hesabın var mı? giriş yap

  • yıllar yılları kovalarken ve sen her gün aynı sandalyede dünyayı kurtardığını sanırken, pencerenin dışında dönen mevsimler... ilkbahar- yaz-sonbahar-kış.

    egolarını tatmin ederken sen, çürüyen hayatlar... evet kölesin. ama modern!!

    aslında duygularımın tercümanı yine bu adam.
    kocca şiirinden bir kuble..

    can yücel den geliyor:

    sabah 9, akşam 18
    sonra başka mecburiyetler
    sıkışıp kaldık.
    sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
    bu kadar ağır olmamalı.

    hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
    bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
    ne saçma...

  • bir açıklama.

    daha önce ay'daki kutup bölgelerinde, yani karanlık ve soğuk bölgelerde su varlığına ilişkin bulgular vardı zaten. şimdi artık güneş gören bölgelerde de suyun varlığına ilişkin kanıtlar ele geçmiş durumda. clavius adlı kraterde, kızıl öte bölgedeki gözlemlerle bulunmuş.

    tabi ki suyun varlığı ay'da daha fazla zaman geçirilmesi ve belki de yeni keşifler yapılabilmesi için gerekli bir şey, ancak henüz bunun kaynak olarak kullanılıp kullanılamayacağı belli değil. zira bu bildiğimiz şakır şakır ya da birikinti halinde su ya da buz değil, sadece moleküller halinde orada bulunuyor. bölgedeki 1 metreküp toprak başına 350 grama yakın yanılmıyorsam... yanlış bilgi vermiş olmak istemem, siz yine de araştırın bu kısmı.

    şimdi sırada, o suyun oraya nasıl geldiği ya da orada nasıl oluştuğu ve neden hapsedilmiş şekilde korunduğunu bulmak var.

  • hayattaki en büyük arzularımdan birisi şudur: bir gün tek başıma bir anket yapmak istiyorum. türkiye'yi il il gezip çocuklarla konuşacağım. bakalım en sevdikleri şarkıcı yonca evcimik mi... yeter lan. bu yonca evcimik'in yıllardan beri "beni en çok çocuklar seviyor, çocuklar bayılıyor bana, yoncimik'im ben zaten, bebeğim de çıktı, alıp oynuyorlar, fankulübümün çatısı çocuklar, çocuklar beni dinlemeden yemek yemiyormuş, kasetimi alan çocuklar erken konuşuyormuş, çocuklar beni çok seviyor, çocuklar bana bayılıyor, zaten beni çok seviyorlar, en çok beni seviyorlarmış, yonca abla diyorlar bana, çocuklar şöyle, çocuklar böyle..." demesinden fenalık geldi. gidip konuşacağım yarınımızın teminatları çocuklarımızla... diyeceğim ki böyle böyle diyor bu, hakikaten böyle böyle mi?

    yoncimik'in bu iddiasını araştırmaktır benim arzum, evet. bu araştırmanın hemen ardından bir başka araştırmaya girişmek istiyorum: jean claude van damme'ın alnındaki şişliğin nedeni ne? ilk filmlerinde "herhalde filmi çekerken darbe aldı van dam" diye düşünüyordum. ama adam toruna torbaya karıştı, alnındaki o pinpon topu büyüklüğündeki şişkinlik aynen duruyor. sebebi ne acaba? gerçekten merak ediyorum.

    üçüncü araştırma konum da şu olacak: izel 'i her görüşlerinde ya da izel'in herhangi bir parçasını her duyduklarında "izel yıllardır bir çare bulamadı şu cildine, aslında sesi de kendi de çok güzel, parası da var belli, ama çare bulamadı bir türlü kızcağız... demek ki bu kızın cildinin tedavisi zor" şeklinde geyik çevirenlerin ruhsal dünyalarını çözümlemek.

    son araştırma konum ise başlığımızda gizli. annemiz neden elektronik eşyaları dinlendirmek istiyor? sebep ekonomik gerekçelerse bunu neden açıkça söylemiyor bize? neden aşağıdaki diyaloğu yaşıyoruz?

    - oğlum kapat hadi şu bilgisayarını biraz...

    - bi' dakka bi' işim var.

    - oğlum kapat hadi, kaç saatir açık dinlensin biraz...

    - ya dur anne bi' dakka

    - kapat dinlensin... senin de gözün dinlenir...

    bilgisayar dinlense ne olur, dinlenmese ne olur? illa bir dinlendirme tutkusu. bilgisayar... o olmadı, gözümüz. illa dinlendirecekler. ha keza televizyonda da aynı şey. "kapat da biraz dinlensin televizyon"... şimdi bu nedir allahaşkına? televizyona duyulan bu şefkat, bu merhamet nedir? gerçekten anlaşılmaz bir tutku. ha şimdi bazılarınız çıkıp elektronik eşyaları dinlendirmek annelere özgü bir durum değil... bazı tv kumandalarında sleep tuşu var, yani mantık aslında aynı baboli derse; onlara da derim ki o televizyonu o kumandayı yapanların da bir annesi olduğunu unutmayın.

    unutmayalım ki bir soni'nin, bir toşiba'nın, bir elci'nin, bir filips'in, bir simens'in de annesi vardı ve bugün kumandamızda sleep tuşu varsa, bu büyük ihtimalle, bu televizyonu-kumandayı üretenlerin annesi yüzünden olmuştur. e sen adama iki de bir "toşiba oğlum kapat şu televizyonu da dinlensin biraz" dersen o da televizyon yaptığında, kumanda yaptığında oraya o sleep tuşunu koyar... haklı mı? bence haklı. delirttiniz çünkü...

  • suç ve ceza'nın (bkz: prestupleniye i nakazaniye) ana karakteri raskolnikov'un (bkz: rodion romanoviç raskolnikov) kitapta üzerinde sıkça bahsedilen ve suç üzerine, şahsen, uzun süre düşünmeme neden olan makalesidir.

    bu makalede raskolnikov insanları ikiye ayırır: ''sıradan olanlar'' ve ''olağanüstüler''. raskolnikov'a göre sıradan insanlar uysal, söz dinler kişiler olarak yaşarlar ve yasaları çiğneme hakları yoktur, çünkü onlar, adları üstünde, sıradan insanlardır.

    aşağılar'ın (sıradanlar) biricik görevleri, kendileri gibi olanların çoğalmalarını sağlamak, bu işin aracı olmaktır. bunlar doğaları gereği tutucudurlar, uysaldırlar, boyun eğerek yaşarlar ve boyun eğmeyi severler. raskolnikov'a göre onlar böyle olmak zorundadırlar ve bunda aşağılanacak bir şey yoktur.

    olağanüstü'ler ise sürekli olarak yasaları çiğnerler, yıkıcıdırlar ya da yeteneklerine bağlı olarak yıkıcılığa yatkındırlar. bu insanların büyük çoğunluğu daha iyi şeyler adına şimdinin yıkılmasını isterler. bunların ülkülerini gerçekleştirmeleri için, cesetlerin, kan göllerinin üzerinden atlamaları gerekse kendilerine bu izni vicdan rahatlığıyla verebilirler. bu olağanüstü insanların kendilerine tanıdıkları hakkı, yığın onlara hiçbir zaman tanımamıştır. onları en ağır biçimde cezalandırmış, boyunlarını vurmuştur. bunu yaparak da kendi görevlerini yerine getirmişlerdir. bununla birlikte sonraki kuşaklarda aynı yığın, başları vurulan bu insanların heykellerini dikmiş ve onlara tapınmıştır.

    olağanüstü insanlar yasa koyuculardır diyerek newton'ı örnek verir: ''eğer newton'ın buluşlarının kendi çıkarları için yayılmasına engel olan bir, on, yüz ya da daha çok kişinin hayatları feda edilmeden bu buluşları yayılmayacaktı diyelim. bu durumda newton'ın, buluşları insanlığa yayılsın diye, bu kişileri ortadan kaldırma hakkı vardı ve hatta bu onun için bir zorunluluktu.'' der raskolnikov ve örnekleri daha da çoğaltır: ''likurg, solon, muhammed, napolyon ve sonrakilerle sürüp giden insanlığın tüm kurucularının, yasa koyucularının, başka hiçbir nedenle değilse bile, yalnızca yeni yasalar koydukları, böylece de toplumun kutsal saydığı, babadan kalma eski yasaları çiğnedikleri için, ayrımsız hepsi birer suçluydular. hatta çok ilginçtir: bu iyiliksever, bu kurucu, yasa koyucu insanların çoğu büyük birer kan dökücüdür.''

    bu nedenden dolayı raskolnikov şu sonuca varır: ''büyükler bir yana, toplum içinde birazcık sivrilen, yani topluma söyleyecek birazcık yeni bir şeyleri bulunanlar, birer suçlu olmak zorundadırlar. tersi durumda zaten sivrilmelerine olanak yoktur; öte yandan sürünün içinde kalmayı da yine doğaları gereği kabul edemezler, ki bence de kabul etmemek zorundadırlar.''

    sıradanlar hep bugünün, olağanüstüler hep yarının efendileridirler. vive la guerre eternelle!

  • harem gebze minibüs şöförlerini yumuşatmıştır.

    bi tane maltepe köprüsü
    - tabi efendim, buyrun para üstünüz.
    ??????

  • rize iyidere belediye başkanının açıklaması tamamı şu şekilde;

    "beyinkanaması geçiren ve 20 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra sağlığına kavuşan rize iyidere belediye başkanı ahmet mete, muhtarlara verdiği iftar yemeğinde, “öbür dünyaya gittim geldim; dedeleriniz 10 ağustos’ta başbakan erdoğan’a oy vermenizi istedi” dedi."

    haber

    insan evladının bambaşka bir canlı olduğuna delalettir. sen öbür tarafa gitmemişsin dostum bonzun yan etkileri hep bunlar. ufak çaplı bir badtrip diyelim...

    gerçek...

  • http://www.irb-cisr.gc.ca/…sing-refugee-claims.aspx

    kanada'nin turk vatandaslarinin iltica taleplerini mahkeme yapmadan degerlendirmesi olayi.

    --- spoiler ---

    countries that are eligible for the expedited process (as of january 1, 2018)
    afghanistan
    burundi
    egypt
    eritrea
    ıraq
    syria
    turkey
    yemen
    --- spoiler ---

    yani bir yolunu buldunuz kanada'ya giris yaptiniz, iltica talebinde bulundugunuz zaman mahkemeye gitmek yerine, basit bir sorusturma sonrasi siginmaci olarak kanada'da yasayabileceksiniz demek bu.

    sevinsem mi uzulsem mi bilemedim simdi.

    edit: link değiştirilmiş, düzelttim.

    edit2: kanada'da falan yaşamıyorum.

  • bilim, sanayi ve teknoloji bakanı fikri ışık, "yerli otomobil konusunda menzili artırılmış seri hibrit araca odaklandık. şehir içinde ortalama 100 kilometreyi sadece 3 liralık maliyetle katedilebilecek" demiş. bu da link

    bıraksanız benim benzinli aracım da 100 kilometreyi yaklaşık 3 liralık maliyetle katedilebilecek. ama siz o hibrite de öyle bir vergi bağlarsınız ki (sürücüler yedi ceddinizin kulağını çınlatır)... bırak 3 lirayı, keban'ın sahibi olsak fayda etmez.

    seçim yaklaşıyor. bu türden haberler artık mantar gibi türer. yok 3 liraya 100 km, yok 3 kuruşa 5 köfte vs.

    debedit: gezi'yi hatırla.

  • cevabı basittir aslında.

    kitapda bahsi geçen ifadede (bkz: un dictateur turc) kastedilen kişi atatürk'tür. lakin atatürk diktatör değildir.

    yazar, entellektüel seviyesi yüksek bir kişidir. konuya ve olaylara belli bir derecede de hakimdir.
    peki yazar neden böyle söylemiştir? yani neden diktatör olarak nitelendirmiştir?
    bunun cevabını vermek için yazarı biraz tanımak gerekir;
    yazar, ı. dünya savaşını ilk ergenlik yıllarında görmüş, ıı. dünya savaşını ise olgun yaşlarında savaş pilotu olarak bizzat yaşamıştır. fransa ve almanya arasındaki savaşı, yani o 40 günlük kabusu, her gün ölüm tehlikesi geçirerek gerçekleştirdiği keşif uçuşları ile içselleştirmiştir. almanya onun için düşmandır. almanlar, alman askerler olarak değil, bizzat almanyadır düşman.
    (ilgilenenler yazarın "savaş pilotu" isimli kitabına bakabilir. küçük prens gibi hayata dair çok başarılı saptamalarla doludur. lakin bu kitapda yaşam ve ölüm teması daha ağır basmaktadır. çıkarımlarımın çoğunluğu bu kitap üzerindendir.)

    şimdi irdeleyelim:
    ülkesini işgal eden ülke almanyadır. almanya ı dünya savaşında bizim müttefiğimizdir. bizler yazar için düşmanının dostuyuzdur. ya ne diyeceğidi yiğidim? övgü dolu sözler beklememek gerek elbette. kişisel kanaatim, kendine göre epeyce de nazik bir dil kullandığı yönündedir. bundaki sebep ise yazarın hümanist tavrı ve tüm türklere düşman olmamasıdır. almanyanın dostu olan türk devletine düşmandır. ki bunu da anlamak kolaydır. zira kitapta türk önderine diktatör derken, aynı zamanda astroid b 612'nin kaşifi olarak da bir türk astronomu göstermektedir. aslında hepimizde görülen, görülmesi gereken milliyetçi bir tavırdır.
    misal aynı kitabı, aynı dönemde bir türk yazsa idi ve astroid b 612'nin kaşifini bir ingiliz olarak gösterseydi, w.churchill için büyük önder demezdi kanaatimce.

    yazar, fransanın yenilgisinin ardından amerikaya gitmiştir. "dünya ve insanlar", "savaş pilotu" ve "küçük prens" kitaplarını orada yazmıştır. lakin ülkesinin işgal altındaki durumu ve almanyaya olan düşmanlığı, o'nu yine savaşa yönlendirmiş, ilerlemiş yaşına ve sağlık durumuna rağmen bu kez amerikan ordusunda pilot yüzbaşı olarak görev almıştır. görevi de yine aynıdır. yani alman ordularının hareketini havadan izlemek.
    lakin, bu kez şansı yaver gitmemiş ve görev uçuşunda uçağı vurularak denize düşürülmüş ve ölmüştür.