• artık bunama alametleri gösteren köşe yazarı...

    15 şubat tarihli hürriyet eki "kitap sanat"ta şöyle yazıyor:

    "...küçük sahne'deki bir oyunu seyredip istiklal caddesi'ne indiğimizde, akm'nin yandığını öğrendik.

    taksim'e vardığımızda alevleri gördük. yanılmıyorsam o gece a. turan oflazoğlu'nun yazdığı ıv. murad operası sahnelenmişti. beraberinde sergilenen eşyalar da yanmıştı."

    şimdi görelim doğruları:

    1. yanan bina akm değil "kültür sarayı" idi.

    2. yandığı gece arthur miller'in "cadı kazanı" adlı oyunu oynanıyordu.

    3. turan oflazoğlu'nun o hafta oynanacak ıv. murad'ı, bir opera değil, tiyatro oyunu idi.

    4. operanın "beraberinde sergilenen eşyalar" ise, gala gecesi için (ne yazık ki, aklıevvelin birinin gayretkeşliğiyle) topkapı sarayı'ndan çıkarılan ıv. murad'ın şahsi kıyafet ve eşyaları idi...

    .

    ...yazının hemen devamında ise sanki kültür sarayı dönemini anlatırcasına 1978'den sonraki gittiği akm dönemini -gene hatalarla- anlatıyor.

    "büyük salon dışında yan kapıdan girilen bir de küçük salon vardı. burada tek kişilik oyunlar oynanır, filmler gösterilirdi"

    1. yanılıyor doğan bey... "küçük salon", büyük salon'un hemen altındaydı ve büyük salon merdivenlerinin hemen yanından (yani dışarı çıkmadan, fuayeden) inilen yerdeydi. onun resmi adı ise her ne kadar "konser salonu" idiyse de, benim de minik katkımla orada iki sezon dostlar tiyatrosu "brecht kabare"yi sergilemişti. (ah zeliha berksoy!)

    2. dışarda gişelerin bulunduğu köşeden gidilen "yan kapıdan girilen" yer ise "oda tiyatrosu" idi. burada tek kişilik oyunlar değil, iki hatta daha çok kişilik oyunlar da (aleksey arbuzov'un "söz veriyorum"unda ışık yenersu ne güzeldi, 1978'de) oynanırdı... hatta kalabalık çocuk oyunları da... (açok grubuna çocuklarımı götürmüştüm. bugünün başarılı yazarı doğan yarıcı'nın masal gerçek tiyatrosuna da.)

    3. gerçi "filmler gösterilen" yer de "yan kapıdan" girilen yerdi ama oda tiyatrosu'nun olduğu taraftan değil, aksine binanın öbür yanındaki otoparka bakan yüzündeki "yan kapıdan" girilen "sinema salonu" idi... (78-80 arası onat abinin (bkz: onat kutlar) yönettiği "istanbul film yapım ve gösterim merkezi müdürlüğü"nün salonu idi orası...

    .

    artık emekli olma zamanı gelmedi mi doğan beyciğim... yaş geldi 82'ye...

    (üstelik bunları yazdığınız köşenin adı da "hatırlamak"!...
  • (bkz: #26592170)
    (bkz: #32277364)

    bunlarla alakali olarak:

    “hamdi koç’un 2014 yılında orhan kemal roman ödülü’nü almasıyla başlayan bu tartışmada…”

    yazıya böyle başlamak isterdim ama başlayamıyorum.çünkü hamdi koç’un bu ödülü alması hiçbir tartışma yaratmadı.neredeyse 2 aylık sürede bunu eleştiren sadece 1 (yazıyla bir) yazı gördüm.bu ödülün jürisi kimlerdir diye merak ederken türkiye’deki edebiyat ödüllerinin jürileriniinceledim.

    en son söyleyeceğimi şimdiden söyleyebilirim:

    türkiye’deki “edebiyat piyasası”, üç beş kişinin mutlak hakimiyeti altındadır. ödüller veren, şair ve yazarları öne çıkaran kısacası “edebiyat piyasası”nı belirleyen insan sayısı, parmakla sayılacak kadar azdır.

    2013 yılında verilen 23 edebiyat ödülünde, birden fazla jüri üyeliği yapmış isimleri incelediğimizde şöyle bir tabloyla karşılaşırız:

    doğan hızlan: 12 kez

    hilmi yavuz: 5 kez

    cevat çapan: 4 kez

    egemen berköz: 4 kez

    metin celâl: 4 kez

    refik durbaş: 4 kez

    cemil kavukçu, enver ercan, eray canberk, faruk şüyün, nursel duruel, selim ileri, semih gümüş, turgay fişekçi,turhan günay ve ülkü tamer isimleri ise 3’er kez ödül jürisinde yer almıştır (1).

    bu sayılar bütün ödülleri kapsamadığından muhtemelen gerçekte daha da fazladır.

    benim tek tek bakarak saptayabildiğim kadarıyla doğan hızlan’ın seçici kurulunda bulunduğu edebiyat ödülleri aşağıda verilmiştir:

    *behçet necatigil şiir ödülü

    *sait faik hikaye armağanı

    *sedat simavi edebiyat ödülü

    *yunus nadi şiir ödülü

    *haldun taner öykü ödülü

    *erdal öz edebiyat ödülü (2010 yılına kadar)

    *behçet aysan şiir ödülü

    *cevdet kudret edebiyat ödülü

    *altın portakal şiir ödülü

    *dünya kitap ödülü

    *attila ilhan şiir ödülü

    *melih cevdet anday şiir ödülü

    *metin altıok şiir ödülü

    bunlar benim bulabildiklerim, muhtemelen fazlası da vardır.aydın doğan ödülü 1997 yılında roman, 2000 yılında şiir, 2012 yılında öykü dalında verilmiştir. hepsinin seçici kurulunda doğan hızlan vardır (2).

    aydın doğan ödülü, arkeoloji,kent mimarisi, resim,moda tasarımı, heykel,tiyatro, sinema,türk halk müziği,fotoğraf dalında verildiği yılların tamamında seçici kurulda yine doğan hızlan bulunmaktadır.

    farkında mısınız bilmiyorum size bir dehşet resmi gösteriyorum. kesik bir kafa, parçalanmış bir bebek cesedi gibi…

    konu hamdi koç’tan açıldığı için oradan devam edelim.

    ilan edilene göre 2014 yılında orhan kemal roman ödülü’ne 44 roman katılmış (3).

    ödül yönetmeliğine göre dosyalar şubatın sonunda jüriye ulaşmakta ve mayıs ayının ikinci haftası ilan edilmektedir.yani jüri üyelerinin dosyaları okuması için toplam 2.5 aylık (75 gün) bir süre vardır. katılan 44 romanın her birinin ortalama 300 sayfa olduğunu kabul edersek (ödülü alan kitap 599 sayfadır) bu toplamda 13 bin sayfadan fazla eder. acaba jüri üyeleri işi gücü bırakıp 75 günde 13 bin sayfa okumuş mudur, ne dersiniz? birçok jüri üyesinin başka ödüllerde de jüri üyesi olduğunu da göz önünde alarak düşünelim.yoksa dosyalar okunmayıp sadece “değerlendirilmiş” midir?bu soruyu sizin muhakemenize bırakıyorum.

    bir roman “okunmadan” nasıl “değerlendirilir”, doğrusu hiç bilmiyorum.ama sanırım bir yolu bulunmuş olmalı, çünkü başka türlü bu kadar çok dosyayı okumanın olanağı yok.

    başka örnekler de var. 2007 yılında attila ilhan şiir ödülüne jüriyi de şaşırtacak şekilde 1037 şiir katılmıştı.muhakemenize bir soru daha: 1037 şiir nasıl okunur?

    bu türden sorular bizim fesatlığımızdan mı kaynaklanıyor acaba?

    bu sorulara jüri üyeleri ne diyor peki?

    haldun taner öykü ödülü jürisinden ayrılan ahmet oktay: “kendi adıma gelen dosyaları doğru dürüst okuyamıyordum.yapıtlara gerekli ilgiyi gösteremiyordum.”

    haldun taner öykü ödülü jürisinden ayrılan tuğrul eryılmaz: “dosyaları asla tam anlamıyla” okuyamadığını ve “jürinin akıntısına kapılarak” oy kullandığını söylüyor.

    aynı jürinin üyelerinden tahsin yücel, görevini bırakan üyelerin gerekçelerini doğru bulduğunu ve bu gerekçelerin kendisi için de geçerli olduğunu belirtiyor (4).

    tahsin yücel, aynı zamanda hamdi koç’a verilen orhan kemal roman ödülü’nün de seçici kurul üyesiydi.

    cumhuriyet gazetesinin 1948 yılında yunus nadi adına düzenlediği öykü yarışmasına katılan tarık buğra, ikinci olmuştu. tarık buğra, birinciliği kazanan fethi başak adlı kişinin o sıralarda askerde olan doğan nadi’nin (yunus nadi’nin oğlu) bölük komutanı olduğunu aktarır. verilen kaynağa göre fethi başak’ın o yarışmadan sonra ikinci bir öyküsü bilinmemektedir (5).

    hadi diyelim bu ödülde hiçbir şaibe yok.şuna ne demeli?

    2003 yılı behçet.necatigil şiir ödülü, ali hikmet’e veriliyor.ne var bunda? şu var: jüride adalet ağaoğlu, füsun akatlı, prof. cevat çapan, mehmet h. doğan, doğan hızlan (elbette ve daima!), hilmi yavuz ve prof. tahsin yücel var. ali hikmetkim?hilmi yavuz’un oğlu.yani babasının yer aldığı bir jüri, oğluna ödül veriyor! bunu hakedip etmemesi ayrı konu ama yarışmacı ali hikmet ya da jüri hilmi yavuz…birinden birisinin orada olmaması gerekmiyor mu? bu işte terslik yok mu? babasının jüri olduğu bir yarışmada oğlu nasıl ödül alır? bu soruları muhakemenize değil şaşkınlığınıza bırakıyorum.

    aynı hilmi yavuz, orhan kemal roman ödülü jürisindeyken, ödül sekreterinin, seçiciler kurulu’nun haberi bile yokken, bir yazara ödül verildiğini açıklaması üzerine, öteki bazı üyelerle birlikte istifa eder. yapılanın densizlik olduğunu belirtir (6).

    jürinin ödül verilen yazardan haberinin olmaması, sanırım bu konuda gelinecek en son yerdir. 2009 yılında benzer bir olay yaşanmıştır. reha mağden öykü ödülü’nde jüri üyeleri, ödül verildiği açıklanan eseri okumadıklarını açıklamıştır.jüri başkanı tahmin edeceğiniz gibi elbette ve her zamanki gibi doğan hızlan’dır! (7,8)

    bu olay için daha sonra birgün gazetesi sorumluluğu üstlenerek, pek benzerine rastlanmayacak bir tavır almış ve özür yayınlamıştır.

    örnekler çoğaltılabilir, bu yazı sayfalarca uzatılabilir.ancak tablo yeterince nettir.

    türkiye’de edebiyat ödülleri birkaç kişinin kişisel kontrolü altındadır.
    ödül jürilerinin büyük çoğunluğu hep aynı insanlardan oluşmaktadır.
    ödül jürilerinin çoğu yarışmacıların eserlerini okumamaktadır.
    ödül vermede, edebiyat dışı ölçütler kullanılmaktadır.
    verilen bazı ödüllerden, ödül jürisi dahi haberdar değildir.
    bu sonuçlardan sonra “edebiyat piyasası”’na iki önerim var.ilki şu:

    yarışmacıların bu kadar ödüle ayrı ayrı başvurup katılması büyük bir zahmettir. bu nedenle edebiyat ödülleri tek çatı altında toplanmalı.nasılsa hepsinin jürisinde doğan hızlan olduğuna ve olacağına göre yarışmacıların doğrudan doğan hızlan’a başvurmalarını öneriyorum.doğan hızlan gerekli değerlendirmeyi (dikkat edin “okumak” demiyorum “değerlendirmek” diyorum) yaptıktan sonra kazanan 10-15-20 kişiyi açıklamalı.

    ikinci önerim şu: tüm ödül verme yetkisi bir jüri meclisine devredilmeli (ki şu andurum zaten aşağı yukarı böyledir): türkiye büyük edebiyat jürisi meclisi (tbejm) gibi.

    her jürinin ağırlıklı oy hakkı olmalı.örneğin doğan hızlan’a 13 oy, hilmi yavuz’a 5 oy vs gibi.ödülleri bu kurul tek elden dağıtmalı.

    önerilerim çok mu saçma?peki şu anda olanlar, söylediklerimden daha mı saçma?

    şu an edebiyat dünyasında olanların, asgari ölçüler içerisinde herhangi bir açıklaması var mıdır?

    bir an bu ödüllerin parmakla sayılacak kadar az sayıdaki jüri üyelerinin birer edebiyat dahisi olduğunu düşünelim. bütün şüphelerimizi ve “fesatlığımızı” bir kenara koyalım.

    dahi bile olsalar, gerçekten son derece yetkin ve hatta gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçılar bile olsalar, bir edebiyatın birkaç kişinin sanat anlayışı ve kavrayışı tarafından şekillendirilmesi doğru mudur?fransız edebiyatını tek başına balzac şekillendirseydi, ingilizce edebiyat sadece bernard shaw ve onun gibi yazanlardan oluşsaydı şu an olduğundan daha fakir bir edebiyat olmaz mıydı? ne kadar yetenekli olursa olsun bir kaç insanın anlayışının damgasını vurduğu edebiyat kısır kalmaktan kurtulamaz.

    ayrıca hangi insan ya da hangi bir grup insan koca bir edebiyatı şekillendirme hakkına sahip olabilr?

    bu yazının amacı, asla bu ödülleri almış şair, yazar ve edebiyatçıları rencide etmek veya onların eserlerini küçümsemek değildir.jüri üyeleri de ortaya koydukları eserlerin niteliğince elbette değerli insanlardır. ama “piyasa sanatı”nın ve “ödül oligarşi”sinin türk edebiyatını getirdiği nokta burasıdır.vasat edebiyatı bu bataklığın bir ürünüdür.ortada bir bataklık vardır: birçok kişi ve kurumun görmezden geldiği, yok saydığı, kafasını çevirdiği, sessizce izlediği bir bataklık… sessiz kalan herkesi er ya da geç içine çekecek olan bir bataklık…

    taylan kara

    taylankara111@gmail.com

    kaynaklar

    http://koltukname.com/…13un-one-cikan-juri-uyeleri/
    http://www.aydindoganvakfi.org.tr/…s.aspx?view=2008
    http://orhankemal.org/v04/yonet_tr.htm
    http://www.maviyesildergisi.com/…syalar/page534.htm
    http://www.sanathaber.net/…egoriadi=kultur-edebiyat
    http://www.zaman.com.tr/…esinin-anilari_537625.html
    http://www.gazeteciler.com/…l-skandali-0-2989p.html
    http://www.odatv.com/…-neden-ozur-diledi-0906091200

    read more: http://www.gunzileli.com/…il-verilir/#ixzz3k714yyqf
  • bundan 7 yıl önce ercan saatçi'ye, (evet ercan saatçi'ye) türkiye'nin en büyük sanatçılarından biri demiş olduğu rapor edilen "eleştirmen". ercan saatçi'nin köşeyi kendine bahşeden gazetenin genel yayın yönetmeninin* damadı olduğuna dikkat etmek gereksizdir.
  • alev alatlı'nın picus dergisi'nin temmuz 2005 sayısında, bakı koşar'a verdiği özel röportajda kendisi için "hilmi yavuz'la birlikte kendilerini klonlamışlardır. bu yüzden yapıştıkları iktidar koltuğundan ölseler bile vazgeçmeyeceklerdir. dogan hızlan gibiler yüzünden genç yetenekler kendilerini ifade etme şansı bulamıyor" diye ağır biçimde konuştuğu adam...
    aynı söyleşide, alatlı, "bunlar, artık klasikleşmiş isimler dışında kimse için eleştiri yazısı yazmaya cesaret edemez, çünkü yazmaya kalkarlarsa ne kadar yetersiz oldukları ortaya çkar. bundan korkuyorlar" yolunda da sözler etmiştir...
  • bugünkü yazısında iki kez "türk tarih vakfı" diye bir yayınevinden/kurumdan söz etmiş dikkati dağınık yazar.

    efendim, kastedilen kurum ya "türk tarih kurumu"dur ya da "tarih vakfı"

    tabii ve elbette kastedilen kurum "tarih vakfı", yayınevi ise "tarih vakfı yurt yayınları"dır.
  • teyzelerinin yetiştirdiği takıntıları hatta ....'lari olan .... bir istanbul beyefendisi. neymiş paşam, başkasının dolma kalemiyle yazamazmış, başkasına da dolmasını veremezmiş, yesinler paşam..
  • edebiyatı ve müziği bir fransız murebbiye tadında anlatmaya/öğretmeye çalışan yazar.

    yazılarını okurken sıkılıyor insan. o ağır, kuralcı tarzından ve uslubundan. oysa ki, insan limewire den indirdiği bozuk mp3teki klasik müzikten de zevk alıyor, ondan bundan aldığı, sayfalarında yağ ve kahve lekesi olan kitabı da zevkle okuyor. en azından bir rahat oluyor insan okurken, dinlerken.
  • şanslı bir adamdır. insanların bin bir çeşit acılar çektiği, on yıllardır terörden, hayat pahalılığından, kavga gürültüden başlarını alamadıkları bir ülkede sadece kendi zevklerini doyasıya tatmin edebildiği bir ömrü dolu dolu yaşayabilmiş, meslektaşları işlerinden olurken, çoluk çocuklarıyla birlikte aç sefil sürünmek zorunda kalırlarken, bir gün dahi olsun işiyle ilgili kaygı yaşamamış bir kişidir.
    yanı başında bütün bu dramlar yaşanırken bir kez olsun dönüp bakmamış, üzerine titrediği sayısız dolma kalemlerinin bir tanesinden dahi tek bir damla mürekkep damlatmamış kişidir.
    iğrenç bir heriftir.
  • ağır ol molla desinler, papyon tak entel görsünler familyasından bir adet katıksız abdurrahman çelebi. koyunsuz meraların kayalık mecralarında rugan iskarpinleriyle seken fraklı keçi. ağıllardan uzak, gözlerden ırak... sıfatsız popülist, makyajsız palyaço, elitçil konformist, patroncul oportünist.

    (bkz: türk basınında kim kimdir)
  • papyon bezeli adam.rengarenk ceketi ve rengarenk papyonlariyla bir palyacoyu animsatir hep bana..
hesabın var mı? giriş yap