49 entry daha
  • catherıne deneuve: bunuel çok konuşmayı sevmezdi. bu onu bedenen yorardı. fakat aramızda sessiz bir uyum vardı. tristana’nın çekimi gündüz güzeli’ninkinden daha iyi geçmişti, çünkü onda daha tatlı bir yapımcı vardı, ama asıl sebep bunuel’in viridiana’dan beri ilk kez ispanya’da çekim yapıyor olmaktan ötürü duyduğu mutluluktu. bunuel hazcı biriydi. şahane bir espri anlayışı vardı. vurguladığı bir şey, “her şey bir yana, psikoloji istemem!” idi. bunu o söylediği için de içtenlikle benimsedim.

    jeanne moreau: onu ispanyol babam olarak kabul ettim ve ona da böyle hitap ettim. onunla tamamen box-office kaygıları yüzünden tanıştık: bir oda hizmetçisinin günlüğü için hangi aktristi seçeceğini bilememiş, yapımcılar da beni önermişti. st.tropez’deki bir dairede öğle yemeği için buluştuk ve birbirimizden o denli keyif aldık ki akşam yemeğini de beraber yedik. muhteşem bir insandı. tanıdıklarım içerisinde hiçbir sahneyi çöpe atmayan tek yönetmendi. filmi ezbere bilirdi. “kamera” ve “kes” dediğinde, ikisi arasında ne olmuşsa aynen korunacağını bilirdiniz. en çok hareketlerimin üzerinde dururdu. karakterim üzerine pek konuşmazdık. ama, hayatta da olduğu gibi, bazen başka bir şey hakkında konuşarak kendini daha iyi ifade eder, daha çok şey söylemiş olursun.

    franco nero: bunuel bana hep en iyisinin, seyirciye her şeyi göstermeden onun hayal gücünü tetiklemek olduğunu söylerdi. tristana’da catherine deneuve’ün çıplak olarak pencerede durup, meydandan onu biraz olsun görmeye çalışan oğlana baktığı bir sahne vardı. kamera onun yüzüne sabitleniyordu. seksiydi, ama hiç açık vermiyordu.
    bütün dehaların çocuk gibi olduğunu düşünürüm. italyan şair giovanni pascoli şöyle der: “her kişide bir çocuğun ruhu gizlidir – ruh onu terk ettiğinde o da yok olur.” bir sabah bunuel sete gelmiş, çantasını bulamamıştı. bütün ekip onu arıyor, bunuel de o bulunmadan çekimi başlatmıyordu. çocuk gibi “çantam! çantam!” diye feryat edip duruyordu. sonunda çanta bulundu, o da onu kaptığı gibi bir köşeye kaçıp siniverdi. takip ettim ve bir de baktım ki çantasından jambonlu bir sandviç çıkarmış onu yiyor. acıkmış yani. beni görünce yerinden sıçradı, “ne yapıyorsun?” dedi. “kimseye söyleme lütfen. acıktım... beni görürlerse kötü örnek olurum, herkes yemek ister çünkü. ama ben açım...” başka bir gün de –sağır olduğunu söylerdi ama kuşkuluyum- dilsiz bir adamı çevirip “sen dilsiz misin? ben de sağırım!” demiş, yarım saat boyunca buna gülüp durmuştu.

    bulle ogıer: oyuncular yönetmenin fikirlerini aktaran araçlardır – ondan ötürü de ben bütün rollerimi zor bulmuşumdur. zira yönetmene ihanet edemem. oysa burjuvazinin gizli çekiciliği’nde yapacağım çok bir iş yoktu. bunuel oyuncularını insan olarak sever, onlara iyi davranırdı; ama oyuncular olarak onlara karşı tamamen kayıtsızdı – kim neyi oynamış, ben kimmişim... onun için önemli olan filmin senaryoyu yansıtmasıydı, çünkü her zaman bir yazar olmayı istemişti. yazdığını birebir uygulamak zorundaydınız. ondan hiçbir şekilde ayrılamazdınız.

    mıchel pıccolı: psikolojik açıklamalar yapmayı veya şevkinizi tartışmayı hiç sevmezdi. çok kibar ve sevimli birisiydi; insanlara karşı çok duyarlıydı ve şahane bir espri anlayışı vardı. bir de müthiş bir gözlem gücü. bir hata veya nahoş bir espri yaptığınızda ya da birini incittiğinizde sizi derhal yargılardı. onun dışında çok şekerdi – tabii o muazzam otoritesine eşlik eden durgunluğuyla. oyuncularına karşı çok nazik davranır, incelikle tavsiyelerde bulunurdu ve onlar da onun haklı olduğunu bilirlerdi. işi hakkında hiçbir kararsızlığa kapılmadığını bilirlerdi, en küçük bir kuşkuya bile. gündüz güzeli’nin bir sahnesinde georges marchal yakın planda merdivenlerden aşağı inerken onun da mastürbasyon yaptığını düşünebilirdiniz. kolay değildi. bunuel ona “batan güneşi düşün,” demişti. muhteşem bir şeydi: başka hiçbir açıklama yapmazken –yalnız aşağı inmesini söylemişti- oyuncusuna onu bir güneş gibi hayal ettiğini de söylüyordu. hayata karşı haşindi ve çok zor hoşnut olurdu. doğuştan gerçek bir ispanyol burjuvasıydı ve çok disiplinliydi. bütçeyi aşmadan çalışmakta epey başarılıydı, çünkü gençliğinde, özellikle abd’deyken parasal güçlükler çekmişti. mütevazi bir yaşam sürerdi.
    müthiş eğlenirdik. çocuk gibi şakalaşır, habire aynı esprileri yapardı. çok gerekli bir durum olmadıkça asla mektup yazmazdı. her defasında “bütün kabalığımla,” diyerek imzalardı. ben kendi payıma onunla, onu yaratanın catherine deneuve’le ben olduğumuzu söyleyerek dalgamı geçerdim. biz gündüz güzeli’ni çekene dek yıllarca filmlerini entellektüeller hariç kimse görmemiştir,” derdim. bayağı neşelenir, onaylar, “haklısın, teşekkür ederim,” derdi. her zaman güler ve şakalaşırdık. kahkahası kederinden doğar ama hiç kesilmezdi.
    bir seferinde fransız televizyonu onunla ispanya’da bir söyleşi yapmak için iki kamyonuyla gelen bir ekip yollamıştı. onlara “bütün bunları buraya taşımak için yaptığınız masrafla ben bir film çekerdim,” demişti. söyleşiyi toledo’da yapmayı tercih edeceğini söylemişti. orayı özellikle mi sevdiğini sorduklarında “yok canım, tiksinirim oradan. sinek kaynar,” diye karşılık vermişti. ona sonra el’de sade’dan mı etkilendiğini sorduklarında, “hayır,” diye cevapladı. söyleşiyi yapan “filmde adam kadının vajinasını dikiyor,” diye ısrar etti. bunuel şöyle bir karşılık verdi: “karın seni aldatınca gider sarhoş olursun. bense onu sadece dikerim. bunda da sadistçe hiçbir yan yok.”
64 entry daha
hesabın var mı? giriş yap