hesabın var mı? giriş yap

  • izmir'den istanbul'a ilk kez arabayla gelen babamı şaşırtmış trafiktir.

    babam kartal yönünden e-5'e giriş yapar, tam iş çıkış saatidir, bu sebeple trafik vardır. 35 plaka arabasıyla kendini trafiğin içinde bulan babam camı açar, yandaki arabaya seslenir. "kardeş kaza mı olmuş???"

  • -alo kemik'ten arıyoruz. mor ve ötesi grubu mu?
    +buyrun ben solist harun.
    -harun bey nedir bu mor ve ötesinin hali allah aşkına?
    +nasıl yani neyi var ki grubumunuzun? yeni albümümüz de çıktı.
    -çıktı da ne oldu haruncuğum. bak ben yıllardan beri sizi takip ederim. bi türlü gerekli patlamayı yapamadınız. ingilizce söylediniz olmadı, türkçe söylediniz olmadı, toplumcu sosyal mesaj vermek istediniz, savaş karşıtı oldunuz hiç olmadı. naaptınız şimdi? ajda pekkan'ın "yaz yaz" parçasını söylediniz oldu mu şimdi? bakın sizinle başlayanlar nerelere geldi. bugün bir duman olsun, bir teoman olsun ortalığı kasıp kavuruyor.
    +eee?
    -eeesi şu bana kalırsa yeni albümünüzde son bir kez istiklal marşını söyleyip dağılın.

    gibi örnekleri olan şaheser.

  • arkadaşla kadıköyde akşamüstü vakti bir mekanda buluşulduktan sonra taksime geçilmiş, gece uzadıkça uzamış ve kalabalık olunmuştur.

    sabaha karşı taksim taraflarında başka bir arkadaşın evinde kalınır, öğlene kadar uyunur edilir..

    ertesi günü aynı şekilde geçer, zaten taksimde herkes, akşama doğru çıkılır evden yine içilir eğlenilir dans edilir, taksimde oturan aynı arkadaşta kalınır..

    3. gece taksimde içilirken ilk gün kadıköyde buluşulan arkadaşın cep telefonuna mesaj gelir;
    "ekmeğe gerek kalmadı."
    arkadaş bi duraksar, bi dalar ve bi anda suratı renk değiştirir..

    haliyle meraklanıp sorulur "ne oluyor lan ?"
    cevap : "abi ben ekmek almaya diye çıkmıştım."

  • hepinizin ne boklar yediğini görüyoruz artık sosyal medya sağolsun. din üzerinden geçinmeyi bırakın örümcek kafalılar

  • gururumuz mete'nin başarısıdır. istanbul okçuluk kulübü çıkışlıdır.
    okçular vakfı ile hiçbir ilgisi olmaması ayrı bir sevinç kaynağıdır. şimdiden başarısını üstüne çekeceklere önbilgidir.

    tebrikler!

  • oldukça eğlenceli oyunlar eşliğinde içilebilecek içki. iskambil destesinden çekilen kartlar sonucu oynanını favorimdir ki bu oyunun bir adı var mıdır bilemiyorum. ayrıntılarını da yazayım tam olsun.

    tüm deste ortaya koyulur. oyuncular sırayla desteden kartları çekerler. her kartın bir anlamı vardır.

    as, 2 ve 3 'ü çekenler bir shot içerler.
    4 , 5 ve 6 çekenler masadakilerden istedikleri birine bir shot içirtirler
    7'yi çeken kart ki bu kartı çeken kartını saklar bir hareketi kimseye çaktırmadan tekrarlar. olayı en son çakan ve o hareketi son tekrarlayan bir shot çeker.
    8: jokerdir istersen o an içeceğin shot'tan yırtarsın istersen kalkması yasak olan masadan kalkabilirisn.
    9: en bi müthiş karttır. kelime yasaklama özelliği olan bu kart sayesinde ortamda en çok kullanılan kelime yasaklanır. artık o kelimeyi her telafuz eden bir shot içer. bir yerden sonra konuşma imkanınız kalmaz.
    10: şarkı söylemek lazım kartı * bu kartı çeken kişi bir şarkıya başlar diğerleri sırayla devam eder. kim ki şarkıyı söyleyemez ayvayı yer. bir shot çeker.
    joker: oyunun dönme yönünü ters çevirir. böylece o kişiden bir sonraki kişi kart çekmekten yırtar
    kız: marka söylemece. bir marka söylenir örneğin araba markası opel sırayla herkes marka söyler. kimde tıkanırsa bir shot içer.
    kral: 7 ile birlikte saklanan diğer karttır. bu kartı olan kişi çaktırmadan masadan birine bir soru sorar. eğer karşıdaki ya da masadaki başka kişi atlayıp bu soruya cevap verirse bir shot içer.

    oyunun yan etkileriyse bir yerden sonra herkes mala bağlar. yasak kelimeler yüzünden mamafih diye konuşulmaya başlanır hatta bir yerden sonra susulur. kimse kimseye güvenmez sorulara cevap gelmez 7 çıkmıştır diye herkes önünde kapalı kart duran arkadaşın hareketlerini maymun gibi tekrarlar. sandalyeden düşülebilir sonra. ama eğlencelidir.

  • bu toplumda absürdizm ile optimistik nihilizmi sürekliliği sağlanmış halde benimsenmek zordur. sadece tahmin yapmıyorum çünkü optimistik nihilizmi benimsemeyi denedim. zihinsel olarak seviyelerini de ilerletmeye çalışıyordum ama ne yazık ki elimde patlayıverdi. seviye konusunu iskambil kağıtlarından kule yapmaya benzetirsek eğer bu kuleyi, bu toplumda ve içerisinde bulunduğunuz çevrede sağlam inşa etmek pek hayli zor. kırılganlığı fazla. optimistik nihilizm temelinin sağlam atılabilmesi için refah bir toplum/çevre gerekiyor. veya kişinin doğuştan gelen mutluluk hali on üzerinden en az 5-7 seviyelerinde olması gerekiyor. mesela "x" kişisinin doğuştan gelen mutluluk hali 7 fakat refah bir toplumda yaşamıyor. hastalıklı toplumun kişi üzerinde etkisi -1 veya -2 olsa, "x" kişisinin neşesi düşer 5'e. optimistik nihilizmi kısmen de olsa benimseyebilir. "y" kişisinin doğuştan gelen mutluluk hali 2-3 ise, refah bir toplumda yaşamıyorsa ve mutluluğu -1,-2,-3 puan geri çekilirse bu kişi optimistik nihilizmi benimseyemez. optimistik nihilizmin süreklilik sağlayabilmesi için toplumun, kişinin mutluluğu üzerinde puan arttırması lazım. mesela "f" kişisi bir iskandinavya ülkesinde 5 puan ile doğdu. toplumun refahı kattı +1, güven duygusu kattı +1, toplumdaki insan karakterleri kattı +1, ekonomik güç kattı +1. "f" kişisinin mutluluk puanı oldu 9. bu kişinin yüksek farkındalığı olsa bile ne yacak bu birey? zaten huzurlu bir yaşamı var. ya absürdizm ya da optimistik nihilizm. veya tanrılara manrılara inanacak. uzun lafın kısası bu toplumda optimistik nihilizmi benimsemek zordur. evden dışarıya adımın attığın andan sonra eylemleri anlamlandırılamaz insanlarla karşılaşıyorsun. trafikte araba sürerken camdan çöp atan tipler, haksız olduğu yerde mekanda garsonla tartışan tipler, trafik serserileri, gecenin üçünde yüksek sesle müzik dinleyen şarlatanlar, takım elbiseli maymunlar, sabahın beşinde okunan ezan, çakallık yapan esnaflar, turist kazıklayan taksiciler vs. vs. uzar gider. zor yani zor. farkındalık, dinden bağımsız ahlaki değerler, detaycılık, hassaslık, adalet duygusu da varsa optimistik nihilizm elinizde patlayabilir bu toplumda. özetle optimistik nihilizm ile tanışıldı, gözlemlendi, idrak edildi, benimsenmeye çalışıldı, tükedildi ve işlevsizleşmeye başladı. şimdi ne yapıyoruz? işlevsizleşmeye başlayan her düşünceyi terk ediyoruz. böylelikle kişinin, hiçliği yeniden şekillendirme denemesi başarısız oldu.

  • olaylar sadece harry'nin etrafında ve büyücülerin iç çekişmeleriyle döndüğü için lotr gibi bazı başka fantastik eserlerin aksine büyücülerin dışındaki halkları ve sihirli yaratıkları pek fazla tanıma imkanı bulamasak da seri aslında epey zengin ve kalabalık bir evrene sahip. cincüceler, ev cinleri, deniz halkı ve at-adamların her birinin kendi hikayeleri, kendi tarihleri de var. ev cinlerininki bunların içinde muhtemelen en sıkıcı olanıyken, cincücelerin bir hayli kanlı, deniz halkının gizemli, at-adamların ise saygı uyandıran bir öyküsü var. bu topluluklar içinde favorim de bu sebepten at-adamlar. hikayeye dahil oldukları kısıtlı anlarda at-adamları okumak hep çok keyifli oldu benim için. hatta kendilerine büyücülerden daha fazla saygı duyduğumu söyleyebilirim.

    seride öğrendiğimiz kadarıyla kendi halinde yaşamayı seven ve rahat bırakılmayı isteyen at-adamlar, oldukça kibirliler ve büyücüleri en kötü ihtimalle denkleri olarak görüyorlar. çoğu zaman ise büyücülerden bile üstün oldukları inancındalar. çocuklardan insan yavrusu ya da tay olarak bahsetmelerinden bunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. insanların işlerine karışmayı, "pis işlerine bulaşmayı" sevmiyorlar. çok zekiler ve çoğu insandan daha bilgeler. firenze'in hogwarts'ta kehanet dersi verdiği sırada, trelawney'nin ve derslerinin gerçekten ne kadar kepaze olduğunu öğrenciler kadar siz de anlıyorsunuz. astrolojiyi "insan saçmalığı" olarak niteleyen firenze, meslektaşından "türünün sınırlamalarıyla gözleri kapanmış ve eli ayağı bağlanmış" olarak bahsediyor ve göklerde gördükleri işaretleri yorumlamanın hiç kolay olmadığını, bunun yüzyıllar alabildiğini söylüyor. bu arada firenze elbette ki sürüden atılıyor çünkü insanlara öğretmenlik yapması, türüne bir ihanet, alçaltıcı bir hareket olarak yorumlanıyor. tıpkı harry'yi voldemort'tan kurtarmak için sırtına bindirmesi gibi.

    burada bir parantez açarsak, büyücülere karşı cincücelerde de benzer bir tutum var fakat cincüceler daha çok maddi konular yüzünden büyücülerle ters düşmüşler. iki topluluk arasındaki en büyük sorun, cincücelerin aidiyet ve hırsızlık anlayışlarının insanlarınkinden tamamen farklı oluşu. cincüce inancına göre bir büyücü bir cincücenin zanaatinden para karşılığı yararlanıp bir meta yaptırırsa bunu kiralamış sayılıyor ve eşyanın varislere miras bırakılması hırsızlık olarak kabul edildiğinden, kiracı öldüğünde söz konusu metanın onu işleyen cincüceye döndürülmesi gerekiyor. sırf bu yüzden godric gryffindor'la bile papaz olup isyanlara kalkışmışlar. mesele yüzyıllardır çözülmediği ve aşırı kindar oldukları için de büyücülere hâlâ tavırlılar. gringotts yüzünden de büyücülerle defalarca anlaşmazlığa düşülmüş. sihir bakanlığı dönem dönem gringotts'ın yönetimine el koymuş fakat sonunda anlaşmaya varılıp tüm yetki yeniden cincücelere devredilmiş. o günden beri cincüceler, gringotts'ı büyücüler için işletiyor, büyücülerin yanlarında çalışmalarına müsaade ediyor fakat perde arkasından büyücülerin tüm mal varlığını yönetiyorlar. rahatlıkla büyü yapabilmelerine rağmen asa taşımalarının yasaklanmış olmasına da ezelden beri gıcıklar. işte bu gibi husumetler sebebiyle quidditch dünya kupası sırasında ludo bagman tarafından dolandırıldıklarında işi kan davasına dönüştürüyorlar ve yine bu sebeple son büyücüler savaşında hiçbiri kılını bile kıpırdatmıyor.

    at-adamlara geri dönersek, onların da insanlara karşı oldukça önyargılı ve hatta düpedüz ırkçı oldukları söylenebilir, fakat çok da haksız değiller. bunu umbridge'in at-adamlarla karşılaşmasındaki tavrından anlayabiliyoruz. umbridge, diğer büyücü dışı topluluklar ve sihirli yaratıklara karşı olduğu gibi at-adamlara da katıksız bir nefret duyuyor ve onları hor görüyor. ne yazık ki umbridge, büyücüler içinde böyle düşünen tek kişi değil. modern zamanda bile büyücülerin diğer türlere yönelik mutlak üstünlüğünü savunan kalabalıklar mevcutken, büyücülerin çağlar boyunca at-adamların güvenini sarsacak sayısız eyleme imza attıkları da kayıtlara geçmiş durumda.

    15. yüzyılda sihirli yaratıkları sınıflandırmak üzere bir araya gelen büyücüler, iki ayağı üzerinde yürümeyen her canlıyı canavar sınıfına dahil edip at-adamları her türlü haktan tümüyle dışlıyor. bu sınıflandırma o kadar çarpık ki sırf iki ayak üstünde yürüdükleri için iki kelimeyi bir araya getiremeyen ifritler bile varlık statüsüne erişiyor. insanlara en az at-adamlar kadar antipati duyan ve oldukça kurnaz olan cincüceler ise bu fırsattan istifade, muhtemelen büyücülere bir ders vermek niyetiyle, iki ayak üstünde yürüyen fakat gelişmiş bir zeka veya ahlak bilincinden yoksun ne kadar sihirli yaratık varsa hepsini toplayıp komisyona getiriyorlar. ünlü sihir tarihçisi bathilda bagshot, bu hazin fiyaskoyu sihir tarihi'nde "sırga'ların gaklaması, kahşin'lerin inleyip sızıldanması ve fuphup'ların amansız, kulak zarı delici şarkıları yüzünden pek az şey işitilebiliyordu. büyücüler ve cadılar önlerindeki kâğıtlara bakmaya çalışırken, envai çeşit cinperiyle peri kıkır kıkır gülüp vıdı vıdı ederek onların başlarının etrafında fırıl fırıl dönüyordu. on kadar ifrit ellerindeki sopalarla odayı darmadağın ederken, cadalozlar süzülerek dolaşıp yiyecek çocuk arıyordu. konsey başkanı toplantıyı açmak için ayağa kalktı, bir dombaz pisliği öbeğine basarak kayıp düştü ve lanet okuyarak salonu koşa koşa terk etti." şeklinde tarif ediyor.

    ileriki dönemlerde yeltenilen sınıflama girişimleri de bir o kadar vahim. iki ayak üstünde yürüyebilen canlılar sınıflandırması yetersiz kalınca, insan dili konuşabilen canlılara varlık statüsü ve türlü sihirsel hak ve imtiyazlar verilmesi kararlaştırılıyor ve yine bir toplantı tertip ediliyor. yaşayanların ölülerden daha fazla önemsendiğine öfkelenen hayaletler müzakereleri terk ederken, cincüceler, bu kez de basit birkaç kelime öğretmek suretiyle içeriye aldıkları ifritler sayesinde toplantıyı bir kez daha sabote ediyor. bu sefer toplantıya davet edilen at-adamlar ise, oldukça zeki, ahlaklı ve gelişmiş bir medeniyet olmalarına rağmen suyun üstündeyken insan dilini konuşamayan deniz halkının dışlanmalarını protesto ederek toplantılara katılmayı kesinlikle reddediyorlar.

    17. yüzyılda da benzer girişimler sonuçsuz kalıyor ve sihirli yaratıkları sınıflandırmak ancak 19. yüzyılda mümkün oluyor. sihirle uğraşan topluluğun yasalarını anlayabilen ve bu yasaları oluşturma sorumluluğunu kabullenen yaratıklar olduklarına kanaat edilen at-adamlar nihayet varlık statüsüne layık görülüyor fakat cadalozlar ve vampirlerle aynı sınıfta yer almak istemediklerinden, "sihirli yaratık" sınıfında kalmayı talep ediyorlar. deniz halkı da at-adamlarla aynı talepte bulunuyor ve her iki tür de kendi istekleriyle sihirli yaratık statüsünde bırakılıyor. o günden bugüne de at-adamlar, sihir bakanlığında kendilerine rezerve edilen departmanlar bulunmasına karşın, insanlarla ya da bakanlıkla herhangi bir iletişime geçmekten imtina ederek münzevi bir hayat yaşıyor ve insan tarafından taciz edilmedikleri müddetçe etliye sütlüye karışmıyorlar.

  • yemiyor diyen yiğidi bulup alnından öpmek lazım. öteki zaten öpülmek için daha sert taşa kendini vurur bir gün.