hesabın var mı? giriş yap

  • maaşlar tüketim falan her şey saçmaladı.
    45 tl'ye tavuk sosisli kumru var 50 tl'ye iskender yiyebiliyorsun.
    sanayide çırak 4.5k başlıyorken mühendis 6 ile başlıyor. yeni avukat asgari ücret bile almıyor. doktorlar zaten herhangi bir meslek erbabının kendilerinden daha fazla kazandığını hala kabul edemez durumda. her duyduğunda sürekli şok olup tivit atıyorlar.
    bir litre su olmuş 5 lira. simit 6 tl. aç bitir salam 6 tl.

    75 liraya geçen gün lokum et yedim. dün kelle eti mi ne eti olduğu belli olmayan kuşbaşılı kaşarlı pideye 50 lira sokmaya çalıştılar.

    tavuk döner 30 lira olmuş. domatesin teki 4-5 tl.

    adam 30 liraya kahve satıyor fıçı bira 30 tl.

    ne nasıl yürüyor kimsenin haberi yok. bişi diyen de yok. kimse itiraz da etmiyor. saçmalık saçmalık üstüne.

    sıkışan zam yapıyor da oğlum öyle bir zam şekli yok. sonumuz hayrolsun.

    edit: bazı arkadaşlar konuyu anlamamış. ne yapsın adam falan diyor. hükümet yeteneksiz bilgisiz olabilir ama serbest piyasaya neredeyse hiç karışmıyor. 100 km yol özel arabayla lpgli 100 tl civarı olabiliyorken nasıl 50 kişiyi taşıyan otobüs kişi başı 100 tl kesebiliyor. minibüs indi bindi nasıl 5 lira yapabiliyor. ben işin burasındayım. yakıt masraflarının ne olduğunu herkes biliyor. dengesizlik değil mi olm bu ?
    mantığı var mı bu işin ? 3 aktarma yapan arkadaş var. geçen gün taksi kullanmış 10 lira fark ediyor toplu taşımayla mantıklı mı bu ? ben mi kafayı yedim ya anlamıyorum. 10 lira iki simit etmiyor ama seni toplu taşımadan kurtarıyor. ee uzaktan bakınca da bir simit 6 tl olmuş oha diyorsun
    ulan ailem yazlıkta kızkardeşim geçen otobüsle gelmeye kalktı 320 lira almış. dedim bu işte yanlışlık var.
    uçak biletine baktık 280 tl dönüşü uçakla yaptı. ulan biri otobüs biri uçak.
    mantıklı mı gerçekten bu iş ?

  • yeni sezon için kendilerine tavsiyem şunlar olacak;

    -behzat ç işler güçler gibi dizilerin yayın haklarını alsınlar. "parası ile bile izlerim" diyenlerdenim vericem abi parasını. eski bölümleri izlemek pahasına da olsa veririm yani. bi düşünsünler.

    -çarşı, fenerbahçeden ve tek yumruktan birer temsilci secilsin onlar da her hafta değişsin ve maçları kimseye yaranmadan yorumlasınlar.. tatlı rekabet sınırları içinde.

    -her gün haber bültenine redhackten o karizmatik sesli bilge adam bağlanıp son gelişmeleri versin.

    -ramazan, kandil gibi günlerde samimiyetsiz yayın yapanlardan farklı bir şeyler yapsın. misal bulamadım her samimi öneriye açığım.

    -tüy dökücü reklamı kalsın, kollarımdaki kıllar için lazım onlar.

    -annem ve diğer teyze topluluğu için öğlenleri pratik bilgiler veren (canan ergüder favori adayım) ve kadınların isterse neler yapabileceği temalı programlardan birine el atsın. mesela kadınların yaşadıkları sorunlara nasıl çözümler getirilebilir temalı.. düşünün işte kadınları uyutmayan bir yayın hayal edin?

    - erkekleri unutmadım! sizin için pazar günleri western ve neyşınıl coğrafik konseptli yayınlar yapılsın halka ağaç sevgisi tümden aşılansın.

    aylık 10 tl basarak reyting rekoru garantisi ile açıyorum teklifimi beyler. bi düşünün bence halk tv yönetimi. hem siz kazanın hem de biz.

    yoğun istek editi: ali ihsan varollu kelime oyunu.. nasıl unutmuşum büyük özür diliyorum tüm izleyicilerden.

  • pandeminin başında 5 tane maskeyi dağıtamadınız.

    sonbaharda grip aşısını yapamadınız, insanların önüne saçma sapan prosedürler ve kriterler koydunuz.

    akşam 9'dan sabah 5'e ve hafta sonu sokağa çıkma yasakları ile salgını kontrol edebileceğinizi düşünüyorsunuz.

    kapattığınız iş yerlerine hiçbir yardım yapmıyorsunuz.

    vakaları yalan yanlış açıkladınız ve açıklamaya da devam ediyorsunuz.

    ama yaza kadar 50 milyon vatandaşımızı aşılamak istiyorsunuz.

    peki.

  • gece kötü insanlar gelir, boğazımızı keser gider. karşıdaki yoldan geldiklerini de görürsün bir de, delirirsin.

  • karadeniz'e röportaja gelen gazeteci çiftçi temel'e sorar:

    g: bu inekler ortalama kaç litre süt veriyor?
    t: hangisi? beyazı mı, siyahı mı?
    g: beyazı...
    t: 10 litre...
    g: peki siyahı?..
    t: 10 litre...
    g: peki neyle besliyorsun bunları?
    t: hangisini? beyazı mı, siyahı mı?
    g: beyazı...
    t: otla besliyorum...
    g: peki siyahı?
    t: onu da otla besliyorum...
    gazeteci iyice dellenir. neden peki sürekli hangisi, hangisi diye soruyorsun? zaten cevaplar aynı...
    t: çünkü siyah olan benim de ondan...
    g: haaa... peki beyaz olan kimin?
    t: o da benim...

    debe editi: ünlü şovmen cem yılmaz'ın bir gösterisinde dediği gibi: nereden bileyim, o fıkralardaki adamların gerçek olduğunu...

    edit: bu fıkra mükerrerdir...

  • deprem tatbikatı yapalı kaç gün oldu. hani afad acil uyarı mesajımız nerede? bu saatte bu kadar kişinin hissettiği depremi için niye bilgilendirme mesajı geçmiyorlar. deprem gibi afet zamanı bu sistem kullanılmayacaksa biz ne sikime ülkece tatbikat yaptık? demek ki tatbikat bahane bütün telekomünikasyonu kontrol etme şahane imiş.

    edit: bir sürü mesaj gelmiş, entry üzerinden cevap vereyim benzer soruları olan arkadaşlar için. ne zaman gönderselerdi mesajı diye soran çok olmuş. deprem anı itibariyle ilk 5 veya 10 dakika içinde gönderilebilirdi. deprem anında gönderilmesi biraz ütopik biliyorum. kandilli rasathanesine bilgi düştükten sonra etki bölgesinde kalan vatandaşlara bilgilendirme mesajı gönderilebilirdi. bana afad tan önce googledan bildirim geliyor. tahmini olarak deprem merkezi, merkeze olan uzaklığım, depremin şiddeti, etki alanını gösteren görsel, doğalgazı kontrol edin, artçı olabilir vb uyarılar gibi bir sürü bilgi içeren uyarı mesajı geldi. depremin olduğu an atmasına gerek yok dediğim gibi sistemlerine düştükten itibaren 5 dakika içinde atabilirler. ya bu öncü deprem olsaydı ve ardından daha şiddetlisi gerçekleşseydi. herkes sokağa çıksın da demiyorum ama ülke çapında o kadar deprem tatbikatı yapacağız diye her yerde bildiri yayınlayıp gerçek bir deprem anında hiç bir şey yapılmaması canımı sıktı sadece. etki bölgesinde kalan insanlara mesaj gitseydi bari.

    @hermenotik nihilist 'e de bilgilendirici mesajı için teşekkür ediyorum. halkta yeterli bilinç olmadığı için panik ve izdihama sebep olmaması açısından mesaj gönderilmediğini ama altyapıyı ilgilendiren kurumlara (elektrik, doğal gaz) mesaj gittiğini söyledi. aynı şeyi üçüncüye tekrar edeceğim. halka haber verilmeyecekse ne diye bütün ülke çapında tatbikat yaptık? deprem anında belirli kurumlara bildirim gidecekse onlarla yapsalardı. halkı bilinçlendirme çalışması güzel ama o gün amacın bu olduğuna inanmamıştım bugün emin oldum.

    depremden etkilenen herkese geçmiş olsun.

  • aydınlanma projesi, dünyanın büyüsünü ortadan kaldırmak gibi büyük bir iddiayla ortaya çıkmıştı. bunda belli ölçüde de başarılı oldu fakat geriye varoluşu anlamsızlığın içinde süzülen insanlar bıraktı. bugün, uzaya koloni kurulması ve yapay zekayla insanın cyborg vari bir canlıya dönüştürülmesi planlanıyor. akıl, putlaştırılınca, insan denen varlık da geçmişten sahip olduğu eşsiz bütünlüğünü yitirdi.

    modernite dahilinde tüm bilebileceklerimiz, bir eserin üç saniyelik ölçüsü içerisinde duyumsayabileceklerimizi dahi veremiyor bize. teoriler, konferanslar, türlü türlü lakırdı eşliğinde, "dünyanın bu kez anlaşıldığı" deklare ediliyor, fakat boşluğa atılan her madeni para, sessizliğin içinde kayboluyor ve unutuluyor.

    insan ruhunun, bilimsel olarak anlaşılabileceği çabası, farklı söylem yapılarına angaje kabuller doğuruyor. bu kabuller, çevresine bir kalabalık toplayabildiği ölçüde gerçek halini alıyor. halbuki, mikro düzene dair bilebileceklerimiz de, makro düzene dair bilebileceklerimizin ötesinde değil. her insan, evren denli bir derinliğe ve genişliğe sahip. bunu anlayabilmek değil bir başkası, belki insanın kendisi için dahi mümkün değil.

    beş yüz seneden daha evvel zamanlarda, şehirlerin duvarları vardı. öyle ki, şehir, etimolojik anlamını da çevresi örtülü bu duvarlardan alıyordu. duvarların ardında olanın korkusu, içeridekileri inanç sahibi yapıyor ve birbirine bağlıyordu. bugün, şehirler böyle duvarlara sahip değil, şehrin şeffaflaşması, insanın şeffaflaşmasını da zorunlu kıldı ve artık herkes herkesin her şeyi. içte biriktirilebilecek bir şey yok, zira, "her şey paylaşıma açık olmalıdır" gibi bir ortak kabul söz konusu.
    içsiz ve içeriksiz bu şeffaf insan için, konuşmak da, kalabalığa hitap etmekten ibaret hale geldi. konuşmanın, sessizlikle örtülü muhtevasının yerinde, demagoji, dedikodu ve arzulardan türemiş bilinçlerin bayrakları dalgalanıyor artık.

    materyalist dünya görüşü içerisinde, insan kendi acılarına yabancılaştığında ya da onları unutmayı başardığında, başkalarının acılarına da yabancılaşıyor. böyle bir mevcudiyet içinde, "ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok" gibi insanı dünyaya ve diğer insanlara yabancılaştıran bir konum alıyor insanların çoğunluğu. vurdumduymazlık ve rahatlık, tam olarak buradan çıkıyor ve dünyaya yayılıyor.

    bugün, insanın sahip olabileceği tüm özellikler, rekabet ve çekişmenin etrafında kümeleniyor. kendine ait bir dünya kuran insan, bu dünya toplumun çıkarlarına hizmet etmediği ölçüde, toplumca yargılanıyor. insanlar, "maaş", "iş" gibi toplumsal statüleriyle değerlendiriliyor ve kıyaslanıyor. toplumsal kabullerin ürettiği bu iş bölümleri ise, dizginsiz bir öznelliğin verebileceği derinliği, genişliği ve renkleri veremiyor.

    tüm bu olanlardan dil de nasibini alıyor. modernite dahilinde, geçmişte sahip olduğu derinliği, dokuyu ve kokuyu kaybediyor. düz ve renksiz, bir bilgisayar metninden fırlamış bir ambiyansa bürünüyor. ayırması, bölmesi ve parçalamasıyla da, anlaşma çabasını imkansızlaştırıyor. sadece, tek tipleştirmeye hizmet ediyor.

    "dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır" diyen martin heidegger'in anlama kapasitesinin derinliği de burada saklı. bugün, bizim sahip olduğumuz dünyanın sınırları çok ama çok dar. en başta, kullandığımız dil buna sebep. mevcudiyeti takribi 200-250 sene ile sınırlı sekülerizmin içine gömüldüğümüz için, bu paradigmanın dışında nelerin olabileceğini tahayyül edemiyoruz, vizyonumuz bu dar görü ile sınırlı. anlamıyoruz, çünkü neyi anlayamadığımızı anlayamıyoruz.

    tüm bu sakatlanmış ruh halimizin panzehirinin, gelecekte değil, fakat geçmişte olduğuna inanıyorum ben. bugün akıl yönünden bir şeyler edinebilmiş olsak da, ruhsal bakımdan çok ama çok eksilmiş vaziyetteyiz.

    edit: yukarıdaki alıntı, heiddegger'e değil, wittgenstein'a ait. "dil varlığın evidir" sözüyle karıştırmışım.

  • her sabah metroda şahit olduğum olay.
    metronun kapısı açılıyor. önden bir kaç kişi 100 metre koşucusu gibi fırlıyorlar.
    önceden bunların geç kalan insanlar olduğunu sanmıştım, sonra fark ettim ki asansöre koşuyorlar.
    hani öyle bir koşuyorlar ki o hızla merdiven çıksalar asansörden daha önce çıkarlar yukarı zaten.
    yaşlılar engelliler falan da bunların işinin bitmesini bekliyorlar asansöre binebilmek için.

    engelli asansörüne binebilmek için bile hızlı koşmak gerekiyor bu ülkede.