• bir ara beyrutta yasamıstır. ilk aşkını da burada yasamıstır. olaylar şu şekilde gelişir:

    "çalıştığım yerin yanıbaşında bir çikolata fabrikası vardı. ve bu fabrikada sarı saçlı, mavi gözlü çok güzel bir rum kızı vardı. adı eleni’ydi. matbaanın bütün gençleri bu kızın çevresinde pervane gibi dönerlerdi. bense üstüm başım çok kötü olduğu için uzaklarda durur, sokulamazdım. benimle alay eder korkusuyla hep kaçardım. bir gün ters çevrilmiş bir gaz sandığı üzerinde otururken yanıma geldi. zaten ufacık bir alevle parlamaya hazır olduğum için bütüm gövdemi ateş bastı. ben kızı türkçe bilmez sanırdım, benimle birden türkçe konuştu: ‘senin adın ne’ dedi, nereli olduğumu sordu. bir çikolata verdi. aiev ispirtoya değmişti artık. o günden sonra o kıza aşık oldum iyice. işime dört elle sarıldım. ve her gün saçlarımı taramaya başladım. sonra buluşmalar başladı, deniz kıyılarına iniyorduk. ve bir gün ona ayağımdaki eski pantalondan utandığımı söyledim. ‘sen ne utanıyorsun, zenginlerimiz utansın. aldırma böyle şeylere, boş ver’ dedi. işte bende ilk sosyal uyanış galiba bu rum kızı ile başladı."

    bu aşk hikayesi kızın bir gün işten ayrılması ile biter....
  • yaşar kemal 15 nisan 1966 yön dergisinde anlatır..

    "... 1949-1950 sıraları inanılmaz bir baskı altına soktular bizi. polis soluk aldırmıyordu. hiç yoktan, bir gün bakıyordum ki, bizim evi aramışlar. bütün kasaba, çoluğu çocuğuyla bizim evin önüne toplamışlar, candarmalar evi didik didik ediyorlar. bu en azından haftada bir oluyordu.kasabalıya eğlence çıkmıştı.

    sonra bir de polis halkı bizim üstümüze saldırtıyordu. sokağa çıkamaz olmuştuk. orahn'ın karısı, orhan da sokağa çıkamıyorlardı. biz bir şey mi yapıyorduk o sıralar, politik eylemlerimiz mi vardı? vallahi de billahi de yoktu. yalnızca hikayeler yazıp birbirimize okuyorduk. bu sıralar ben tam beş yıl her girdiğim işten çıkarıldım. o da bir şey mi? ırgatlıktan çıkarıldım. gidip bir çiftliğe arabacı duruyordum, örneğin. bir hafta sonra bir polis... haydi başka yere... batos ırgatlığından, çeltik arkı kazmaktan bile kovuldum. işte böyle günlerdi. orhan kemal'i de verem savaştan kovdular.

    bir gün buluştuk. haydi istanbul'a dedik. ben önce geldim. bir ay sonra da orhan geldi. bir el arabası alacak, sokaklarda sebze satacaktık. istanbul'da para bulamadık. sebzecilik de suya düştü.

    ben cumhuriyet gazetesine girdim. 1963 yılına kadar orada kaldım. orhan başını istanbul'da oradan oraya vurdu, tam on altı yıl bir iş bulamadı. verem savaş derneğiyle beraber ona bütün kapılar kapatılmıştı. belki şimdi bir işi vardır içerde...

    insanları anlatmak zor, demiştim. ama insanların bir yönü olu ki, bütün yönlerine baskın çıkar. o yönünü anlatmak, ortaya çıkarmak da kolay olu. örneğin orhan kemal bir direnç adamıdır. şu insan soyu içinde orhan kadar belaya, işkenceye, zulme dayanan çok az insan çıkmıştır bence... orhan'ın bu dayanıklığı şimdi bir sürü olayla gözümün önüne geliyor da tüylerim diken diken oluyor. senaryocular, en pespaye, aşağılık avrupa romanlarından çaldıkları senaryoları yeşilçam'da beş bine okuturlarken orhan ancak beş yüz lira alabilir alnının teri, gözünün nuru o güzelim hikayelere... çünkü yeşilçam esnafı, polisin, hükümetin orhan'ı sevmediğini bilir. çünkü yeşilçam esnafı, o gün öğleyin orhan'ın evinde çocuklarının ekmek beklediğini bilir.

    babıali esnafı da iyi davranmaz orhan'a...babıali esnafı da onun bir öğle yemeğine muhtaç olduğunu bilir. onun için, en kötü bir çeviriye en azından iki bin lira verirken, orhan kemal'in içinde bereketli topraklar üzerindesinin de bulunduğu altı kitabına iki bin beş yüz lira verir. 1966 yılında, bu çağda asıl zulüm budur. baskı, vahşet, utanılacak hal budur. hapis mapis değil... insanlığımızın yüz karası, bir yazarın buna mahkum edilmesidir.

    orhan kemal'le birlikte bir dergicinin kapısında elli lira için tam iki saat beklediğimizi de biliyorum. adam bizi bekletti bekletti de, sonunda "yarına" dedi. oysa orhan o dergiciye tam beş tane hikaye götürmüştü. orhan'ın ömrü böyle gazete kapılarında, yeşilçam, kitapçı kapılarında, böyle elli liralar beklemekle geçti. zulmün en amansızı budur işte. hapis mapis değil.

    hala şaşarım, orhan kemal o güzelim kitaplarını bu dert, bu bela içinde nasıl vakit bulur da yazar? onunla her şeyi soracak kadar arkadaşım, ama bu soruyu bir türlü soramadım...
  • dostoyevski ile ortak özelliği, para için roman yazmasıdır. her ikisi de bu amaç için yazmış ama eşsiz eserler ortaya çıkarmıştır. bu ortak noktadaki ayrı düşen ise dostoyevski'nin kumar borcunu çıkarmak orhan kemal'in ise kömür parasını çıkarmak için yazmış olmasıdır maalesef.
    yazdığı bir mektubunda kızına söz verdiği üzere alması gerektiği bisikleti bir türlü alamadığı, bu yüzden de çok mahçup olduğunu okuruz. adaşı orhan pamuk'un varlığında gözümüz yok ama orhan kemal'in de en az pamuk'unki gibi bir evde ve refah içinde yaşamış olması gerekirdi.
  • alın elinize bir kitabını.. okuyun birkaç bölüm.. kitabı okumaya ara verdiğinizde okuduklarınız zihninizde görmüş olduğunuz bir film netliğinde canlanır... orhan kemal'i "orhan kemal" yapan özelliklerinden biri de bu tasvir yeteneğidir.
  • eşine bıraktığı ve ölümünden 3 ay önce 1970' de yazdığı son mektupda;

    eşe dosta selam...
    inandığım doğruların adamı oldum...
    böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım...
    kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir...
    bizim ailenin delisi benim !!!

    demiş ve usunun enginliğini de;

    "ben halkımı, köylümü, bütün köylüleri, bütün fakir fukarayı seven bir yazarım. belirli birtakım şartlar yüzünden geri, bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların imkâna kavuştukları zaman değişip gelişebileceklerine, ileriliği benimseyeceklerine, uygarlaşacaklarına inanıyorum."

    "romanlarımdaki iyimserlik bana, halkımızı yakından çok iyi tanımaktan geliyor. daha açıkçası ben halkın kendisi, bir parçasıyım. onun için yakından görüyor, biliyorum ki en kötü insanın bile iyi bir yanı var. daha açıkçası, en kötü insanı içinde yaşadığı toplum yaratıyor. onun için bizim bulunduğumuz toplumun değil, dünyanın gelecekte düzene gireceğini, düzenli toplum insanlarının da daha çok mutlu olacağına inanıyorum."

    diyerek tarif etmiş; türkiye' nin kültürel çizgisinin eğri büğrülünden dolayı tanınmamasına, gelişmemesine sebep olan bürokrasinin ve onu elinde tutanların yasaklamalarının, saçma sapanlıklarının elimizden alıp götürdüğü niceleri gibi biridir. yoksulların, parasızların, işsizlerin, işçilerin büyük yazarıdır orhan kemal. ve sanırım en önemlisi; iyi biridir orhan kemal.
  • edebiyatımızda üç kemal'ler diye anılan (orhan kemal, yaşar kemal ve kemal tahir) yazarlardan en velud olanıdır. kuşağının onurlu bir temsilcisidir. vefat ettiğnde 56 yaşında idi...
  • “bir sanatçı, çamaşırcı bir kızın okuma meraklısı kızına orhan kemal’in çamaşırcının kızı kitabını vermiş. kız ertesi gün kitabı geri getirmiş. “ben bunları biliyorum” demiş.”

    mehmet fuat
  • toplumcu gerçekçilik dediğin şey var hani, kitabını yazmış bu adam. hem de ciltlerce...

    41 yıl önce ölmüş, çook çok mühim bi abimizdir..
  • roman yazmaya başlaması; kendi ağzından:

    "roman olarak ilk müsveddem, kocaman bir bakkal defterine çalakalem yazılmış bir gençlik macerasıydı aklımda kaldığına göre. şiirle uğraştığım aylardaydı. henüz yolumu bulamamıştım. yeni koğuş arkadaşım nazım hikmet'i şıp diye taklit ediyor, üstadı kızdırıyordum. istiyordu ki, onun sesleriyle değil, kendime has seslerle, benim olan şiiri yazayım. işte bu sıralarda yukarıda adını ettiğim gençlik macerası roman müsveddem eline geçmiş. ayaklarında takunya, koşarak yanıma geldi. elinde benim roman müsveddesi. yüreğim hop etti. sandım ki şiirlerimde olduğu gibi romanımı da tenkit edecek, beni yerlere geçirecek: öyle olmadı. "bunları sen mi yazdın" dedi. çekine çekine "evet" dedim. o büyük bir heyecanla - evet, heyecanla - "bırak şiiri miiri birader, hikâye yaz, roman yaz sen" dedi. "şiirle ne uğraşıyorsun?" o günden sonra başladım. roman bende hikâyeden öncedir. şimdi konusunu bile pek hatırlayamadığım on sekiz yaşım isimli küçük romanımı o yıllarda, nazım hikmet'in de yardımıyla yazmıştım. sonraları dil, sair bilgilerim arttıkça yavaş yavaş hikâyeye döndüm. uzun yıllar kendimi hikâyede biledim diyebilirim. roman daha sonraları, hapisten çıktıktan sonra gelişti." (önger, 1970)

    sanırım 1950li yıllarda orhan kemal bir romanı yüzünden mahkemeye düşer. bu durumu şöyle anlatır:

    "hikâye kitabım mahkemeye verilmişti. hakim, iddia makamına uyarak konularımı neden hep fakir fukaradan, işçilerden aldığımı; türkiye'de varlıklı insanların, iyi yaşayanların olup olmadığını sormuştu. ilk bakışta evet, çok doğru bir soru. neden hep bu insanları, bu insanların yoksulluğunu ele alıyorum? o zaman hakime: ben gerçekçi yazarım. en iyi bildiğim konuları alırım. varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok, demiş ve beraat etmiştim." (o. kemal, 1965-b:66-69)

    kaynak: orhan kemal'in romanları üzerine bir inceleme - mehmet narlı
  • adana nasıl anlatılır, mahalleleri nasıl anlatılır, fabrika işçileri nasıl anlatılır, çiftlik nasıl anlatılır, maraba nasıl anlatılır, bir toprak ağası nasıl anlatılır, ağa evindekiler nasıl anlatılır, bir dönem nasıl anlatılır' a örnek olarak:
    (bkz: hanimin ciftligi)
    (bkz: vukuat var)
hesabın var mı? giriş yap