hesabın var mı? giriş yap

  • onlardan biriyim ve aç kalmamak dışında bir hayrını görmedim. aşk hayatında adama kilo aldırmaktan başka şeye yaramıyor, kimse sana sabahın altısında börekli çörekli sofra hazırladın diye daha çok aşık olmuyor. öyle sananlar varsa diye söyledim.

    bir sponsorum da yok ki şöyle bir kafeydi meyhaneydi açayım, hem yiyip hem kazanayım...

  • son şampiyon ve bu turnuvada da 90 sayı ortalama ile oynayan ispanya'yı son 2 dakikayı saymazsak 65-67 bandında tutup, gerginlikten reklam panolarını devirtecek hale getirmişiz, millet hala gıy gıy yapıyor.

    kadroda cedi osman hariç geçen sezon 20 dakikadan fazla süre alan bir oyuncu yok. cedi'nin süreleri de iş avrupa'ya gelince 20 dakikanın altına inmiş. turnuva boyunca cedi'den sonra eline baktığımız furkan korkmaz da 12 dakika süre almış. daha anlaşılır biçimde, obradoviç'in f4'de toplam 1.5 dakika süre verdiği melih mahmutoğlu, ispanya karşısındaki ana hücum silahlarımızdan biriydi. yani ispanya'yı aslında yenebileceğimizi ama ufuk hoca yüzünden yenildiğimizi falan zannediyorsanız diye söylüyorum. kafanızda kadro kalitesi açısından belki bir şeyler canlanır. canlanmıyorsa da fazla zorlamayın zaten.

    ezberlemişler bir okben ve ege arar'ı, bunlar niye yok diye sorup duruyorlar. niye yok diye sordukları okben geçen sezonu daçka'da 1 sayı 1 ribaund 1 asist ile bitirmiş. sanki kadroda olsa marc gasol'ün içinden geçecekti. erkan'ın yerine okben'i, barış'ın yerine de ege'yi alsak tam olarak ne olacağını umuyorsunuz merak ediyorum. yine grupta 2 galibiyet alıp ispanya'ya elenecektik.

    ömer, ersan ve bobby olsa muhtemelen ispanya'dan kaçacak galibiyeti alır, belki hırvatistanı da zorlar, en fazla bir tur daha gidebilirdik. bu isimler dışında kadroda kim olsa senaryo bundan farklı olmayacaktı. ufuk sarıca da zaman zaman olmadık hatalar yaptı ama o hatalar da olmasa şimdi şuradaydık, buradaydık diyebileceğimiz durumlar söz konusu değil. bunlar da kendisine tecrübe olarak kaldı.

    takdir etmeyi ve kabullenmeyi öğrenemedik bir türlü. oyuncu havuzu çok dar, kadro kalitemiz bu ve yapabileceğimiz bu kadardı. yenildiğimiz maçlarda bile 3. çeyreklerde havlu atmadık. hepsinde sonuna kadar mücadele ettik ve ispanya dahil hiçbir takıma teslim olmadık. cedi ve furkan henüz çok genç olmalarına rağmen inanılmaz sorumluluk aldılar. iki şut kaçınca korkmadan, elleri titremeden üçüncüyü de kaldırıp attılar. al sana mis gibi turnuva kazanımı işte.

    ''yenebileceğimiz takımları yendik'' eleştirisi zaten yalnızca bu coğrafyaya has. yenebileceğimiz takımlara yenilebilirdik de veya 3. çeyrekte havlu atıp 20'den fazla fark da yiyebilirdik. cedi ve furkan'a sorumluluk ağır gelebilirdi. melih özgüvensiz bir şekilde titrek ellerle şut atabilirdi. semih yine 0 konsantrasyon ile sahada gezinebilirdi. ama öyle olmadı. ispanyollara tırnak yedirttik. bu mücadele, gurur duymak ve alkışlamak için yeterli. şahsım adına hepsiyle gurur duyuyorum.

    bir de tabi ufuk sarıca dahil hiç kimse yabancı sınırı olduğu için oyuncu yetiştiremiyoruz diye söylenmedi.
    eski oyuncular twitter'dan ''yabancı kuralı türk basketboluna zarar veriyor. acilen kaldırılmalı'' diye yazıp çizmedi. kimse prim konuşmadı.
    nasılsa yeniliriz deyip maçı bırakmadı hiçbir oyuncu.
    yenildiğimiz maçlardan sonra hiç kimse bu forma için ölürüm, ver mehteri şuradan diye ucuz milliyetçilik yapmadı.çünkü zaten hepsi sahada o formaya ne kadar değer verdiklerini mücadeleleri ile göstermişlerdi.

    sonra da nesiyle gurur duyacakmışım. bunlarla gurur duyuyorum işte. bu yüzden destekliyorum. bu yüzden elenmemizin ardından salondan yuhalamalar değil alkışlar yükseliyor. bu yüzden ''milli takıma gasol şoku! manyak fark yedik!'' başlıkları yerine ''teşekkürler 12 dev adam'' manşetleri atılıyor.

    şahsım adına teşekkürler. izlemek büyük keyifti. daha iyisini de yapabiliriz. yapacağız da.

  • göstericilerin eline düştüğü için şanslı olan polistir.

    ali ismail korkmaz dayak yerken, ne bir polis ne de iktidarın yandaşlarından bir tanesi çıkıp "yapmayın, etmeyin" demedi. burada ise göstericilerin bir kısmı polisi döverken, bir kısmı da engel olup polisin hayatını kurtarmıştır.

    karşınızdakilerle aynı acımasızlıkta olmazsanız, onları yenemezsiniz. yazın bir kenara.

  • uzun zamandır en çok etkilendiğim kitaplardan biriydi. “dünyanın sonu geliyor herhalde” diye düşünüp endişelendiğim bu karantina günlerinde okuduğum için midir nedir bilmiyorum ama son birkaç haftadır dünyanın geldiği durumu gördükçe kitapta yaşananlar çok daha gerçekçi görünmeye başladı gözüme.

    “gölgesizlik” temasını işlemiş yazar. distopik bir kurgu. insanlar gölgelerini kaybediyorlar ve bununla birlikte bütün anılarını, sevdiklerini, kendilerini hatta en sonunda yemek yemek, tuvalete gitmek gibi en temel ihtiyaçlarını bile unuttukları bir noktaya geliyorlar. yavaş yavaş bu illete yakalanan insanların artmasıyla dünyanın yok olmanın eşiğine geldiğini görüyoruz. her şey önce yavaş yavaş başlıyor. gölgesizliğin uğramadığı ülkeler, şehirler olayları uzaktan izliyor. önce kimse pek önemsemiyor, ta ki onların da başına gelene kadar…tanıdık geldi mi?

    bilim adamları bu durumu açıklamaya, bilimsel yollarla bir çözüm bulmaya çalışsalar da sonuç olarak başarılı olamıyorlar. dünya, gölgeli ve gölgesizler olarak ikiye ayrılıyor ve bir kaosa sürükleniyor. kitaptaki bazı yerleri okurken tam anlamıyla kanım dondu. bu günlerde hayatı durdurma noktasına getiren koronavirüs vakalarında yaşananlar sanki yazar tarafından öngörülmüş ve gölgesini kaybeden birinin başına gelmiş gibi anlatılmış:

    (sayfa 48)

    “…birkaç gün geçti ama düşündüğüm kadar acıkmadım. olayların başladığında bilim insanlarının ne söylediğini hatırlıyor musun? bir gölgesiz her şeyi unuttuğunda aç ya da susamış olduğunu ve hatta nefes alması gerektiğini de unutur, diyorlardı. tanrım, umarım nefes almayı unutmadan önce yemek yemeyi ve su içmeyi unuturum. boğularak ölmektense açlıktan ölmeyi yeğlerim. düşünebiliyor musun? çekeceğin o acıyı, akciğerinin yanmasını, yavaş ve sessizce gelen hareketsizliği. hem de tek yapman gereken bedeninin nefes alması gerektiğini hatırlamak iken…”

    bu aralar manşetlerde virüs yüzünden boğularak ölen, akciğerlerine cam parçaları battığını söyleyen insanları düşündükçe bu kitap daha da anlamlı geliyor gözüme.

    “the book of m: kıyamet başlıyor” alın okuyun. belki de bizim kıyametimiz de çoktan başladı…

  • dedesi üniversite mezunu, babası lise mezunu, abisi ise liseden atılmış biri olarak darmadağın ettiğim eylem.

  • çoğunlukla büyükbaş olarak bildiğimiz ve de halk arasında yaşlarına, cinsiyetlerine göre inek, boğa, tosun, dana, düve, buzağı gibi terimler kullandığımız hayvanların genel ismine sığır demekteyiz.

    işte bu tontik ve şirin hayvanların diğer bir çok canlıdan farklı olan bir sindirim sistemi bulunmaktadır. biraz daha açacak olursak dört mideleri vardır diyebiliriz. halk arasında bu midelere işkembe, şirden, börkenek ve kırkbayır gibi isimler verilmiştir. hatta bunlardan bazılarını yemek yaptığımızdan dolayı aşina olabilirsiniz.

    besin bizlere enerji veren bir kaynaktır, bu kaynağın başlangıcına baktığımızda karşımıza güneş çıkar.güneş dünyadaki tüm yaşama güç verir ve bu enerjisi bitkilerde olgunlaşarak depolanır. biz gibi canlılarda bitkilerden akan bu enerjiyi ya bitkileri tüketerek ya da ot oburları tüketerek bünyemize katarız.

    fakat insan olarak 200 bitki türü tükete bilmekte olduğumuzu düşündüğümüzde, bitkilere karşı olan bu savaşımızda tam olarak galip sayılmayız. bu enerjiyi kullanabilmemiz için dünya ot oburları evirdi. işte evrilen bu ot oburlar ya da ruminantlar(geviş getirenler); evrim sürecinde bitkilerde ki enerjiyi tam bir şekilde özümseyebilecek konumda evrimleşip dört mideli yapıya dönüştüler.

    şimdi de evrimleşen bu yapılara bir göz atalım;
    **işkembe (rumen): mideler içinde en büyük boyda olanıdır. ruminantlar otlama ya da yem tüketme esnasında ağız yoluyla aldıkları bütün ürünleri bir nevi buraya depolarlar. depolanan bu bitkiler burada yararlı bakteriler ve mide salgıları tarafından fermente olurlar ve kısmi bir parçalama işlemi görürler. bu işlemler sırasında bazı besin grupları sindirilmiş olur(çok fazla detaya girmeyeceğim) daha sonra fermente olan bu mide içeriği geğirme suretiyle tekrardan ağza gelir. işte inekler sakız çiğnemeye benzeyen hareketi bundan dolayı yaparlar. yani ağza gelen fermente mide içeriği burada mekanik parçalanma işleminden geçer ve tekrar yutulur.

    **börkenek (reticulum): bu bölüm ayrı bir oda gibi olmaktan farklı bir şekilde rumenin devamı gibidir fakat duvar yapısında ki farklılıklardan ve sindirim basamağındaki yerinden ötürü ikinci bir bölüm şeklide karşımıza çıkar. bu bölmenin ana işlevi, tam olarak parçalanmamış büyük besinleri yakalamaktır. bir çeşit elek olan bu bölgede yakalanan bu besinler tekrardan rumene gider ve oradan da ağza ulaşır ki parçalama işlemi mekanik olarak tamamlansın. tabi bu bölgede yine mikrobik ve kimyasal sindirim devam etmektedir. özellikle uçucu yağ asitleri dediğimiz bu sindirim ögeleri bu iki bölge üretilir ve emilir.

    **kırkbayır (omasum): adından da anlaşılacağı gibi bu bölümümüz kat kat görünmektedir ve yaklaşık 100 doku yaprağı bulunmaktadır. bu bölgede genel olarak fermente olarak ve öğütülmüş besinlerin içerisindeki su,tuz ve mineraller emilir yine ayrıca yukarıda söz ettiğim ucu yağ asitlerinin büyük bir çoğunluğu buradan emilir.

    **şirden (abomasum): besinler yukarıda ki üç bölümü izledikten sonra asıl mide dediğimiz bu bölüme geçer. bu bölgede fermente ve parçalanmış olan bitkilerin kırılması zor hücre bütünlü zarar gördüğünden artık bitki kimyasal sindirime hazır konuma gelmiştir. hazır olan gıda asitle dolu olan abomasumda kimyasal olarak parçalanmasından sonra herkesin bildiği karbonhidratlar, proteinler ve yağlar bu bölgede oluşur. bir kısmı burada emilirken geri kalan kısmı da bağırsak epitelleri halleder.

    artık haşlanmış mısır yediğinizde; mısır tanelerinin neden aynı şekilde çıktığını öğrendiniz.

    kaynak ve ileri okumalar için: (bkz: @zagalar(vet. hek.))
    12

  • sene 1994 aylardan temmuz veya ağustos. hava hayvan gibi sıcak. mahallede top oynadıktan sonra caminin abdesthanesinde su içiyoruz. recep tayyip erdoğan o vakitler istanbul belediye başkanı. mahallemizde bir kuran kursunun açılışına gelmiş. kursta henüz öğrenci olmadığından açılış ve medya için görüntü yapsın diye mahallenin bütün bacaksızlarını toplamışlar. bizde suyumuzu içtikten sonra bedava yemek ve tatlı hevesiyle doluştuk kuran kursuna. yanımdaki arkadaşla ikimizi hemen girişte bir sınıfa soktular. girişte pamuk helva ve elma şekeri satanları görmüştük. acaba tatlı olarak elma şekeri mi verecekler demeye kalmadan sınıfa rte ve bir sürü adam doluştu. bir de o kadar sıra arasından geldi bizimkine oturdu. adam uzun aga. tartsan 40 kilo çekmeyecek iki tane velediz ama sığışamadı mini boy sıraya. çözümü, beni kucağa arkadaşı da koltuğunun altına almakta buldu. sonra beş dakika tayyibin kucağında bir sağa bir sola bakarak patlayan flaşlara poz verdik.

    itiraf ediyorum. bugünkü durumun suçlularından birisi benim arkadaşlar. daha o vakitlerden yaklaşan tehlikeyi herkese anlatmam lazımdı. adam şimdi koca ülkeyi kucağına aldı poz veriyor. bize en azından elma şekeri ısmarlamıştı, size o da yok...

    edit: arkadaşlar olay güneşli semtinde geçti. ikitelli'ye yakın bir mahallesinde ufak bir kurs. istanbul'un çeşitli semtlerini sayan bir sürü mesaj geldi. başından benzer olaylar geçen yazar arkadaşlar varmış. bence hepimiz bir araya toplanıp "anonim rte mağdurları" adında bir topluluk kuralım. arada yüksek tavanlı bir yerde toplanır, terapist eşlinde sandalyeleri çember yapar bir birimize yaşadığımız trajedileri anlatırız.

    hatta şöyle diyaloglar döner.

    ben: merhaba, benim adım shinigami.
    topluluk: merhabaa.
    ben: ... işte şöyle böyle oldu, sonra bi baktım beni kucağına almış ühühühü.
    terapist: acını anlıyor ve hepimiz yüreğimizin derinliklerinde paylaşıyoruz kardeşim.

    gerçi şimdi düşündüm de durup dururken kaç yıldır büyüdüğü yerden söküp taşıttığı ağaçtan tut, şemsiye ile dürttüğü güvercine kadar çok geniş bir kitle var. bırak kazlıçeşme'yi avrupa yakasına sığamayabiliriz. her hangi bir şehit yakını bize güneş altında konuşacak söz bırakmayacağı için o iş yatar genşler. vazgeçtim.