• bu hanimkizimiz aslen bir piyanist. piyanosunun sesini bastirir/yuceltir koyu, guclu bir sesi var. yaptigi muzige anti-folk diyorlar. ben her yapilani janrlamaya karsi bir birey olarak muzigini ondan daha genis kitlelere hitap edebilmis piyanist/kadin sakicilarla tarifi tercih ederim. sarkilari misal bir tori amos, bir fiona apple'a gore daha kaliplara uymayan cinsten. regina 'simdi bir kita soz, bir nakarat, su kitadan sonra nakarati bir daha cakarim, sonra piyanomun cosacagi, gecen metrodayken aklima gelen sarkiyla pek alakasiz ama sahane iki satiri ekledigim bir bolum, bir kere daha nakarat, hah bitti iste.' demiyor. daha ziyade studyoda emprovizasyounun onde gideni yapilmis gibi bir izlenim soz konusu. o acidan sanki hatun canli izlenilse sarkinin bes olcusu, bir de sozlerinin anafikrini iceren birkac cumle disinda studyo kaydiyla alakasiz birseyler calarmis gibi geliyor. sozleri yukarida adlarini zikrettigim sarkicilara oranla daha az karamsar, daha az kisisel/depresif, yahut oyleyse bile 'al, sen de geber' demeyen cinsten. ancak yine de piyano ve kadin sesi sentezinin asla kacamayacagi bir zarafet, bir uzuculuk mevcut.

    bu vakitler kendisinin daha unlenmekte oldugunu tahmin ediyorum. zira yakin zaman once the strokes'un turnesinde onlarla gezip konserlerini acti. ayrica julian casablancas'i da turne esnasinda aradan cikarttigi soylenenler arasinda. kendisine helalinden bir aferim veriyorum.
  • ''geç bulup hiç kaybetmek istemediğim canım arkadaşım'' tadında insan.kurduğum hayallerin en güzel soundtracklarının sahibidir.

    (bkz: us)
    (bkz: hero)
    (bkz: fidelity)
  • yatak odanızda arka arkaya dinlediğinizde bir zaman sonra evde kendinizi bir fransız yönetmenin çektiği sessiz filmlerden birinde psikopat, duvara boş boş bakan oyuncuymuşsunuz gibi hissiyat yaratıyor. arabada işyerinde çaldığını bile farketmediğiniz bir fon müziği gibi birşeyler
    (çok güzel anlatamadım )
  • tam bir akıllı bıdık:

    if i was a dinosaur
    i'd be a reginasurus
    and if i knew a million english words
    i'd publish my own spektor's thesaurus
    if i was born in the merry month of may
    then i would be a taurus
    and if i had some extra time on my hands, then i'd
    surely join a chorus

    if i was a philosophy
    i'd be registentionalism
    and if people spoke using quotes of me
    they'd say reginaisms
    if i was a religion, then my church
    would surely have a schism
    there'd be regewish and registian and regislam and reguddist and regatheist
    but they'd still be friends

    if i was a great big city
    i'd be reginapolis
    no one would be sickly or achey
    in my thriving metropolis
    unless of course they came down with bad case of
    reginitis
    a heartache and a headache and a sunburn and a little bit of
    acute gastritis
  • nam nam nam nam nam* yemek istediğim zıpır kız. hastasıyım. şöyle bir sarılsam bir daha bırakmam.
  • harikalar diyarı'ndaki alice bu hanım kız. muzip bir kız çocuğu havasında şarkılarını söyleyen, masal diyarından gelmiş masal anlatıcısı. *kendi şarkılarını enstrümanıyla (piyano) çalan kadınlar* ekolünden. tori amos ve fiona apple familyasından gelmekte, onlarla olan benzerliği ise piyano çalarak şarkı söylemesi ve melek gibi olan sesini çok iyi kullanabilmesi sadece. henüz yirmi altı yaşında ve şimdiden üç tane albümü, birbirinden özel şarkıları var. hadi illa diretiyorsanız tori amos'a benziyor diye, tori'nin * hikaye anlatıcılığını; yok anacım fiona * diyorsanız da fiona’nın ses rengini almış. klasik müzikten çokça etkilenmiş, beslenmiş. bir yönü ağırlıklı olarak piyanist. diğer isimlerden ayrılan temel özelliği doğaçlamaya son derece yakın piyano melodileri. hatta çoğu şarkısı için melodik demek bile zor. kuralsız, kalıpsız ilerliyor. bu nedenle kimi zaman dinlemesi zor olabiliyor ama parçaları ikinci üçüncü dinleyişten sonra tanıdıklık haliyle sevmeye başlıyorsunuz. rus kökenli olmasından kaynaklanan değişik bir aksanı olmasına rağmen bu aksan rahatsız edici değil, aksine gayet sevimli duruyor.

    şarkılarında hep edebi göndermeler bulunuyor. bir öyküde anlatılabilecek gibi duran bir olayı notaların arasına yerleştirmeyi başarıyor. (bkz: chemo limo)

    bu ablamızın tori amos'dan ve fiona apple'dan ayrılan bir diğer yönü de şarkılarında hanım hanımcık değil. kırılganlık, narinlik yok. kimseyi umursamayan bir havası var ki beni hemen kendisine aşık ediyor. tori bir tanrıça * , fiona da cool abla ya; regina * bunların hiçbiri değil, kendi halinde. hani nasıl desem, diyelim herkes bir bahçede toplanmış, yemek var, kutlama yapılıyor. bu kız kendi halinde neşeli neşeli salıncakta sallanır, ordan oraya koşturur durur.

    (bkz: chemo limo) şimdiye kadar dinlediğim en ilginç şarkılardan, hayran kaldım, benjamin franklin bile konuk karakter şarkıda, ne diyeyim. (bkz: the flowers) ise daha girişinden yakalıyor insanı, melodisinden. *the flowers you gave me are rotting and still i refuse to throw them away* diyor başında. hani bilindik bir rus melodisi vardır, duyunca herkes tanır, o şekilde sonlanıyor, sesini mükemmel kullanıyor bu parçada. (bkz: us) ise sözleriyle güldürüyor insanı *they made a statue of us/and it put it on a mountain top/ now tourists come and stare at us/ blow bubbles with their gum/ take photographs for fun, for fun. *hep beraber o-o diyoruz şarkının bitiminde. o-o

    magazinvari bir şeyler de söylemek istiyorum. bu hanım kız çok güzel. kıvır kıvır saçları, masmavi gözleri, şirin bir güzelliği var. kadınsı değil.

    kendisini dinlemeye başladığım günden beri sesi kulaklarımdan gitmiyor, fonda hep regina * var. hani bazı dönemler vardır ya, geriye dönüp baktığınızda hep bir şeyle hatırlarsınız. bundan bir sene sonra bu zamanı, bu ayı düşündüğümde miss spektor * gelecek aklıma, soviet kitsch albümüyle.
  • musevi kökenli bu hanim ablamiz 9 yaşına kadar moskova'da yaşadıktan ve babasının pop ve rock albumlerini dinleyip bir yandan da piyano çalmayı öğrendikten sonra ailesiyle beraber bronx'a taşınmış, burada da sinagoglar dahil olmak üzere birçok yerde piyano çalmaya devam etmiş, sonunda kendine ait bir piyanosu da olmuş. sonralar suny purchase music conservatory'ye devam etmiş, bu sıralarda da jazz müzisyenleriyle haşır neşir olmuş, ilk albumu 11* de boyle jazz esintili olmuş. gel zaman git zaman ikinci album songs'un ertesi they might be giants'ın davulcusu alan bezozi üzerinden strokes'un yapımcısına ulaşmış spektor'un namı ve almış yürümüş haliyle en son soviet kitsch'i de salıvermiş piyasaya.

    bu beyaz tenli, renkli gözlü hanımefendinin anti-folk yaptığı idda edilmekte. yani "punk müziğin folk müziğe yaptığını sadece bir gitar ve entellektüel sözlerle -laf sokarak da diyebiliriz- yapan müziktir" diyor kaynaklar. "peki acaba bu bir türü mü tanımlar bir duruşu mu?" diye soruyoruz biz de kaynaklara. regina spektor'un müziği genel olarak eğlenceli ve yaratıcı olarak tanımlanabilir, ille de bir şeylerle karşılaştırmak gerekirse mesela sadelik açısından biraz ani difranco, ses rengi açısından biraz fiona apple, piyano düzenlemeleri açısından biraz tori amos ve daha başka birçok şeye benzetilebilir ama tam olarak kavrayabilmek için sanırım dinlemek gereklidir.

    bir de şirin web sitesi var, burada albumlerine falan bakabilir, arada yazıp çizdiği şeyleri okuyabilir, iki şarkısının klibini* izleyebilir ve hatta tetris bile oynayabilirsiniz.
    http://www.reginaspektor.com/
  • hayvan gibi karizmatik bir adi var. tekrarlayip durmak istiyor insan. istedigi her $ey olabilir o isimle. regina ba$gan.
  • us şarkısıyla bana garip bi mutluluk veren kadın şarkıcı.
  • no surprises yorumuyla zaten severeken bu kadını sanırım yakında sesine tapınmama neden olacak öyle böyle değil.
hesabın var mı? giriş yap