratilamazdi. sermaye bu kadar hizli el degistirmezdi. aslinda esas guclu ve asiri buyuk devlet neoliberal devlettir.
  • gelir dağılımında, vergi yükünde ve ücretlerde adaletsizlik yaratıp sosyal güvensizliği pompalayan ekonomik sistemdir.devletin resmi rakamlarıyla incelendiğinde yıkımın büyüklüğü ortadadır.

    "900 bin insan aç; 20 milyona yakın insan yoksul,

    işsizlik oranı yüzde 10’ları aştı,

    7 milyona yakın insan kayıt-dışı çalışıyor,

    her bir çocuk 4500 dolar borçlu doğuyor,

    vergilerimizin yüzde 65’i ve bütçenin yüzde 40’ı faize gidiyor,

    en zengin yüzde 20’nin geliri, en yoksul yüzde 20’nin gelirinin 8.1 katı,

    toplam vergi gelirinin sadece yüzde 7’si holdinglerden, bankalardan alınırken; asgari ücretli yıllık gelirinin yüzde 40’ını vergi olarak ödüyor, 350 ytl ücret eline geçiyor,

    ekonomi son 25 yılda 3 kat büyürken; ücretler erimeye devam ediyor,

    yatırım harcamalarının bütçe payı 20 yıl önce yüzde 21.3 iken, bugün yüzde 6.5,

    çiftçinin geliri son 5 yılda yüzde 20’den fazla azalırken; esnaf ayakta kalamıyor, emeklilerin, gençlerin, kadınların çilesi büyüyor,

    özelleştirme ve kamu hizmetlerini ticarileştirme girişimleri sürüyor. "
  • neo liberalizm'in kurallarini ortaya aymazca atan "şikago ekonomi üniversiteyi" hocalarini bir bir taniyalim: (işte o üyeler)

    frank knight: risk üzerine calisan ve risk konseptini matematikleştiren şahane bir adamdir kanaatimce.. insanlarin risk almalari üzerine muhtesem teorileri vardir ve knightian uncertainty diye bir zamazingoyu bulmustur.. hesaplanmayan risk durumlarinda insanlarin davranislari üzerine bir duruştur bu.. mesela ilk kez bakilan bir yoldan ilk geçen ilk kadının gögüslerinin silikon olup olmayacagi üzerine girişilen iddiada nasil bir tutum alinacagi "knightian uncertainity" konusundadir.. gögüsler bambaska bir konudur gerci..

    friedrich hayek: knight gibi soylu bir ailenin cocugu olarak dogmustur bu arkadas.. "liberal bir diktatoru, demokratik ama liberal olmayan bir yonetime tercih ederim" sözünü edebilen bu sahane arkadas, ticaret döngüsü liberal ekonominin en saglam taslarindan birisinin mucididir.. "piyasalar belli donemlerle krize girerler, belli donemlerle krizden cikarlar" manasina gelen bu duruş tamamen liberal ekonominin bir acigini kapatir.. birisi de "ulan göt nie krize girelim? nasil bunu kaniksadin kuduz!" dememistir bu arkadasa.. nobel vermislerdir üstüne bir de..

    ronald coase: fakir bi ailenin hasta cocugudur. cocuk felci misali bir hastalik gecirmis ve belli bi yasa kadar ayak demirleri kullanmak zorunda kalmistir. finansal marketlerde büyük önemi olan komisyon ederi (transaction cost) un hesaplanmasinda büyük rol oynamis, boylelikle finansal marketlerin liberallesmesinde adi wall street e cakilmistir.. nobel ödülünü de 1991 yilinda almistir zaten

    george stigler: 4 yasinda dünyaya gelmistir.. darwinist fikirleri piyasaya uygulamis ve "büyük balik kücük baligi yer" hikayesini, sirket birlesmelerini cartlari curtlari bir bir izah etmistir.. kamu kisitlamalarinin (yani devletin kamuya mudahalelerinin) getirilerini ve goturulerini incelemis ve sasarsiniz nobel ödülü kazanmistir..

    milton friedman: yahudi ve fakir bi ailenin new yorklu cocugudur.. ayni sartlar altinda kimisi woody allen olurken kimisi milton friedman oluyor demek ki.. mükemmel bir adamdir friedman.. neo liberal ekonomide para hakkinda bildigimiz her seyin kuramlari kendisine aittir.. para arzi, para talebi, para böreği, para kizartma gibi şeylerin tariflerini bir bir yapmistir.. tüm bu şikago okulunun lideridir kendisi.. atom bombasi için oppenheimer neyse milyon friedman da odur ekonomi için.. sanirim tam şey olmadi.. aile filmleri için münir özkül kimse friedman da şeydir işte.. nobeli ve altin portakali vardir.

    robert fogel: ekomomik tarih adina süper arastirmalar yapmis, neo liberalizm in kokenlerini david hume a saplamis bir adamdir.. önce binayi yapip sonra temelleri atmak gibi olmuş biraz ama o kadar çatlak su kaçırmaz.. nobelinden hic bahsemiorum bi de..

    gary becker: rotten kid theorem die feci eglenceli bir teoreme imza atmis, şikago okulunun en genc üyesidir. (hoş şimdi 78 yasindadir ya) ama esas katkisi insan sermayesi üzerinedir.. "bir ülkenin en büyük zenginligi, insan sermayesidir" sözünü söyledigi rivayeti dolasmaktadir. organ ticaretini "serbest birakilsa daha güzel olacak" diye de desteklemis garip bir adamdir.. 3 kere köftesine zehir katilmak süreti ile öldürülmeye calisilmistir.. ama yine de nobeli almistir (yil 1992)

    richard posner: hadiseyi boka sardiran bir avukattir.. neo liberal ekonomi den anladigi kadariyla, yeni iş kanunlari düzenlemis ve dünya işçilerinin keyfini kacirmistir.. sendikal haklarin pandiklenmesi, finans sektorunde calisanlarin kendilerini isciden saymamasi, gorevini kötüye kullanan ceolarin basina bir iş gelmemesi gibi kanunlari hazirlamis ve sunmustur.. garip bir adamdir.. benim bulundugum yerde yatacak yer saglanmamasini istemekteyim kendisine.. nobel falan da almamıştır zaten..

    hal böyleyken böyle.. her biri mükemmel adamlarken, birlikte olusturduklari sistem felaket bir sistemdir.. dünya öyle garip bir yer ki, bir şey ürettiginizde iyi oldugunu dusunuyorsunuz, sonra birileri onu kötüye cevirebiliyor.. üstelik onlar da iyi yaptiklarini düşünürlerken..
  • neo liberalizm'in sosyalistler tarafından herşeyi açıklayan bir anahtar haline getirildiği, bir nevi şeytanlaştırıldığına dair meseller okumaya başladık sağda solda. hatta türkiye'de washington konsensüsu uygulanmadığı için neo liberalizmin sözkonusu olamayacağını, hatta 80'ler ve 90larda lafının bile edilemeyeceğini iddia eden çok bilen şaşkınlar bile görmek mümkün. rastlarsanız şaşırmayınız. ama tunus, libya, misir vb. kuzey afrika'nın da değil neo, morpheus, bildiğin matrix olarak ayrı bir alem olarak yaşadığını, bu ülkelerin zaten çok geri bir ekonomik temele sahip olduğu için hala "keynesçi diktatörlükler" olarak yaşadığını, inşaat falan yaptıklarını, neo liberal politikaların esamesinin uygulanmadığını ciddi ciddi ileri süren oryantalist şaşkınlar da var. "benim koyunum avrupa'nin koyunundan farklı bakıyor" diyen bir nihat doğan tadı almak mümkün tüm bu yorumlardan.

    neo liberalizm konulu tartışmalara ve konuya uzak olanlar, basliğin tamamanı okumaya üşenenler için çok temel bir iki not düşeyim.

    ilki neo liberalizm, kendisinden önce gelen refah devleti temelindeki keynesyen iktisat politikalarından devletin ekonomideki rolünün daraltılması ve kamu kurumlarının ve kaynaklarının neredeyse tümüyle sermaye ilişkilerine dahil edilmesiyle dahil edilmesiyle ayırdedilir. ve bu niteliğiyle 1970'lerin sonlarından itibaren özellikle abd ve ingiltere'de uygulanmasına başlayan bu yeni ekonomi politikalarına dayanak oluşturan başlangıçta chicago okulu vb.den esinlenen parasalcı, son yıllarda da kurumsalcı bir ekonomi paradigmasına dayanır. türkiye'de özellikle 24 ocak kararları sonrası ve 1980'lerin ortalarından itibaren neo liberal bir ekonomi programı uygulanmaktadır. akp'nin izlediği ekonomi programı nitelik itibarıyla özal'ın demirel'in, çiller'in politikalarından farklı değildir. olgunlaşmış bir neoliberal program çerçevesinde devletin neo-liberal dönüşümü süreci (yönetişim mekanizmaları, özerk kurumlar, kalkınma ajansları, yeni sanayi stratejisi, ulusal istihdam stratejileri, enerji ihale ve kurumları vs.) ise tamamlanmış değildir ve bu sürece bu yalnızca emek gücü üzerinde değil, toplumun yaratmış oluğu tüm maddi değerler üzerine süren sert bir rekabet ve paylaşım mücadelesi eşlik etmektedir.

    ikinci olarak neo liberalizm tıpkı merkantilizm, keynesçilik ya da "bırakınız yapsınlar"cı liberalizm gibi değişen, dönüşen bir ekonomi paradigmasıdır. yaşanan krizler karşısında yeni arayışlar ve politikalar geliştirilmektedir. washington mutabakatı, ters washington, yeni kurumsalci yaklaşım vs. temelde bu sürecin büyük ölçüde uluslararası mali sistemde ve finansal yapılarda yarattığı kırılmaların çözülmesini hedefleyen birer uğrağıdır.

    üçüncü olarak neo liberal ekonomi politikalarıyla baskı rejimleri ve diktatörlükler arasındaki mükemmel uyumdan sözetmek gerekir. kamunun tasfiyesine, geniş çaplı özelleştirmelere sağlık, güvenlik vb. hizmetlerin özelleştirilmesine, kitlesel örgütlenmelerin dağıtılmasına ya da yasaklanmasına dayanan neo liberal ekonomik ve toplumsal siyasetler en kolay uygulama alanını bu ülkelerde buldular. temel toplumsal destekler ve onay mekanizmaları ise büyük ölçüde siyasal iktidarlar tarafından korporatist bir ilişki içinde yeniden tanımlanan toplumun muhafazakar ve tutucu kesimlerinden derleniyor diyelim o da eksik kalmasın...

    yaklaşık 30 yıldır devam eden neo liberalizm tartişmasi için "bu da yeni moda oldu" diyen şaşkınlar için söylenecek fazla bir şey yok, halihazırda internette de çokça kaynak var, ama şu kisa sunuş ve makaleler kapitalizmin türkiye'deki, dünyadaki gelişme süreci ve neo liberalizm etrafındaki güncel tartışma evrenini kavrayabilmek için birer okuma parçası ve giriş olarak epeyce iş görür sanırım.

    http://fuatercan.wordpress.com/…k-ycinn-bir-girith/
    http://www.praksis.org/files/009-09.pdf
    http://www.birgun.net/…45&year=2011&month=02&day=22
hesabın var mı? giriş yap