hesabın var mı? giriş yap

  • tekrar tekrar dinledikçe kendisine haksızlık ederek çok kısır bir tanımlama yaptığıma inandığım kusursuz albüm.

    porcupine tree'nin stars die dönemiyle in absentia dönemini harika bağlayan tam bir olgunluk dönemi albümü.

    ne çok sert, ne çok hızlı ne de çok yavaş. tam porcupine tree'nin olması gerektiği gibi muhteşem bir tempoda. steven wilson'ın sözleri yine her zamanki gibi zirve yapmış. bir insan evladı nasıl bu kadar yaratıcı olur yahu? oluyor işte ama az kaldı bu adamlardan, nedense genelde genç ölme eğilimli oluyor bunlar.

    neyse efendim kendimizi karamsarlığa vermeyelim. ülkemize gelecekleri günü beklemeye başlayalım. gerçi korkarım ülkemize gelip de fates warning'in yaşadığı gibi pazarlama eksiğiyle boş 8. sınıf barda çalmak zorunda kalacaklar. giderek sayıları artan dinleyicileri olsa da bu çizgide, yani kendi tarzlarından ödün vermeden müzik yapmaya devam ettikleri sürece hiçbir zaman mainstream olamıyacaklar. bu belki de iyi birşey ama en azından biz müzikten anlayan sözlük yazarları/ okurları bu grubun muhteşemliğinin farkındayız ve çevremize bu farkındalığı yaymaya çalışıyoruz...

  • izlemeye başlamadan önce breaking bad'den daha iyi olduğunu söyleyen insanlar görünce “yok ya nasıl olabilir ki” diyordum. izledim, ve ben de gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, her ne kadar breaking bad arşa çıkmış bir dizi olsa da better call saul çok daha başarılı bir dizi.

    nedenlerinden bahsedecek olursam, burayı okuyanların breaking bad izlemiş olduğunu düşünerekten yazıyorum, ilk olarak better call saul'da hiçbir karakter gereksiz değildi. salamancalardan tutun kim'e howard'a nacho'ya… hepsini izlemek çok keyif vermişti. breaking bad'in son sezonunda ansızın gelen ve düşman olan karakterleri düşünecek olursak bence onları koymak yapımcıların en büyük yanlışıydı.

    ikinci olarak ise gerçekten çok ayağı yere basan bir dizi. her şey kendi içindeki mantıktan hiç sapmadan ilerliyor ve yine aynı yolun sonunda muhteşem, hatta izlediğim en iyi dizi finaliyle bitiyor. bittiğinde içtenlikle dedim ki, dizi dediğin böyle olur.

    şimdi diziyle ilgili bahsetmek istediğim spoilerlı kısımlara geliyorum;

    --- spoiler ---

    öncelikle söylemek istiyorum ki nacho'nun ölüm sahnesi gördüğüm en etkileyici ölüm sahnesi olabilir. oyunculuklar zaten muazzam. hector'a onu zehirlediğini söylerken ki o nefreti gözlerinden çok açık şekilde okunuyordu. son yemek yiyişi, babasıyla son vedası, hepsi çok üst düzeydi. ölmesine tabii ki çok üzlüldüm ama beklediğimiz bir şeydi zaten. en azından onların elinden değilde kendi rızasıyla ölmesi biraz içimi rahatlattı.

    chuck'tan bahsetmek istiyorum. chuck'ın sorunu, sürekli doğru olanı yapmaya çalışması ama istediği sevgiyi, mutluluğu elde edememesiydi. ona her zaman üzülüyordum. hep doğruyu yapmasına rağmen jimmy gibi sevilmiyordu, karakter meselesi işte. eşini bile jimmy gibi güldüremiyordu. yalnızlığı ben chuck'ta gördüm. hep yalnızdı ve tutunabildiği tek şey "hukuk"tu. çünkü orada saygı görüyordu.

    jimmy de chuck da birbirini çok seviyordu. ama hep yanlış zamanlarda birbirlerine yanlış haraketlerde bulundular. jimmy chuck'ı chuck'ın ona en çok güvendiği anda kandırdı, chuck'sa jimmy'i aynı şekilde. sonunda da jimmy chuck'ın elinden, kendisinin de itiraf ettiği gibi, sahip olduğu tek şey olan hukuk'u aldı... final bölümündeki sahneleri o kadar güzeldi ki... chuck'ın "that's not what i had in mind" dediği kısımda sesi titremesi... jimmy'i gerçekten seviyordu ve bir abi gibi davranmak istiyordu, ikisi de denedi, olmadı...

    salamancalar ve gus'a geçmek gerekirse, lalo'nun ölüm sahnesinde acı içinde kıvranırken bile gus'a bunu belli etmemek için ona bakarken gülmesi, gus'ın da aynı şekilde ona yaralı olmasına rağmen dimdik ve duygusuz bir şekilde bakması, işte saf nefreti orada gördüm ben.

    lalo salamanca karakteri ise izlerken en keyif aldığım karakterlerden biriydi. salamancaların en tehlikeli ve zekisiydi, ama tony dalton'un hakkını vermek gerek, muhteşem bir oyunculuk sergilemiş.

    bütün karakterleri çok sevmekle beraber en sevdiğim karakter howard'dı. nedeni ise, çoğu kişinin hissettiği gibi başlarda ben de onunla ilgili negatif düşüncelere sahiptim. fakat sonradan anladık ki asla tahmin ettiğimiz gibi biri değilmiş. aslında bu alışkın olmadığımız bir durum çünkü böyle zengin, iyi görünümlü, başarılı insanların hep bir kusuru (genelde kibir olur bu) olmasına alışkınız. howard'da bu yoktu. herkese iyi niyetle yaklaşan, arabasını alan valeye bile içtenlikle halini hatrını soran, saf iyiliğin resmedilmiş hali gibi bir insandı. ölümünü kabullenmek cidden çok zor oldu. bu konuya tekrar değineceğim.

    jimmy ve kim'den bahsetmek istiyorum. breaking bad evreninde ve buradaki diğer karakterlerden farklı olarak kurbanlarını "oyunun" içinde olmayan biri seçmişlerdi. her ne kadar walter white bir cani olsa da kendi bildiğinden sapmayan bir insandı. ailesine asla zarar gelmesini istemiyordu, yoluna çıkanlarlaydı işi. ama howard öyle miydi? tam tersi, zarardan çok faydası dokunmuştu onlara, özellikle kim'e. ama onlar tam da howard'ın dediği gibi "ruhsuz" bir şekilde onunla uğraştılar. howard son sözlerinde sonuna kadar haklıydı. sonu ise tam bir trajediydi. "yok yere" öldürüldü. bir hiç uğruna... ve cesedi attıkları çukur, işte orada parçalandım. bir insanın nereden başlayıp nereye geldiği (hem de hiç haketmediği bir şekilde) tüm gerçekliğiyle gösterildi bize.

    bu olaydan sonra ikisinden nefret ettim. hatta dizinin sonunda ölmelerini istiyordum. ama dizi senaristleri öyle yetenekli insanlar ki, kendimi dizinin sonunda onları ağlayarak izlerken buldum. o son bakışma sahnelerini izlediğimde hala ağlıyorum. bir dizi finali ancak bu kadar ruhuma dokunabilirdi. benim için bulunmaz maden değerinde bir final. daha iyisini izlediğimi hatırlamıyorum. bütün taşların tek tek yerine oturduğu, aklımdaki bütün soruların cevabını aldığım bir bölüm oldu.

    jimmy ve saul, aslında iki farklı insan gibilerdi. jimmy'nin sorunlarından kaçmak için oluşturduğu karakteri saul, ama nihayetinde tekrar bizim sevdiğimiz jimmy'miz oldu. belki de ilk defa hatalarının sorumluğunu aldı. chuck'ın son bölümdeki flashback'te dediğini yaptı, "if you don't like where you're heading, there's no shame in going back and changing your path." ve ilk defa chuck'ı yanılttı, değişti. 86 yıl hapis cezası almasına rağmen aslında hiç olmadığı kadar özgürdü.

    --- spoiler ---

    muhteşem bir dizi, muhteşem bir final. çoğumuzun yaşantısından uzak bir dizi olmasına rağmen, aslında bir o kadar da "biz" olan bir dizi. inişlerimizi çıkışlarımızı, değerlerimizi, doğruyla yanlışı, zamanı, tüm gerçekliğiyle betimleyen bir başyapıt. harcadığım en kaliteli zamanlardandı izlediğim anlar. asla unutmayacağım.

    "we all make our choices. and those choices, they put us on a road. sometimes those choices seem small, but they put you on the road. you think about getting off. but eventually, you're back on it."
    -mike ehrmantraut

  • ''ibrahimovic erkan'ı aradı iyi ki trabzon'u seçtin dedi'' diyebilen bir mafya kılıklı adamın lafıyla ''defolsun gitsin'' diyecek dengesizleri ortaya çıkaran reis.

  • sen babandan abinden sevgilin oldugunu saklamak zorunda kal,
    sevgilinden erkek arkadaslarin oldugunu saklamak zorunda kal,
    erkek arkadaslarin yanlis anlamasin diye surekli davranislarini kontrol et,
    annenden evlilik ustune surekli nasihatlar ve toplumun baskisini al,
    ablan varsa onun yaptigi hatalari surekli dinleyerek paranoyaklas,
    kizkardesin varsa surekli onu kendi kazik yedigin adamlar gibilerinden korumaya calis,
    evde komsunun kiziyla okul basarin karsilastirilsin,
    sitede baska kizlarla kiyafetlerin ustunden dalga gecilsin,
    okulda hocalarin tarafindan asagilan,
    yasitlarin tarafindan alay konusu olmayayim diye surekli dikkat et,
    otobuste fortculardan sakin,
    gece karanliga kalmamaya calis,
    etek giydiginde toplum herkese vermeye calistigini dusunsun,
    birine yakin davrandigin anda ona yavsadigini sansinlar,
    komsundan kork,
    ele ele tutusmaya cekin,
    kisacasi istedigin hic bir seyi gonlun kafan rahat yapama.
    sonra biz de senden ayrica ozguvenli ve komplekssiz olmani bekleyelim.
    (bkz: sevr anlasmasi)

  • - "oyunu kime vereceksin" dedi
    + "hırsız vatan haini olmayana" dedim
    - "nedir bu akp düşmanlığınız" dedi
    + halbuki ben isim telafuz etmemiştim.

  • içinde önemli ölçüde buddha'nın, dalay lamanın öyküsü bulunan ve doğu mistizmi, budizm üzerine kurulu; hikaye, film, üçleme.

    dikkat: buradan sonrası spoiler içerir.

    aslında yıllar yıllar önce izlediğim ancak şu aralar anlam verebildiğim film serisi bu.

    neo, samsara kavramıyla benzerlik gösteriyor. yani yaşam ve ölüm döngüsü var ancak onunki farklı bir döngü. bu seçilmişin döngüsü. adamımızın adı bir kere "neo" yani "yeni".
    ikinci filmde mimar ve merovingian karakteri neo hakkında bir çok bilgi veriyor bize, örneğin neo gibi daha önce de bir çok seçilmiş olduğundan; bu ne anlama geliyor? reenkarnasyon.

    budistler; yaşamı bir doğum, yaşam ve ölüm döngüsü olarak görürler ve siz nirvana'ya ulaşırsanız, bu döngüden kurtulursunuz. türkiye'de anlatıldığı gibi her yaşamda daha iyisine gelmiyorsunuz, amacınız her hayatınızda bir şeyler öğrenmek ve bu döngüden kurtulmak için ruhani bir deneyim elde etmek.

    neo, yani seçilmiş kişi de, daha öncesinde 5 kez gelen, ancak her seferinde bir türlü nirvana'ya ulaşamayan bir seçilmiş ve her seferinde yeniden gönderiliyor. sonucusunda "nirvana'ya ulaşıyor".

    budizm'de sekiz aşamalı asil yol kavramı vardır, bilgelik için gereken yoldur, bunlar;

    1- doğru bakış ve kavrama: gerçeği, doğruyu olduğu gibi görme, bilme veya kavrama
    2- doğru düşünce ve niyet: arzuya direnme, iyi niyet , öfke ve nefrete direnme, zarar vermeme niyeti, merhametli olma, etik (ahlaki) ve doğru davranış
    3- doğru konuşma: yalan ve yanlış konuşmamak, kötü söz söylememe, incitici söz söylememe, boş sözler söylememe
    4- doğru davranma: can almamak, canlılara zarar vermemek, hırsızlık-kandırma gibi şeylerden uzak durmak, merhametli davranmak, dürüst olmak
    5- doğru geçim (doğru yaşama biçimi-geçinme): gelirini düzgün şekilde sağlamak ve doğru işlerde çalışmak
    konstanstrasyon-disiplin veya zihinsel gelişim
    6- kendini geliştirmek için çaba: doğru olmayan halleri engellemek, doğru olmayan durumları terketmek, doğru hallerin ortaya çıkmasını sağlama ve onları koruma
    7- doğru farkındalık - düşüncelilik: bedenin, hislerin, zihnin anlaşılması
    8- doğru konsantrasyon: belirli bir noktaya zihnin yönlenebilmesi. (meditasyon bu amaçla kullanılır)

    benzerlikler şunlardır, madde madde;
    1- neo, aynı tibet budizmi'nde olduğu gibi dalay lama'ya benzer şekilde seçilmiş kişi olduğu düşünülerek hazırlanır. neo'nun rahibi morpheus'dur. morpheus ona matrix'ten çıkana dek ve çıktıktan sonra da "gerçeği, doğruyu olduğu gibi görme, bilme veya kavrama" konularında yardımcı olur.
    2- neo eğitimi boyunca "doğrular anlatılır". "arzuya direnme, iyi niyet , öfke ve nefrete direnme, zarar vermeme niyeti, merhametli olma" gibi.
    3- neo, kâhine her gittiğinde doğru konuşma konusunda bilinçlenecektir; "yalan ve yanlış konuşmamak, kötü söz söylememe, incitici söz söylememe, boş sözler söylememe" gibi.
    4- neo film boyunca kötüden, yanlıştan uzak durma eğiliminde olmaya çalışır. ajanlar yoldan çıkarmaya çalışır, doğru olanı yapmaya çalışır; "can almamak, canlılara zarar vermemek, hırsızlık-kandırma gibi şeylerden uzak durmak, merhametli davranmak, dürüst olmak" gibi.
    5- neo film boyunca doğrunun peşinden koşan, doğru yerde olmaya çalışan biri olarak görürüz; "gelirini düzgün şekilde sağlamak ve doğru işlerde çalışmak konstanstrasyon-disiplin veya zihinsel gelişim" gibi.
    6- neo film boyunca yanlış şeylerden uzak durur, nihayete erişmeye çalışır, morpheus'u kurtarmaya çalışması; "doğru olmayan halleri engellemek, doğru olmayan durumları terketmek, doğru hallerin ortaya çıkmasını sağlama ve onları koruma" gibi.
    7- "kaşık yok" olayı, ajanların, makinaların programlarını yani ruhlarını görebilme, morpheus'u ve tritiny'i kurtarmaya çalışması ve seçim anlarında doğru karar vermesi, yani "bedenin, hislerin, zihnin anlaşılması" gibi.
    8- ve film boyunca neo'nun amacı olan zion'u kurtarmaya çalışması, bu nedenle düşünmesi, yani "belirli bir noktaya zihnin yönlenebilmesi".

    neo film boyunca "bilgelik" basamaklarını tırmanır aynı budizm'de olduğu gibi.
    buddha gibi "öğretmen, bilge olma amacı yoktur", belki de zaten buddha olmuştur önceki hayatında ancak nirvana'ya ulaşması için "teslim olması" gerekiyordu, yani "tüm samsara arzularından kendini azat etmiş" olması gerekiyordu.

    film boyunca en büyük arzu şevkini ona mimar verir, kapıları göstererek ve der ki; "birinde zion'un kurtuluşu var, diğerinde ise matrix". yani birinde şan, şöhret, diğerinde aşk, sevda ve kendi çizeceğin yol var; neo ise matrix'i seçer ve ilk kez bir seçilmiş döngüyü kırar ve şan, şöhreti elinin tersiyle iter.

    daha bir çok budizm göndermesi bulunmaktadır..

    ...

    bu film üçlemesinde bir çok semavi din göndermesi de bulunmaktadır, hatta seraph gibi karakterler "tüm dinlerin öğelerinin bulunduğu" bir yere gidebiliyor. bu konular için ayrıca başka bir zaman, başka bir entry girilebilir.
    aslına bakarsanız; matrix, zion bütün insanlığın hikayesidir, yani bu denli kafa karıştırıcı olması şaşırtıcı değildir.

    ve son olarak; günümüzde senaristlere, yönetmenlere, yapımcılara "film nasıl yapılırı" anlatması gereken çalışmadır. böylesine iyi hikayesi olan bir filme son 21 yılda çok az denk geldim. film, sinema bunlar sanat işte.

    bu film izledikten sonra, üstüne bir de film hakkında düşününce ruhani bir haz almamak gerçekten elde değil.

    düzenleme: ufak tefek düzeltmeler

  • bugün akraba kontenjanından askeri havuza gideyim dedim tek başıma. bahsettiğim havuz kartal civarında, cevizli'de. neyse işte orada takıldım tüm gün, çıkışta hedefim mecidiyeköy tarafına dönmek. ama bende yer-yön duygusu olmadığından; yine tüm yollar birbirine benzemeye başladı. ben böyle stresle çevreye bakınırken, o sırada arabaların olduğu kısma doğru ilerleyen bir amca gördüm. yani benim için klasik bir amcaydı, -askeriyeyle alakam yok- meğer o amca paşaymış...

    - ee, şey merhaba. böyle düz gidince e5'in geçtiği kapıya mı çıkıyo acaba?
    - (çok sinirli bir ses tonuyla) sen nereye gideceksin çocuğum?
    - e5'e gideceğim?
    - (daha da sinirli) e tamam da kızım, e5'te nereye gideceksin?!!
    - şey, mecidiyeköy'e.
    - tamam bin arabaya, ben de o tarafa gidiyorum.
    - eeöö.. şey evet tamam bineyim.
    - binsene evladım!!
    - tamam tamam bindim. :/

    arabaya bindik gidiyoruz. kapıdan çıkarken "iyi günler komutanım!!" diyen askerlere "sağol asker!!" deniyo falan; böyle değişik diyaloglar... sonra baya yol gittik; yani beraber karşıya falan geçtik köprüden; tüm yolculuk boyunca tek kelime etmedi adam. hala aklım almıyo. ve de hiç gülmedi... ben de gerginlikle bekliyorum "nerede indirecek acaba beni" diye; bi yandan da kafamda tasarladım: inerken "iyi günler komutanım" diyeceğim, böylece adam tebessüm etmiş olacak; günüm güzel geçecek... planlar yapıldı. her şey hazır... bir anda amca arabayı durdurdu. (mecidiyeköy'e gelmişiz; benim yer-yön duyg...) fakat ben nerede olduğumuzu anlayamadığım için panik yaptım o sırada.

    - tamam kızım hadi sen burada in.
    - ??!! teşekkürler kumandanım.
    - hahahahaha kumandanım mı? savaşta mıyız evladım? ahaha.

    amca bildiğin yarıldı lan :/