hesabın var mı? giriş yap

  • elleri kıyma makinesine sokmaya yakın sonuçlar doğurabiliyor.
    kuzum ben seni niye atayım aşağı ki?
    nereden girdi aklına bu düşünce?

  • iş arkadaşlarından biri ev alınca hep beraber hayırlı olsun'a gidilir. ortamda 60 yaşlarında bir adam ve yarı yaşındaki ikinci karısı da vardır. bir diğer arkadaşın 5-6 yaşlarındaki meraklı kızı ise herkesi tek tek sormaktadır, o kim, bu kim, senin adın ne, falan filan. meraklı ufaklık genç kadının yaşlı adamla evli olduğunu öğrenince sağa bakar, sola bakar, sonra soruyu yapıştırır:

    - abla herkes kocasıyla evleniyor, sen neden babanla evlendin?

    dayanamayıp kahkaha atmasaydım iyiydi, amca şimdi benden nefret ediyor sanırım.

  • hogwarts'ta işlerin ne derece kirli işlediğini gözler önüne seren bir gerçektir.

    --- spoiler ---

    bilindiği üzere harry potter'in ilk senesinde bölüm kupasının sıralaması şöyleydi;

    1. slytherin 472 puan
    2. ravenclaw 426 puan
    3. hufflepuff 352 puan
    4. gryffindor 312 puan

    bu sıralamaya göre bütün hogwarts süslenmiş, bütün odalar "saldır yılanım" flamalarıyla bezenmiş, her yer şanlı slytherin'in yeşili ve siyahı boyanmış, taraftar şampiyonluk kutlamalarına başlamışken tutuyor bu alçak hogwarts müdürü hiç bir kurala kanuna dayanmayan tamamen sikinin keyfine verilmiş puanlarla gryffindor'u şampiyonluğa ortak ediyor.

    bütün sene haşaralılıklarıyla herkesi hayatından bezdiren, değerli hocamız severus snape'a, öz beöz slytherin çocuğu malfoy'a ve camiamıza ağza alınmayacak hakaretler eden hermione-ron-harry üçlüsüne sırayla 50, 50, 60 puan vererek adeta ulu orta kayırmacılık yapıyor.

    ama işte allah'ın sopası yok. hesabını iyi yapamamış olacak ki bunak herif, şikeyi bile doğru düzgün yapamadan iki takımı 472 puana eşitlemiş oluyor.

    bundan sonrası daha da evlere şenlik. kürsüde konuşurken yaptığı hatayı anlayan dumbledore, son bir kıvırmayla bütün sezon yokları oynayan nevile'e 10 puan daha yazıyor.

    bu tiyatroya itirazlarıyla adeta çılgına dönen slytherin taraftarına ise hiç kulak asılmadan flamalar filan bir büyüyle değiştiriliyor.

    böylesine şaibeli ve ahlaksız bir sonuçtan bile utanmayan gryffindor takımı ve bilhassa harry potter, sözüm ona tarafsız dumbledore ile objektiflere poz vererek kupayı kaldırıyor.

    buradan bu tiyatroyu kınıyorum. ve slytherin'in alnının akıyla kazandığı kupasının geri verilmesini talep ediyorum

    --- spoiler ---

    edit: bugün gryffindor'un yanında olan hufflepufflu ve ravenclawlı kardeslerime sesleniyorum; bu ateş üflemekle sönmez. adaletini bozduğunuz kantar birgün sizi de tartar.

    edit2: arkadaşlar gerçek şampiyon slytherin'imizin asıl renklerinin yeşil gümüş olduğunu biliyorum. o seneki deplasman formasının yeşil-siyah olmasından ötürü öyle söyledim. siz bu algıcı gryffindor yosmalarına aldırmayın.

  • öğretmenlik mesleğimin ilk yılında tecrübesizlik mi yoksa öğrencilikten kalan bir refleks mi bilinmez öğretmenler odasına girerken kapıyı vurup öyle içeri giriyordum. sağolsun öğretmen arkadaşlar da 1 yıl boyunca ne zaman gelsem 'kapıyı vurmadan nasıl giriyorsun terbiyesiz çık dışarı' tarzı geyikler çevirmekten geri kalmadılar. o değil de öğrenci psikolojisini atlatmak zormuş onu fark ettim ben. sigara odasında tüttürürken aniden kapı açılıp müdür geldiğinde de o an bir heyecanla fırlattım attım sigarayı. müdür dedi hocam sen manyakmısın niye attın caanım sigarayı, dedim örtmenim nnolursunuz babama söylemeyin bir daha olmayacak söz..

  • muhtemelen kısa süreli yayın hayatından sonra ekranlara veda edecektir. çünkü ne beyaz eski beyaz ne de toplum eski toplum ne de zaman aynı zaman malesef

  • oyunda bulunan m4, ak ve awp dışındaki silahların kullanımına ağlayanları anlayamıyorum. madem sadece o silahların kullanılmasını istiyorlar, topluluk sunucularını, aim haritalarını niye tercih etmiyorlar? mag-7 kullanırsın "omg noob". sg, aug kullanırsın, "omg noob". scar, g3 sesi duyduğunu anda "omg noob" diye buyurur bu ağlak oyuncular. ulan noob'sa niye öldürmüyorsun, madem noob al awp öldür.

  • adam kendi fabrikasında üretilen arabaya biniyor. benzinini kendi rafinerisinden gelen benzin ile dolduruyor. tam tersine zenginlikte çok farklı bir seviye görüyorum amk.

  • marsın kutuplarında buz bulunduğu biliniyordu. ancak bu su buzu değil, karbondioksitten oluşan (bkz: kurubuz) idi. 25 seneden beri mars'ın çevresini turlayan çeşitli uydular, bu karbondioksit buzunun altında su buzu da bulunduğunun işaretlerini yakalamıştı. örneğin mars odyssey adlı uzay aracı, 2002’de mars’ın güney kutbuna yakın bir bölgede geniş bir alanın altında bol miktarda hidrojen olduğunu keşfetmişti. bu hidrojenin yüzeyin altında donmuş haldeki suda (h2o) bulunduğu düşünülüyor.

    mars ve dünya 4,56 milyar yıl önceki aynı gaz ve toz bulutunun -benzer- içeriğinden oluşmuştur. oluşumlarından sonraki bir milyar yıl boyunca iki gezegen de asteroit ve kuyrukluyıldız bombardımanına maruz kalmıştır. bu sayede ikisine de uzaydan bol miktarda su gelmiştir. ancak mars'taki su miktarı dünyanınki ile karşılaştırılamayacak kadar azdır. (tüm gezegeni ancak 11 m derinlikte bir su tabakası kaplar, oysa dünyanın %71'ini kaplayan okyanus ve denizlerin ort. derinliği 3400 metredir.)

    yine de bir zamanlar mars bugünkünden çok farklıydı. az miktarda da olsa, gezegende bulunan su, su nehirleri ve denizleri oluşturabilecek kadardı. ancak oluşumundan 1 milyar yıl sonra manyetik alanını yitiren kızıl gezegen, güneşin kavurucu rüzgar fırtınalarına karşı korumasız kaldı. yüzeyinde bulunan bu su da adeta uzaya savruldu.

    mars'ın yüzeyinde bulunan şekiller de, gezegenin bir zamanlar sıvı su tarafından 'oyulduğunu' gösteriyor. yani gezegen gerçekten de, bir devrinde su nehirlerine ve denizlerine ev sahipliği yapıyordu. ancak bu su sonradan uzaya saçıldı. güneş ışınlarından kurtulabilen bir miktar sıvı su ise kutuplarda bulunan kurubuz yataklarının altında uzaya savrulmadan kalabildi.

    sonuç olarak bu önemli ancak beklenen bir keşiftir. mars'taki su ile dünya'daki karşılaştırılabilecektir. böylece suyun dünya'ya hangi yoldan geldiği, mars'taki suyun dünyadakinden ne gibi farklar barındırdığı, bu farkların nelerden kaynaklandığı öğrenilebilecek.

    not: entrydeki birçok paragrafı çağlar sunay'ın '50 soruda evren' kitabına bakarak yazdım. muhteşem ve astronomiye giriş yapmaya uğraşanlar için uygun bir kitaptır.

  • enstantane tam olarak fotoğraf makinasında yer alan, çektiğiniz kareyi oluşturan iki ana unsurdan biridir. diğer ise diyafram’dır.

    en basit anlatımıyla açıklamaya çalışırsak; öncelikle fotoğrafın oluşma sürecine biraz değinmemiz gerekiyor.

    fotoğraf makinasını şöyle gözümüzde bir canlandırırsak ilk göze çarpanlar önde bulunan bir adet objektif, body dediğimiz mekanik kısımda ise üst bölgelerde ayar tuşları ve deklanşör (fotoğrafı çekerken bastığımız düğme) olduğunu görürüz.

    filmli makinalar için konuşursak; malum film dediğimiz ışığa duyarlı bir arkadaş olduğu için kendisini fotoğrafın çekildiği ana en küçük ışık zerresinden bile sakınmamız gereklidir. o nedenle arka bölümde ışık geçirmeyecek şekilde muhafaza ediyoruz sardığımız filmi. işte bu film ile objektifin en ucundaki mercek arasında duran sırasıyla 3 adet unsur var.

    bunların ilki ve bu başlığa konu olan perdemizdir. bu ışığı görüntüyü vizöre aktaran ayna ile birlikte filmimize kontrolümüz dışında ulaşmasını engelleyen parçalardan biridir. biz deklanşöre dokunduğumuz zaman; öncelikle diyafram halkası (objektifte bulunur) ayarladığımız oranda kısılıp-açılarak içeri ne kadar ışığın gireceğini ayarlar. daha sonra vizöre objektiften gelen görüntüyü yansıtan ayna yukarı doğru kalkarak diyafram halkasından geçen ışığın perdeye ulaşmasına olanak sağlar ve en sonunda da ayarladığımız hız oranında perde açılıp filme kadrajımızdaki görüntü işlendikten sonra tekrar kapanarak fotoğraf çekme işlemini sonlandırırız.

    işte bu perdenin ne kadar süreyle açık kalacağına enstantane denir. ayrıca obtüratör hızı, perde hızı ve ingilizce karşılığı shutter speed olarak da kullanılan isimleri vardır. hepsi enstantane ile aynı şeyi ifade eder.

    peki neye göre belirlenir bu hız ?

    öncelikle makinalarımızın ayar tuşlarına baktığımızda 50,100,250.500,1000 gibi değerler görürüz. bu aslında saniyenin 1 bölüsü olarak aldığımız zamanlardır. yani 50’ye ayarlarsak enstantanemizi bu aslında 1/50 (saniyenin 50’de biri) oranında bir hızdır. aynı şekilde 1000 ise 1/1000 (saniyenin binde 1’i). fark ettiğiniz gibi rakamlarımız yükseldikçe perdemizin açılıp kapanma hızı da o derece hızlanacaktır. yani eğer enstantaneyi 2’ye ayarlarsak bu ½ saniyedir. yani yarım saniye boyunca perdemiz açık kalacaktır. fakat 1000 enstantane alırsak gözün bile algılayamayacağı hızda perdemiz açıp kapanacaktır.

    derseniz ki “ulan ha 1000’e ayarlamışım ha 2’ye bunun ayrımını nasıl yapacağım ? ”

    şimdi ilk paragrafta bahsettiğim fotoğrafı oluşturan 2 unsur vardı. biri enstantane ikincisi de diyafram. fotoğraf işte bunları ortamdaki ışık miktarı ve vermek istediğiniz alan derinliği ya da efekte göre kombin etmektir. yani ikisi birbirinden bağımsız çalışmazlar ve bir şekilde birbirlerini etkilerler.

    şimdi anlatacaklarımı anlamanız için diyaframı küçük bir benzetme ile anlatmaya çalışayım ki detaylı şekilde daha sonra diyafram başlığına yazacağım.

    diyafram arkadaşlar insan gözünün, fotoğraf makinasındaki çalışma prensibidir aslında. bu arkadaş james bond filmlerinin o meşhur tanıtımında, bizimoğlan bond’un dönüp ateş ettiği zaman içinden geçtiği bir halka vardır. işte diyafram tam olarak odur görüntü olarak da. yani objektifin el verdiği oranda biz bu halkayı kısıp, açabiliriz. bunu göz olarak örneklememin sebebi de ışığın konumuna göre kullanış şeklidir. biz çok güneşli havalarda (çok güneş çok yüksek ışık ve ısı demektir. film ışığa duyarlı bir kimyasal olduğu için o şiddetli ışığın küçük bir zerresi bile filme hemen etki edebilmektedir. bunu çakmak ateşiyle peçete yakmak ve kaynak makinasıyla peçete yakmaktaki reaksiyon olarak düşünün…) önümüzdekini net görebilmek genelde gözümüzü mümkün olduğunca kısarız. neden peki kısarız içeri giren ışığın miktarını azaltıp görüntüleri seçebilmek için. aynı şekilde kedilerde de bizlerde de karanlık bir ortamda göz bebeklerimiz nasıldır bilirsiniz. olabildiğince açık. bunun da sebebi az olan ışığın her zerresini gözdeki sinirlere iletmek istememiz. mantığı sanırım biraz anlatabildim.

    “lan enstantane ile ne alaka şimdi ?” diyebilirsiniz. şöyle bir alakası var.

    atıyorum güneşli bir havadayız. yaz vakti. işık tam tepeden hayvan gibi geliyor. bu ne demektir fotoğrafçı için. filmimizi yakmadan gördüğümüz kareyi işlememiz için perdeyi çok hızlı kapatıp açmamız lazım. şöyle dokundursak bile o zaten işleyecektir filmimize. geliyoruz ayarlara… şimdi aklınızda bir jimnastik yapın… sizce ortalama ne kadarlık bir enstantane kullanırsak filmi yakmadan çekme imkanımız olur ?

    herkes kendine göre bir cevap verdi büyük ihtimal. ama bu soruyu bir fotoğrafçıya sorarsanız size cevabı “kaç diyaframda ?” olur. çünkü biz perdeye ulaşacak ışığın oranını diyaframla ayarlayabiliriz. yani biz açık bir diyafram (f:2,8 örneğin. bu açıklı halkanın neredeyse objektifin merceğiyle aynı açıklıkta olması demek. yani objektiften giren ışık hiçbir engele takılmadan aynen perdeye yansıtılacaktır.) kullandığımızı varsayalım. o zaman ne olacak. o yüksek sıcaklıktaki ışık yoğun şekilde içeri dalacak. biz de filmi yakmamak adına ne yapmamız gerekiyor. hızlıca filme bu ışığı verip perdeyi kapatmamız gerekiyor. o zaman biz 1000 (1/1000 saniye) ya da 750 (1/750 saniye) gibi bir değer ayarlarsak fotoğrafımız kadrajdan gördüğümüz kare gibi çıkacaktır.

    peki biz kısık diyafram değerinde (f:22 örneğin. bu da tam olarak iğne deliği boyutunda bir aralıktan ışığı perdeye iletmektir) bunu denersek ne oalcak. o zaman da içeri sızan ışık miktarı çok çok az olacağı için bizim bu ışığın filme işlenmesi için biraz zaman tanımamız lazım. çünkü yoğunluğu düştükçe sıcaklık da aynı oranda düşecektir. bu nedenle kısık diyaframda biz 1/1000 ile çekersek elimizde sadece simsiyah, oluşamamış bir kare çıkacaktır. bunun yerine perdenin açık kaldığı zamanı uzatırız. atıyorum 1/125 ya da 1/150 gibi. bu şekilde gene kare baktığımızda gördüğümüz renklerde çıkacaktır.

    fakat şunu unutmamak lazım. diyaframın tek işlevi içeri giren ışığı ayarlamak değil, aynı zamanda “net alan derinliği”ni ayarlamaktır. o da şu hani netlediğimiz yerin arka fonunda oluşan flu (net olmayan) alan var ya (yaşlı dede yüzü fotolarını düşünün hani gözler net kulağa doğru flulaşıyor…) işte diyafram o alanın mesafesini ayarlıyor. yani açık bir diyaframda (f:2,8 örneğin) dedenin burnuna netleyip fotoğrafı çekerseniz atıyorum yanağında olan bir ben ya da kulakları flu çıkacakken; siz kısık bir diyaframda (f:22 örneğin) aynı kareyi, aynı açıyla çekerseniz değil kulaklar, arkada bisikletiyle dolaşan çocuk bile net çıkacaktır. bu net alan derinliğini ayrıca objektifinizin mm’si belirler. geniş açı objektiflerde (10 mm-35mm arası) alan derinliğini bu kadar keskin vermek zorken, tele objektiflerde (75 mm- 300+mm) objektiflerde adamın burun kılını net çekip bıyığını bile flulaştırabilirsiniz.

    bu açıdan çekeceğiniz karedeki kullanacağınız alan derinliğine göre enstantane-diyafram ikilisini iyi kombinlemek lazım.

    peki düşük enstantane değerlerinde (1/2 – 1/5 – 1/25 gibi) neden hareketli bir cisim net çıkmaz.

    bunu yağlı boya ile tuvale resim yapma eyleminden örnekleyeceğim. mesela elimizde boya kaplı bir yağlı boya fırçası var ve bununla kesintisiz paralel şekilde tuvalin üstüne bir çizgi çekmemiz isteniyor.

    ilkinde bize saniyenin 1/500 kadar bir zaman boyunca çizgiye devam etmemiz istense ne elde ederiz. sanırım değdirdiğimiz gibi çektiğimiz için ufak bir nokta olacaktır bu istek.

    aynı şekilde saniyenin 1/25 oranında bir zamanda bu eylemi yaparsak tuvalin yarısına kadar geleceğimiz bir çizgi elde etmiş oluruz.

    film de tuval gibidir arkadaşlar. perdenin açık olduğu sürece film objektiften yansıyan her şeyi yansıdığı gibi işleyecektir. yani perde uzun süre açık kalacaksa o açık kaldığı süre boyunca hareket eden ya da sabit her şeyi işleyecektir.

    peki neden net çıkmaz ? çünkü biz düşük enstantane değerlerini yetersiz ışığın olduğu zamanlarda kullanırız. yetersiz ışık da bir fotoğrafın oluşmasını yavaşlatacaktır. çünkü bizim cisimlerin netliğini belirlememiz onun bize ilettiği ışık miktarıyla alakalıdır. karşı cisimden yetersiz ve az ışık alıyorsak filme o cismin oluşması için biraz zamana ihtiyacımız vardır. bu nedenle cisim henüz filmde net şekilde oluşamadan hareket ederse, bu filmde o cismin tam olarak oluşamadan kadrajda yeni yerine geçmesi demektir. yani filmin başka bir noktasında sıfırdan yeniden oluşmaya başlaması anlamına gelir.

    karışık olduysa kusura bakmayın. anlatmak yazmaktan çok daha kolaydır bu konuları. yazarak en fazla bu kadar özetleyebildim… aklınıza takılan şeyler varsa sormaktan çekinmeyin. elimden geldiğince basit şekilde anlatmaya çalışırım.