• henüz old to be clean diyemeyeceğim kadar gençtim. müzikle kurduğunuz ilişki, bu yaşlarda şekilleniyor. dinlediğiniz müzik tarzından bahsetmiyorum. müziğe biçtiğiniz rol, verdiğiniz değer, hayatı müzikli okuma alışkanlığı gibi dertlere bu yaşlarda hasıl oluyorsunuz.
    düşünceleriniz, onu eyleme dökme heyecanınız da cabası. hatırlıyorum ve arıyorum o heyecanı. okuduğunuz bir yazarı, sevdiginiz bir müzik grubunun elemanlarından birisi de seviyorsa, dert edindiğiniz bir meseleyi lirikleştirip ezgisiyle kendinizden geçtiğiniz bir şarkıya söz eyliyorsa, sizi üzen, yaralayan olaylar onu da kanatıp sesini çatlatıyorsa inancınız pekişir, kaşlarınız çatıklaşır ya da hesapsız bir gülücük gelip suratınıza oturur..

    tersi de olur, belki daha çok. müziğini sevdiğiniz, tonundaki öfkeyle temizlendiğinizi düşündüğünüz bi ekibin olur olmadık icraatlerine tanık olup yıkılırsınız. kasetleri rafa kaldırır, arkadaşlarla kulis yapıp, onlara da dinlememeleri yönünde salık verir, başka sulara yelken açarsınız, içiniz biraz burkulmuştur.

    o zamanlar, bu hislerin yoğunluğu bi nevi açlığı da beraberinde getirirdi. kitaplar, az sayıda çıkan rock mecmuaları iştahla takip edilir, d.i.y usulü takılan her kanala; distrolara, fanzinlere itina ile abanılır, müzik zevki ile politik duruşu paralel abiler-ablalar binbir soru ve tavsiye isteği ile yoğun darlanmaa maruz kalırdı.*

    o heyecanı hatırlıyorum.

    mabedler vardı; aslıhan pasajı, anabala, akmar, kod müzik...bu mabedlerde albüm kapaklarından, orada-burada okunmuş bir yazı sonrası akılda kalmış bir isimden yola çıkarak keşifler yapardık. ve kaset umduğumuzu veriyorsa ganimetimizi paylaşmak üzere laflar, yazar, paylaşırdık.

    işte böyle bir keşifte, anabala'da elime geçti thunder and consolation, 16 yaşındaydım. kasedi teybe ilk koyduğumda üst üste kaç kez dinledim bilmiyorum. walkmanin pilleri bittiğinde the charge'ı bir kez daha dinlemek için pilleri kaç bin kez dişlediğimi de.

    yeni tanıştığım her grubun hayatımda yepyeni kapılar açtığına inandığım, ve daha önce de söylediğim gibi, bu manada biraz da doyumsuz olduğum o dönemde, aylarca başka hiç bir şey dinlemedim. nma'nin bana öğrettiği en önemli şeylerden birisi bu olmuştu, bir ekibi hazmetmek, ondan gerçek anlamda haz duymak, zaman gerektiriyordu.
    bu arada justin'le, ekiple ilgili okumaya çalışıyor, ama asıl şoku,şarkı sözleri üzerinden yaşıyordum. özellikle thunder and consolation ve family konsepti, o dönem ihtiyacım olan tüm cümleleri müzikle sunuyordu, dört dönüyordum.
    sonra impurity'yi aldım. sanırım new model army ile asıl ilişkimi bu albüm sayesinde kurdum. this purity is a lie cümlesini duydukça ağladım, ergen kırılganlığından değil, gerçeğin çıplaklığından..

    sonra eight geçti elime.aylar süren beraberliğimizden sonra, new model army benim için bir müzik grubu olmanın fersah fersah ötesine geçmiş, yeri geldiğinde sığındığım, yeri geldiğinde elinden tutup savrulduğum, bazen justin'in gözlerine bakıp ürpererek serinlediğim, ama illa ki umudumun anlamını hatırladığım, kırgınlıklarımda yalnız olmadığımı gördüğüm, dünyanın bir çok yerine uzandığım * bir şey olmuştu, çok şey...

    sonraki sıralamayı hatırlamıyorum, vengeance, ghost of cain, strange brotherhood, no rest for the wicked...her albümü dinlemeden önce nasıl korktuğumu hatırlıyorum. ya kötüyse, ya beğenmezsem...yalnız kalma korkusu yaşıyordum, sessizleşme korkusu, eksilme korkusu.
    ama hepsi yersiz çıktı bu korkuların.

    2004 senesinde ilk kez konserlerine gittiğimde, ürpererek serinlediğim gözlerine doğrudan bakma şansı buldum justin'in, onlara ne kadar inandığımı ve bu inancın ne denli karşılıklı olduğunu gördüm. küçük odamda, istanbul'un muhtelif muhitinde kulağıma dolan ezgileri tüm gücümle bağırdım, onlarla birlikte bağırdık. hiç bi üyesini yakından tanımadığım aile mensuplarının yüzlerine baktım, onların ifadelerinde aynı gururu gördüm.

    yavasca hayatımda gercekleşen her olaya, büründüğüm her hisse, içine girdiğim türlü durumlara hep justin'in sesinden süzülen şarkılar eşlik eder oldu. türkiye'ye yaptıkları ziyaretler sonrasında, nasıl bir alışverişse aramızdaki, bu sesin volümü yükseldi, görüntüler eklendi..

    today is a good dayle beraber duvarları kırıp bir kiraz çiçeği gibi pervasız açtıklarında, bu ilişkinin bitimsizliğine inandım, albümün ilk şarkısını dinledikten sonra, sevmeme korkusu falan kalmadı, bundan sonra da o korkuyu hissedeceğimi zannetmiyorum. öyle bir miras verdiler ki ailemize ve dünyaya, ve o kadar güzel gösterdiler ki korkunun en büyük düşman olduğunu* ve korku dışında hissedeceğimiz, hissettikçe üreteceğimiz o kadar çok şey var ki...

    biz varız, bütün dünyada.
  • green and grey, aglatir bile adami (bkz: tecrube konusuyor)
  • istanbul a geldiklerinde kent fm de mete ve cuneyt in konugu olmuslar ve futbol uzerıne muhabbet etmışlerdı.ve hatta superonline canlı chat olayına girismis(aynı gun icersınde)ve sahsımın futbol uzerıne sorularını da cevaplayıp bi de bu iyi soruyo buna bedava bi bilet verelim demişlerdi.
    saygım var adamlara.
  • “ismiyle müsemma binboamania şeysinde çıkıp çalacakmış. böylesi çok daha güzel tabii. daha erkence bir saatte çıkacaklar, açık hava mis gibi, çoğunluk travis’e geleceği için rahat rahat izlenir. hem tezimi savunmuş olucam, beni kutlamaya gelmiş olacaklar. vodka limon ve nma… hayalini kurduğum bir organizasyon.”
    pollyanna littlewing, topcit., kapak sayfası

    “sen travis’e ön grup olacak adam mıydın be nma’cım…”
    twisted sister, kalbi kadar temiz sayfa
  • şimdi bulutların kenarında durmuş seni kurtaracak bir tını bekliyorsun - geliyor ve seni oradan alıyor
    sonra geceleri mağaralarda oturmuş daha karanlığı sabah olacağını ummayarak arzuluyorsun - o sana neşeli bir tekme atıp şefkatli gülümsüyor
    bazen elinde plastik barış kılıçları, teslimiyetle onları yere çakmak üzre koşar oluyorsun - arkandan geliyor bağırarak
    işte insanlar arasında gözlerinde miller, nesneleri kokularından tanıyarak yüzün düşük duruyorsun - işte sana ağlıyor
    öyle belagat yetişmeyen renkli iklimlerden çocuklara sesleniyorsun inançsız bir coşkulu huzurla - elinden tutup seni güzelliğe katıyor

    bir new model army sen tek başınayken bungun yaralarını tek başına sarıyor.
  • 1980'den beri bir kirin ortasinda tas ustune tas doseyip duvar orer gibi muzik yapmalari beni benden aliyor.
    su insanlarin albumlerini dinlerken kendimi degersiz ve kolelesmis, yasamimi harcanmis his ediyorum.
  • başta kendileriyle olmak üzere her şeyle ve herkesle kavgalı, sıkıntılı bir kitleye seslendiklerini bildiklerinden midir, yaşlandıkça huysuzlaşan, hissizleşen ve hassaslaşan ruhları kendilerinden ve çevrelerinden gelecek yıkıcı hamlelere karşı hazırlayan ve esirgeyen bir ihtimam vardır müziklerinde ve sözlerinde.

    bu adamların yaptığı bizim bildiğimiz bir müzik değil, yazdıkları şeyler şiir değil. nasıl anlatılır, hem de kelimelerle, hakkı verilerek nasıl nesneleştirilebilir karşı karşıya kaldığımız bu yoğunluk hali, bu hissiyatın izdüşümü? panikleyen ruhun aczini ve keşmekeşini nasıl olur da en dingin tınılalara dökebilir bu adamlar? bu kadar heybetli ve canhıraş haykırışlar nasıl olur da buz gibi soğukkanlı bir duruştan alır gücünü?

    ve nasıl olur da bir külliyat istisnasız insanın içine işler, bir girdap gibi kendine çeker, yılların ve yolların yıprattığı ruhları ve bedenleri? başka hiç bir yerde bulunamayan sığınma ve güven ihtiyacını karşılamayı başararak, hem de her seferinde her seferinde değişmesini ve şaşırtmasını bilerek.

    bir insan nasıl olur da hayatının farklı dönemlerine eşlik eden huzur arayışını, öfkesinin izahatını ve dışavurumunu, hayatla ve kendisiyle olan kavgasını, on beş yaşında da olsa, twentysomething de olsa o anki arzularını, özlemlerini ve acılarını new model army'nin duruşunda bu kadar duru ve berrak bir şekilde bulur?

    insan masumiyetini ilk önce kendini yaralayarak kaybeder. new model army bu ilk yarayı açan bıçak darbesinin tenimizin altındaki boşluğu yararak ilerlerken ruhumuzdan ve etimizden çıkan o acıyla karışık zevkin sesi midir?
  • 11.01.2006 tarihinde karga'da carnival'ın tanıtımı yapılacakmış. carnival'ı zaten tanımış olanlar "biz o konuyu işledik" diyebilirler. demeyenler aile içi bir bayram ziyareti yapmak üzere carnival'ın elini öpmeye gidebilirler kanımca. ya da şunu diyebilirler: "i'll toast the love that you showed me and the faith i gave to you."
    evet, ağlamaklı halimle ilgili linki veriyorum:
    http://www.kargabar.org/viewnews.aspx?newsid=77
  • yaz sonu çıkaracakları high albümüyle ve aralık ayının başında bir dizi konserle tekrar kapı(ları)mıza geleceklermiş. eşikte bekliyoruz.
  • birleşik krallığa tarihindeki ilk ve tek cumhuriyet deneyimini yaşattırmış 17. yüzyıl silahlı mücadele örgütü..
hesabın var mı? giriş yap