• tarihteki ilk adam liseli beyler repliği, bu filmin çekimi esnasında ingilizce olarak ve guys this lad is an highschooler şeklinde söylenmiştir.
  • --- dikkat! bu entryde filmin inciği cinciği irdelenecek, filmlerde sürprizleri dörtgözle bekleyen biriyseniz hevesiniz kursağınızda bırakılacaktır. ---

    bu filmi ilk izlemem, lisedeki bir ingilizce dersi vasıtasıyla olmuştu. lisenin nispeten disiplinli ortamında, yakın gelecekte bir öss baskısı hisseden bünyeme çok iyi gelmişti bu film. öğrencilerin hepsi otoriteye başkaldırıyor, okuldan atılmış öğretmenlerine karşı görevlerini yerine getireren bağırıyorlardı: "o captain my captain!!!". işte o anda bütün sınıfın tüyleri diken diken olmuş, herkes ilerici, özgürlükçü bireyler olmanın nasıl bir şey olduğunu hemencecik anlamıştı.

    gelin görün ki bu filmi yıllar sonra dün tekrar izledim; ama bu sefer oturdum internetten 3-5 eleştirisini okudum, üzerinde düşündüm; artık filmin bambaşka bir anlamı olduğunu düşünüyorum. john keating "hell"-ton'ı onur derecesiyle bitirmiş, öğretmenliğe başlamış ama ortodoks olmayan metodu benimseyip öğrencileriyle arkadaş olan, şeker gibi bir edebiyat öğretmenidir. mr. keating daha işine başlar başlamaz başını neil'in çektiği öğrenciler carpe diem şiarını baştacı edinirler. baş tacı edinmekle yetinmeyip, benimsemiş de görünürler; neil babasına haber vermeden tiyatro oyununda başrolü kapar, knox çevre baskısını önemsemeyip sevdiği kız için uğraşıp didinmeye başlar, kendisine nuwanda adını takan charlie ise heyecanlı yapısından dolayı zaten sürekli günü hissetmektedir. ama birazdan savunacağım gibi hiçbiri ne top teperken dinledikleri beethoven'un 9. senfonisinde kullandığı schiller şiirinde söylendiği gibi hürdürler, ne de mr. keating ıslıkla çaldığı 1812 üvertürüyle ima ettiği gibi muzaffer olacaktır.

    lakin olaylar gelişir, neil'in babası neil'in çevirdiği kumpasın farkına varır, oyunun ilkgösteriminde izlediği muhteşem performansa rağmen geleceğin doktoru oğlunun oyunculuk gibi saçma sapan bir işle uğraşmasını istemediğinden, oğlunu askeri okula göndermeye karar verir ve oğlu da yine çok teatral bir performansla hayatına kıyar. tabi okulda araştırmalar başlar, soruşturmalar açılır, bizim elemanlar da bir bir görüşmeye alınırlar. topluluklarını ispiyonlayan cameron, üstüne üstlük bir de yaptıklarının doğruluğunu dayatınca, ağzına sümsüğü yapıştıran nuwanda okuldan atılır. diğer kahramanlarımız ise tek tek sorguya alınarak mr. keating'in sonunu getirecek belgeyi teker teker imzalarlar. edebiyat derslerine tekrar ortodoks metodları baş tacı edinmiş bir öğretmen girmeye başlamışken, en beklenmedik anda daha önce bir sahnedeki patlaması hariç hiçbir gelişme göstermemiş gibi görünen özgüveni eksik todd, ayağa fırlayıp sıranın üstüne fırlayıp değişimin dik alasını gösterdiğini kanıtlamak istercesine bağırır: "o captain my captain!!!". tabi diğer arkadaşları da anlık tereddütlerden sonra ona katılıp sıraların üstüne fırlayıp aynı sözcükleri aynı coşkuyla tekrarlarlar. mr. keating ve filmin yönetmeni peter weir ise mesajlarını vurguladıklarından emin bir şekilde filmi nihayetine erdirirler.

    erdirirler de, aslında ilk bakışta görülen o özgürlükçü mesajı mı vermişlerdir aslında? bir bakalım, babasına başkaldıran neil ölmüş, okul otoritesine başkaldıran nuwanda ise okuldan atılmıştır. oysa sevgili öğretmenlerinin okuldan atılma kağıtlarını imzalayan gençler, son dakika gösterilerini yapsalar da okul sistemiyle ateşkes halinde, okuldan atılmadan, şiirleri alan hesabıyla değerlendirmeye geri dönmüşlerdir. e hani konformizm kötüydü, hani her ne kadar doktorluk, mühendislik asil de olsa şairlik insanın özüne seslenirdi? ben bu mühendis halimle bunlardan daha özgürüm be, daha özgürlükçüyüm; en azından hakkımın yendiğini düşününce gidiyorum, asistanla, hocalarla konuşuyorum, gerekirse tartışıp kavga ediyorum; eşek kadar adamlar çevir kıçını diyince sessiz sedasız çeviriyor, şaplak üstüne şaplan yiyorlar. bu kadar konformizm karşıtı mesaj verdikten sonra, thoreau aşağı thoreau yukarı konuştuktan sonra; karşıtlığı okuldaki yerinizi garantiledikten sonra yapar gibin yapın, öcne doktor olun, sonra ne bok yerseniz yiyin, yoksa ya okuldan atılırsınız hayatınız kayar, ya da dayanamaz kendinizi öldürürsünüz mesajı veren adama, waldo sen neden burada değilsin? demezler mi ulan?!
  • yıllar sonra tekrar izleyince neil perry'in tanıdığımız bildiğimiz wilson olduğunu farkettiğim film. filmde babası doktor ol doktor ol diye diye hayatını kaydırıyor çoçuğun, gerçi house'da ki başarısını görünce babaya hak vermemek de elde değil.
  • filmin bi bolumunde hatta tam olarak charlie nin tanridan telefon geldigini soyledigi bolumde genel planda ogrenciler gosterilirken sag tarafta bi turk bayragi bulunur...
  • "ormanda yol ikiye ayrılıyordu.ben az kullanılanı seçtim.bu hayatımdaki tüm farkı yarattı."
  • bilemediniz. ama önemli olan yarışmaktı.
    çünkü hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar!
    buna ister inanın, ister inanmayın, her birimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. şimdi öne doğru bir adım atın.
    ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin.
    onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız.
    sizden pek farklı değiller. aynı saç modeli. tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler.

    sizler gibi yenilmez hissediyorlar!
    dünya onlar için bir istiridye.
    çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar.
    sizler gibi gözleri umutla dolu. peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar?
    çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu.
    ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. yaklaşın. dinleyin! duyuyor musunuz?

    carpe… carpe… carpe diem…
    yaşadığınız günü kavrayın, çocuklar.
    hayatınızı olağandışı yapın!

    robin williams
  • bir de charlie'nin yürümeme hakkını kullanması çok hoşuma gitmişti.
  • 10 edebiyat/felsefe hocasindan 6'sinin ozenip, olmaya cali$tigi ogretmen tipini icinde barindiran film.*
  • başrolünü robin williamsın oynadığı aşmış film, welton okulundan mezun olan john keating ingilizce örtmeni olarak geri döner ve öğrencilerine carpe diem, günü yakalayın der, mükemmel bir filmdi bence...
  • tüm zamanların en etkileyici final sahnelerinden birine sahip olsa da (özellikle bu sahneyi robin williams'ın intiharından sonra izlemek ciddi yürek ister) benim için en değerli sahnesi todd'un doğaçlama şiiri olan filmdir.

    bunda mr. keating todd'a "mr.anderson içindeki her şeyin değersiz ve utanç verici olduğunu düşünüyor. doğru değil mi todd? en büyük korkun bu değil mi? bence yanılıyorsun" dediğinde kendimle bağ kurmuş olmamın da etkisi olabilir. daha önce yazan olmadığından todd'un o şiirini yazmak istedim:

    (...)
    t: and all the time he's mumbling.
    k: what's he mumbling?
    t: mumbling truth. truth like a blanket that always leaves your feet cold.
    k: (öğrenciler kahkaha atar) forget them. forget them. stay with the blanket. tell me about that blanket.
    t: you can push it, strech it, it'll never be enough.
    you kick at it, beat it, it'll never cover any of us.
    from the moment we enter crying, to the moment we leave dying,
    it'll just cover your face as you wail, and cry, and scream.
    k: don't you forget this.

    teşekkürler ethan hawke, teşekkürler robin williams.
hesabın var mı? giriş yap