• askerde bir ranzanın alt katına yatmıştım. casio saatimden tarihe baktım. daha aylar var bitmesine. kurtulmak için mucize lazım ama kızıldeniz'im ikiye bölecek bir asam da yok tabi. "vay amk burda askerlik geçer mi" diye iç geçirirken bir yandan da ranza altındaki yazıları okuyorum. şafak 250, 84/1 kral devre, erzincanlı kovboy, dadaş, lazkopat... tam o sırada hayata dair motive edici güzel bir cümle okudum.

    "sabahlara kadar sikecekler ama unutmayın, zamanı durduramazlar!"
  • acının etrafını dolaşamazsınız, içinden geçmeniz lazım.
  • “her şey bittiğinde aklınızda kalan düşmanlarınızın sözleri değil, dostlarınızın sessizliği olacaktır.”
    bu kural şaşmaz.
  • "zor günlerden geçerken yanlarında olanların, yardımcı olanların kıymeti" değildir.

    ben demiyorum psikiyatri bilim dalı diyor. hatta bunun afili bir tanımı vardı ama konunun uzmanı olmadığım için bilemiyorum şu an.
    olay şöyle açıklanıyor;
    zor günlerden geçenler doğal olarak o günler bir an önce bitsin, her şey geride kalsın ister. bu nedenle zor günlerden geçenlerle arkadaşlık dostluk edip onlara yardımcı olmak, kalıcı dostluklara kapı açmaz. tabii bu gerçek teoride inkar edilir, ancak uygulamada işler değişir. insanlar, karanlık tünelin ucundaki ışığı görür görmez "oh bitti" uçuşuna geçer. artık o tüneli çağrıştırabilecek, anımsatabilecek yer, olay, nesne, koku, insan vb. detaylardan uzak olmayı yeğler. bunları geride bırakıp koşup kaçıp ileri, yoluna bakmayı tercih eder. bu kaçışı uygularken farklı yöntemler seçerler;

    zor günleri atlatıp düz yola çıkan zeki ve mantıklı insanlar, daha politik ve stratejik davranabilir. eski kötü gün dostlarını geride bırakırken yavaş, sakin, incitmeden bırakırlar. "yeni hayatımda biraz yoğunum artık" gibi ultra mantıklı görüşememe bahanelerine sığınırlar. eskiye oranla daha soğuk ve mesafeli davranmaya başlarlar. eski dostlarının da bu soğukluğu anlayışla karşılayıp ufukta sessizce kaybolmasını umarlar.

    zor günleri atlatıp zirveye çıkan şanslı, şımarık ve yüksek egolu kişiler ise eski kötü gün dostlarını geçmişe gömmek, üstüne toprak atıp "her zorluğu ben tek başıma aştım, bana bir şey olmaz, süperim ben, ben yaptım ben ettim." demek isterler. bu nedenle eski dostları yok saymayı tercih ederler. zor günlerden geçip x'in yardımıyla birden şöhret olan kişilerde sık rastlanan x'i yok sayma, hatırlatıldığında ise yarım ağız "hmm evet hayatımda küçük bir dokunuşu olmuştu sadece" gibisinden geçiştirme tripleri buna bağlıdır.
  • zor günlerdeki en büyük tuzak;
    özgüvenin düşmesi ile birlikte, içinde bulunan durumunun, sonsuza kadar süreceği hissiyatı.insan bu durumu bilse de bu tuzağa düşüyor.
  • acının etrafını dolaşamazsınız,içinden geçmeniz lazım.
  • insan sarrafı olmak.
    kim merhametli, kim tehlikeli, kim şüpheli... az çok kestirebilmek...

    zor günler; merhametsiz kalpleri hınç ve hasetle doldurur, naif kalpleri ise hayal kırıklıkları ve şefkatle.

    "acıma yetime, döner koyar bilmem ne..." lafında bahsi geçen insan modeli, doğuştan merhametsiz karaktere sahip olan tiptir. bu tipler ayaklarına taş değse taşa öfkelenir, yola hınçlanır, kendine toz kondurmaz, "en kötü özelliğim mükemmeliyetçiliğim" falan diyebilir en fazla. merhametsiz insana zor gününde yardım etmek, onu iyileştirmek, yükseltmek, güçlendirmek risk almaktır aslında. çünkü merhametsiz güç, zulme meyledebilir.

    mesela mobbing ortamlarında çok canlar yakan "biz ne zorluklar çektik, siz de çekeceksiniz" dayatması, bilinen en yaygın hınç türüdür.

    merhametsiz insan aynı zamanda minnetsizdir. minnetsizliği de bir tür güç alameti olarak yorumlar kendi kafasında.

    zor günler; naif kalpleri kırar, saf hayalleri yıkar, geriye bir enkaz kalır adeta. öfkesiz, enerjisiz, yorgun bir küskünlük olarak tanımlanabilir bu enkaz. zor günlerin yıktığı naif kalplere yardım etmek, yapılabilecek en iyi yatırımdır. çünkü şefkatli güç, zulme meyletmeden şifa verir, faydalı olur.

    naif kalpler, zor günde yardım edene minnet duyar. klişe tabirle ifade etmek gerekirse; vefa onlar için bir semt adından ibaret değildir.
  • daha zoru gelir mi bilmem ama bildiğim bir şey var. geçiyor.
    şimdiye kadar yaşadığınız en büyük fiziksel acıyı düşünün, yaşarken “tamam işte şimdi sırada ölüm var, daha kötüsü olamaz” dediğiniz anı. bunu okuyorsanız ölmemişsinizdir, bu da iyi bir şey.

    sonra yaşadığınız en büyük ruhsal acıyı düşünün. o haberi aldığınız anı, nefesinizin nasıl battığını, boğazınızdan geçmeyen yemeği, içemediğiniz suyu, hislerinizin vücudunuzdaki tüylere indirgenip hepsinin iğne gibi battığı günleri, sizi sevenlerin çaresizliğinde gördüğünüz derin hüznü.
    bak o tam olarak geçmiyor ama alışıyorsun.
    acı da mutluluk da sürekli değil, yeknesak değil. işte bunu bilince yeni gün mutlaka doğuyor.
    (dedi bir bar filozofu)
hesabın var mı? giriş yap