hesabın var mı? giriş yap

  • günlerden birgün italyan büyükelçisi ata ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir. o zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra, büyükelçi "ekselans, dün roma ile yapmış oldugum bir görüşmede hükümetimizin hatay'ı almak istediği kararını size iletmem söylendi" der. odada buz gibi bir hava eser. ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram eder ve iki akikalığına odadan ayrılır.

    döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. doğruca masasına gider, manyetolu telefondan mareşal fevzi çakmak'ın bağlanmasını ister ve çakmak'a: " paşa, italyan dostlarımız hatay'a gelmek istiyorlarmış. hazır mıyız" der. fevzi çakmak durmu anlar ve "biz hazırız paşam" diye yanıtlar. ata büyükelçiye döner ve: "biz hazırmışız. hükümetinize söyleyin, isterlerse gelip hatay'ı alabilirler" der...

    karizmatik cevap budur...

  • benim bir arkadaşım var, tanıdığım en kişilikli ve düzgün adamlardan biri. kadıköy'de tekel bayisiyken biri aklına girdi bar açtırdı bu adama. adam tuncelili, öyle bar ortamını gece hayatını bilmiyor, sevmiyor da... neyse, saflığı (salaklık anlamında değil, oldukça cindir kendisi) ve samimiyeti sayesinde açtığı yerin müdavimleri oluştu dört yılda...

    bir şeyler oldu, 3-4 ay uğrayamadım, neyse sonunda gittim yanına. dedim, nasılsın? dedi, sorma çok fenayım. dedim, hayırdır? dedi, çok fena bir şey olmuştur bana... dedim, delletme insanı, ne oldu yahu, anlatsana? başını öne eğdi, "aşık oldum" dedi utanarak...

    memlekete gittiğinde bir kadına vurulmuş. barı kapatıp kapatıp memlekete kaçıyormuş.

    "geçen eve gidiyordum. minibüsten inemedim, bir baktım sabiha gökçendeyim. ilk uçağa atladım elazığ'a gittim, oradan dersim'e geçtim. sevdiğim kadını iki saat görüp geldim..."

    adam her hafta tunceli'ye gidiyor. hiçbir şey beklemiyor, sadece bir ihtimal sevdiği kadın da onu sever diye umuyor.

    biz de dinlerken yutkunuyoruz arkadaşımla... "maltepe-beylikdüzü arası mesafe çok şekerim" diye lokasyon sorunu yüzünden başlamadan biten ilişkiler geçiyor gözümüzün önünden...

    adam gözümüzde adeta "parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği" diyen bir yarı tanrı, adeta bir vecihi, o paraya öküz alırız diyen anasını sallamayan bir feyzo, sevda'ya sevdalı bir muhsin bey...

    her kazıktan sonra, "aşk ne ki, hofff!" desek de var böyle bir şey, böyle yaşayanlar...

  • ya ne cehennemi babacım adam diyor ki ortada veri yok. musa asayı vurmuş kızıldeniz'i ikiye ayırmış arkasından gelen firavun ordusu suların altında kalmış, ama her şeyin kaydını tutan mısırlıların böyle bir, aniden ortadan kaybolan binlerce kişilik ordu, diye bir kaydı yok. yani bütün bu mucizeler milyarlarca yıllık geçmişin sadece 3-4 bin yıllarında gerçekleşiyor ve sonra bitiyor ne hikmetse diyor.

    özeti bu. ayrıca birkaç kez gördüm “inkar etmek” diye. ya arkadaş sen kendi inandığın şeyi ne kadar önemsiyorsun öyle ya. yani böyle bir mantık olabilir mi? bu mantığa göre sen de noel baba gerçeğini “inkar” ediyosun.

    kibre bak heriflerde. inanan doğru yolda inanmayan yanlış yolda değil, doğruyu inkarda. he amk senin ana babadan nesilden nesile aktarılan peri masalına inanmadı diye gerçeği inkar ediyor oluyor he. bu kadar kolaya kaçmayın.

  • alfabe cümleleri, alfabemizin 29 harfini de içeren cümlelerdir. bu cümleler bilgisayarlarda fontları belirtmek için ya da kişilerin elyazısı örneğini almakta kullanılır.

    açgözlü ve hoşnut, prestije feci bağımlıydık.
    afgan dövüşçü ebuhaciz psikoloji eğitimi alıyor.
    ağı övdüm, şarjsız cep telefonu hiç yok gibi.
    av faydasız, bagaj hep ciğer olmuş, çöktün.
    bahçede acı jambonlu zayıf tavuk göğsü pişir.
    bugün fıstıkçı şahap değil jöleci yavuz alsa olur mu?
    bu vakıf koleji hep güçsüz, öğrenci yetişmedi.
    jübile, hepsi eğitim gönüllüleri vakfı içindi, coşuyoruz.
    kıl şoför çocuğun gaz, vites, debriyajı müphem.
    kolej fıstığı böcüden hep vazgeçiyormuş.
    pijamalı hasta yağız şoföre çabucak güvendi.
    tüh, jantı feda et; pislik böceği yormuş, vazgeç

  • monosodyum glutamatın zararlı olduğu asparagasını doğurmuş sendrom.

    msg tartışmaları 1968 yılında kwok tarafından bilimsel bir dergiye (new england journal of medicine) gönderilen mektuplarla başlıyor. kwok 6 mektup süren yazışmaları sırasında kollarından sırtına yayılan bir hissizlik hali ile genel bir zayıflık ve çarpıntı semptomlarından bahsediyor. kwok mektuplarında bu belirtilerin çin yemeklerini pişirirken kullanılan şarabın alkolünden, sodyumdan ya da msg’den kaynaklandığını ileri sürüyor. bu belirtileri gösteren hastalığı ise “çin restoranı sendromu” olarak adlandırıyor. 1995 yılında faseb (amerikan deneysel biyoloji toplulukları federasyonu) aşağıda verilen belirtileri gösteren msg semptom kompleksi adı ile yeniden adlandırıyor.

    ensede, kollarda ve göğüste yanma hissi
    yüzde gerginlik
    göğüs ağrısı
    baş ağrısı
    bulantı
    çarpıntı
    enseden kollara yayılan hissizlik
    uyuşma
    yüzde sıcaklık hissi
    astım hastalarında bronkospazm (solunum yollarının daralması)

  • seri halinde okunursa eglenceli:

    - bir arkadasin dogumgununu taksimde kutlamak icin evden cikildiginda apartmanin otomat isiklarinin bozuk oldugunun gorulmesi

    - ayni katta karanliktan inanilmaz korktugu sesinden belli bir kadinin sizin evden ciktiginizi gorup/duyup "pardon ben cok korkuyorum benim elimden tutup beraber asagi inebilir miyiz" demesi

    - kadinin elinden tutup 3 kat indirilmesi

    - giris katina gelip de disarinin isiklari sayesinde elinden tutup 3 kat indirilen korkak teyzenin ajda pekkan oldugu anlasilmasi

  • "@gencserkan ulan zır cahil ulan allahin belasi bu dumanı savaş uçaklarının görüş açısını engellemek için yapiyolar."

    koordinat neydi? koordinat emekti.

    eşşek çünkü uçak pilotu, aşağı kadar inip bakıyo nerede ne var diye.